A 'Kitabı-Mukaddes'i doğru okuyalım!'


cenah - kanat, kol cendere



Yüklə 0,59 Mb.
səhifə2/6
tarix24.07.2018
ölçüsü0,59 Mb.
#57470
1   2   3   4   5   6

cenah - kanat, kol

cendere - üzümleri ezmek için bir yer

cenin - henüz doğmamış bir bebek

cenk - savaş, muharebe

cenub - güney, "юг"

ceset - ölü kişinin teni

cevahir - altın süsleri

cevher - bir şeyin özü, asıl tabiat

cılız - zayıf, iyi beslenmemiş

cıvıldamak - kuşların ötmesi

cihan - dünya

cihat - (1) uğraşma, 'cıat etmek' (2) müslümanlıkta Allah için savaşıp insan öldürmek

cila(lı) - parlak boya, "лак"

cimri(lik) - para harcamak istemeyen, sıkı (sıkıcılık)

cinayet - katillik

cinsel - seks hakkında

cirat - yara

cisim, cismi - (1) bir şey

(2) parça, ten



cismani - tene düşkün

cismaniyet - hep tenin işlerini düşünmek

civar - etrafı

civciv - piliç

cömert(lik) - parasını ve malını paylaşmayı seven, (sevmek)

cübbe - kolsuz manto

cümhur - kalabalık

cümle - (1) hepsi

(2) "изречение"



cüret - cesurluk, "кураж"

cüruf - geri kalan değersiz ve iğrenç parçalar

cürüm - suç

cüzam - lepra (bir deri hastalığı)
Çadır - kumaştan yapılan ev, "палатка"

çağ - zaman (değil: zorluk)

çağdaş - (1) aynı zamanda yaşayan kişiler ("İsa ve Pilatus çağdaş idiler.")

(2) modern ("Eskiden çamaşır için sabun kullanırdık. Ama şimdi çamaşır tozu kullanıyoruz, çünkü daha çağdaştır.")



çağlamak - (su için) bol bol akıp yüksek yerden düşmek

çağlayan - "водопад"

çakal - kırda yaşayan küçük kurt gibi hayvan

çalı çırpı - ufak çubuklar

çamçak - su içmek için tahta çanak, çapçak

çap - etraftaki ölçü, genişlik

("Büyük bir torta lazım bize; en azında 30 cm çapında.")

("Polis, katili bütün Bulgar-istan çapında aramaya başladı.")

çapul (etmek) - savaşta çalınan mallar (çalmak)

çarçur etmek - boşa harcamak

çardak - çok ince ve zayıf bir külübe

çare(siz) - çalım(sız)

("Bir kişinin hastalığına derman bulunmadı mı, o çaresiz kalıyor.")



çarık - açık ayakkabı

çark - tekerlek, dönen bir şey

çarmıh - haç

çarpıtmak - eğri yapmak

("Barnaba İncili, İsa hakkındaki gerçekleri çarpıtan sahte bir kitaptır.")



çaşıt(lamak) - "шпион", (gizlice araştırmak)

çatkı - kadınların alnına sarılan süs

çavdar - buğdaya benzeyen bir çeşit ekin, "ръж"

çay - dere

çaylak - aklı çabuk değişen bir kişi

çehre - insanın yüzü, surat

çekirge - "скакалец"

çelenk - çiçeklerden bir tekerlek

çelişki - terslik, fikir uyuşmazlığı

çenk - bir tel çalgısı, "арфа"

çerağ - yağ lambası

çerez - hafif ve lezzetli yemekler, meze

çetin - güç, zor

çevik - 'şevik'

çevre - etraf

çıban - irin toplayan yara

çığlık - acı ve keskin bağırış

çıkar - fayda

çıkın etmek - toplayıp bağlamak

çınar - bir agaç, "явор"

çıra - küçük bir lamba, "борина"

çirkef(lik) - iğrenç(lik), pis(lik)

çit - tahta perde, "ограда"

çitlembik - meşeye ("дъб") benzeyen bir ağaç

çivi - enser

çocuksu - kızan gibi davranan bir kişi

çomak - kalın bir sopa

çorak - kuru ya da acı

çöl - kurak ve boş yer, "пустиня"

çömlek - pişmiş topraktan yapılan kap

çöp - ince dal, çubuk

çözümlemek - problemin çalımını bulmak

çul - kıldan yapılma kaba kumaş

çulha - dokumacı
Dadı - bebeklere bakan kadın

dağarcık - çobanların kullandığı sırt çantası

dağıtım - dağıtmak işi, satış

("İlk diakonlar Yeruşalim kilisesinde yemek dağıtımı ile görevli idiler.")



dağlanmak - bir yarayı kızgın bir demirle yakıp kapatmak, duygusuz yapmak

dahi - bile

dahil - içinde, "вклучен"

("KDV (ДДС) bu fiyata dahil mi, değil mi?")



dair - diye, hakkında, ilgili

dakik - tam olarak, "точно"

davar - keçi veya koyun

dayanak - dayanılan şey, destek veren şey

dayanışma - yardımlaşma

define - hazine, "съкровище"

değerlendirmek -

(1) bir durumu iyice araştırmak

("Kızım okulda kitap okur-ken zorluk çekerdi. Problemi değerlendirdikten sonra, ona gözlük almaya karar verdik.")

(2) faydalamak, iyi kullanmak

("Yıllık iznimizi 'почивка'yı değerlendirip Karadeniz'e gittik.")

değinmek - bir şeyden söz etmek

değirmen - ekinleri ezip un yapmak için bir makina, "мелник"

dehşet - büyük korku

delice - buğdaya benzeyen ama faydasız ve çok zararlı olan bir ot

delil - ispat, kanıt, "доказателство"

denetim (-lemek) - kontrol (etmek)

denli - kadar

depo(lamak) - ambar, "склад" malların saklandığı bir oda (bir depoda saklamak)

deprem - zelzele

derhal - hemen

derlemek - toplamak

derttaş - başkalarının duygularını paylaşan kişi

deruni - iç taraftan

derya - deniz

destek - arkalama

devekuşu - çok büyük uçamayan bir kuş, "щраус"

devinmek - hareket etmek, gezmek

devir, devri - zaman

devşirmek - toplamak

dibek - "хаван"

didar - yüz, surat, çehre

didişme - uğraşma

din(sel) - "религия" ("религиозен")

dindar(lık) - dinine bağlı bir kişi (bağlı olmak)

dirayet(li) - akıl, (kurnaz)

diretmek - karşı koymak, karşı gelmek

dirhem - bir para ('drahmi' gibi)

divan(hane) - dava yeri

diyanet - din ile ilgili işler

diyar - yer, sancak

doğa - tabiat, "природа"

doğal - normal

doğaüstü - bu tabiattan olmayan, mucize gibi

dolayı - o sebepten, ondan için

dolayısıyla - onun için...

("Dün sabah saat çalmadı, ben de geç kalktım. Dolayı-sıyla işe geç kaldım.")



donatmak - giydirmek, kuvvetlendirmek

doruk - en yüksek yer

dönem - zaman

dönüşmek - değişip yeni bir şey olmak

döş - göğüs eti

dul - eşi ölmüş bir kişi

durum - hal

duruşma - bir mahkemede davalamak için yapılan toplantı

duyarlı - kolayca hisseden, hassas, ince duygulu
("Bazı hayvanlar gelecek bir zelzeleye karşı duyarlıdır.")

duyarlık - bir şeyi kolayca hissetmek, hassasiyet

(Günaha karşı duyarlığımızı kaybedince, imandan çabuk düşebiliriz.")



duyu - his ("İnsanın beş duyusu var: görmek, işitmek, dokunmak, tatmak ve koklamak.")

Dübbi Ekberi - 'Büyük Ayı' yıldız grubu

dümdar - askerler yürürken onların arkasını kollayan bir asker, "заден отред"

dümen - gemilerde yol değiştirmek için kullanılan bir tekerlek

dünyasal - bu dünyaya göre

dürmek - yuvarlayarak kapatmak

düş - hayal, rüyet, "видение"

düş kırıklık - hayal edilen şeyin olmaması

düve - dişi keçi

düzen(li) - sıra (ile)

düzey - derece
Ebe - "акушерка"

ebed - sonsuz

ebediyen (-t) - sonsuzca (sonsuzluk)

ecdad - cins kök

ecnebi - yabancı

eda (etmek) -

(1) yükseklik, havalı olmak

(2) ödemek,yerine getirmek

edep - terbiye

efod - (1) ketenden yapılmış kutsal üst giysi

(2) başkâhinin göğsünde taşıdığı ve kıymetli taşlarla süslenen torba



efsane - masal, hikaye

egemen(lik) - kral(lık)

eğirmek - pamuktan iplik çıkarmak

eğitmek (-im) - ders vermek (ders)

eğitmen - muallim

ehemmiyet(siz) - önem(siz)

ehil, ehli - halk, kişi

ejder, ejderha - "дракон"

eklem - iki kemiği bağlayan parça, mafsal, "става"

el yordamıyla - kendi kuvvetiyle

elbise - urba, giysi

elçi - hükümetin gönderdiği bir kişi, diplomat

elebaşı - bir çetenin ya da takımın güdücüsü

elem - çeki

eleştirmek (-i) - bir başkası hakkında fikrini açıkça söylemek, zayıf taraflarını göstermek

elmas - kıymetli bir taş "диамант"

elverişli - uygun

("Senin aldığın araze tam bayırda. Ev yapmaya elverişli değil."



emek - çaba, çalışma

emektaş - iş arkadaşı, kolega

emel - hedef, amaç (değil: 'amel')

emir, emri - buyruk

emir(e) - vezir, hükümet adamı (kadını)

emniyet - güvenlik, huzur

emsal - benzeri

endam(lı) - yapılışı, güzel görünüşlü

engebeli - düz olmayan

engerek - çok zehirli bir yılan

engin - derin

enli - geniş

er - (1) erkek (2) asker

erbap - usta, bir işi çok iyi bilen kişi, uzman

erdem(li) - hoş tabiyat(lı), iyi huy(lu)

ergin - büyümüş

erguvani - çok pahalı bir kırmızı boya

eriş - dokuma tezgâhı

erkeç - ergeç, erkek keçi

ertelemek - bir işi daha sonra-ya brakmak

erz ağacı - çama benzer geniş bir ağaç, "кедър"

esaret - kölelik

esas - asıl, aslında, sahi

esen(lik) - barış

eser - bir ustanın yaptığı şey ("'Yaktı Beni' Ferdi Tayfur'un eseridir.)

esin(lemek) - direkt Tanrı'dan gelen bir fikir, (fikir vermek)

esirgemek - korumak, saklamak, kollamak

esna - bir mesele olduğu an, o sırada

("Yemek esnasında telefon çaldı mı, çok kızıyorum.")



esrarengiz - gizli, saklı, anlaşılmayan

esvap - ruba, giysi

eşcinsel - homoseksüel

eşit - denk, aynı

eşya - mal, şeyler

etki - bir hareketin getirdiği değişiklik; (dikkat: bu hem iyi, hem kötü bir şey olabilir)

("Bu ilacın etkisi, başağrısı yok etmektir")



etkilemek - "преструвам се на..."

etkileyici - değiştiren, iş bitiren

("Antibiyotik, enfeksiyaya karşı etkileyici bir ilaçtır.")



etkin - çalışan

etkinlik -

evcil(leştirmek) - evde yaşamaya alıştırılmış (alıştırmak)

("Köpek evcil bir hayvandır; fakat aslanı hiç kimse evcilleştiremez")



evgin - acele, çok lazım olan

evren - görülen dünya

eyalet - sancak

eylem - yapılan bir iş (dikkat: 'elem' değil)

("Sevgiyi lafla değil, ama eylemle göstermek lazım")



eyvan - kenarları çatı altında kalan bir avlu

eza - eziyet, baskı, kötü etki

ezel - dünya var olmadan önceki sonsuzluk

ezgi - türkü
Faaliyet - iş güç, eylem, çalışma

facir - çok günahlı, zina eden

fahır (fahrımız) - övünme, övündüğün mesele

fahişe - kendi tenini satan kadın, yolsuz kadın

faide - fayda, yarar

faik - üstünde, daha yüksek

faiz - bankanın kapitala verdiği para, "лихва"

fak - kapan, tuzak

fakih - Allahın kanununu çok iyi bilen kişi

fani - geçici, çabuk biten

farz - şart, yapılması lazım olan, "условие"

farzi misal, farz edelim - mesela, örnek olarak, düşünelim ki.., "на пример"

fasık - günahkâr, kötü adam

fasıl, faslı - parça, kısım

fatih - savaşta bir kasabayı kazanan

fazilet(li) - becerik(li)

fecir - güneşin doğması

feda etmek - vazgeçmek, birşeyi kurban etmek

felaket - kötülük, kötü kader

felçli - paralizli, sakat kişi

felsefe - filozofluk

ferah(lanmak) - rahat (etmek)

ferda - ertesi gün

ferman - kralın yazılı kararı

fert(-di) - kişi, (kişisel)

feryat - yalvarma

fesat - kötülük, günah

fethetmek - savaşta bir yeri kazanmak

feyiz, feyz - bolluk, zenginlik, kuvvet

fıkra - kitabın bir parçası, bölüm

fırka - bir grubun bir paçası, parti

fırkacı - bölücü, bir grubu bölmeye çalışan kişi

fısk - günah, kötülük

fidan - yeni çıkan ağaç

fidye - kurtarmak için ödenen fiyat

figan - ağlama sesi

fiil, fi'l - işlem, hareket, "действие, глагол"

fildişi - "слонова кост"

file - saçları toplamak için örgü

filvaki - gerçekten, hakikaten

fitne - kışkırtma

fuhşiyat - zina

fuhuş - fahişelik, kadının kendini satması

fücur - içki ve zina dolu bir yaşam
Gaddar(lık) - acımasız, sert

gadretmek - baskı ve kötülük yapmak

galebe - yengi

galip (gelmek) - yenmiş, (yenmek)

ganimet - (1) savaşta kazanılan mallar (2) bolluk

gardiyan - bekçi, kollayan asker ya da polis

garip - (1) yabancı, değişik,

(2) zavallı



garipsemek - birşeyi değişik bulmak, şaşmak

("Şimdiye kadar hiç konuş-mazdık. Onun için adamın bana selam vermesini garipsedim.")



garp - batı, "запад"

gasıp (gaspetmek) - zorbalıkla eline geçirme (geçirmek)

gaye - amaç, hedef, "цел"

gayret - çaba, cıhat etmek (değil: sabır)

gayur - kendi hayatını tek bir meseleye adamış bir kişi, bknz.: 'yurtsever'

gazap - öfke, kızgınlık

gecikmek - geçe kalmak

geçerli(-siz) - "валиден"

geçici - sade bir zaman için

geçim - idare parası

gedik - aralık

gelenek(sel) - adet (adetlere göre)

geliş(tir)mek - büyümek, ilerlemek (büyütmek, yetiştirmek)

("Bulgaristan'ın ekonomisi yavaş, yavaş gelişiyor.")

("Her imanlı kendi yaşamında iyi tabiyetler geliştirmeli.")

gem - beygirlerin ağzına takılan demir parçası

gerçek - hakikat

gerçi - sahi...

gerdanlık - boyuna takılan altın süs

gerdek - gelinle güveyin birinci gecesi için hazırlanmış oda

gerekçe - sebep

gerekli - lazım

gereksinme - ihtiyaç

geviş getirmek - (hayvanlarda) işkembeden yediklerini ikinci defa ağzına getirip çiğnemek

gidermek - yok etmek, ihtiyacı karşılamak

girişik - dolaşık, birbirinin içine girmiş

girişim - deneme

gizem - sır, gizlilik

gofer - bir çeşit ağaç

gonca - henüz açılmamış gül

göbek - kuşak, nesil, "поколение"

göçebe - bır yerde yaşamayan, türlü türlü yerlerde yaşayan insanlar

göçmek, göç etmek - memleketini değiştirmek

gökkuşağı - yağmurdan sonra gökte ortaya çıkan çok renkli bir çember

gökyakut - kıymetli bir taş

gönenmek - mutlu olmak, iyi durumda olmak

görev - vazife, yapılması gereken bir iş

görgü - görmüş

("Görgü tanığı" = gören bir şahit)



görkem - yücelik

görüm - düş, "видение"

("Yuhanna Patmos adasında uzun bir görüm gördü")



görüntü - bir şeyin görülmesi

("Televizyonun görüntüsü bozuk.")



görünüm - bakılış

("Dağın üstünde İsa'nın görünümü değişti.")



görünüş - dışarıdan gözüken

("Bir kişinin dindar görünüşüne aldanmamak lazım.")



gövde - tenin orta parçası

gözaltı (-na almak) - polisin yanında kısa bir süre için mahpusa (atmak)

gözetim - kontrol, bakma

gözetmen - güdücü

gulfe - erkeklik organın ucundaki et parçası

gurur - yüksek gönüllülük

gübre - tarlalara atılan hayvan boku, fışkı

gümeç - bal peteği

gümrük - "мито"

gümürdemek - çok ve korkunç bağırmak

gündelikçi - günden güne başka yerde çalışan

güney - "юг"

günnük - yakılan buğu kokusu

gürbüz - çok canlı, iri, iyi beslenmiş

güve - giysileri yiyen kelebek gibi böcek

güverteler - gemideki etajlar
Habaset - alçaklık, kötülük

habeş - Habeşistan (=Etiyop-ya)'dan, siyah tenli kişi

hacet - gerek

had - sınır, çizgi

hademe - hizmetkâr

hadım - enek, "кастриран"

hain - aldatıcı, sokucu

hakem - yargıç, davalayan

hâkim - üstün

hakimiyet - üstünlük, otorite

hakir - hor görülen bir kişi

hakkaniyet - doğruluk, adalet

halat - çok kalın ip, urgan

halâs - kurtuluş

halbuki - fakat

Haleluya ! - Rabbe hamd edin ! (İbr.)

halı - kalın kilim

hali - oturan

halik - yaratıcı, yaratan

halim - alçakgönüllü

halis - saf, temiz

hamail - deriden yapılan, elinin ve alnının üzerinde taşınan küçük kutular. Yahudiler Tesniye 6:8'e dayanarak, bazı Eski Ahit ayetlerini kağıda yazıp o kutuların içine koyarlardı.

hamt, hamd (hamdi) - övgü, yüceltme

hançer - silah gibi bıçak

hapis - mahpus

harabe - yıkık bir ev

harabiyet - yıkım, bozulma

haraç - zorla verilen para, "данък"

harap (etmek) - yıkılmış (yıkmak)

hararet - sıcaklık, ateşlilik

harç - (1) masraf

(2) tuğlaları yapıştırmak için bir materyal



hardal - "горчица"

harem - kadınlar için ayırılan bir oda

harf - "буква"

hariç - onun dışında, ondan başka

harika - mucize (mucize gibi)

haris - çok meraklı, hırslı

has - temiz, saf

hasat - harman zamanı

haset - kıskançlık, açgözlülük

hasıl etmek - yerine getirmek

hasım - düşman

hassas - kolay bozuluyor

haşa - kesinlikle olmasın!

haşarat - istenmeyen böcekler

haşin - huysuz, sinirli

Yüklə 0,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin