97 İslamoğlu Tef



Yüklə 187,3 Kb.
səhifə1/3
tarix18.08.2018
ölçüsü187,3 Kb.
#72578
  1   2   3

97 - İslamoğlu Tef. Ders. MERYEM (41-98)(97)

"Euzü Billahi mineş şeytanir racim"
BismillahirRahmanirRahıym

Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Meryem suresinin 40. ayetine kadar işlemiştik. Bugün aynı surenin 41. ayeti ile dersimize devam ediyoruz.



41-) Vezkür fiylKitâbi İbrahiym* innehu kâne sıddiykan Nebiyya;

Gelen BİLGİ içinde İbrahim'i de hatırla (zikret)! Muhakkak ki O Sıddık'tı, Nebi idi. (A.Hulusi)


41 – Kitap da İbrahim’i de an, çünkü o bir sıddık, bir Peygamber idi. (Elmalı)

Vezkür fiylKitâbi İbrahiym bu kitap ta İbrahim’i de an. innehu kâne sıddiykan Nebiyya hakikaten o doğruluk ve dürüstlük abidesi idi. Yani bir peygamberdi.
Hatırlayacak olursanız Meryem suresinin başından buraya kadar Hz. İsa merkezli bir kıssa anlatıldı. Bu yeni girdiğimiz bölüm de Hz. İbrahim merkezli, daha doğrusu Hz. İbrahim’in putperest babasıyla olan diyalogu gündeme geliyor. Bu iki bölüm arasında hiç şüphesiz bir irtibat var ve bu irtibat iki bölümün de, yani Hz. İsa merkezli olan önceki işlediğimiz bölümle şimdi işleyeceğimiz Hz. İbrahim merkezli iki bölümün arasındaki irtibat; İnsanın Allah tasavvurunu inşadır. Yani vahiy Hz. İsa’nın şahsında Allah’a karşı, Allah inancına yönelik yapılan tahribatı, yani insanın tanrılaştırılmasını. Yüce insanların, ulu insanların ilahlaştırılmasını işleyip bunun bir şirk olduğunu ve bunun hem insanın iç dinamiklerini yok eden ve manevi tüm enerjisini sıfıra indiren bir tehlike bir durum. Hem de yer yüzünde İnsanın Allah ile, İnsanın insanla, insanın eşya ile ilişkisini bozan bir ters durum olduğunu açıklamıştı. Şimdi de Hz. İbrahim’in babası ile olan diyalogundan yola çıkarak şirke, küfre, putlaştırmaya farklı bir açıdan yaklaşıyor bu ayetler.

42-) İz kale liebiyhi ya ebeti lime ta'budu ma lâ yesme'u ve lâ yubsıru ve lâ yuğniy anke şey'a;
(İbrahim) babasına demişti ki: "Ey babacığım... İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin tapınıyorsun?" (A.Hulusi)
42 - Bir vakit babasına demişti: â babacığım! o işitmez görmez ve sana hiç faydası olmaz şeylere niçin taparsın. (Elmalı)

İz kale liebiyhi ya ebeti lime ta'budu ma lâ yesme'u ve lâ yubsıru ve lâ yuğniy anke şey'a hani o, yani İbrahim babasına; Ey babacığım demişti. Niçin işitmeyen, görmeyen ve senden hiçbir zararı def edemeyen şeylere kulluk ediyorsun.
Dikkat buyurunuz; Burada muhteşem bir terbiye var, davetçi terbiyesi. Babasına konuşan bir peygamber evlat ile karşı karşıyayız. Baba putperestte olsa evladın terbiyesine bakınız. Davet usulüne ve üslubuna bakınız. “Babacığım” diyor. “Neden görmeyen işitmeyen ve senden hiçbir zararı kaldıramayan şu putlara tapıyorsun.”
Bu üsluptaki incelik şu; Hatayı yapanı değil, hatayı hedef alıyor. Önce hatayı yapanla hata arasına bir duvar çekiyor burada ve doğrudan hatayı tanımlıyor. Eğer hata yerine hatayı yapanı hedef alsaydı o zaman hiç kimsenin böyle bir üslupla sonuç alması mümkün değil. Ama Hz. İbrahim bu üsluba rağmen sonuç alamamışsa artık sorumluluk muhatabındır tabii. Fakat bu üslup bize aynı zamanda bir örneklik teşkil ediyor.
Hatayı yapanla hatayı özdeşleştirirseniz, hata ile hatanın faili arasında ayniyet kurarsanız, hataya yaptığınız her atışı muhatabınız kendisine yapılmış bir atış gibi algılayacaktır. Yok hatayı ondan ayırarak, hata sana ilişmiş bir hastalık gibi izlenimi verirseniz, ki öyledir zaten. Sapma arizidir, doğal olan tabii olan, fıtri olan haktır, doğruluktur, İslam’dır, güzelliktir, iyidir. Onun için bu temel üzerine, İslam’ın insana verdiği bu akıl üzerine kurmak gerekir İslam daveti, metodu.

43-) Ya ebeti inniy kad caeniy minel ılmi ma lem ye'tike fettebı'niy ehdike sıratan seviyya;
"Ey babacığım. Kesinlikle sende olmayan ilim, bende açığa çıktı! Bu nedenle bana tâbi ol, seni düzgün yola yönlendireyim." (A.Hulusi)
43 - Â babacığım emin ol bana ilimden sana gelmeyen hakikat geldi, gel bana uy da seni bir düz yola çıkarayım. (Elmalı)

Ya ebeti inniy kad caeniy minel ılmi ma lem ye'tik Ey babacığım, inan ki bana, sana ulaşmamış olan hakikat bilgisinden bir pay ulaşmış bulunuyor. O bilgiye ulaşmak için Hz. İbrahim’in sarf ettiği çabayı hepimiz biliyoruz değil mi? En’am/76-78. ve diğer ayetlerde işlenmişti bu. Hz. İbrahim’in aklını kullanarak, eşyayı doğru okuyarak önce yıldız, sonra ay ve sonra güneşten, yani tabiattan, yani eserden, yani sanattan yola çıkarak nasıl müessire, nasıl sani aleme, yani nasıl sanatkâra ulaşılacağını göstermişti.
İşte bu çabaydı ve bu çaba sonuç getirdi. Belki buna da bir ima olmak üzere Hz. İbrahim bunu söylüyor. Sana ulaşmamış olan bir bilgiye ben ulaştım, o bana ulaştı. Yani ben çaba gösterdim, akıl yürüttüm, kafamı kullandım, eşyayı doğru okudum, Allah’ın gör dediği yerden baktım, esere eser gibi baktım, sanata sanat gibi baktım müessiri gördüm, sanatkârı, O büyük sanatkârı gördüm.
fettebı'niy ehdike sıratan seviyya öyle ise bana uy ki seni dosdoğru bir yola yönelteyim ey babacığım.

44-) Ya ebeti lâ ta'budişşeytan* inneşşeytane kâne lirRahmâni 'asıyya;
"Ey babacığım... Şeytana kulluk yapma! Muhakkak ki şeytan Rahmân'a âsi oldu." (A.Hulusi)
44 - Babacığım Şeytana tapma, çünkü Şeytan rahmana âsi oldu. (Elmalı)

Ya ebeti lâ ta'budişşeytan Ey babacığım ne olur şeytana kulluk etme. Nefse, iç güdülere, hazza, hevaya, hevese, tutkuya, el hasıl arzu ve dünyevi şehvetlerin her birine olan kulluk, aslında Kur’an a göre şeytana kulluktur. Yani Allah dışında neye kulluk ediyor olursanız olun şunu iyi biliniz ki şeytana kulluk etmiş olursunuz diyor Kur’an.
inneşşeytane kâne lirRahmâni 'asıyya hatırla ki şeytan O rahmet kaynağına, o sınırsız merhamet menbaına isyan eden biriydi. Ona kulluk eden de şeytanın askeri olur. Şeytanı kendisine komutan ilan etmiş olur. Dolayısıyla şeytan Allah ilişkisi neyse, onun da Allah ile ilişkisi o olur.

45-) Ya ebeti inniy ehafü en yemesseke azâbün miner Rahmâni fetekûne lişşeytani veliyya;
"Ey babacığım... Ben, sana Rahmân'dan bir azap dokunmasından, böylece (gelecek yaşamda da) şeytanın dostu (bedensellik sınırları içinde kalmış) olmandan korkarım." (A.Hulusi)
45 - Babacığım ben cidden korkarım ki sana o rahmandan bir azâb dokunur da Şeytana yar olursun. (Elmalı)

Ya ebeti inniy ehafü en yemesseke azâbün miner Rahmân ey babacığım o sınırsız rahmet kaynağından gelecek bir azabın sana dokunmasından endişe ediyorum.
Değerli dostlar fark ediyor musunuz sanki baba İbrahim, evlatta baba Azer, şuna bakın. Bir peygamber ümmetinin babası. İsterse öz babası olsun o da ümmeti daveti. Ümmeti davet ya da ümmeti icabet. Davetine ister icabet etmiş olsun, ister etmemiş olsun Peygamberin çağında yaşayanlar onun ümmetidir. Bu tasnif ve bu tarife göre Hz. İbrahim, ümmetinden biri olan babasını İmana çağırıyor bir baba şefkatiyle.
Roller nasıl değişiyor görüyorsunuz değil mi? Aslında burada şefkatli olanın baba olması gerekirken, oğul babalığa soyunuyor. Hem de öyle bir babalık ki, dünya ve ahiretini mamur edecek. Ebedi mutluluğu ona kazandıracak bir baba, İman atalı.
fetekûne lişşeytani veliyya işte o zaman şeytanın bir dostu da sen olmuş olursun ey babacığım.

46-) Kale erağıbün ente an alihetiy ya İbrahiym* lein lem tentehi le ercümenneke vehcürniy meliyya;
(Babası) dedi ki: "Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun, İbrahim? Yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlatarak öldürürüm. Uzun müddet benden uzak kal!" (A.Hulusi)
46 - Sen dedi: benim mabutlarımdan geçmek mi istiyorsun ya İbrahim? yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen seni muhakkak recm ederim, hem beni uzun müddet bırak git. (Elmalı)

Kale erağıbün ente an alihetiy ya İbrahiym babası İbrahim’in bu ısrarlı ve müşfik çağrılarına şu zorbaca yanıtı verdi. Ey İbrahim, yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun. lein lem tentehi le ercümenneke vehcürniy meliyya eğer buna bir son vermezsen, eğer bu çağrılarına bir son vermezsen, yemin olsun ki seni öldüresiye taşa tutarım. Şimdi vehcürniy meliyya şimdi gözümün önünden defol bakayım dedi.
Evet, manzara ortada. İbrahim’in üslubu bir tarafta babası Azer’in üslubu öbür tarafta. İbrahim’in üslubu müşfik ve sevecen ve nazik, babanın üslubu zorba, kaba ve nezaketsiz. Biri imanın üslubu diğeri ise inkarın üslubu. Biri Allah’a davetin üslubu, diğeri şeytana çağrının üslubu.
Küfür daima zorbadır. İman daima naziktir. Çünkü iman üstündür. Çünkü iman haklıdır, haklı olmanın sükûnetini taşır. Küfür haksızdır, haksız olmanın hırçınlığını taşır. Onun için kaba kuvvet kullanır. Onun için zora başvurur, onun için susturur. İman ise konuşmaya çağırır, dinlemeye çağırır, diyaloga çağırır. Çünkü söyleyecek sözü vardır. Çünkü Hakk sözü elinde bulunduruyordur. Bunun üstünlüğünü duyuyordur.
İşte iki taraf arasındaki o bitimsiz mücadelenin iki sembolü. Ve bugün de baktığınızda, aslında bir tarafta imana çağıran İbrahim’in yolundakileri öbür tarafta ona karşı zorbalıkla duran, onu susturmaya çalışan, ona karşı güç kullanan küfür ehlini görürsünüz.
Eğer göremiyorsak, eğer iman ehli Azer’in üslubunu takınmışsa burada bir problem var demektir. Burada roller değişmiş demektir. Burada ciddi bir sıkıntı var demektir. bence o sıkıntı da iman ehli henüz kendi inancından emin değil. Bu da cehaletten kaynaklanır. Bilmiyor üstün olduğunu. Kendi inancının, kendi değerlerinin yüceliğinin farkında değil demektir.

47-) Kale Selâmun aleyke, se estağfiru leke Rabbiy* inneHU kâne Biy hafiyya;
(İbrahim) dedi ki: "Selâm üzerinde olsun. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Muhakkak ki O, bana çok ikramda bulunandır" dedi. (A.Hulusi)
47 - Dedi: selâm sana, senin için rabbime istiğfar edeceğim, çünkü o bana çok lütufkârdır. (Elmalı)

Kale Selâmun aleyk İbrahim; Sen sağlıcakla kal dedi. sana güle güle. se estağfiru leke Rabbiy seni bağışlaması için rabbime yalvarmayı sürdüreceğim dedi.
Şu güzelliğe bakıyor musunuz sevgili Kur’an dostları. Seni bağışlaması için rabbime yalvarmaya devam edeceğim. inneHU kâne Biy hafiyya çünkü O, bana karşı oldukça lütufkârdır. Olur ki duamı kabul eder. Olur ki yalvarmalarımı boşa çıkarmaz.
Her peygamber bir şefkat pınarıdır değil mi dostlar. Bir Adem, bir alem diye çıkarlar yola. Bir yürek seferberliğinin bitimsiz yolcusudurlar. Ellerinde demir asa, ayaklarında demir çarık, mataralarında tuzlu su sonsuz bir yolculukta insan ararlar. İmanı yudum yudum sunmak için dünya çölünde susamış olan insana ve bize de bu çağrıyı getirirler. Ve bizim de kendilerinin arkasına takılmamızı isterler. Ve bunun sevincini, bunun hazzını yaşamamızı isterler. İnsan doğurmanın, insan doğuran adam olmanın, adam doğuran adam olmanın sevincini. İşte o sevinci biz bu satırlarda görüyoruz.

48-) Ve a'tezilüküm ve ma ted'une min dûnillâhi ve ed'u Rabbiy 'asa ella ekûne Bi du'âi Rabbiy şakıyya;
"Sizden de, sizin Allâh dûnundaki yöneldiklerinizden de uzaklaşıp; Rabbime dua ediyorum. Rabbimin yönelişi ile mutsuz sona ermeyeceğimi umarım." (A.Hulusi)
48 - Hem sizi Allah dan başka taptıklarınızla bırakıp çekilirim de rabbime duâ ederim, umulur ki rabbime duâ ile bedbaht olmam. (Elmalı)

Ve a'tezilüküm ve ma ted'une min dûnillâhi ve ed'u Rabbiy artık sizden de, sizin Allah’ı bırakıp ta yalvardığınız, yakardığınız tüm tanrılardan da uzaklaşacağım. Putlarınızdan da uzaklaşacağım ve sizin için rabbime yalvarmayı sürdüreceğim. 'asa ella ekûne Bi du'âi Rabbiy şakıyya umarım rabbime duamdan dolayı mahrum olmam.
Burada ki; 'asa ella ekûne Bi du'âi Rabbiy şakıyya ibaresinin iki şekilde anlaşılması mümkün. “Umarım size duamdan dolayı rabbimle aram açılmaz” şeklinde anlayabileceğimiz gibi; “Duam rabbim tarafından umarım kabul görür.” Biçiminde de anlayabiliriz. Ama birincisi daha uygun gibi görünüyor. Yani “size duada ısrar etmem rabbimle aramı açmaz umarım.” Çünkü bu konuda diğer surelerde gelmiş olan Hz. İbrahim’in duası konusunda diğer surelerde gelmiş olan malumatı birleştirdiğimizde onu görüyoruz. Hz. İbrahim sonunda babasına ısrarlı dua etmekten nehy olunuyor.

49-) Felemma'tezelehüm ve ma ya'budune min dûnillâhi vehebna lehu İshaka ve Ya'kub* ve küllen ce'alna Nebiyya;
(İbrahim) onlardan ve onların Allâh dûnundaki yöneldiklerinden uzaklaşınca, Ona İshak'ı ve Yakup'u hibe ettik... Hepsini Nebi oluşturduk! (A.Hulusi)
49 - Vaktaki onları ve Allahtan başka taptıklarını bırakıp çekildi, bizde ona İshak’ı ve Yakup’u bahş eyledik ve her birini birer Peygamber yaptık. (Elmalı)

Felemma'tezelehüm ve ma ya'budune min dûnillâhi vehebna lehu İshaka ve Ya'kub en sonunda onlardan ve onların Allah’ı bırakıp ta taptıklarından uzaklaşınca biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik.
Evet, armağan ettik diyor yani açıkça. Burada kullanılan şey vehebna leh ona armağan etmiştik. Bir armağan sebepsiz verilmez dostlar. Hak etmek gerekir değil mi? Hangi ödül hak edilmeden alınır. Allah armağanı hak edenlere verir. Burada söylenen açık. Nedir söylenen? O Allah’ı tercih etti, yurdunu yuvasını terk etti. O Allah’ı tercih etti ateşe atladı. O Allah’ı tercih etti ağır sınavlar verdi ve biz de onun tercihini ödüllendirdik. Bu ödüllendirmeyi ahirete bırakmadık, daha dünyada iken verdik ve ona evlat, hem de ömrünün sonunda evlat ile ödüllendirdik, taltif ettik.
ve küllen ce'alna Nebiyya ve onların her birine de peygamberlik verdik. Bakın ödülü verdik, ödülü çift kat verdik. Sadece evlat vermiş olmadık, verdiğimiz evlatları da peygamber olarak verdik. İşte madden ve manen iki taraflı ödül. Ödüllerin en güzeli, aslında ödüllerin en büyüğü. Salih bir evlat. Bir evlat bir ödül. Ama Salih bir evlat iki ödül. Bir evlat dünyevi bir ödül. Ama ahlaklı, imanlı bir evlat aynı zamanda uhrevi bir ödül. Çünkü devam eden ameldir o. Süre giden ameldir o. Siz öleceksiniz o yaşayacak. Yani siz öldükten sonra yaşayan amelinizdir o.

50-) Ve vehebna lehüm min rahmetiNA ve ce'alna lehüm lisane sıdkın 'aliyya;
Onlara rahmetimizden hibe ettik ve onlarda Sıddıkiyet (Hakikati yaşayarak tasdik) ilminin yüce anlatım kuvvesini oluşturduk. (A.Hulusi)
50 - Ve bunlara rahmetimizden ihsanlar eyledik ve hepsine dillerdi yüksek bir yadı sıdk verdik. (Elmalı)

Ve vehebna lehüm min rahmetiNA ve onlara rahmetimizi bahşettik. ve ce'alna lehüm lisane sıdkın 'aliyya dahası onları doğruluğun ve hakikatin yüce dili yaptık. Hakk’ı haykıran, bunu da yüksek bir dille, üslup kalitesi ile yapan demektir. Yüce bir dil, lisane sıdkıyn ‘aliyya. Ya da doğruluklarını dillere destan yaptık manası da verilmiştir eski müfessirler tarafından.

51-) Vezkür fiylKitâbi Musa* innehu kâne muhlesan ve kâne Rasûlen Nebiyya;
Gelen BİLGİ içinde Musa'yı da hatırlat (zikret)... Muhakkak ki O muhlas (Allâh'a kulluğunun farkındalığında olan, seçilmiş) idi; Rasûldü, Nebiydi. (A.Hulusi)
51 - Kitabda Musâ’yı da an, çünkü o bir muhlis idi ve bir Resul bir Peygamber idi. (Elmalı)

Vezkür fiylKitâbi Musa bu kitap ta Musa’yı da an innehu kâne muhlesan ve kâne Rasûlen Nebiyya gerçekten o da müstesna seçkin biriydi. O da vahiy yolu ile haber alan elçilerimizdendi.
Hz. İsa merkezli bir anlatıma sahip olan bu Meryem suresinde Hz. Musa, ki bir önceki peygamber Hz. İbrahim idi. Onun anlatısı bitti, şimdi Hz. Musa’ya geçti. Hz. Musa ve daha sonra diğer peygamberlerle devam edecek bu silsile. Bütün bunların geçit resmi yapmasının sebebi ne? Açık, şu; Onlar da İsa gibi seçilmiş peygamber idiler. Ama hepsi de insandır bunların. Yani biri diğerinden ayırt edilemez. Eğer siz İsa’yı tanrılaştırıyorsanız o zaman diğer peygamberler de aynısı olması lazım. Oysa ki İsa tek değil ki. Bu anlamda İsa, Allah’ın nebilerinden bir nebidir. Onun için de;
La nuferriku beyne ehadin min RusuliH (Bakara/285) onun resulleri arasından herhangi birini ayırıp ta tanrılaştırmayız, ya da alçaltmayız. İşte bu dengeye çağrıdır bu kıssalar.
{Atlanan cümle; innehu kâne muhlesan ve kâne Rasûlen Nebiyya.
Çünkü o bir muhlis idi ve bir Resul bir Peygamber idi. (Elmalı)}

52-) Ve nadeynahu min canibitTuril'Eymeni ve karrebnahu neciyya;
Ona Tur'un sağ tarafından (benliğinin sağ yanı, hakikatinden) nida ettik ve Onu neciy olarak (hakikatinin seslenişini duyacağı makama) kurb makamına erdirdik. (A.Hulusi)
52 - Hem ona Tûrun canibi eymeninden nidâ ettik, hem de onu makamı münacatta mertebe i kurbe erdirdik. (Elmalı)

Ve nadeynahu min canibitTuril'Eymeni ve karrebnahu neciyya hani ona sina dağının sağ tarafından nida etmiş ve onu özge bir söyleşi için, ya da nasıl diyeyim özge bir söyleşi yerine; Sırlı, gizemli esrarlı bir söyleşi için vahyimizi ona yaklaştırmış, ya da onu vahyimize yaklaştırmıştık. ve karrebnahu neciyya. Neciyya nın belirsiz gelmesinin anlama yansıması olarak özgeyi tercümeye kattım. Neciyya aslında gizli haber, sırlı haber iletme anlamına gelir. Necva da buradan gelir. Ve necva sadakasından söz eden ayetleri bilenler hatırlayacaklardır. Ama burada sırlı, mahiyetine insanın akının ermediği, ki zaten neciyya kelimesinin belirsiz olarak, el takısı olmadan gelmiş olmasının anlama yansıması budur. Yani insanın aklının ermediği acayip bir biçimde konuşmak için vahyimize yaklaştırdık.

53-) Ve vehebna lehu min rahmetiNA ehahu Harune Nebiyya;
Rahmetimizden, Ona kardeşi Harun'u Nebi olarak hibe ettik. (A.Hulusi)
53 - Ve rahmetimizden ona biraderi Harûn’u da bir Peygamber olarak ihsan eyledik. (Elmalı)

Ve vehebna lehu min rahmetiNA ehahu Harune Nebiyya ve ona rahmetimizin bir nişanesi olsun diye kardeşi Harun’u peygamber kılarak yardımcı yaptık.
Farkında mısınız bilmiyorum. Çok kısa kısa geçiyor Kur’an. Bir iki ayetle peygamberler, aslında diğer surelerde onlarca ayetle anlatılmış peygamberler bunlar. Burada çok özet halinde geçen bu kıssaların Kur’an ın diğer yerlerinde çok çok ayrıntılı anlatımı mevcut, Fakat burada neden ele alınıyor. Aynı zamanda Hz. Peygamber inşa ediliyor burada. Yani daha önceki peygamberlere daraldıklarında ve sıkıştıklarında nasıl yardım etmişse rabbim, korkma, çekinme, endişe etme, kaygılanma. Seni de yalnız bırakmaz. Bittim dediğin yerde yettim kulum, yettim peygamberim diyecektir. Hiç şüphen olmasın garantisidir bu aslında.

54-) Vezkür fiylKitâbi İsma'ıyl* innehu kâne sadikalva'di ve kâne Rasûlen Nebiyya;
Gelen BİLGİ içinde İsmail'i de hatırla (zikret)... Muhakkak ki O sadık-ul va'd (Allâh'a kulluğundan gâfil olmayacağı vaadine sadık) ve Rasûl idi, Nebi idi. (A.Hulusi)
54 - Kitabda İsmail’i de an, çünkü o cidden vaadinde sadık idi, ve bir Resul, bir Peygamber idi. (Elmalı)

Vezkür fiylKitâbi İsma'ıyl Bu kitap ta İsmail’i de an. innehu kâne sadikalva'di ve kâne Rasûlen Nebiyya şu bir gerçek ki o da sözü özü doğru biriydi ve bir haberci, bir peygamberdi.
Hz. İsmail’den müstakil olarak söz edilmesi, onun İbrahim’i inancın Arap boylarının atası sayılmasından dolayı. Hz. Peygamberin de mensup olduğu Kureyş, Hz. İbrahim’in soyundan geliyordu. Onun için vahyin ilk muhatabı olan Kureyşe vahyin çağrısı; “eğer mensubiyet iddianızda samimi iseniz, buyurun. Hz. İbrahim’in ve onun oğlu olan Hz. İsmail’in imanına çağırıyor sizi Muhammed. Gelsenize bu çağrıya.”
Aslında bu çağrının muhatabı tüm insanlık. Fakat özel olarak ta kendilerini Hz. İbrahim’in inancına nispet eden ehli kitap, eğer onlar bu çağrıyı reddediyorlarsa, Hz. İbrahim ile övünmeleri bir samimiyetsizliğin eserinden başka bir şey olmuyor.
Burada dikkatinizi çekmiştir Rasûlen Nebiyya, aynı ayet içerisinde hem İsmail peygamber için resûl ve nebi kılındığı söyleniyor. Gerçi Kur’an da bu iki kavram birbirinin yerine kullanıldığı yerler varsa da iki kavram arasında nüansa ilişkin de olsa bir fark olduğu bu ayetle sabit olmak gerekir.
Resûl; Kitap getiren peygamber, Nebi; Vahiy alan diye tarif edilmiş ve bu tarifin üzerine çok başka çok farklı, çok çeşitli tarifler de yapılmış. Resûl.Risalet kökünden türetildiği için bir şeriat sahibi peygamber olarak nitelendirilmiş. Nebi de özgün şeriat sahibi olmayıp, kendisinden önce gelmiş şeriata uyan peygamber diye nitelendiren tarifler de olmuş. Bu tarifleri uzatabiliriz. Ne kadar uzatırsak uzatalım sonuçta değişmez. Bu iki kavram arasında küçük bir fark olsa da her Resûl, bir Nebi olduğu kesindir. Fakat her Nebi’ye bir Rasûl diyebilir miyiz. Bu Rasûl ve Nebi’yi nasıl tarif ettiğimize bağlıdır.
Kısaca Nebi’nin nübuvvet kökünden, haber alma kökünden gelen bir etimolojik arka planı olduğunu hatırlarsak Nebi; Vahye nispetle bir tarif. Rasûlün de Haberi ulaştıran, haberi ileten, muhataplarına haber götüren kökü olan Risaletten geldiğini hatırlarsak bu kavramında muhataba nispetle bir tarif olduğunu anlarız. Yani nebi Haberin kaynağına nispetle isimlendirmedir, Resul haberin muhatabına nispetle isimlendirmedir. Dolayısıyla Nebi vasfı, Nebi kavramı peygamberle vahiy arasında kalan bir isimlendirmedir, Rasûl kavramı ise peygamberle ümmeti arasında kullanılan bir isimlendirmedir.
[Ek bilgi; Rasûl; vahiy yoluyla aldığı ilâhî hakikati, beşere nakleden insan, kişi... 
Rasûl; bir diğer anlamıyla, ilâhî hakikati bir alt boyutta ortaya çıkaran aracı kat anlamında... 
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca Nebi ve Rasûller için değil, melekler için de “Rasûl” tâbiri kullanılıyor... Melekler de “ALLÂH’ın Rasûlleri” olarak geçiyor. Zaten o yüzden biz, “Cebrâil aleyhisselâm” diyoruz. 
Aleyhisselâm” tâbiri kime kullanılır..? 
Rasûllere ve Nebilere kullanılır! 
İşte “RİSÂLET” görevi yapması ve Kurân’da da meleklerden “Rasûl” diye bahsedilmesi sebebiyle, “Cebrâil aleyhisselâm, Mikail aleyhisselâm, İsrafil aleyhisselâm” diyoruz... 
Bu “melekler” bizim dışımızda birer kişilik sahibi varlık olduğu gibi; ayrıca bizim yapımızda da birer boyut veya katman olarak mevcutturlar!.. 
Yani “Risâlet” boyutu aslında hepimizin nefsinde var olan bir mertebe ya da katman... Ancak bizlerin kendini o boyutta bulup hissedebilmesi mümkün değil! Enfüs derken senin bedeninden zâtına giden bir derinlikte demek istiyorum...

Bütün Nebilerin ve Rasûllerin görev yapmalarını oluşturan “Risâlet Boyutu”, senin varlığında katmansal olarak mevcut!.. 
Ancak, senin bilincin o boyuta ulaşamadığı için, bulunduğun boyutun yani mertebenin kemâlâtıyla yaşamına devam ediyorsun... 
O Risâlet boyutuna ulaşabilme istidatına sahip bilinç ise, Cebrâil’in o boyuttan ve frekanstan kendisiyle iletişim kurması sonucu Nübüvvet görevi ifa etmeye başlıyor... 
A.Hulusi- Akıl ve İman

 

http://download.ahmedhulusi.org/download/pdf/akilveiman.pdf ]




[Ek bilgi 2; Bureyd el-İcli, Ebu Cafer (Muhammed Bakır a.s)dan ve Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'dan;
(Ey Muhammed!) Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm'dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir)” (elmalı) (Hacc/52)
Ayetiyle ilgili bir soru sordum ve dedim ki:
- Sana kurban olayım! Biz âyeti bu şekilde okumuyoruz. Resul, nebi ve muhaddes ne demektir?"
  Buyurdu ki:
«Resul, meleğin açıkça göründüğü ve onunla konuştuğu kimsedir. Nebi ise meleği rüyasında gören kimseye denir. Bazen bir kişi hem resul hem de nebi olabilir. Muhaddes (Sadık-ül hads olan kimse.) ise meleğin sesini işitir; ama şahsını görmez.»]
[Ek bilgi; Nebî ve Resul

En’am/83-90. ayetine kadar bir pasaj var o pasajda şöyle ana hatlarıyla bazı ayetleri size aktarayım sonra tercüme edeyim;

Ve vehebna lehu İshaka ve Ya'kub, önce Hz. İbrahimden başlıyor, ona İshak’ı ve Yakub’u verdik. küllen hedeyna* ve Nuhan hedeyna min kablü ve min zürriyyetihi Davude ve Süleymane ve Eyyube ve Yusufe ve Musa ve Harun* ve kezâlike neczil muhsiniyn. (En’am/84)

Ve Zekeriyya ve Yahya ve Iysa ve İlyas* küllün mines salihıyn. (85)

Ve İsma'ıyle vElyese'a ve Yunuse ve Luta* ve küllen faddalna alel alemiyn. (86)

Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ıhvanihim* vectebeynahüm ve hedeynahüm ila sıratın müstekıym. (87)

Zâlike hüdAllâhi yehdiy Bihi men yeşaü min ıbadiHİ, velev eşrekû le habita anhüm ma kânu ya'melun;(En’am/88)

Diye geliyor. Pek çok peygamberi sayıyor, sayıyor rabbimiz, hepsine vahy ettiğini söylüyor, hepsine vahy edilmiş olduğunu ilan ediyor.

Bu camia bilir ama izleyen kardeşlerimden bilmeyenler varsa onlara hatırlatmış olayım: Her peygamber kitap almıştır, kitap almayana peygamber denmez. Siz bakmayın Nebi’ler kitap almamışlardır, resuller kitap almışlardır. Öyleyse her nübüvvet bir risalet değildir. Ama her risalet bir nübüvvettir gibi böyle ağız oyunları yapılıyor.

Yok kardeşim, nübüvvet ilahi bilgilerden haberdar edilmek demektir, risalet o bilgileri ümmete aktarma kurumudur. Her peygamber hem Nebî dir, hem resuldür. Her Nebî Resuldür, her Resul Nebî dir. Ama her peygamber önce nebidir, sonra resuldür.

Olanı bu. Mesenlin kitap verilmemesiyle alakası yok, yok böyle bir alaka. Ama gelin görün ki piyasa böyle bilgilerle dolu. Ama Kur’an dan okusalar bu bilgiler emin olun birinci okumada düzelecektir. Çünkü okursa şu ayeti okuyacak; Şimdi rabbimiz sayıyor kaç tane peygamber adı saydık? 15-20 tane saydık. Onların sonunda 89. ayette buyuruyor ki rabbimiz;

Ülaike, işte bunlar varya, bu peygamberler; elleziyne ateynahüm. Biz onların her birine verdik. Neyi? El kitabe. O mesajı. Her birine kitap vermiş. Başka; vel Hükme. Her birine muhakeme gücü vermiş. Sonra; ven Nübüvvete böylece hepsine zaten nübüvvet vermiş. Bak kitap alınca Nebî oluyormuş. Biz ne dedik? Kitap almayana Nebî denir. Hayır doğru değil bu. Doğru değil ama asıl konu o değil fakat bir iki ayet daha içimi tırmalamaya başladı; bir iki ayet daha size öyleyeyim anti parantez hallolsun bu iş.

Bakara/213. ayet, buyuruyor ki rabbimiz; este’ızü Billah KânenNâsu ümmeten vahıdeten insanlar tek bir ümmetti febe'asellahün Nebiyyiyn Allah peygamberler, ne nebiyyin gönderdi. Niye? mübeşşiriyne ve münziriyn müjdeleyiciler olsunlar ve uyarıcılık yapsınlar diye. Şimdi cümleye bakın; ve enzele mealhümül Kitâbe her biri ile beraber Allah kitap indirdi. Hani Nebîye kitap gelmiyordu? Daha nasıl olacak, daha nasıl diyecek bunu.

Hani hala ikna olmayanlar oluyor onlara son bir ayet daha okuyorum. Meryem suresinde Hz. İsa’nın konuşmalarına bak. Hz. İsa konuşturuluyor; Kale inniy Abdullah. (Meryem/30) ben Allah’ın kuluyum ataniyel Kitabe Allah bana kitap verdi. ve ce'aleniy ( resule demesi lazımdı kitap verildikten sonra peygamberlikle alakalı bir kelime kullanılacaksa bu resul olmalıydı, ama öyle değil ataniyel Kitabe ve ce'aleniy Nebiya. (Meryem/30) bana kitap verdi ve beni nebî kıldı. Bu kadar kardeşim başka bir şey yok, hepsi bu. (Mehmet okuyan Envaru’l Kur’an 1. video)]

Yüklə 187,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin