Yukarda sıraladığımız, sebebi meçhul istifhamlardan birisi için, çok kuvvetli karineler işaretiyle diyebiliriz ki: Üstad'ın Eskişehir mahkemesine Kendisini ve davasını mudafaa eden herhangi bir avukat girmiş değildir. Çünki buna dair hiç bir emare ve ifade yoktur.(*) Hem de Bediüzzaman'ın müdafaalarından başka, -talebelerinin mahkeme zabıtlarına geçen ufak-tefek cevablarından gayri- bir müdafaaları da varid olmamıştır. Buna göre, Hazret-i Bediüzzaman hem kendi şahsının, hem davası olan İman ve Kur'an hakikatlarının, hem kitapları olan umum risalelerin, hem de beraberinde hapse konulan yüzyirmi ma'sum talebelerinin; daha doğrusu Âlem-i İslâm namına Kur'an'ın, imanın ve İslâmın hem müdafii, hem avukatı, hem müşkillerinin hall edicisi, hem ilmî ve muğlak suallerin ve yanlış anlşılabilen dinî mes'elelerin cevablayıcısı.. Hem cumhuriyet ve demokresi prensiblerinin ve hukuk devleti biçiminin gerçek manada vassafı, şârihi olarak; tek başına -fakat çok ağır şartlar ve müşkilât içerisindemüdafaalarda bulunmuştur. Bunun yanında, beraberinde hapsedilmiş olan umum talebelerinin şahsî hukuklarının müdafiliğini de deruhde ederek, Eskişehir mahkemesi şahsında, tüm dünyaya karşı hakikatları ilân etmiş ve haykırmıştır.
Evet, Hazret-i Bediüzzaman'ın Eskişehir Ağır ceza mahkemesinde ve Temyiz Mahkemesine gönderdiği temyiz lâyihası ve tashih-i i'lâm layihalarında yaptığı müdafaalarını gören her ilim adamı, her hukukçu, her içtimaiyatçı ve hakiki din âlimleri, bu dediklerimizi tasdik edeceği muhakkak olduğu gibi Bediüzzaman'a hayran kalmaması, onu takdir etmemesi mümkün değildir kanaatindeyiz. İlerde bu büyük şâheser müdafaalardan bazı parçalar dercetmek niyetindeyiz.
(*) Ancak Milaslı İbrahim Halil Çulluoğlunun hatırasında . "Bir- iki kişi, kedilerini kurtarmak için Avukat tuttularsa da , hiç bir fayda vermedi diyor. ( Bkz. Son. Sahitler-4 Sh. 116-127)
994
ESKİŞEHİR MAHKEMESİ MAZNUNLARI
Yukarda da arz ettiğimiz veçhile, Eskişehir hadisesinde maznun olarak tevkif edilenlerden ancak Üçte biri kadar isimler biliyoruz. Diğerlerini dosya elimize geçmediği için öğrenemedik. Tesbit etteğimiz kadarıyla bir kaçının isimleri şöyledir:
1-Emekli Yüzbaşı Re'fet Barutçu
2- Emekli bin başı M.Asım Bey
3-Ispartalı Husrev Altınbaşı
4-İslamköylü Hafız Ali
5-Bedreli Sabri hoca
6- Milaslı Halil İbrahim Çulluoğlu
7-Atabelyi Küçük Lütfi
8-Atabeyli Mus'ud
9-Atabeyli Büyük Zühdü
10- Adilcevaz menfilerinden Bekir Berk
11- Ispartalı Rüştü Çakın
12- Ispartalı Şükrü Efendi
13- Atabeyli Abdullah Çavuş
14- Barla'lı Hafız Tevfik
15- Barla'lı Abdulluh Çavuş
16- Barla'lı Mustafa Çavuş
17- Barla'lı Hafız Halid
18- Barlalı Müezzin Şem'i Güneş
19- Antalya Müftüsü Çil Ahmad Efendi
20- Antalyalı Aşçı Hüseyin zevki Usta
21- Barla Muallimi Ahmed Galip Bey
22- Egridir'li Hakkı Tığlı
23- Eğridirli hafız Mustafa
24- Ispartalı Hafız Mehmed Zühdü
25- Vanlı Nuh bey
26- Hatırasını anlatan Ispartalı Mehmed Gülırmak
27- Aydınlı Göz doktoru Şevket Gözaçan
28- Aydınlı Şükrü Şahinler
29- Müftü Mustafa Efendi
30-Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa,
31-Kuleönülü Lütfü Efendi,
32- Ispartalı Keçeçizade Mustafa,
33- Ve oğlu Hafız Ahmed
34-Ispartalı Saatcı Lütfü
995
35- Antalya Ulu cami İmamı ,Tongul Hafız Mehmed Efendi
36- Antalyılı Tapucu Ali Rıza efendi
37- Milasli Mehmed ince
38- Milaslı Şefik Sarıağa
39- Ve Ramazan ismindeki bir fakir köylü ... ve gazetelerin yazdığına ğöre Milestan 3-4 kişi daha ...
