47 Cİld yediNCİ BÖLÜM


parta'ya, gele dursunlar... Biz bu arada Üstad Hazretlerinin Isparta müdde-i umumisine vermiş olduğu istid'asını okuyalım



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə21/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   72


Bunlar Ankara'dan Isparta'ya, gele dursunlar... Biz bu arada Üstad Hazretlerinin Isparta müdde-i umumisine vermiş olduğu istid'asını okuyalım:

“ISPARTA CUMHURİYET MÛDDE-İ UMUMİLİĞİNE

Dokuz senedir beni bu memlekette sebebsiz olarak ikamete mecbur ettiler. Hariçle ihtilâttan men' olduğum için çalışamadım, perişan bu gurbette kimsesiz kaldım. On üç senedenberi, beni bu vilâyette tanıyanların tasdikleri altında, siyasetle hiç bir cihetle alâkam kalmadığına delilim şudur ki: On üç seneden beri bir gazeteyi okumadığımı ve dinlemediğimi, sekiz sene oturduğum Barla halkı ile işhad ediyorum. On üç sene, bu zamanda siyasetin lisanı olan gazeteyi dinlemeyen, işitmiyen, istemeyen bir adamın siyasetle alâkası olmadığı.. Ve sekiz aydan beri merkez-i vilâyette, bütün buradaki benimle temas edenlerin şehadetleriyle, siyasete taalluk eden hiç bir meseleye temas etmediğimi gösterebilirim. Bu halimle beraber, bu senenin Kurban bayramında fıtraten sohbetten hoşlanmadığım için, hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir iki satırlık yazı ile kapımda yazdığım ve hiç bir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurmak suretiyle; benim gibi garib, ihtiyar, hastalıklı bir adama şüphe isnat ederek tarassud ettirmek ve harekât-ı şahsiyyemi bilasebeb taht-ı nezarette bulundurmakla; verilen tazyik ve sıkıntı kâfi gelmiyormuş gibi, bu senenin Nisanının dördüncü günü, kış münasebetiyle ve mütemadiyen harekâtımın takib ve tarassud edilmesinden dolayı, harice çıkmadığımdan sıkılmıştım. İşte o günü altı aylık ızdırabımı tahfif etmek ve biraz teneffüs ve rahatsızlığımı izale etmek için, havanın güzelliğinden istifade ederek gezmeye gitmiştim. Avdetimde bir komiser ile iki polis ikamet

ettiğim evimin kapısında ve bir komiserle iki polis de bahçenin dışarısında bulunuyorlardı. İçeriye girdim. Komiser ve iki polis beni takib ettiler. Odama çıktım, Onlar da arkamdaydılar. Benimle beraber girdiler. Taharriye başladılar.

(199) Osmanlıca Lem'alar, S: 856

970


Dokuz seneden beri ihtilâttan bila-sebeb men' edildiğimden, mesleğim itibariyle Kur'an ve iman ile hasr-ı iştigal etmiştim.. Ve onun neticesi olarak yazdırdığım eserlerden birisi, Kur'anı Hakimdeki iki bin sekizyüz küsûr lafza-i Celâlin bir sırr-ı kerametini ve nakş-ı i'cazını gösterecek en müstesna bir hat ile yazılmış, gayet kıymettar yirmiden fazla Kur'an-ı Kerim cüzlerini...

2- Beka-i Ruh ve melâike ve haşrin hakkaniyetine dair Yirmi Dokuzuncu Söz nâmı altındaki Risalenin içinde tezahür eden kendimce en ekall bin liraya değer bir sırr-ı azimi gösteren risaleyi...

3- Hazret-i Peygamberin (A.S.M.) Risaletini güneş gibi ispat eden ve harika bir surette on iki saatte te'lif edilen yüz elli sahifelik On Dokuzuncu Mektup nâmı altında, Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) Risalesini, ki o mu'cizatın keramatı olarak, o risalede tevafuk nâmıyla öyle bir sırr-ı azim tezahür etmiş ki; O risale tek başıyla maddeten bin lira kadar kendimizce kıymettardır.

4- Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi güneş gibi ispat eden ve Kur'an'ın otuzüç ayet-i azimesini tefsir eden otuzüç pencere nâmındaki otuz üçüncü mektup ki sırr-ı tevafukla beraber, kıymet-i ilmiyesi ve edebiyesi i'tibariyle, ehl-i tevhidce yalnız maddeten bin lira kadar ehemmiyetli olan risaleyi..

5- Şirkin esasını ref’ edip vahdaniyyeti nihayetsiz derecede kuvvetli ispat eden "Otuz İkinci Söz" nâmı altındaki eser ki, o eser bir âlim tarafından zayi' edilse, onu elde etmek için bin lira tereddütsüz vereceğini zannettiğim misilsiz risalemden mevcud her iki tanesini..

6- İsraftan kurtarmak ve bu fakir milleti iktisada alıştırmak için yazdığım küçük fakat müstesna bir ehemmiyette olan "İktisad Risalesi" ismindeki risalemin mevcut olan her üç nüshasını..

7- Kendi ihtiyarlığımdan dolayı iman noktasında Kur'anda bulduğum rica ve tesellî nurlarından kaleme aldığım ve mevcudu tam üç nüsha ve iki nüsha da noksan olarak umum beş parçasını ki, bence bu risale benim gibi kabre yakınlaşmış bir ihtiyar adama kıymet takdir edilmiyecek derecede yüksek bir hakikat ile yazılmıştır.

8- Onbeş sene evvel Arapça olarak tab' edilen, Harb-i Umumî de ateş içinde yazıldığı için, o zamandaki baş kumandanın bu yadigâr-ı harbin hayrına iştirâk etmek niyetiyle, kâğıdını kendisi verdiği İşarat-ül İ'caz tefsirini.. Hem 1335 senesinde İstanbul'da tab' edilen Kâtre, Şemme, Habbe, Habbenin Zeyli ve Ankara'da Yeni Gün matbaasında tab' edilen zeylinin zeyli.. ve Ankara matbaasında tab' edilen Habab ve istanbul'da

971

tab’ edilen Zehre ve Şu'le gibi risaleleri havî Arapça matbu’ bir mecmuamı.. Ve İstanbul'da onbeş sene evvel tab' edilen Sünûhat isminde kıymettar iki matbu’ risalemi.. Ve hem



biraderzadem Abdurrahman tarafından onbeş sene evvel İstanbul'da tab’ ettirilen Tarihçe-i Hayat'ımın bir kısmına ait matbu’ risalemden üç nüshası tamam.. Ve beş altı nüshası noksan kitaplarımı.. ve hem de İstanbul'da, yeni huruf çıkmadan evvel tab’ ettirdiğim "Onuncu Söz" nâmında gayet kıymettar, haşri ve kıyameti gündüz gibi ispat eden risalemi ve daha bilmediğim hususî ve şahsî ve imanî evraklarımı ve risalelerimi tekrar iade etmek üzere, o taharrî neticesinde alıp götürdüler.

Bu taharriyatta o kadar ileri gidildi ki; altı ay evvel oturduğum köşkten, şimdiki oturduğum köşke nakledince sandalye, şişe, demir ve sair eşyaya aid listeye varıncaya kadar aldılar ve el'an da iade etmediler.

Dokuz senedenberi bu memlekette ve bu kadar dostlarımla temas ettiğim halde, şimdiye kadar hiç bir cürüm bana isnad edilmedi. Ve hiç bir vukuatım da olmadı. Ve hayatımda dâî-i şüphe hiç bir emare vücud bulmadı.. Ve menfiliğim de sebebsiz ve ancak ihtiyat ve tevehhüm yüzünden olmakla, İnziva ettiğim bir mağaradan çıkartılarak menfilerle birlikte nefy edildim. Bu müddet zarfinda siyasetle ve dünya ile alâkam olmadığına, bu memleketteki dokuz senelik tarz-ı hayatımın şehadetiyle beraber; risalelerimde gerek emniyet dairesi ve gerekae hükûmet dairesi daî-i şüphe bir çey bulamadıklarıdır. (Haşiye)

Eğer bir cürmüm varsa, dokuz senedenberi mütemadiyen dikkat ettikleri halde cürmümü görmiyen veya gösteremiyenler şimdi göstermeye mecburdurlar.

Şu kitap zayiatından lâakal şahsî iki bin lira zararım var: Çünki, bunların hiç birisinin başka bir nüshasını bende bırakmadılar. Vaktiyle tab’ etmek için yalnız İşarat-ül İ'caz tefsirine iki yüz elli lira verdim. Arabî mecmuası üç yüz lira. ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Ondokuzuncu Sözler de o sırr-ı azime, hiç bir âlim ve hiç bir edip yoktur ki "Bin lira kıymetindedir" demesin.. Ve bir de onüç sene evvel, hükûmet DarülHikmet'te yüz lira maaş alacak kadar, iş görebilecek bir adam nazarıyla bana bakmış, ayda yüz lira maaş vermiş. Bu sekiz senede, beni yarım saat bir

(Haşiye)Cay-i dikkattir ki; sekiz dokuz senedenberi zulüm ve tazyikat altında gizlemeye mecbur olduğum en eski ve en mahrem evrakları âni olarak tahhari edip, hiç bir şey bırakmayarak alındığı halde, mucib-i telaş ve daî-i endişe ve medar-ı hicab ve hacalet bir şey bulunmaması, garazkâr su-i zanlı ehl-i dünyanın ona karşı ettikleri haksız tazyikat ve tarassud, ne kadar çirkin ve hata olduğuu gösteriyor.Acaba onu ittiham eden ve kendini vatana ve millete sadık tevehhüm eden ehl-i dünyanın en büyük me’murundan en küçüğüne kadar, değil sekiz dokuz sene, belki sekiz- dokuz ay zarfında en mahrem en gizli evrakı meydana atılıp tetkik edilse; ona telâş verecek ve utadıracak sekiz-dokuz madde çıkmaz mı? S.NURSİ

972

köy olan ilama'ya iki defadan fazla gitmeye müsaade edilmiyecek derecede ihtilât ve gezmekten men edildiğim gibi, bir varidatım, bir malım olmamakla beraber, o köyde benim gibi bir adam çalışacak iş bulamadığımdan ve kimsenin bir şeyini de kabul etmemek bir meslek-i hayatım olduğundan; çektiğim perişaniyet ve zarar ve ziyanın takdirini müdde-i umumiliğe havale ederek, ya kitaplarımın hepsini iadesini veyahut bu husustaki zarar ve ziyanımın müsebbiblerinden tazminini dava ediyorum.



TETİMME:

Hükûmetin kanunu, tarikat dersi vermeye ve nusha yazmaya ve nüfûz temin etmeye müsaade etmediği ve ben de bunlarla alâkadar olmadığım ve hükûmet de yanıma gelen ziyaretçileri hoş

görmediği için; bazı adam müteaddit defa tarikat ve nusha niyetiyle yanıma gelmek istedi. Ben de hükûmetin kanununa riyayet etmek ve hükûmet me'murlarını sebepsiz kuşkulandırmamak için kabul etmeyip reddettim. Mesmuatıma göre ,bu helden muğber olanlar, yalan ve asılsız bir surette isnadatta bulunmuş. Böyle hükûmetin kanununa riayeten reddettigim kimseler yüzünden, onu böyle sıkıştırmaktan, hilâf-ı kanun hareket etmediğim için böyle azap vermek, kanunu dinlememeye mecburiyet veziyetini veriyorlar manası çıkıyor.

Dokuz senedir dünyevî hayatıma gelen her türlü işkencelere tahammül edip sabrettim. Sükût ettim. Fakat dünyalarına karışmadığım halde böyle hayat-ı uhreviyeme su-i kasd suretindeki taarruz karşısında sabrım tükendi. Hakkımı aramak için ikame-i davaya mecbur oldum. Said-i Nursi (200)”

Hazret-i Üstad'ın dilekçesi müdde-i umuma verildikten tahminen bir iki gün sonra, yeniden Üstad ve talebeleri sağdan-soldan toplattırılmış, şiddetli bir surette ve kılı kırk yararcasına istintaklar, sorgulamalar ve soruşturmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Ankara'dan hareket edip gelen içişleri bakanı ve beraberindeki jandarma ve polislerle Isparta'ya ulaşırlar. Bundan sonra da herhalde istintaklar iki üç gün daha sürmüş olabilir.

İçişleri Bakanı Isparta'ya geldikten sonra bizzat meseleyle yakından ilgilenir. Tartar, ölçer. Amik-ariz araştırmalarda bulunur. Amma ipucu, delil olacak ve kanunlarca suç sayılacak hiç bir şey bulamaz.

(200)Barla Lahikası, Envar Neşriyat S: 213

973


HADİSENİN İKİ KURBAN ŞEHİDİ

Evlere baskınlar, mahkemede sorgulamalar yapılmakta iken, Nur talebelerinden iki tane kurban vaki’ olup, iki şehid verilir.

Bunlardan birincisi: Evine suçsuz yere baskın yapılıp, hiç bir şey bulunmadığı halde, yine de polisler o ihtiyar zatı evinden alıp emniyete getirirlerken âniden düşüp vefat etmesi hadisesidir. Hadise kat'î olmakla birlikte vefat eden zatın ismini künyesini tesbit edemedik.

İkincisi: İstikamet şehidi ünvanını kazanan binbaşı Merhum Asım Bey'dir. Bu zatın hadiseden bir iki sene önce, Üstad'ına yazdığı bir mektubunda; Ona bedelen vefat etmesini istediğini yukarlarda kaydetmiştik. Sıra, bedel ve kurbanlığın tahakkuk safhasına gelmişti. Buna da maddeten bir sebeb lâzımdı. İşte bebeb de hazırlanmıştı. Isparta'ya toplattırılan Nur talebeleri arasında binbaşı Asım Bey de vardı. Mahkemede sorgulamalar başlamıştı. Asım Bey mahkeme koridorıında oturmuş, istintak sırasını bekliyordu. Bekliyordu amma, kalbi ve ruhu başka âleme gitmiş, başka ma'nalara dalmıştı. Rabbisine bütün samimiyetiyle yönelmişti: "Eğer ben her şeyi dosdoğru söylesem, ruhumu her an kendisine feda etmeye hazır olduğum aziz Üstad'ıma belki zarar dokunmak ihtimali olabilir. Eğer dosdoğru söylemez ve te'villerle ketim yoluna gitsem, kırk senelik istikametkârane askerlik şerefime ve mertliğime yakışmayacak!...” diye, mahkeme koridorundan; heryerde hazır ve nazır Rabbisine müteveccihen: “Ya Rab ruhumu teslim al!...” deyip niyazda bulunmuş.. Ve anında hemen orada bu samimi, garazsız, sâfi niyazı dergâh-ı ilahide kabul olunmuştur. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vasiah.

Bu acib ve garip ve vefadarlığın, fedakârlığın şahane örneği hadisesi meşhurdur. Hazret-i Üstad bu fedakarlık ve vefadarlık zirvesindeki vakayı Eskişehir mahkeme müdafaatında sıksık tekrar edip dile getirmiştir.

Binbaşı Asım Beyin vefat hadisesini, Milaslı İbrahim Halil Çulluoğlu o sıralarda yazmış olduğu bir şiirinde şöyle dile getirmiş:

“Onlardan ilk tanıdığım Asım Bey isminde sahibi İrfan,

Neçare, zevallıyı Ispartada vermiştik kurban”

Ispartalı terzi Mehmet Babacan ise, Asım Beyin vefat hadisesini şöyle anlatır:

“Mevsim yazdı. Isparta ulu camiinde ancak yedi-sekiz kişiyle cenaze namazını kılabildik. (Yani hadise ile tedhiş havasını estiren zamanın ceberût idarecilerinden gelen korku ve telaş yüzünden) cenaze namazını Re'fet beyin (emekli yüzbaşısı) kain babası Hacı Mülazım Efendi kıldırmıştı.. ve Ispartanın Alaeddin mezarlığına defnedildi.

(Son şahitler-4,Sh.146)

974


Ve nihayet 8 Mayıs Çarşamba 1935 tarihli (çok alçak) Tan gazetesi hadiseyi manşet olarak şöyle veriyordu: “Bir mürteci ifade verirken öldü..”

975


976

İÇİŞLERİ BAKANI ŞÜKRÜ KAYANIN ISPARTAYA GELMESİ VE ESKİŞEHİR'E NAKİL HAZIRLIĞI

Hiçden ve yokdan ihdas edilmiş zulümlü hadise, böylece velvelelerle memleket afakını doldurmuş.. Antalyadan, Aydın'dan, Muğla'dan.. ve civar kaza ve köylerinden ayrıca da, Isparta'nın her tarafından Isparta vilâyet merkezine toplattırılan yüzyirmi mazlum insan,(*) çoğu da işçi, rençber ve esnaf ma'sumların ifadeleri istintakları bir kaç gün sürüyor. Siyasi polisler, savcılar, hâkimler, İçişleri Bakanının nezareti altında incelemelerini sürdürür, enine boyuna incelerler. Fakat hiç, amma hiç bir suç, kanunî hiç bir bahane bulamıyorlar. Bulunan şey, Kur'an dersleri, iman hakikatları ve İslâmın temel mes'elelerini yazan ve ispat eden eserler... Siyasete ait, menfi hareketlere dair hiç bir şey yok, yok, yok...

Evet bunlar yok!.. Lâkin hakikatta büyük bir şey var. Hem de kâinat kadar büyük bir şey.. O da bin senedenberi İslâm Din'inin hakikatları, iman ve i'tikadının temel mes'eleleri aleyhinde, dünya dinsiz zındıklarının yürüttükleri ve hazırladıkları plân ve projelerinin tahakkuk ettirilmesi için; nihayet Osmanlı hilâfet ve devletinin maddî mağlubiyetinden sonra, bilistifade İslâm âleminin, özellikle Osmanlıların hilâfet merkeziyetinin yıkılmış olan enkazı altında mahfuz ve mestûr kalmış ve o manevî vücudun acb-üz zenebi mahiyet ve mesabesinde olan Anadolu Müslümanlarının dinî akidelerini de zedelemek, İmanlarını şüphe ve vesveselerle sarsmak.. Sonra da dinsizlik ve lâdinîlik ve ilmanîlik rejimlerini uygulamak için, maddeten olduğu gibi, manen de büyük fırsat elde ettiklerini sanan ve madde âleminde zemin ve zaman itibariyIe de öyle görünen bir ortamda; aynı zamanda lâdinîlik ve ilmanilik icraatlarına maşa olmuş yerli bazı habis ruhlu adamlarını da bulmuş olarak; emin ve müsterih durup seyrederlerken, birden baktılar ki: Manevî cânibin aziz kumandanı ve iman kal'asının bahadır

bekçisi Hazret-i Bediüzzaman yine meydanda... İlim ve akıl ve feraset ve mantık meydanında din düşmanı zındıkları mağlubiyetin esfel-i safılinine yuvarlatmış.. Kur'anın, imanın ve İslâmın tüm ana umdeleri ve hakikatları kâinat hakikatları içine kök saldıklarını ve bunları çürütmek ve koparıp sökmek ve atmak için, kâinatı elinde tutan bir kuvvete sahip olmak lâzım geldiğini eserleriyle ispat etmiş; akıl, mantık ve ilim meydanında bir seyf-ül İslâm, bir din kahramanı olarak cevelân etmektedir.

Evet hak ve hakikat, akıl ve ilim adına meydanı zabtetmiş olan Hazret-i

(*) Milaslı İ.Halil Çullu oğlunun hatırasında ve ayrıca da zamanın bazı gazetelerinde, bu 120 insanın hepsi Isparta merkezinde toplanmış değil,belki büyük bir kısmı burada toplattırılmış,bilahere Eskişehire ayrı ayrı zamanlarda getirilipen yekûn 120 kişi cem'ettirilmiştir.(Bkz.Son Şahitler -4 S:121)

977


Bediüzzamanı, dinsiz zındıklar çok iyi tanıyor ve biliyorlardı. Türkiye'de onun varlığı demek, kendilerinin tüm plân ve projelerinin iflâsı demek olduğunu çok iyi anlıyorlardı.

İşte, bu çok mühim nokta ve derin sırdan dolayıdır ki; Zendeka komitesi ne yapıp-yapıp, Bediüzzaman'ı ve onun açtığı nevvar ve feyyaz olan iman caddesini imha etmek ve kapatmak için, büyük velveleler ve yaygaralarla memleket afakını doldurarak, hükûmeti ayaklandırdılar. Bu yaygaraya kapılıp evham içinde çırpınmakta olan İçişleri Bakanı ve hatta hükûmet, maalesef heyecanla

ayaklanmıştı. Fakat az zaman sonra tebeyyün etti ki; o yaygara ve velveleler kanun ve nizam ve asayiş noktasında hiç bir değeri olmıyan vesvese, iftira ve yalanlardan ibarettir. Çünki İçişleri Bakanı Isparta'ya jandarma kuvvetleri kumandanı ve emniyet umum müdürü ve yüzyirmi polis ve jandarma ile, memleket çapında bir siyasî hadise varmışçasına geldiği halde, bir kaç gün sonra maddeten ve kanunen -İhbar edildiği şekilde- bir durumun bulunmaması üzerine; Bakan Bey, basına ister istemez hadise için: "Adi bir zabıta vak'asıdır" diye beyanat vermeye mecbur olmuştu. Fakat buna rağmen hükûmet, kendisini zındık dinsizlerin velveleli evham ve te'sirinden kurtaramamış, masum olan Bediüzzaman'ı ve mazlum olan talebelerini -Hiç bir sebeb yokken- ellerini kollarını bağlamış, askeri cemselerle ve büyük muhafız müfrezeleriyle Eskişehir hapishanesine(*)götürüp doldurmuşlardı. Gizli zendeka komitesi hükûmet kuvvetlerini elde ederek, Üstad'ın ve Nur talebelerinin masumiyetlerine rağmen; yine de Bediüzzaman'ı ve talebelerini imha etme plânını yürütmek için her çareye başvurmuşlardı. Ankara'nın emriyle bu masum ve mazlumlar kafilesini hiç sebeb yokken Eskişihir zindanına sokmasını becere bilmişlerdir.

SON DERECE İBRETLİ BİR OLAY

Isparta'daki baskınlar ve sorgulamalar hadisesiyle ilgili olarak hadisenin içinde bulunmuş bir kişi olan emekli yüzbaşı merhum Re'fet Barutçu hatırasını şöyle anlatır:

“Isparta'da aniden yapılan baskın ve araştırmalarda ellerine geçen Risale ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde “Ramazana aittir” diye bir yazı bulunmuştu. Kur'an yazısını okuyamadıkları için “Bu ramazan kimdir?” diye günlerce aradılar, taradılar. Nihayet Isparta köylerinden "Ramazan” isimli habersiz bir masumu bulup ellerine kollarına kelepçe vurarak onu da Eskişehir hapsine yollamışlardı.

(*)Tan gazetesi 9 Mayıs 1935 sayısında: Eskişehire Hz.Üstad’ın ve Nur talebelerinin gönderdikleri tarihi, 8 Mayıs 1935 olarak vermektedir.

978


Aradan iki ay geçtikten sonra, kitabın, Ramazan nâmındaki habersiz masum köylüye aid olmayıp, Ramazan ve orucun hikmetlerini beyan eden Bediüzzaman'ın “RAMAZAN RİSALESİ” adlı bir eseri olduğu anlaşınca, mazlum ve masum Ramazanı serbest bırakmışlardı.

Masum Ramazan Efendi, Eskişehir hapsinde iken, Hazret-i Üstad arada sırada onu gördüğü zaman, tebessüm ederek: “Kardeşim Ramazan hakkını helâl et” diyor ve onu teselli ediyordu:”

Yine Ref'et Bey bir hatırasında derki: ”Eskişehir hadisesi sırasında, Isparta Tumen Komutanı Rüştü Paşa idi. Ankaradan polis ve jandarmalarla gelen Dahiliye vekiline hiddetle : ” biz buruda iken neden Ankaradan ayrı bir kuvvetle geliyorsunuz! Bu ne demektir?" söylemişti. (S. Sahitler -4 S: 169)

979


MÜHİM BİR HABER VE BİR HATIRA

Eskişehir mazlumlarindan üstad hz.lerinin yakin talebelesi ispartali merhum rüştü çakin in hatirasini bizzat dinleyip kaleme alan mustafa sungur ağabeyin rivayetiyle

Hz.Üstad Barladan geldi. Şükrü Efendinin köşkünde kaldı. polisler mütemadiyen takip ediyordu. Son zamanlarda Üstad b'azılara"gelme!" diyordu. Bir gün, çarşamba günü arama yaptılar. Kitapları aldılar. Hüsrev, Refet, Rüştü, Bekir Ağa, Saatçı Lütfü vesaireyi tevkif ettiler. O günü, (Çarşamba günü ) hapishaneye götürdüler, hapsini münferide koydular.Cuma günü resmi daireler tatil olduğu için, tahkikatın devam edememesiden, cumartesi günü beş altı polis ile beraber Hoca Efendiye (Bediiüzzamana) gitmişler, hükümete getirmişler. Ehali o vakit "nevar, neyok!" diye esnaf hükûmetin önüne koşmuşlar. Savcı da “Ispartada isyan var” diye Ankaraya telgraf çektiriyor. O zaman Reis-i cumhurda Eskişehirde imiş .. Mahkemenin Eskişehire nakline karar veriyorlar. kararla beraber Şükrü Kaya, civar vilayetten gelen polislerle beraber gelip, buranın polislerini azlediyor. fırka kumandanı Rüştü Paşa, ve vali Fevzi Daldal Şükrü, Kayayı karşılamaya çıktıklarında Asker ve Polisleri görünce, nevar neyok diye soruyor.”İsyan varmış !..” deyince, Rüştü Paşa: " Yahu biz bostan bekçisi miyiz?" diye soruyor ve isyan falan olmadığını söylüyor.

Tahkikat beş altı gün devam etti..Nihayet bir gün dokuz arabayle Afyona sevk edildik. Afyondan da trenle Eskişehire yollandık. hep kelepçeliydik; kafile başı, Yüzbaşı Ruhî bey yolda kelepçeleri çıkartıp, Namaz kılmamıza müsade etti. Dinar'a varmadan Namazı kıldık.

Yollarda Askeri müfrezelere raslıyorduk. Afyon gayet tenha idi. Eskişehire vardığımızda ikişer kişilik olarak, benimle Antalya Müftüsü Çil Ahmat Efendi beraber kelepçelediler,biz en önde idik. Her kişiye bir polis, bir jandarma düşüyordu .Hapishaneye vardığımızda aramalar yapıldı.

Üstadı tek başına bir odaya verdiler, bizleri de bir odaya koydular. Sonradan gelenlerle beraber cem'an yüzyirmi kişi olduk. kırk-kırkbeş günde tahkikat bitti. Biz onbeş kişiyi hariç diğerlerini bıraktılar... İki üç celsede mahkeme bitti. Üstada bir sene hapis bir senede Kastamonuda nefy kalmasına ve bize da altı ay ve o kadar da memleketimiz haricinde ikametimize karar verildi. altı ay sonra, tahliye olup memleketimize geldik.

Milaslı İbrahim Halil Çulluoğlunun Hatırası

Merhum İ.H. Çulluoğlu Eskişehir hapsinde hadiseyi baştan alıp neticesine kadar uzun bir şiirle kaydetmiş. Biz ondan bir hülasa alarak düz ifa

980

de ile ve mealen yazıyoruz. Mezkûr şiirin tamamı Son Şahitler-4, Sh.116-127 dedir.



“ 26 Nisan 1935 günü beni ikindi namazında, Milasîn Belen camiinden alıp evimi taharri için götürdüler. Evde birkaç el-yazma Risale-i Nur buldular. Sonra beni karakola götürdüler. O gece sabaha kadar ifademi aldılar. Sabaha karşı beni bıraktılar “git yat ” dediler. Sabahleyin beni tekrar karakola götürdüler. Milastaki bir kaç nur muhiblerinide getirmişlerdi. İki gün, iki gece daha ifadelerimizi aldılar. üçüncü günü bizi bir arabayla geceleyin Aydın'a, oradanda Nazilli yoluyla Ispartaya götürdüler. Isparta hapishanesinde; oraya toplattırılmış çok kimselerle karşılaştık. 5.günü duydukki, Dahiliye vekili Ispartaya gelmiş. Birkaç gün sonrada gazeteler yazmışki, Dahiliye vekili beyanat vermiş: “Hadise bir adi zabıta vakasıdır.”

Birkaç gün sonrada, bizi ikişer ikişer kelepçeliyerek kamyonlara bindirdiler. Başımızda müfreze kumandanı Binbaşı Ruhi Bey vardı. Benim kelepçe arkadaşım Ramazan isminde ma’sum ve tamamen habersiz fakir bir köylü idi. Meğer bu fakir, “Ramazan Risalesi” ismine ad benzerliğinden zulme uğramış.

Ruhi Bey yolda kelepçelerimizi çözdürdü ve teselli etti. Siz masumsunuz, yakında çolukçocuğunuza döneceksiniz..vesaire ile bizi rahatlattırdı. Ruhi bey yolda rasladığı kumandanlarada hep masum olduğumuzu anlatıyordu.

Nihayet geceleyin Afyon'a ulaştık. Bizleri trene bindirdiler. İkinci günü Eskişehire vardık. Bizi hapishaneye teslim ettiler. Hapiste fotoğraflarımız çekildi. İkinci günü hapishane müdürü geldi, tek-tek herbirimizin isim ve adreslerimizi resimlerimizin arkasına yazdı.Duyduğumuza göre resimlerimiz Ankaraya yollanmış.

Ve nihayet 13 Ağustos 1935 günü bizleri beşer beşer mahkemeye çağırdılar. O günü öğleye kadar kimlik tesbiti ve sorgulama tarzında geçti. Öğleden sonra, “Müdafaalarınızı yapın” dediler. Herkes birşeyler söyledi. “Yarın tekrar geleceksiniz” diye bizi hapse getirdiler. İkinci günü bizi yeniden mahkemeye götürdüler. Mahkemelerimiz hep gizli oluyordu.

Ve nihayet, Hz. Üstadın büyük müdafaalarından sonra 19 Ağustos 1935 günü, mahkeme kararını açıkladı.”

Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin; V'an'dan alınışı olan 25 Şubat 1925'den bu yana, yani 25 Nisan 1935 gününe kadar sürgünlük hayatı, tam on sene iki ayı doldurmuş oluyordu. Van'dan alındığında, yolculukta geçen bir iki ayını hesaptan çıkarmak istesek, tam yüzyirmi ay ediyordu. Bu da bir güzel adede tevafuk ediyordu.

981


VE LÂTİF BAZI TEVAFUKLAR

Kaydedeceğimiz tevafukların, gerçekten bir tesadüf eseri değil, kasdî tevafuklar olduğu görülecektir şöyle ki:

1- Bediüzzaman'ın sürgünlük hayatı, Vandan alınarak yolculuklar hariç Eskişehir hapsine kadar tam yüzyirmi ay..

2- Mesnevi-i Arabîdeki Arapça risaleleri dahil, o ana kadar yazdığı imanî ve Kur'ani risaleler yüzyirmi adet...

3- Isparta ve civarından toplattırılıp Eskişehir hapsine götürülen masum ve mazlum Nur talebelerinin sayısı yüzyirmi adet...

4- Dahiliye vekilinin Ankara'dan yanına almış olduğu polis ve jandarma kuvveti yüz yirmi kişi.

5- Eskişehir hapis hadisesinin başlangıcı olan, ilk baskınlar tarihi,Isparta i'tibariyle 20 Nisan 1935'den, mahkemenin hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 gününe kadar tam yüzyirmi gündür(201)


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin