DİLEKÇE VEYA ARZUHALLER
Şimdi kaydedeceğimiz bu dilekçeler, Hazret-i Bediüzzaman'ın üçbuçuk senelik Emirdağ-1 hayatında resmî makamlara veyahut kendi talebelerine gönderdiği istid'a ve arzuhalleridir. Hem bu dilekçeler, hadiselerin şekil ve biçimini, hem yapılan zulümlü kanunsuz keyfiliklerin tarzını.. Hem zamanın hükûmetinin dine ve din ehline karşı nasıl aldanıp gizli dinsiz komitelere alet olduğunu çok açık şekilde göstermektedir. Bu yazı ve istid'alarda -bir ikisinden başka- asıl suretleri ele geçmediği için maalesef günlük tarih numaraları bulunamamıştır.
1487
BİRİNCİ ARZUHAL
(Kendi kendime bir hasb-ı haldir)
Bu parça da, uygulanan kanunsuz durumları bildirmektedir. İsmi "Kendi kendime bir hasbihaldir." olan parçadan bazı bölümler alıyoruz.
"...Hâkim kendisi müddei olsa, elbette "Kimden kime şekva edeyim ben dahi şaştım” benim gibi biçarelere dedirtir
Evet, şimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sıkıntılıdır. Bir günü, bir ay haps-i münferid kadar beni sıkıyor. Bu gurbet ve ihtiyarlık ve hastalık ve yoksulluk ve zaafiyetimle, kışın şiddeti içinde her şeyden men'edildim. Bir çocukla bir hastalıklı adamdan başka kimseyle görüşemiyorum...
Yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektuplarımı üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay tetkikden sonra, beraatimize ve tahliyemize karar verildi. Fakat ecnebî menfaatı hesabına ve
bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraatimizi bozmak için her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım me'murları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları: Benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. Zaten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi sükûtumdur.. Dünyaya karışmamaklığımdır. Adeta "Ne için karış mıyor? karışsın, ta maksadımız yerine gelsin" diyorlar....(168)"
2- "Adliye vekili ve Risale-i Nur'la alâkadar mahkemelerin hâkimleriyle bir hasb-i haldir"
(Bu parçadan da bazı bölümler alıyoruz)
"Efendiler! Siz ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uğraşıyorsunuz?. Kat'iyyen size haber veriyorum ki; Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin hâricindedir. Çünki Risale-i Nur ve hakiki şâkirtleri elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaya yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.
Evet, hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalîlik göstermeleriyle; yirmi otuz sene sonra dince, ahlakça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyetten elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl
(168)Elyazma Emirdağ-1 aslı S:15
1488
-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek? Elbette anlıyorsunuz!.. Bin senedenberi bu fedakâr millet bütün ruh-u canıyla Kur'an'ın hizmetinde emsalsiz kahramanlıklar gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar edecek, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip o dehşetli sükuttan kurtarmak, en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz...
Evet, eski terbiye-i İslâmiyeyi alan yüzde ellisi meydanda var iken, an'anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde, elli sene sonra yüzde doksanı nefs-i emmareye tabi' olup, millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek kuvvetli ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrisi; Yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat'iyyen men'ettiği gibi; Risale-i Nur'u, hem şâkirtlerini bu zamana karşı alâkalarını kesmiş.. Hiç onlarla ne mübareze, ne de meşguliyet yok...
Bu millet ve vatanın hakiki düşmanları Risale-i Nur'a hücum edip adliyeyi şaşırtıp; dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe sevkediyorlar. Küçük iki numunesini beyan ediyorum. Ezcümle:
Hapisteki arkadaşlarımdan, selâm-kelâmdan ibaret ve Ârabî bir Risalemin fiatı olan on banknotu buradaki bir adama gönderip, ta Isparta'da tab’ masrafını veren o nüshalar sahibine verilsin diye, mektubu yüzünden hem adliye, hem hükûmet bana sıkıntılar verip, hem vasıta olan adamı taharri etti... Bu sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmıyan bir âdi mektubu, hem altı ay zarfında bir tek âdi muhabereyi bu kadar büyük bir mes'ele suretine getirmek, elbette adliyenin şerefine ve haysiyetine yakışmaz.
İkinci Numûne: Benim gibi garip, ihtiyar ve zaif ve beraet etmiş bir misafire; Herkesi, hatta hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini perişan bir vaziyete sokmak, bu vilâyetteki hükûmetin hamiyet-i milliyesine yakışmadığından, sinek kanadı kadar mevhum bir zarara, dağ gibi ehemmiyet verip, aleyhimde resmen propaganda yapmak; "Kimin ile görüşüyor?. Ve yanına kim gidiyor?" diye herkese bir telâş vermek, hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti bu acib hale elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise, bu iki madde gibi, muttali' olanlara hayret veren çok maddeler var...(169) "
(169)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 21
1489
3- Reis-i Cumhura ve bazı makamlara gönderilen istid'adan bazı bölümler:
"Yirmi seneden beri sabredip sükûteden bir mazlumun şekvasını dinlemenizi istiyorum.. Hürriyetin en geniş suretini veren cumhuriyet hükûmetinde her bir hürriyetten men' edildiğim halde, düşmanlarım benim aleyhimde her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiyeyi temin eden Cumhuriyet hükûmeti; ya beni tam himaye edip garazkâr, evhamlı düşmanlarımı sustursun.. veyahut bana düşmanlarım gibi hürriyet-i kelâm verip müdafaatıma yasak demesin. Çünki resmen perde altında her muhabereden men'im için postahanelere gizli emir verilmiş. Su ve ekmeğimi getiren bir tek çocuktan başka kimseyle beni görüştürmemek için tenbihat verildiği bir zamanda, eskiden beri benim muarızlarım fırsat bulup, tam mahkeme-i temyizin beraetimizi tasdik ederek mahkemedeki -Ehl-i vukufun tahsin ettikleri- kitaplarımı almak beklerken; O düşmanlarım hiç münasebetim olmıyan bir iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir iki ehl-i vukufun eline geçirip aleyhimde fena bir rapor hazırladıklarını işittim.(170) Daha sabır ve tahammülüm kalmadı.
Ben bütün Hükûmet-i Cumhuriye'nin erkânlarına, belki dünvaya ilân ediyorum ki: Kur'an-ı Hakim'in sırr-ı hakikatıyla ve i'cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur'un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz; Ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkikî ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir...
Beni hapislere sokan muarızlarımın bir bahaneleri de, o mahkemede ondan beraet kazandığım Tarikatçılıktır. Halbuki Risale-i Nur'da daima dava edip demişim: "Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsız Cennete gidenler çoktur, imansız cennete giden yoktur." diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değ'ilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekyem olacak? Bu yirmi sene zarfında bir tek adam yok ki; çıksın, desin: "Bana tarikat dersi vermiş." Ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar.
(170)Hazret-i Üstad'ın şu sözünü ettiği ehl-i vukuf hadisesini bilmiyoruz. Amma temyiz mahkemesi 30.12.1944 de Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin kararını tasdik ettiği halde, kitapların mahkemeden teslim alınması hususu ancak altı-yediay sonra tahakkuk etmesinden fehmedilen o dur ki; Gizli dinsiz komiteler temyiz mahkemesini te'sir altında bırakmak için durmamışlar, karıştırmak için her şeyi yapmışlar. Fakat gerek temyiz mahkemesi, gerekse Hâkim-i Adil ünvanını alan Denizli Mahkemesi Hâkimleri Adalet duygusundan ayrılmamışlardır. Temyiz mahkemesi, kararını tasdikten sonra, Denizli Mahkemesi sabır içinde beklemiş, nihayet 29.6.1945'de mahkemedeki tüm Risale-i Nur kitaplannı Avukat Ziya'ya teslim edebilmiştir. A.B.
1490
Yalnız eskiden yazdığım Tarikatların hakikatlarını ilmen beyan eden "Telvihat Risalesi" var ki; Bir ders-i hakikattır. Ve yüksek bir ders-i ilmîdir, Tarikat dersi değildir. Hürriyet-i vicdanı esas tutan Hükûmet-i Cumhuriye'nin; elbette bu milletin milyarlar ecdadının ruhlarının bağlandığı bir hakikata ve onun yolunda dünyaya meydan okudukları, iman-ı tahkikiyi galibane felsefeye karşı isbat eden bir eseri ve hâdimlerini himaye etmek ehemmiyetli bir vazifesidir.. (171)”
4- Reis-i Cumhur İsmet İnönü'ye yazdığı en mühim meselelerin ve kendisine karşı uygulanan bütün kununsuz ve gayr-i insanî muamelelerin esas noktası ve bütün düğümlerin can damarı hükmündeki hususları dile getiren istid'asının zeyli:
"REİS-İ CUMHURA GÖNDERİLEN İSTİD'ANIN
ZEYLİDİR Kİ MECBUR OLDUM YAZMAYA
Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi: Mustafa Kemal'in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş, gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında, otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbariyla Kur'an'a zararlı öyle bir adam çıkacak, dediğimi ve sonra Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi.
Ben de, beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle Dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilâf-ı hakikat olarak M.Kemal'e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir bahanelerle tazib ediyorlar.
Evet; Mahkemede ispat ettiğim gibi; Şerefler, müsbet hayırlar, maddî manevî ganimetler orduya, cemaâte verilir, tevzi' edilir.. Kusurlar, menfi icraâtlar, başa, reise verilir diye bir kaide-i hakikatla; Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur Zabitlerin zaferleri ve şerefleri M.Kemal'e verilmez.. Belki kusurlar; hatalar yalnız ona verilir.. diye, beni onu sevmemekle ittiham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şerefini kırmakla ittiham edip, onlara hâin-i millet nazarıyla bakıyorum.
Bu hakikatı mahkemede ispat ettiğim gibi; Onun muannid dostlarına ispat etmeye hazırım: Ben bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim.. Hürmetlerini, haysiyetlerini elim
(171)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 31
1491
den geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garazkâr muarızlarım, bir tek adamı sevmek yolunda, milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.
Evet, çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden Mustafa Kemal'e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir. Bunun için mecbur oldum ki, O muarızlarıma derim:
O beni taltif etmek ve bütün vilâyât-ı şarkiyeye vâiz-i umumi yapmak için Ankara'ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen "üç madde" beni onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azap çektim. Dünyalarına karışmadım.
BİRİNCİ MADDE: Bir hadis-i şerifin "Ahirzaman'da an'anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak...." diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef'aliyle göstermesidir. Ben, otuzaltı sene evvel (*) o hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama manası çıkmış.. Mahkemedeki müdafaatımın üçüncü esasında izahı var.
İKİNCİ MADDE: Bir şeyin vücudu ve tamiri ve hayatı; Ona ait bütün erkân ve şeraitinin vücuduyla olabilmesi.. Ve o şeyin ademi ve tahribi ve ölmesi, bir tek şartın bozulmasıyla olduğa bir kaide-i hakikattır. Umumun dillerinde "Tahrip, tamirden çok kolaydır" diye darb-ı mesel olmuştur.
Bu kat'î kaideye binaen: Meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tahripler, o kumandanın hatasından.. Ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise, ordunun kahramanlığından geldiğinden; O fenalıkları ona, o iyilikleri orduya vermek lâzım gelirken; bütün bütün aksine olarak, cemaâtın hayrını baştaki bir ferde.. Ve o ferdin şerrini cemaate vermek, dehşetli ber haksızlık olmasıdır.
ÜÇÜNCÜ MADDE: Cemaâtın hayrını ve ordunun zaferini başa vermek.. Ve o başın kusurunu cemaâte isnad etmek ise; binler hayırları bir tek hayra indirmek ve bir tek kusuru binler kusur yapmaktır.
Çünki: Nasıl bir tabur bir dehşetli düşmanı öldürse, her bir neferi bir gâzilik rütbesini alır.. Ve yalnız binbaşısına verilse, binden bire iner, bir tek gâzi olur. O binbaşının hatasıyla zâlimane bir katl yapılsa; ve ona verilmeyip tabura verilse; O bir tek katl, bin cinayet hükmüne geçerek bin neferi mes'ul eder ve cezaya çarpar.
Aynen öylede: Meydandaki görünen ehemmiyetli kusurlar, onları işliyen ölmüş adama verilmezse; beşyüz, belki bin seneden beri
(*) 36 sene evvel dediği 1911 tarihidir.ki Japon Başkumandanı Mareşal Noği İstanbula geldiğinde o tip sualleri Meşihat-i İslamiyeden sormuş.. Bediüzzaman da cevaplarını vermişti.A.B.
1492
gâziliğini ve hakperestliğini dünyaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur’an bayraktarlığını kılınçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir orduya havalesiyle; O kusurlar binler derece ve erkânları adedince ziyadeleşir.. O ordunun pek parlak mazisini dehşetli karartır ve bu asrın ordusunu, geçen asırların aynı orduları önünde mahçup ve mes'ul eder.
Ve mevcud şerefler, zaferler tek adama verilse; binler derece küçülür. Erkân ve efrad adedince gâzilik ve hayırlar, bir tek hükmüne geçer, söner. Daha kusurlara karşı keffaret-üz zünûb olmaz.
İşte bu sebebler içindir ki; Ben onun dostluğ'unu bırakıp, onun yerinde ehemmiyetli bir zamanda; içinde bulunduğum(172) ve te'sirli hizmet ettiğim o ordunun dostluğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şerefini muhafazaya Risale-i Nur ile çalıştım.
Emirdağ'ında Said-i Nursi (173)
5- Ehl-i dünyanın ve bilhassa Emirdağ hükûmet adamlarının Hazret-i Üstad'a karşı kanunsuz ve keyfî şekilde uyguladıkları muamelelerini dile getiren Üstad'ın umumî bir beyanı da şöyledir:
"Yirmi senede kaç vilâyetin zabıtaları kıyafetime ilişmedi. Yalnız beş sene evvel Ankara Valisi Nevzat Bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi, hem muvaffak olmadı.. Hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi. Hem Afyon Valisinin büyük me'muru, cebren kıyafetime emir vermesine mukabil; Emirdağ'ının küçük bir adliye me'muru(*) ona mukabele edip: "Kanun hâricinde hiçbir şey yapamayız” demiş, kanunperestliğini göstermiş. Hem buranın kaymakamı evham etmeyip bana zulüm etmediği için, o vicdanlı zatın tebdiline çalıştılar. Hem Camiye, Cum'aya gitmeye beni men'eden merdumgirizlik hastalığıyla beraber, maddî bir kaç hastalığa binaen, bir hafta rapor verip beni ifademi almaya sevketmemek için, doktorluk kanunuyla amel ettiğime binaen, ta Afyon'dan iki doktor geldi, onun raporunu bozmak, onu da mahkemeye vermek derecesinde keyfî kanunlara maruz olmuşuz...(174)"
(172)Hz.Üstad ordu içinde tam 9 sene durmadan cihad etmiştir. A.B.
(173)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 279
(*) Bu Adliye me'muru Emirdağ C. Savcısıdır ki; Rumelili olan Afyon valisi telefonla Emirdağı Kaymakamı Abdülkadir Uraza emrederek, ”geceleyin onun Kapsını kırıp içeri giriniz alıp hükûmete getiriniz" dediği halde, onlara muvafakat etmemiştir.A.B.
(174)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 281
1493
6- Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Üstad'ın yazdığı bir dilekçesinden:
"Ankara'da bulunan Emniyet-i umumiye müdürü Beye!
Yirmi senedir, gayr-i resmî hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğum ve sebebsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğüm halde, sükût eden bir biçare ile resmî değil, hakîki ve ciddî görüşmek istersen; az sizinle konuşacağım.
Evvela: İki sene, iki mahkeme, yirmi senelik hayatımın eserlerini, mektuplarını tetkikden sonra; İdare ve asayiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil: Mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitaplarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir senedir.
Yirmi seneden evvelki hayatım ise: Bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil: Eski Harb-i Umumi'de gönüllü alay kumandanı olarak, Başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve hareket-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara'daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb'usan beni orada görmekle alkışlamasıdır. Demek bu yirmi senede bana verilen azap, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi senede kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim. Artık yeter.. Kabir kapısındayım, beni dünyaya baktırmayınız!..
Hem Emniyet-i umumiye reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lâzımdır. Çünki mahkemelerce sâbit olduğu gibi, Risale-i Nur'un dersleri dünyaya baktığı vakit, bütün kuvvetleriyle asayişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından; kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil: Üç vilâyet zabıtalarını işhad edebilirim. Risale-i Nur dersini işitenler, polisten ziyade asayişe hizmet ettiklerini ehl-i insaf zabıtalar anlamışlar.
Bu ahirde, pek ziyade ahalîyi ve me'murları benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle, anladım ki; hakkımda, haddimden fazla ve lâyık olmadığım teveccüh-ü ammeyi kırmak için imiş. Ben de bunu size kat'iyyen beyan ediyorum ki; -Ve has kardeşlerime mahremce yazdığım mektuplarda,- teveccühü ammeyi kat'iyyen mesleğimize ve ihlâsımıza muhalif olduğu için, şahsıma kabul etmiyorum ve reddediyorum.. Ve o hususta çok kardeşlerimin de hatırlarını kırmışım. Yalnız Kur'an-ı Hakimin hakikatını emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un hizmetini gösteren eski zatların gaybî haberlerini kabul edip yazmışım.. Ve kendim âdi bir hizmetkâr olduğumu ispat etmişim. Farz-ı muhal olarak bu teveccüh-ü ammeye taraftar olsam da, asayiş lehinde hizmet edecek ve sizin gibi asayiş me'murlarına faydası dokunacak.
1495
Madem ölüm öldürülmüyor, hayattan çok ziyade ehemmiyetli bir meseledir. Yüzde doksanı bu hayatın selâmetine çalışıyorlar. Biz Risale-i Nur şâkirtleri de herkesin başına gelecek olan ölümün dehşetli hücumuna karşı mücadele ediyoruz. Hadsiz şükür olsun ki; şimdiye kadar o ölüm idam-ı ebedisini yüzbinler adam hakkında terhis tezkeresine Risale-i Nur ile çevrildiğine yüzbin şahid gösterebiliriz. Bu hakikat nokta-i nazarından, sizin gibi vatanperver, milliyetperverler bizi teşviklerle alkışlaması lâzım gelirken; evhamlarla, ittiham altına alıp, tarassudlarla ta'ciz etmek, ne kadar insaftan ve hamiyetten uzak olduğunu insafınıza havale ediyorum.
Gayr-ı resmî tecrid ve haps-i münferidde
SAİD-İ NURSİ(175)
7- Afyon Emniyet Müdürü'ne yazdığı kısa, fakat pek mühim ve dostane istid'ası:
"Afyon Emniyet Müdürlüğüne!
Ben sizin insaniyet ve vicdanınıza i'timaden mahrem işlerimi size beyan ediyorum. Hem vazife itibarıyla siz bizimle pek çok alâkadarsınız. Çünki Risale-i Nur'un asayiş ve inzibata hizmeti pek büyüktür. Polislerin vazifelerini asayiş noktasında yirmi seneden beri yapıyor. Yüzbin şâkirdinden hiçbir vukuât olmadığı gibi, pek çok zabıta me'murlarının i'tiraflarıyla ve bir şey aleyhimizde kaydetmemeleriyle bunu ispat eder. Buraya, Ankara emniyet-i umumiye müdürü geldiğini bir çocuktan işittim. Herhalde benim halimi soracak diye bir şey kaleme aldım ki; rahatsızlığım münasebetiyle ona konuşmak yerine takdim edeyim.. Birden gittiğini işittim. Size leffen onu gönderiyorum. Münasib görseniz, beray-i malûmat ona gönderirsiniz. Ben dünya işlerini bilmiyorum. Halklarla görüşemiyorum. Senden başka burada kimsem yok ki, reyini alayım. Benim şahsıma âit mesele, gerçi çok ehemmiyetsizdir, cüz'îdir. Fakat Risale-i Nur'a ait meselenin, bu vatana ve millete pek çok ehemmiyeti var.
Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kat'î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda bu vatan, bu millet ve bu memleketteki
(175)Elyazma Emirdağ-1 aslı S:103
1496
hükûmet; Âlem-i islâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak.. Mevcudiyetini, şerefini ve mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.(176)"
SAİD-İ NURSİ"(177)
8- Afyon Emniyet Müdürlüğü'ne Üstad'ın ikinci bir istidası.. bu istida İstanbul'a yeni harfle tab' etmek niyetiyle gönderilen Risalelerin bir kısmı, Afyon- Kütahya arasında bir ihbar üzerine trende ele geçmesi ve nihayet Afyon zabıtasına intikal etmesiyle başlayan evham ve tazyik üzerine yazılmıştır. Bazı yerlerini alıyoruz:
"AFYON EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜNE!
Zatınızı tanımadan bir defa gördüğüm vakit, insaflı ve adaletli gördüğümden, herkesten evvel alâkadar olduğum bir hakikatı size beyan ediyorum. O hakikatı alâkadar makamata vazifeniz itibarıyla bildirmeyi size bırakıyorum. O hakikat da şudur: Benim şimdiki vaziyetim, tarihçe emsali yoktur. Herşeyden tecrid-i mutlak içinde; herkesten, hatta câmideki cemaat adamlarından ve temastan memnu' olduğum halde; İhtiyarlık, hastalık, yoksulluk içinde birden kalbime geldi ki; Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım.. Bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddi cihette elimden bir şey gelmiyor. Yalnız Kur'an'dan anladığım ve kaleme aldığım Meyve Risalesi'yle, Hüccet-üllah-il Baliğa'yı yeni hurufla tab'etmek için bazı kardeşlerime izin verdim...
(176) Cumhuriyetin ilânıyla birlikte, en başta İngilizer ve onun siyasetinde rol oynayan siyonistler; bir taraftan Türkiye'ye karşı münafıkâne dostluk çehresini ve sırıtan riyakâr yüzünü göstermek içinde; Türkiye'yi dinsizleştirmek ve dinî an'aneleri tamamen yok edip kaldırmak için ne kadar şeytani tuzaklar varsa istimal ettiği halde; dışarda da İslâm Âlemine karşı; Türkiye Müslümanlarının artık İslâmiyetten büsbütün koptuğunu ve tamamen dinsizleştiğini sinsi propagandalarla yaymağa çalışmaktaydı. Amma bu âcib şeytanî siyaset durumunu, Türk siyasileri ya gabavetlerinden, ya da esasında aynı şeyleri istemelerinden anlamıyor ve anlamak istemiyorlardı. O ise ki, İslâm Âleminin Türkiye'ye karşı teveccühü ve Müslüman olarak destek olması dünyada siyaset ve idare için en büyük mesele ve bir nokta-i istinad idi.
İşte Hazret-i Bediüzzaman, başta İngiliz siyaseti olmak üzere, siyonist ve diğer dinsiz komitelerin şeytanca olan bu desiselerini, başından beri çok iyi sezmiş ve anlamıştı. Bu mevzuu, bilhassa Emirdağ hayatındaki eserlerinde zaman zaman dercetmişlerdir. Risale-i Nurla yaptığı imanî ve Kur'anî hizmetiyle; maddeten tahakkuk eden en mühim esas ve en büyük rükün; ve temel iki büyük hizmeti netice veriyor ve bir derece de muvaffak oluyordu.
Bunlardan birincisi: Dinsizlik ve imansızlık âfetinin defedilmesi, dolayısıyla Türkiye de asayiş ve emniyetin tahkimi...
İkincisi: Türkiye halkı eskisi gibi Müslüman olup, dinine ve Kur'an'ına sahip bir millet olduğunu hariç Âlem-i İslâma fiilen bildirmek..
Evet dinsiz münafık ve zındık komitelerin her türlü desise ve bed muamelelerine rağmen, Allah'a şükür bu hizmetin Türkiye'de maddeten büyük tesiri görülnıüş ve muvaffak olunmuştur. A.B.
(177)Elyazma Emirdağ-1 aslı S:106
1496
Kat'iyyen size beyan ediyorum ki; benim maksadım, bunun tab'ında bu mübarek milleti ve vatanı mânevî ve maddî anarşilikten muhafaza etmek ve asayiş ve inzibata manevî yardım
etmek ve anarşiliği uyandıran hâricî bir cereyanın istilâsına manevî sed çekmek.. ve Âlem-i İslâmın bize karşı itiraz ve ittihamını izaleye ve eski muhabbet ve uhuvvetini celbetmeye çalışmaktır. Fakat maattessüf ben dünya ile alâkadar olmadığımdan ve ehl-i idare ile de görüşmediğimden ve dünya halini de bilmediğimden ve kanunsuz ilişmek belâsına maruz kaldığımdan; eskiden beri perde altında bana husumet eden bazı insanlar, fırsat bulup zabıtayı ve adliyeyi evhamlandırıyorlar....(178)"
9- Birçok ihanet ve tazyiklerin peşpeşe yapılması üzerine, Hazret-i Üstad talebelerine umumî ahvali bildirmek ve tayakkuz ve dikkate sevk etmek için, kaleme almış olduğu bir yazısından bir iki cümle:
"...Biz Risale-i Nur talebeleri bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def’ etmeye çalışıyoruz.. ve bilfiil çok emarelerle hatta mahkemede de kısmen ispat etmişiz.
Birinci Tehlike: Bu memlekete hâriçten kuvvetli bir surette girmeye çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek..
İkincisi: Üçyüz elli milyon Müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir...(179)”
10- Afyon Emniyet Müdürlüğü'ne, Üçüncü bir istidası ve camiden kaymakamın keyfî emriyle men' edilmesi üzerine yazdığı ihtarlı ve şiddetli son istidasıdır:
Dostları ilə paylaş: |