Ve bunlar gibi çoğu Isparta vilâyetinden olmak üzere isimlerini tesbit edemediğimiz yüz yirmi kişilik mazlûmlar bölüğü...
HAPİSTE ÜSTADIN TECRİDİ
Üstad Bediüzzaman Eskişehir hapsinde olduğu gibi, ondan sonraki iki hapsinde de hep tecridlerde bulundurmuşlardır. Eskişehir hapsinde Üstad, beraberinde hapse giren bütün talebelerinden tecrid edilmiş ve iki ay hiç birisiyle mutlak tecrid içinde görüştürülmemiştir. Daha sonraları mahkemenin hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 gününe kadar da, çok az istisnalar hariç yine tecrid halini devam ettirmişlerdir.
Bu durum, Üstad'ın Büyûk Tarihçe-i Hayat'nda şöyle ifade edilmektedir “Yüzyirmi talebesiyle Eskişehir hapishanesine getirilen Said-i Nursi, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak; kendisine ve talebelerine dehşetli işkenceler tatbikına başlanır...(9)”
Târihçe-i Hayatın bu parağrafındaki “Dehşetli işkenceler tatbikine başlanır...” cümlesi herhalde; dövme, vurma şeklinde bir işkence değildir de, beşerî ihtiyaçları kısıtlama, kimse ile görüştürmeme, kanunî ve normal isteklerinin yerine getirilmeme vesaireden ibaret olsa gerektir. Yoksa, bilhassa Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın aziz şahsiyetine, yani zatına hiç kimsenin haddine düşmemiştir ki, parmağını uzatmış olsun veya kaba kuvvetle yanaşsın!.. Bu hiç bir zaman vaki’ olmamıştır ve olması da mümkün değildir.
MAHKEME'NİN DURUŞMALARI
Üst tarafda da ifade ettiğimiz gibi, Eskişehir mahkemesinin duruşmaları ve duruşma tarihi hakkında yanımızda bir bilgi mevcud değildir. Sadece bilinen mahkemenin karar günü olan 19 Ağustos 1935 günüdür. İlk duruşmalar ve sorgulamalar; savcının Isparta'dan gelen evhamlı ve garazlı, gayr-ı hukukî zabıtnamelerine bina edilmiş, derme çatma hazırladığı iddianamesine göre; ve ayrıca da Eskişehire başka yerlerden celbedilen sorgu hâkimlerinin yürüttükleri sorgulamalar tarzında başlamıştır. İki aylık ilk
(9) Büyük Tarihçe 960 baskılı S:173
996
tahkikat soruşturmaları neticesinde mazlumlardan bir çoğu men-i muhakeme ile tahliye edilmişlerdi.(10)
Sorgu hâkimlerinin sorgulama neticesinde hazırladıkları kararnamelerinden sonra, müdde-i umumi yeniden bir iddianame hazırlamış ve bu iddianameye göre Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalara başlamıştır. Mahkemenin kaç celse ve duruşma yaptığını bilemiyoruz . Bildiğimiz şey, mahkemenin çok çabuk ve kısa
zamanda karara vardığıdır. Zira Isparta'da ilk toplu tevkifler tarihi 27 Nisan 1935, Ispartadan Eskişehire nakil edildiği gün ise,8 Mayıs 1935, mahkemenin karar günü de 19 Ağustos 1935'dir. Buna göre, tevkif tarihinden mahkemenin karar gününe kadar üç ay yirmi iki gündür. İki ay kadar da ilk sorgulamalar sürmüş ise, bir ay yirmi iki gün bir zamanda mahkeme karara varmış oluyor.
Anlaşılan, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, bu kalabalık maznunları en çok iki defa mahkemeye çıkarabilmiş ve duruşma yapabilmiştir. Üçüncü duruşmadan önce, Savcı Bey son mütalâasını okumuş, mahkeme heyeti de 19 Ağustos 1935 gününde, iddia makamının tecziye talebi doğrultusunda(11) Üstad'ın bunca hakikatlı sarih ve açık müdafaalarını nazara almadan,
onun ve on-onbeş talebesinin tecziyesi talebini, geri kalan maznunların beraet ve tahliyeleri tarzında karara varmıştır. Yine anlaşılan odur ki; Önceleri Sorgu hâkimlerinin men-i muhakeme ile tahliye ettikleri maznunlarla birlikte, mahkemenin karar gününde toplam doksan yedi kişinin beraet ve tahliyeleri gerçekleşmiştir.
Eskişehir savcısının iddianamesi,Isparta müdde-i umumisi ve sorgu hâkimlerinin ve Eskişehir mahkemesine gelen misafir sorgu hâkimlerinin ileri sürdükleri mütalâa ve hükümlerinden derlenmiş tahmin ve zanlardan ibaret karma bir iddianame şeklinde bir şey olsa gerektir. Eskişehir sorgu hâkimlerinin mütalâaname ve kararnameleri altmış üç sahife kadar uzun olduğuna göre (12) herhalde iddianamenin tamamı o nisbette uzun ve muğalaalıdır.
Savcının mezkûr iddianamesi elimize geçmediği için,mahiyetine tamamen muttali' olmamakla beraber,Üstad Bediüzzaman Hazretleri mahkemede onu bütün bütün çürütücü cevabî müdaafalarından onun esaslarını okumaktayız.
Yine Hazret-i Üstadın müdafalarından okuyoruz ki,makam-ı iddianın hazırlamış olduğu üç tane iddianamesinden ikincisi,sorgu hâkimlerinin kararnamelerinden çıkarılmış yirmidokuz sahifelik (13) bir hezeyannamedir.
(10) Osmanlıca Lem'alar, S: 761
(11) Osmanlıca Lem'alar S:761
(12) Aynı eser S:738
(13) Aynı eser S:338
997
Ve hülâsa olarak:Savcının ikinci ve üçüncü iddianame ve mütalanamelerinin temel esasları şu gelecek esaslarda toplandığını görmekteyiz:
1- İrtica hezeyanı...
2- Nurların bazı yerlerinin,yeni çıkan kanun ve inkılâblara karşı muaraza ettiği...
3- 163. Maddeye uyan şahsî nüfuz te'mini ve gizli cemiyet kurma hareketleri...
4- Kürtlük ve Kürtçülük yaptığı iddiası.
5- Gizli cemiyet...
6- İzinsiz neşriyat ve benzeri iddialar...
MÜHİM BİR HATIRA
Erzurumlu M. Kırkıncı Hocamızdan: (Mealen) “...Hazret-i Üstad Bediüzzamanın ziyareti için Ispartaya gittiğimizde, Rüştü Çakın Ağabey bizzat bana anlatmıştı: “ Biz Eskişehir hapsi hadisesinde mahkemeye çıkarılmıştık. Üstadımızı en önde tek olarak oturtmuşlardı. Bizlerde onun arkasında, sıralarda dizilmiştik. Savcı bizim idamımızı talep eden iddianamesini okuyordu. Hepimizi bir korku telaşı sarmıştı, fakat baktık Üstadımız, cübbesinin eteği üstünde tesbihinin ipini kırmış, yeniden onu ipe dizmekle meşgul. Onun sanki hiç birşey yokmuş gibi, savcının laflarına beş para ehemmiyet vermeyen pervasızlık içerisindeki tavrını görünce, bizlerede kuve-i maneviye ve cesaret geldi.”
(Bediüzzamanı nasıl tanıdım-M.Kırkıncı,Sh.101-102)
MAHKEMENİN HALİ
Bu faslın başında da kaydattiğimiz veçhile , Hazret-i Üsdad Bediüzzaman ve Nur talebelerinin Isparta' daki tevkifleri, bir evham ve iftira yaygaralarının verdiği telaş ve idarecilerin beceriksizlikleri neticesi olarak, kanunsuz,mantıksız, adalatsiz ve keyfî bir tarz-ı muamele üzerine bina edilmiştir. Mahkemenin bütün safahatında gerek savcıların, gerek sorgu hâkimlerinin iddianame ve kararnamalereinde kanunî mueyyidelerin taalluku için " etmişlerdir, yapmışlardır,fiilî hareketleri budur, delilleride şudur” diyerek herhangi belli bir suçu ortaya koymamışlardır.
Buna göre, Eskişehir mahkemesi müdde-i umumisinin iddianamesi böyle kanunsuz, delilsiz, boş ve haksız isnadlar üzerine bina edilmiş, mah
998
keme safahatı da o boş ve hayalî ve "Edebilirler, yapabilirler"in üzerinde cereyan edip durmuştur.
Yine üst tarafta yazdığımız gibi; zamanın İçişleri bakanı Isparta'da yürüttüğü tahkikat neticesinde, aradıkları şeylerden zerresinin dahi bulunamaması üzerine, ister istemez "Hadise basit bir zabıta vakasıdır" demeye mecbur olduğu halde ve buna rağmen, güya hükümetin haysiyeti namına, Isparta'nın beceriksiz hâkim ve savcıları "edebilirler, yapabilirler" tezinden hareketle, adaletin hükümleri hayalî tekerlekler üstüne bindirilerek; bilâ-istisna bütün o masum ve mazlum insanlar tevkif ettirilmiş.. Buda yetmemiş gibi, bir de Ankara'dan gelen bir emirle Isparta'dan alınarak Eskişehir hapsine yollanmışlardır.
Hazret-i Üstad, mahkemede tüm o mevhûm ve hayalî ve kanunsuz, adaletsiz iddiaları müdafaatında teker teker çürüttüğü ve mahkeme de işin mahiyet ve hakikatına kanaat hasıl ettiği halde, zamanın acımasız zalim idare ve hükûmetinin baskıları ile iğrenç zulmünü ve bütün bütün beceriksiz durumunu ortaya koymamak,perestijini sözde rencide etmemek için; başka basit bir iki madde uydurup, Bediüzzaman'ı ve onbeş arkadaşını tecziyeye tabi’ tutmaya kendilerini mecbur bilmişler, belki de mecbur ettirilmişlerdir.
Lâkin Eskişehir Mahkemesi, Hazret-i Üstad'ın bir çok mühim ve çok büyük ve hall edilmesi farz olan mes'eleleri beyan etmesine, ifade etmesine iyi bir zemin olmuştur. Çünki Üstad burada hem hizmet ve davasının mahiyet ve asliyetini.. Hem İslâm dininin bir çok muğlak mes'elelerini ve Kur'anın hakikatlarını fasledip ortaya koymuş.. Hem isnad edilen mevhum suçlamaları ilim, akıl ve temel hak ve kanun muvacehesinde çürütmüş. Hem de beraberinde tevkif edilmiş umum talebelerinin şahsî hukuklarını, yani İslâmı yaşamak ve imanına ve dinine ve Kur'anına samimî bağlanmak haklarını müdafaa etmiştir. Nitekim Üstad'ın bu cerhedilmez, reddedilmez ve karşı gelinmez gerçek müdafaaları sonunda; mahkemenin karar gününe kadar doksan yedi ma'sumun tahliyeleri ve beraatleri gerçekleşmiştir. Böylece Eskişehir Mahkemesi dahi bu sonuca vararak verdiği o karar ve hareketiyle, kanaatı gelmiş olmalıdır ki, Hazret-i Üstad'a isnad edilmiş suçların hiç birisinin, kanunlarında da yeri ve sübutu yoktur ve vaki' değildir.
999
ESKİŞEHİR HAPSİNDE BEDİÜZZAMAN'IN AHVALİ
Hazret-i Üstad'ın mahkemede yaptığı müdafaat safhasına geçmeden önce, onun hapisteki yaşayış ve ahvali, yaptığı te'lifatı.. Ve talebelerini teşci', teselli, ikaz ve irşad ve terbiye eden mektupları vesaire hakkında bir inceleme yapmak istiyoruz.
Evvelâ bir hatıra:
Avukat Kemal Taner anlattı: "Ben Bediüzzaman'ın Eskişehir hadisesi, sırasında maznun olarak değil, hukuk talebesi stajiyer avukat olarak mahkeme safahatını takib ediyordum.O zamanki stajiyerler, mahkeme celselerine girip mahkemeyi takib ettikleri gibi, hapishaneye de girip çıkmalarına da bir mani' yoktu.
Bir gün hapishanenin içine girdim ve Bediüzzaman'la görüşmek istedim. Yanına gittim, namazı yeni kılmış, tesbihatını yapıyordu. Elini öptükten sonra, efendim dedim: "Size bir çok kerametler gösterir diyorlar. Halbuki ben sizi takib ettiğim kadarıyla, sizde herhangi harika bir hal görmedim. Eğer gerçekten öyle şeyler gösterebiliyorsanız, bana da gösterin. Mesela şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün"
Benim bu tekellüflü teklifim üzerine, Bediüzzaman Hazretleri bir tebessüm eyledi ve bana şu temsilli hikâyeyi anlattı:
“Bir adamın çok sevdiği sevimli, sevgili bir tek küçük oğlu varmış. Adam bu çok kıymetli yavrusuna en değerli bir hediye almak için, bir kuyumcu dükkanına götürmüş. Çok çeşit elmas ve mücevherattan hangisini isterse onu oğluna alacağını söylemiş.
Dükkâncı, mücevherat dükkânını süslemek için ayrıca tavana çok çeşitli renklerde büyük lâstik balonları da asmış. Çocuk dükkana girince, gözü tavandaki balonlara takılıp kalmış ve “Baba, ben bu balonlardan istiyorum:” deyip tutturmuş ve ağlamaya başlamış... Adam, “Oğlum ben sana çok pahalı ve kıymetli elmas ve mücevherlerden bir şeyler almak istiyorum. Yeter ki sen iste!” demişse de, çocuk anlıyamamış.. “Hayır ben balon istiyorum” diyerek ağlamış ve isteğinde ısrar etmiş.”
Bediüzzaman Hazretleri bu hikâyeyi anlattıktan sonra, bana dönüp dedi ki: “Ben Kur'an'ın elmas ve mücevherat dükkânının dellâlıyım, bekçisiyim. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda Kur'anın ebedî, ölümsüz elmasları vardır. Ben onları satıyorum, balon satmıyorum” dedi.
1000
Bediüzzaman'ın ne demek istediğini anlamıştım. Yaptığım hareketten de mahçup olmuştum.(14) ”
ÜSTAD'IN ZEHİRLENDİRİLMESİ
Eskşehir hapsinde Üstad'a verilen zehir hadisesi, Bediüzzaman'ın kendi beyanıyla sabittir. Ancak bu iş, aşı ve iğne yoluyla mı, yoksa yemeklerine, suyuna konulmak suretiyle mi olmuş bilinememektedir. Hazret-i Üstad'ın Eskişehir hapsinden sonraki her iki hapsinde de, bu su-i kasd vakaları bir kaç kez cereyan etmiş, hem de her defasında hapsin tecridinde tek başına iken ve yalnız başına münferid koğuşlarda durdurulduğu vakitlerde yapılmıştır. Eskişehir hapsinde vaki' olan bu zehir de yine herhalde Hazret-i Üstad hapsin ilk aylarında, iki üç aylık tecrid ve münferid yaşattırılmakta iken vaki’ olduğuna kuvvetli ihtimalle hükmedilebilir.
Eskişehir hapsinde vaki’ olan şu zehirlendirilme hadisesi için Hazret-i Üstad şöyle işaret ederek beyanda bulunmuştur:
“Garib ve bana pek ağır gelen, bu üç günde bir bardak ayran ve bir bardak sudan başka bir şey yedirmiyen garib hastalığın üçüncü gününde(15)”
HARİKA HAL
Nakledeceğimiz harika vaka,veya hal Üstad'ın büyük Tarihçe-i Hayat kitabında da yer aldığı ve onu Üstad gördüğü halde, herhangi bir tashihde bulunmamış, tasdik etmiştir. Hadisenin doğruluğunda herhangi bir şüphe söz konusu olmamakla birlikte, fakat nakil ve rivayet usulüne göre zabt edilmediği için, kaydedenlerin bir hatası mevcuddur. Mesela rivayet şekli: "O zamanın Eskişehir müdde-i umumisinin ihbarı "veya" Hapishane müdürünün rivayeti" diye kaydedilmiş. Amma müdde-i umumi veya hapishane müdürü bunu kime anlatmış diye araştırma yapılmamıştır. Aynca onu işiten ikinci adam, kime nakletmiş gibi rivayet usulünün çok zarurî bir icabını nazara almadan kaydetmişlerdir. Eğer hadise, rivayet usulüne göre zabdedilmiş olsa idi, daha parlak ve cazib olacaktı. Gerçi Hazret-i Üstad hadiseyi tasdik etmiş ve bilâhare Denizli hapsinde ve sonra Afyon hapsinde aynı şekilde hadisenin tekerrürü üzerine, Afyon hapsi mektuplarında gayet zarif bir şekilde onun hakikatı hakkında beyanda bulunmuşlardır.(16)
(14) Son Şahitler-1, 2.Baskı S: 89
(15) Osmanlıca Lem'alar, S: 816
(16) Şualar, Envar S: 453
1001
HADİSE, HAPİSDE İKEN DIŞARDA GÖRÜNMESİ
ŞEKLİNDE CEREYAN ETMİŞTİR
Büyük Tarihçe-i Hayat, hadiseyi aynen şöyle kaydetmiştir: "Bediüzzaman hapiste iken, bir gün o zamanın Eskişehir müdde-i umumisi Üstad'ı çarşıda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceği ihtarıyla hapishane müdürüne:
“Ne için Bediüzzaman'ı çarşıya çıkardınız! Şimdi onu çarşıda gördüm.” Müdür: “Hayır! Bediüzzaman hapishanede hatta tecriddedir. Gidip bakınız!” diye cevab verir.
Gider bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu harika vaka adliyede şayi' olur. Hâkimler, "Bu hale akıl erdiremiyoruz" diye birbirlerine nakletmişlerdir."
Tarihçe-i Hayat, bu mes'elenin haşiyesinde Denizli hapsinde de tekerrûr eden aynı vak'adan bahsettikten sonra; Eskişehir hapsinde tekrarlanmış ikinci bir vak'ayı şöyle kaydeder:
“Yine Eskişehir hapishanesinde iken, bir cuma günü, hapishane müdürü kâtip ile otururken bir ses duyarlar:
- Müdür bey, Müdür bey!..
Müdür bakar, Bediüzzaman... Ona yüksek bir sesle: "Benim bugün mutlaka Akcami'de bulunmam lâzım.(17)”
Müdür: “Peki Efendi Hazretleri:” diye cevab verir. Kendi kendine de: “Herhalde Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilmiyor” diye söylenir ve odasına çekilir.
Öğle vakti, Bediüzzaman'ın gidip gönlünü alayım, Akcamiye gidemiyeceğini izah edeyim düşüncesiyle, Üstad'ın koğuşuna gider. Koğuş penceresinden bakar ki; Bediüzzaman içerde yok. Hemen jandarmaya sorar, "İçerdeydi, hem de kapısı kilitli.." cevabını alır. Derhal camiye koşar, Bediüzzaman'ın cami'in ileri ve birinci safında, mihrabın sağ tarafında namaz kıldığını
görür. Namazın sonlarında Bediüzzaman'ı görmeyince, hemen hapishaneye döner, Hazret-i Üstad'ın "Allahü Ekber" diyerek secdeye kapandığını hayretler içerisinde müşahede eder.Hadiseyi o zamanki hapishane müdürü bizzat anlatmıştır.(18)”
(17) Hadisenin bu şekilde nakledilmesi hem aynı şekilde cereyan etmiş olmasıyla; herhalde Hazret-iÜstad'ın o günü Eskişehir Ak Camii'nde bulunmak istemesinin bir hikmeti ve bir manası olması lazımdır. Çünkü nakil şeklinde "Mutlaka bulunmam lazım" tabiri vardır. O ise mutlaka bir manayı ve bir kesin lüzumluluğu ifade eder. Lâkin o lüzumluluk ve mecburi bulunmaklığın mana ve hikmetini bizler bilemiyoruz. A.B.
(18) Büyük Tarihçe-i Hayat, Eskişehir hapis faslı, S: 178
1002
Bilâhare Denizli ve Afyon hapislerinde de tekerrür eden ayni bu vaka, resmî ihbarlara ve şayi'alara sebeb olduktan sonra, Hazret-i Üstad onu şöyle zarifane bir şekilde Afyon hapsindeki talebelerine açıklamış:
“...Bir zaman meşhur bir allâmeyi harbin müteaddit cephesinde cihada gidenler görmüşler. Ona demişler... O da demiş: "Bana sevab kazandırmak ve derslerimden ehl-i imanı istifade ettirmek için, benim şeklimde bazı evliyalar benim yerimde işler görmüşler."
Aynen bunun gibi, Denizli'de camilerde beni gördükleri, hatta resmen ihbar edilmiş ve müdûr ve gardiyana aksetmiş. Bazıları telâş ederek: "Kim ona hapishane kapısını açıyor?" demişler: Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki benim çok kusurlu, ehemmiyetsiz şahsiyetime pek cüz’î bir harika isnadına bedel; Risale-i Nur'un harikalarını ispat edip gösteren SİKKE-İ GAYBÎ mecmuası yüz derece, belki bin derece ziyade Nurlara i'timat kazandırır ve makbuliyetine imza basar. Hususan Nurun kahraman talebeleri hakikaten harika halleri ve kalemleriyle imza basıyorlar. Said-i Nursi(19)”
Evet Hazret-i Üstad hadiseyi böylece reddetmeyip tasdik etmekle beraber, hem cüz'ilik ve küçüklük ile tavsif ediyor.. Hem de anlatış şekli içinde, hakikatını beyan ederek şahsiyetini de setretmek istiyor.
Acibdir ki, bizim gibi avam insanlar için çok harika olarak karşılanan bu vak'ayı, çok cüz' î ve basit olarak niteleyen Hazret-i Üstad, daha çok acib ve daha garib harika halleri gösterme imkânına izn-i ilahi ile sahip olduğunu anlatmak istemiş ve işaret etmiş olmakla beraber; Allah'ın kâinatta koyduğu sebeb ve adetlerine riayet yolunda her sıkıntıyı, her musibeti ve her türlü zehirli ihanetleri de, su-i kasdları da sabr içinde çekmesini bilmiş ve yapmıştır. Hem keramet ve benzeri gibi şeylere -Avukat Kemal Taner'in hatırasında görüldüğü üzereoyuncak balon nazarıyla bakarak fazla ehemmiyet vermemiştir.
Fakat bütün bunlara rağmen, çok nâdir olarak; bir kısım zavallı insanların dünyayı başı boş, sahipsiz ve herşeyin sadece kuvvet ve cebirde olduğunu sanmalarının yanlışlığını.. Ve ona ve talebelerine yaptıkları keyfi, zulümkârane muamelelerinin hatalı olduğunu.. Ve kendilerinin sahipsiz olmadıklarını ve ancak hakikî kuvvet ve hâkimiyet sahibinin Cenab-ı Hak olduğunu ve saire için; ve zavallı zalimleri birazcık olsun düşündürmeye sevk etmek hikmetiyle zarurî olarak öylesi hallerin Bediüzzaman'da ara sıra görülmesi ve gösterilmesi olmuştur denilebilir.
(19) Şualar Envar Neşriyat, S: 453
1003
ESKİŞEHİR HAPSİNDE BİR ŞEYH VE HADİSESİ
Hapiste Nur talebelerinin içinde câzibedarane tarikat dersini telkin etmeye çalışmış şeyh olan bu zatın kimliği hakkında, -isminin Şerafeddin olarak bilinmesinden başka- Herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız gibi; Eskişehir hapsine Üstad Bediüzzaman ve talebelerinden evvel mi, sonra mı hapse getirilmiş, yoksa Nur talebeleriyle birlikte mi hapsedilmiş bilinmemektedir. Fakat Üstad Hazretleri hapisteki talebelerini ikaz ederken, bu şeyhden bir kaç defa bahsetmiştir. Kasd-ı mahsusla Nur talebelerinin Üstad'la ve Risale-i Nur ile olan kuvvetli irtibatlarını koparmak veya gevşetmek için hapsedilip Nur talebeleri içerisine getirildiğine dair de bir delil, bir emare elimizde mevcud değildir.Hazret-i Üstad da bu cihetlerden hiç bahsetmemiş, amma talebelerini ona karşı ikaz etmeyi de ihmal etmemiştir. Eskişehir hapsinde Hazret-i Üstad'ın üst üste tekerrür eden bir kaç ikazların
1004
dan sonra yüzyirmi talebesinden, Risale-i Nur’un mesleğini ve makamını henüz anlıyamamış iki adamdan başka, hiç bir Nur talebesi o şeyhin cazibesine kapılmamış ve bağlanmamıştır.
Hazret-i Üstad da bilâhare bu hadiseyi bazı vesilelerle dile getirirken, her defasında, son derece takdirkârlık hissi içerisinde Kastamonu'da ve Denizli hapsindeki talebelerine hikâye etmiş ve Nur talebelerinin o hasletlerini çok kıymettar görmüş.. Ve diğer Nur talebelerine de ders olsun diye sadakat ve vefadarlığa misal göstermiştir.
Hazret-i Üstad mektuplarındaki mevzu-u bahs o bölümü aynen şöyle yâdetmiştir:
"Feyzi kardeşim!
Sen Isparta vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mûrşid
ve câzibedar Nakşi Evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nurun elli altmış şâkirtleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şâkirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi o câzibedar şeyhe karşı müstağnî kaldılar...(20)"
Yine aynı manada olarak, Denizli hapsinde talebelerini teşci' ve takviye etmek için, Denizli hapsindeki talebelerine şu mektubu yazmıştır:
“Aziz sıddık kardeşlerim!
Eski zamanda bir şeyhin müridleri çok olmsından o memleketin hükûmeti siyasetçe telâş edip, onun cemaatını dağıtmak istemiş. O zat hükûmete demiş. Benim yalnız bir buçuk müridim var.. Başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz.”
O zat bir yerde çadır kurdu. Kendi binler müridlerini oraya toplattı. O da emretti. Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, cennete gidecek. Çadıra birer birer çağırdı.. Gizli bir koyun kesti, güya hâs bir müridini kesti, cennete gönderdi. O kanı gören binler müridler daha hiç biri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: "Başım feda olsun!" Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti, başkalar dağıldılar.
Dostları ilə paylaş: |