burcuy- II, 1. bodur şekilde olmak; 2. kabarık, şişkin olmak.
burç, köşe, zaviye (açı); kızıl burç odada başköşe; kenğ burç mat. : geniş açı (zaviyei münferice); tar burç mat. : dar açı (zaviyei hadde); tik burç mat.: dik açı (zaviyei kaime) ; çekteş burç mat. : komşu açı (zaviyei mütecavire); köp caktuu burç mat. : çok yüzlü açı (çok vecihli zaviye); sızık burç mat. : çizgi açı; içki burç mat. : iç açı; tışkı burç mat. : dış açı; kaptal burç mat. : yan açı; kabarınğkı burç mat. : çıkıntılı açı; kayçı burç mat. : kesişen açılar (mütekatı zaviyeler); köp burç mat. : çokgen (mudalla); beş burç mat. : beşgen (muhammes).
burçtan-, keskin bir çıkıntının açı şeklinde öne doğru uzanması.
burçtuk 1, köşeli köşeleri olan; 2. sathında köşeleri çok olan.
burda-, şiddetle çekmek; fırlamak; şiddetle bir yana çekmek; kulagımdı burdap alıp tartıp-tartıp ciberdi : kulağımı yolarcasına kaç defa çekti; tamaktı burdap ceyt : hırsla ve büyük büyük lokmalar alarak yiyor; it burdap ketti : köpek kaptı, şiddetle çekti (ısırdı ve sıçrayıp kaçtı) .
burulda-, şakırdayan, gürleyen ses çıkarmak; çatırtı ile fırlamak; buruldap kara koyuu kök tütündör buralıp kalıp barat : kara, koyu mavi duman buram buram çıkıyor, yükseliyor; mıltıktın tütünü buruldap sozuldu : tüfeğin dumanı fırlayıp uzadı.
buruş I, çevirme, dönüş; coldon buruş : yoldan sapa yerde, yol üzerinde olmıyan; buruş cür- : dolambaç yoldan gitmek, yürümek; mec. yalan dolanla yaşamak.
buruş II, muvakkat damga, im ( başlıca, koyunlar üzerinde) buruş ur- : muvakkat damga vurmak.
buruştuk, yalan.
burut, Kırgız (Kırgızları bu isimle Kalmuklar adlamaktadırlar. Kır- gızlar yalnız Kalmuklar ağzından naklen kendilerini tesmiye ederler).
buruu, çevrilmiş, düz olmıyan; tili buruu al : yabancı dil (harfiyen: eğri dil); Kırgızda sizdey cok eken, çıkpasa tili buruudan folk. : yabancı dillerle konuşanlar arasında bulunmazsa, Kırgızlar arasında senin gibi dilber yoktur; önğü buruu : görünüşü, şekli ile temayüz eden (başkalarına benzemeyen).
buruuçu, çevirici, döndürücü.
buruy-, bükülmek, burulmak, burmalı olmak.
buruyt-, et. buruy-dan.
busulman, a-f. müslüman adam.
busurman = busulman.
buş-, şaş sözünün tekidir.
buşman, f. tasa, acı : (pişman, M.)
but I, r. pud (Rus ağırlık ölçüsü) .
but II, 1. bacak, but (insan hakkında); butunun başı menen : ayağının uçlariyle; butu kolu cerge tiybey cüröt mec. : sevinçten kendisinden geçmiş; 2. art ayak.
but III.sans. put; mukaddes tasvir.
buta I.1. çalı, çalılık; kara buta : bir çalının adıdır; 2. kurşun menzili; buta atım : bir ok atımı yer (koşularda mesafe) ; 3. nişan, hedef; buta koyup attık : nişan dikerek attık; butaga tiygendey süylöyt : isabetli söylüyor.
buttaştır-, et. buttaş-tan; kamçımdı buttaştırıp cogottu : (elden ele geçirmek suretiyle) kamçımı kaybetti.
buttuk, at buttuğu : eğerin bir parçasının adıdır; eki cagında teminöörü cana at buttugu bolot: (eğerin) her iki yanında tepengüler ve at buttuğu bulunuyor.
butur, batır I sözünün tekidir.
buu- I, 1. buğu, buhar; 2. (herhangi bir şeyi kaplamak için) maden mahlûlü; bul altın emes, altındın buusu : bu altın değil, yaldızdır; altındın buusuna karmagan : altın mahlûlü ile yaldızlanmış.
buudan, 1. yürük (dayanıklı ve süratle koşan atın vasfıdır); altı ay minse, arıbagan buudan : altı ay fasılasız binilse dahi yorulmıyan yürük at; Aç buudan : bahadır Coloy’un atının lâğabıdır; 2. bahadır, yiğit.
buulum, 1. kıymetli bir kumaşın adıdır; için suusar içtetip, tışın buulum tıştatıp folk. : (kürkün) içini zardava (Mustela) kürkile astarlayıp, yüzünü ise, buulum kumaşiyle kaplayıp, 2. bir kürk adıdır.
buuluu, buğulu, buharlı.
buum, bağ (demet), bağ (sargı); 2. 6-7 puda muadil olan hububat ölçüsü (muayyen ölçüdeki çuvallara hububat o tarzda doldurulur ki, çuvalların ağızlarını bağlamak çok kolay olur) ; bir buum buuday (6-7 pud ağırlığında) : bir çuval buğday.
buuma, 1. bağlanmış! 2. hububat ölçüsü = (bk.) ; çımçıp buuma : ağzına kadar öyle doldurulmuş olan çuvaldır ki, bağlanması güç olur; şalkı buuma: öyle doldurulmuş olan çuvallardır ki onun kenerlarını kolayca bağlamak mümkün olur.
buun-, (kendi üzerine) sıkı bağlamak; başına buunup aldı: başına sardı; belin bekem buunup folk. : beline muhkemce kuşak sararak.
buy I, iğelik meşguliyetleri; maişet işleri; caman atınğ buyga min, tünöp kalgan uyga min folk. : kötü atına binerek, dirlik işlerinin peşinden koş, (bilmem nerede) geceleyip kalan ineğini aramaya git; buy bolup kettim: bana artık bezginlik geldi; ay aalamdı buy kılgan folk. : bütün cihanın rahatını kaçırdı.
buy II = buykta; buyga kir- : kuytu bir yerde saklanmak.
buydal-, 1. bir parça eğlenmek, duraklamak; 2. afallamak; buydalıp süylöy albay kaldım : afalladım ve söyliyemedim.
buydoo, engel, alıkoma; işke buydoo kıldı: işe mani oldu, işi durdurdu.
buygat, dağ yamacındaki küçük dere (dağın tepesine yakın yerde) ; cıbıt (bk.)’ ın yukarıki dalları.
buyla 1. öküzün yahut devenin burun kıkırdağına geçirilen küçük çubuk; 2. iğin ucundaki çubuk.
buylala-, burun kıkırdağına buyla geçirmek (bk. buyla 1).
buylalan, mut. buylala-dan.
buylalat-, et. buylala-dan.
buylaluu, burnunda buyla (bk.) bulunan.
buynat, a. /9/ esas; hilkat, yaratık; buynat bolgon kuyundan folk. : o, kasırga- dan yaratılmıştır.
buyro = byuro.
buyru, iyri-buyru : eğri büyrü, yılankavı.
buyruk, 1. buyrultu, emir, ferman; 2. gram. fiilin göğdesi; emir şekli; kat buyruk etiş : ikinci derecedeki icbar fiili; ters buyruk etiş : fiilin menfi esası.
buyruktuu, önceden taayyün etmiş.
buyruu, emretme.
buyta-, savuşmak, sıvışmak, gizlice uzak- laşmak; birdenbire ve keskin bir surette dönmek; coldon buyta- : hızlıca ve birdenbire yoldan bir kenara sapmak, gizlice yoldan bir yana gitmek.
buytaş, sıvışkan; çevik.
buytat-, et. buyta-dan; buytatıp kettim : dönüverdim (diyelim, at üstünde iken, onu âni surette ve hızlıca dönmeye icbar eyledim); buytat- pastan alkımdan al- : şiddetle gırtlağa sarılmak.
buytoot, buytoot cer : yoldan bir kenarda bulunan kuytu bir mahal.
buyuk-, donmak, tamamile soğumak, soğuktan, kar tipisinden helâk olmak; boroondo buyugup cogoldu : tipi esnasında (soğuktan) şuurunu kaybetti ve mahvoldu; buyukkanga cıldız ― ot ats. : suya düşen yılana sarılır (harfiyen : üşüyene yıldız ― ateştir).
buyuktur-, et. buyuk-tan.
buyum, şey, nesne; buyum-tayım : her türlü eşya.
buyumdat-, buyumdata dalil : cürmün işlendiğini gösteren maddî ve katî delil.
buyumsut-, dikkate değer saymak, önem vermek.
buyur-, 1. emretmek; ısmarlamak; 2. önceden tayin etmek, önceden tahsis etmek; buyursa da, buyurbasa da: herhalde; her hali takdirde; uyalbagan buyurbagandan içet ats. : vicdansız kendisine tahsis edilmiyeni de yer; at saga buyursun : at senin olsun; tamekinğ barbı? ― buyurbasın! : tütünün var mı? ― zerre kadar!
buyurkan-, hırslanmak, hiddetlenmek; bet tügün çıgarıp buyurkanat : hırtan ürperdi.
buyurt-, et. buyur-dan.
buyurul-, mut. buyur-dan.
buz-, tahrip etmek, ihlâl etmek, bozmak; et buz- : et bölmek (kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvanı parçalamak) ; kar buz- : kar üzerinden yol açmak.
bücürö-, 1. kanburlaşmak, bükülmek; kartaygan kişi bücüröp kalat : ihtiyar adamlar kanburlaşıyorlar; 2. mec. yaltaklanmak, yaranamak.
bücürönğdö-, tereddütle, korkarak basmak (diyelim, yalınayak adam biçilmiş ot yahut kaşlar üzerine) ; taşırkagan at taştuu cerde bücürönğdöp basat : ayağı incinmiş olan at taşlık yerde tereddütle basıyor.
bücüröş-, müş. bücürö-den.
bücüy-, 1. kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (diyelim, saklanmış tavşan hakkında) ; yaranarak dört büklüm olmak; 2. sinmek (gizlenmek).
büçü, paltoda veya gömlekte düğme yerini tutan bağ; büçüdöyün kaltırba : zerre kadar bırakma!
büçülö-, düğme yerini tutan bağ ile iliklemek (diyelim, gömleğin yakasını).
büçülük, 1. büçü; 2. kadınların göğüsleirnde taşıdıkları bir ziynetin adıdır.
bükön, bükön barası çıgıp kıyradı : parça parça, bin parça oldu.
büktö-, sarıp bağlamak, bükmek.
büktöl- mut. büktö-den.
büktölüü, tomar yapılmış (diyelim, bir kağıt tomarı) ; şaymandın baarı büktölüü folk. : teçhizatın, levazımın hepsi sarılmıştır (azimet için anıklanmıştır).
büktömö, 1. bükülmüş, bükme; bükmek yolile toplanmış; 2. iki katlı (kumaş hakkında).
büktöö, sarma, bükme.
büktöş-, müş. büktö-den.
büktöt-et. büktö-den.
bükülü, bütünü, tam olarak; bükülü et : bir parça et; bükülü cep iydi : hepsini, (gereği gibi çiğnemeden) tamamını yuttu.
bükür, kanbur.
bükürököy = büküş.
bükürönğdö-, hareketlerinde kanburlaşmı- şa benzemek , kanburu andırmak, kanburlaşmak.
bükürönğdöö, işs. bükürönğde-den.
büküröy-, kanburlaşmış şekilde olmak, kanburlaşmak.
büküröyt-, et. büküröy-den.
büküş, bir parça kanburlaşmış, azcık arkası çıkık olan.
bül-, kavgalı, nizalı olmak.
bülbül, sönük, çok az yıldırayan; bülbül tart- : sönmek (solmak) ; köz bülbül tarttı : gözlerin feri kaçtı.
bülbüldö-, azcık yıldıramak (ışık hakkın- da), pek az gözükmek; bülbüldögön karaandar körünö baştadı : göze zor ilişen karaltılar görünmeye başladı.
bülbüldöt-, et. bülbüldö-den.
büldö, kıymetli bir kumaş adıdır.
büldür-, bozmak, berbat etmek; bütkön işti büldürdünğ : bütün işi berbat ettin.
büldürgö, kırbaçta, kamçıda bileğe geçirmek için olan ilmik.