Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə6/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44

ka olmak lâzım gelirdi diye yorumlanır.
Yine Devlet-i âliyyenin başlangıcından bu vakte ge-

lince hilâfet, saltanat ve memleketin ziyneti olan Osman-

lı hükümdarlarının herbiri bulundukları yüzyılda eşleri

az bulunur yekta kimselerdi ve hiçbir devlette böyle on

büyük adamın birbiri peşinden hüküm sürdüğü olmamış-

tır. Fakat Yıldırım Bayezid Han hazretleri bilindiği gibi

kazaya uğrayıp devlet gemisi duraklamış ve İkinci Ba-

yezid zamanında bir zaman durgun geçmişti. Bir de genç

ile yatıp gülbahçesi güzelliğinde her zaman bulunmak ta- •

biat kaidesi ile Sultan Süleyman asrında çoğalan serve-

tin sürüklediği dünya nimetlerinden istifade ve sonu dü-

şünmeden lüzumsuz yere malını, parasını harcama, zevk

ve eğlenceye düşkünlük o zaman başgöstermeğe başlayıp,

devlet gidişinde kötü gelişmeler ortaya çıkmış ve çok

geçmeden bu kötü gelişmelerin sonunda çekilen ceza gö-

rülmüştür.

(974) Hicrî yılında Kanunî Sultan Süleyman Haz-

retleri ölünce, ölümü devlet ve milletçe büyük zayiattan

olup yerine oğlu Sultan ikinci Selim geçti fakat sadaret

makamında bulunan Sokullu Mehmed Paşa çok akıllı ve

tedbirli, herkesin iyiliğini isteyen ve herkesi iyi görmek

isteyen, övülmeye değer görünüşde olmakla, Sultan Sü-

leymanın ölümünü duyurmayacak surette devleti güzel

idare etti. Böylece Sultan İkinci Selim zamanı zararsızca

geçtj.

(982) tarihinde Sultan İkinci Selim de ölünce yerine



oğlu III. Murad tahta geçti.

Sokullu Mehmed Paşa üç Padişahın Saltanatı zama-

TARİH-İ CEVDET

69

nında onbeş seneye varan sadaretinde, devlete zarar vere-



cek bir işde bulunmadı. (987) senesinde kana susamış deli-

nin biri kendisini divan yerinde şehîd etti. O da idam edil-

di, ama bu cinayeti kendiliğinden mi yaptı, yoksa bunu

yapmağa bir tarafdan kandırılıp aldatılarak cesaret bul-

ması ile mi nedeni bilinemedi.

Ondan sonra divanın da önemi kalmayınca kanun

ve nizamlara riayet olunmaz ve az çok nüfuz bu-

lan Padişah yakınları her işe karışır oldu. Devlet

işleri ehil olmayanların elinde kaldı. Devletin kuruluşu

bozuldu. Yer yer ihtilâller baş göstermeğe başladı. Boş

yere bir de Nemçe seferi açıldı. Velhasıl Devlet-i âliyye-

nin üçüncü devri böyle karışık bir halde son buldu.


İSTÎDRAD

(Divanların konuş ve tertibinde hükümetin yapaca-

ğı işlerin altındaki asıl nedenlerin ne olduğuna değinen

Vasıf tarihinde bir yazı kısmı burada kısaca açıklanıyor).

Eskiden Peygamberlik ve saltanatı bir araya topla-

yan geçmişteki Peygamberler ve gelmiş geçmiş büyük

hükümdarlar davaları dinlemek, hükümleri yerine getir-

mek, verilen emirlerin yapılması ve halk arasındaki kav-

gaları ayırmak ve sonuçlandırmak için, özel bir kapalı

yer bulup o işlerle kendileri uğraşırlardı. Yûsuf aleyhis-

selâm Mısır'da kendi sarayında tahtına oturup, icra-yi

hükmederdi. Hazreti Davut aleyhisselâm kudüs-ü şerifde

bilinen kubbe altında oturup halkının işlerini görür ve

Hazret-i Süleyman aleyhisselâm da o kubbe altında yük-

sek bir taht üzerinde oturup hükümleri yürütürdü. Haz-

ret-i Musa aleyhisselâm Tur'dan geldikde İsraillilere em-

reyledi, birkaç bin zîrâ' kumaş tedarik edip getirdiler.

Beyt-ül Nübüvvet (Peygamber evi) nam iki kat bü-

yük otak dikdirdi iç ve dış olmak üzere iki tabaka yap-
70

AHMED CEVDET PAŞA

tırıp içi tezyin edilmişdi. Orada Heron ve Heronun çocuk-

larından olan kavmin büyükleri oturup hüküm icra eder-

lerdi. Dışardaki kısımda da diğer büyükler oturup bu ça-

dır Divanhane makamında olmak üzere bütün yapılacak

işler orada görülürdü. Taki Allaha vadettiği Kudüs-ü şe-

rifi ele geçirinceye kadar aralarında hal böylece devam

etti.

Tarihçilere ve olayları yazanlara göre ük saltanat



yerine oturan dışarda bir beldede bir kazada oaln yuvar-

lak şekilde yüksek sofa şeklinde bir sofra üzerine günde

bir kere güneş doğarken oturur ve halkın dâvalarım ora-

da dinler, geçmişte yazılmış ilâhi hükümler icabma göre

adaleti ve dostluğu yayardı. Başına arslan postundan taç

şeklinde başlık giyip ve altına kaplan postundan seccade

serip elinde de dik tuttuğu bir değnek ile oturup hükü-

met ederdi. Hademeleri de kaplan postundan elbiseler gi-

yip deste değnekleri ile siyaset etmek için hizmet yerinde

el bağlayıp dururlardı. Sonra, Höşnek şah olup o kaya

yerine bir taht kurup üst tarafına sayebana benzer ça-

dır koydu ve günden güne ziynetlerle süsledi. Sonraları

Hükümdarlar tahta geçtikleri vakitte tahtı ve etrafını bir

çok tuhaf ve nadir mücevherlerle süslerlerdi. Bu geniş

tarihte yazılıdır.
Ta ki Peygamber efendimiz «sallallahü aleyhi ve sel-

lem» meydana çıkınca o da bütün Ashab-ı kiram ile Mes-

cîd-i Şeriflerinde oturup ümmet işlerini görürlerdi. Haz-

reti Ömer ve Hazreti Osman ise Divan'a benzer şekilde

toplantı yapmışlardır. Hazreti Muaviye özel Divanhane-

sinde taht şeklinde kürsü yaptırıp kendisi oturur ve ic-

râ-yı hükmederdi. Emevî devletinin sonuna kadar böyle

idi. Abbasî devletinde de bu kanuna daha ziyade riayet

olunup, devletleri zamanında ihtişam çok fazla olmakla,

Divanhaneleri hükümdara göre döşenip, vezirler, (Kadi-

TARİH-İ CEVDET

71

yül - Kuzzat) ve diğer mertebe ileri gelenler için özel



kürsüler ve sandalyeler konulup halîfe yeri boş kalırdı.

Dîvan işlerini vezn görür ve halîfe yüksek bir yerden

kendisi görünmeden Divana bakardı. Liâkin bayramlar-

da aşikâr oturup ayan, erkân varıp, kimi konuşur, kimi

elini öperdi. Halîfe Mu'tasım gürültülü, gösterişte bütün

halifelere üstün gelirdi. Gösterişi artırıp, özentilerle Di-

van yerine (Dâr-ül Adi) adını verdiler. Seferlerde otağ

«nüne, merdiven ile çıkılır, taşınabilen bir köşk yaptırıp,

adına (Kasr-ı Adi) dediler. Ve herkesin görebüeceği ye-

rine Kâbe-i muazzama örtüsüne benzer altın işlemeli

kumaşdan perde asıp, etrafına pervaz mıhlanmışdı. Di-

van günü müvekkiller perdeyi kaldırırlardı. Ama pence-

renin altın parmaklıklarından halifenin vücûdu hariçten

görülmezdi. Bayramlarda ve diğer görüşme zamanlarında

gözleri kamaşdıracak ziynet üe işlenmiş taht üzerine otu-

rup yanında yarıya kadar kınından çıkmış kılıç ve bir

tarafında yayı çekmeye hazır mızraklılar dururdu. Ar-

kasında olan hil'atin siy altın işlemeli eteğine ilişik uzun

bir etek, zemine doğru döşenip, kendisiyle görüşmeye

gelen o yayılmış eteğin ucunu öperdi. Böyle servet gös-

terişinde Mu'tasım kadar ileri giden yoktu.

Bu divan padişahlık vaktinde saray-ı âli de eski bir

usûldür. Eğer, vezirler ve üim adamları kendi işlerini

kolaylaştırmak ve etrafı meşgul etmesin diye sarayla-

rında Divan ederlerdi.

Lâkin bu divanlardan başka özel vakitlerde Padişah

sarayında devletin vezir ve vükelâsı, saltanat huzurunda

özel divan olmakda ve gizli konuşmalar yapılırdı. Diğer

Divanlar, ikinci derecede, olup bu Divan asıl hükmünde

olmuş olurdu.

Âyân-ı saltanat, esnaf' ve asker, maruf kıyafetleri

ile kanuna göre yerlerine geçip gösterilen ve bildirüen


72

AHMED CEVDET PAŞA

halkın işleri, her kesin önünde görülüp hak haklıya veri-

lir, haksız olan yerilir, güya o gün bayram günü imiş gi-

bi bilinen ve görünen, kendine ve zamana göre herkes bi-

linen yerinde oturup saltanata hizmet ve lüzumuna göre

yakın ve sonra kendi hızında durup nice gizli hüküm,

gizlilik içinde yapılmıştır.

Bu merasim ve kanunların kimi asıl ve tabii olmak-

la kadîmdir. Ve kimi ilim adamları, yetişkin devlet adam-

ları reyi ile yapılmasında zaruret görüldüğü için konul-

muştur.


Devlet-i âliyyede bu tertibe riayet olunarak yakın

zamana kadar haftada iki gün Divan olup, padişah kafes

gerisinden bakar ve vekil-i mutlak hükümet icraatına ve

haklıya hak verilmesine riayet ettiğinden, gayri kendi

özel sarayında da her gün Divan edip halk işlerini görür

gözetir olurlardı. Saray-ı Hümâyûnda olan icabında,

Bayram günlerinde ve elçiler görüşmesine ayrılarak hü-

küm icraatı Paşa kapısına kalıp, her şahsın davası ada-

let ve hak üzere yürütülüp, mazlumun hakkı zalimden

alınarak böylece adalet icra olunmaktaydı.


Divan-ı sultanî'nin faidelerine değinen hikâyelerden

biri budur ki, Nurettin Şehid-i merhumun devletinin ilk

zamanlarında en büyük ümera olan Esadeddin Şir-i, Gü-

ya vükelâ ve ümeradan ve diğer memleket ayanından

bazı emlâk ve akar o sebepden diğer ümera da halkdan

zulüm ve gasb ile bir şeyler almağa başlayınca, Nured-

dinin kulağına gidip o da bir Darûl-adl binası ferman

eyledi. Resmî olarak sultan yeri ve Ümera yeri başka

başka olup dört mezhebin kadı ve müftüleri için, özel yer

tayini ile şer'i hükümlerin icrasının böylece Darûl-adî

da başlayacağını Esededdin duyunca düşüncelere dalıp,

Nureddin'in adalet ve siyaseti Doğu ve Batı'da ehline ma-

lûm ve ümera ile asker, onun korkusunan mum olmuşlar-

TARİH-İ CEVDET

73

ken, Darûl - adi binasına ihtiyaç yoktu. Galiba bu Darûl-



adl benim için bina olunuyor deyip, eli altında olan üme-

ra ve iş görenleri toplayıp «Nureddin, Darûl - adi bina

ediyor, galiba bizim içindir, eğer benden yahut sizden bir

kişi şikâyet edilirse sizleri düşünmeden öldürürüm» diye

bir kaç kere söyledi. Onlarda canlarını yaktıkları kimse-

leri bir yolunu bulup razı ettirip susturarak anlaştılar.

Darûl-adl tamamlanıp Nurettin vuzera ve âlimler ile di-

vana teşrif ettiğinden bir kimse gelip de şikâyetçi ve vü-

kelâ ve adamlarından adalet isteyen olmamakla Nured-

din'in ölümüne kadar o Darül - adi boş kaldı ve kullanıl-

madı. Bu suretle adâlet'in icrasına tahsis edilen Divan-ı

mülükânenin bulunuşu, kötülük edebilecek olanlara kor-

ku ve kuşku verip, halkın kalbini doyurmak ve rahat et-

mesine sebeb olur. Eskiden padişahların senede nice be-

lirli günleri vardı. O zaman aşikâre oturup, kuvvetli - zaif

ve ileri gelen kim olursa olsun, izin verilip bizzat padişah

ile görüşüp ahvalini arz ederdi. Buna (Ber'an) derlerdi.

Gitgide bazı engeller çıkarak bu adet terk olunup her

devlet dâvaları dinlemek ve hasımları ayırmak için birer

davranış ile vakitleri tayin ettikleri malûm. Biz yine sa-

dede gelelim.

(1003) Hicrî senesinde üçüncü Murad öldü. Manisa

valisi bulunan oğlu üçüncü Mehmed Han tahta geçti.

Zamanın gidişatında ortaya çıkan kötü gelişmelerden

ötürü, sonraları şehzadelerin valilik ve kumandanlıkla

taşralara gönderilmesi usulü terkedildi.


Nemçe muharebelerinde Serdar-ı Ekremler muzaf-

fer olamayıp, İslâm tarafından bozgun belirtileri görül-

mekle, Devletin iyiliğini istiyenler üçüncü Mehmed Haz-

retlerini büyük cedleri Sultan Süleyman Han Gazi hazret-

leri gibi, kendisinin muharebe yerinde büyüklüğünü gös-

termeğe teşvik edip götürmek istediler. O da muvafakat


74

AHMED CEVDET PAŞA

ederek, ordu ile kendisi Rumeli yakasına geçince, Eğri

kalesi fethedildi. Eğri ele geçince de, «Eğri Fatihi» diye

şöhret buldu. Bunun peşinden büyük bir meydan muha-

rebesi kazanıldı. Şöyleki her zaman zaferle beraber olan

şeriatin beyaz âlemini indirmek, Islâmın Avrupadaki gay-

retlerini bütün bütün kırmak için olmayacak düşünce-

lerle Almanya İmparatoru olan Nemçe Çesarı ile Avru-

pa Devletleri bir araya gelerek andlaşma yapmışlar, he-

saba gelmez ve sahralar almaz, büyük bir orduyu Dev-

let-i aliyye sınırlarına gönderir, Eğri'ye yakın bir yere

gelince, Ordu-yu Hümâyuna dehşet verir, oturulup ko-

nuşulur. Muharebeyi terketmek yahut mevkib-i Hümayun

geride kalıp ordu ile seraskerin gitmesi gibi olmayacak

söylentiler olmuşsa da, Hace-i Şehriyarî Sadeddin efen-

di ile diğer bazı büyükler Padişahı gayrete getirecek söz-

lerle mevkib-i Hümâyûn, ordu ile düşman üzerine varıp

üç gün süren şiddetli muharebelerden sonra düşman ga-

lip gelince, ordu dağılmış ve düşman askeri Ordu-yu. Hü-

mâyûn, çadırlarını yağmaya yayılmış ve hatta bazıları

Padişahın çadır iplerine sarılmış iken Hace-i Şehriyarî

ile bazı büyükler Padişahın önünde durup direnmeye gay-

ret ederek ortada dururlar idi. Bu halde at oğlanları ve

aşçılarla, çadır bekçileri, gayrete gelerek, yağmaya ko-

yulmuş düşman askerini, balta, odun, ellerine ne geçti ise

vurmağa ve yağmacıları ordudan dışarı sürmeğe başla-

yınca düşman bozuldu sedasını işiten askerler, geri dö-

nüpte hücum ettiği sırada Cağalazade Sinan Paşa pusu-

dan çıkıp, düşman üzerine taarruz edince, düşman ordu-

su bozulmuş ve ellibinden fazlası kılıçtan geçirilmiştir.

O vak'a da kaçak asker hakkında çok şiddet göste-

rilerek binlerce askerin tımarları kaldırıldı. Bu kaçaklar,

sonra Anadolu tarafında toplanıp Celâli adiyle devlete

isyan etmişlerdir. Padişaha yakın devlet adamları da

TARIH-I CEVDET

75

nüfuz yarışına düşüp Avusturya muharebeleri devam et-



tikçe Anadolu yakasına bakılamadığmdan Celâüler ço-

ğalarak, Anadolu'yu tahrip ve talan etmişlerdir. Padişah

yakınlarının sözü geçer olması ve etek öpenlerin yüz bul-

ması hasebiyle, Devlet (innailahe ye'mürüküm entâeddül

emanâti ilâ ehliha) ehil olmayanların elinde kaldı. Rüş-

vet ve hırsızlık kapıları açıldı. Büyük devlet memurluğu

"ve diğer memurluklar para ile alınıp satılır oldu. Her ta-

rafta iç işleri karışdı İstanbul'da da ihtilâl ve kargaşalık

emareleri belirdi. Sınırda İran hükümdarı olan Şah Ab-

bas, bu gidişi fırsat bilerek tecavüzlere başladı. 1012 ta-

rihinde üçüncü, Mehmed ölünce, oğlu birinci Ahmed tah-

ta geçti. Doğu ve Batı'ya ordular gönderdi. Uzun zaman

karmakarışık olan devlet işlerini düzeltmek için uğraş-

dı. Nihayet Avusturya ile Sulh andlaşmasi yapıldıkdan

sonra bağımsız sadrı-âzam olan Kuyucu Murad Paşa,

Anadolu'ya geçip Celâli olanları bastırıp üstün bir başa-

rı ile Devleti eşkiyadan femizlemişdir. Birinci Sultan Ah-

med, 1026 senesinde ölünce birinci defa olarak kardeşi

Sultan Mustafa tahta geçirildi ise de uzun zaman hapis

hayatı yaşadığından hâl ve tavırlariyle adetlere uyama-

dığmdan üç ay on gün sonra tahttan indiriüp Sultan

Ahmed'in büyük şehzadesi İkinci Sultan Osman Han on

dört yaşında olduğu halde tahta geçirildi. Pek genç ol-

duğu halde Devlet işlerinin düzelmesine fevkalâde gay-

ret etti. Ne çareki çığrından çıkarılmış askerin başına

geçen zorbalar önalmış ve dört sene sonra İstanbul'da or-

taya çıkan ihtilâlde tahttan indirilip şehîd edilerek, sul-

tan Mustafa tekrar tahta geçirildi ise de durumu icabı

Devlet işleri ile uğraşamadığmdan 1032 senesinde tekrar

tahttan indirilip yerine Sultan Ahmed'in ikinci şehza-

desi on iki yaşındaki, dördüncü Sultan Murad geçti. Bu

kargaşalıklar içinde Devletin kanunları zayıflamış, ilim


76

AHMED CEVDET PAŞA

adamlarının da eski nizamı bozulmuşdu. Kısaca Devlet

işleri her yönden sarsıntı içinde olduğundan Devlet-i âliy-

ye başlıca ıslahata muhtaç, halbuki Devleti ıslah edecek

Devlet adamları, ihtilâl ve kargaşalığın içinde bulunduk-

ları için bu fesad çevresi içinden çıkıp Devlet işlerini dü-

zeltmek olmayacak bir iş haline gelmişdi. işte o sıralarda

Şah Abbas fırsat bulup Bağdat ve diğer bazı toprakları

istilâ, eylemişti. İstanbul'da ise asker içine, ihtilâl dü-

şerek zorbalar meydan almışlar ve saltanatın nüfuzu hiç

kalmamışdı. Nihayet önüne geçilmez kahraman dördün-

cü Sultan Murad, yiğitlik çağma geldi. Zorbaları basdı-

rıp yok ederek Devlet işlerini eline aldı. Kahve ve tütünü

şiddetle yasak edip tiryaki olanları cezalandırmak ba-

hanesi ile geceleri İstanbul da tebdîl-i kıyafet dolaşıp,

şirret adamların çoğunu öldürttü. Halbuki aksine halkın

tütün ve kahveye hırs ve isteği arttı.


İSTİDKAB

Tütün içmek hakkında âlimler ihtilâfa düşüp, bazı-

ları hürmetine, bazıları kerahatine bazıları mubah olma-

sına inanıp bazıları da, .bir tarafı tutmayarak, içenlerin

haline göre durumu izah ettiler. Şöyleki tütün içenlerin

bünyeleri değişik olup bazılarına zarar verir ve bazı has-

talıkları davet eder. Böyle olunca bünyeleri zayıf olan-

ların tütün içmesi, zehir içmek gibi olup, vücutça zararı

muhakkak olan şeyi kullanmak da haram olduğundan,

bunlara göre tütün içmek haramdır. Bazılarına da tersi-

ne faydalı olup bazı illetlere ilâç ve tütünü bırakan bazı

kimselerin de bazı hastalıklara tutulduğu söylenir. Onla-

ra göre tütün bir nevi ilâç olduğundan, kullanmamak

hatadır. Bazı kimselere tütünün zararı da, faydası da

olmayıp ancak bazı küçük fayda mülâhazası ile içerler.

İşte bunlara göre tütün içmek mubahdır. Hâkim bunlar-

TARİH-1 CEVDET

77

da tabiî haddi aşıp, israf derecesine vardırdıkları zaman



yine haram olur.

îbni Âbidin, (Zebâ'ih) kısmı sonunda, buyuruyor ki,

(Habis demek, Eshâb-ı kiramın beğenmediği şey demek-

tir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, bunu onlara bildiriyor. On-

lardan sonra meydana çıkan şeyler, onların iyi veya ha-

bis dediklerinden hangisine benziyorsa, o da öyle olur).

Tütün habîs değildir. Fıkıh kitâbları uyuşturucu otlara

bile habîs demiyor. (Redd-ül-muhtâr) beşinci cild 295.

nci sahifede (Çok yiyince, sarhoş eden katı maddelerin,

otların aslı tâbirdir, temizdir, mubahtır) diyor.

Bir kimseye zarar veren mubah şey, ona haram olur.

Zarar vermediği kimselere haram olmaz. Tütünün zarar

vermediği kimseler çokdur. Aşırı içen bazı kimselere za-

rar verirse, bunların çok içmesi haram olur. Fakat bun-

ların az içmelerine ve zarar görmeyenlere de haram olur

denilemez. Çoğu zarar veren şeyin azı da haram olur de-

mek pek yanlışdır. Din büyükleri böyle söylememiştir. Her-

şeyin çoğu zarar verir. Ekmeğin, suyun çoğu da zarar ve-

rir. Bunun içindir ki doyduktan sonra yemek haramdır.

Fakat çoğu zarar veriyor diye, az yemek, içmek haram

olur mu? Hatta ibâdet edecek kadar yiyip içmek farzdır.

Yukarıda yazılı yanlış söz, âlimlerin (çoğu sarhoş

eden şeyin azı haram olur) sözünden bir câhilin anladığı

şey olabilir. Sarhoş eden şeyler zararlıdır. Fakat her za-

rar veren şey sarhoş edici değildir. Bu inceliği anlamak

lâzımdır.

Bu bahislerin tafsilâtı delilleri ve ispatları Abdül-

gani Nablusî'nin tütün hakkında yazdığı risalesinde ya-

zılmış ve açıklanmıştır. Hernehal ise ötedenberi tütün,

içmeyenlere çirkin görünmüşken bazı kimseler ona alış-

mışlardır. Semerkand âlimlerinden tütüne alışmış gayet

kusursuz bir zat ile yaptığım konuşmada işittiğimize gö-


78

AHMED CEVDET PAŞA

re Maveraünnehir taraflarında tütün içmek kabahat sa-

yıldığı halde sizin buna alışkanlığınıza ne demeli diye

soru sorunca,

«Diyâr-ı Rûma ilk geldiğim zaman gözüme çirkin gö-

rünmüyordu. Lâkin geçip geldiğim ve alıştığım diyare

göre istanbul'un rutubeti çok olduğundan şiddetli nez-

leye ve bazı hastalıklara uğradım ve çaresiz ilâç yerine

kullandım. Bazıları bunu sağlık verdikleri zaman tecrü-

be ettim. Hakikaten bu hastalıklara karşı koruyucu ve

her veçhile vücuduna faydalı buldum. Ve ondan sonra

kullanmaya mecbur oldum» diye cevap verdi.

Mekke-i Mükerreme ileri gelenlerinden Abdüş-şükûr

efendi latife olsun diye tarihinde bir fıkra yazar.

Şöyleki, «Mekke mollalarından biri tönbeki içmeğe

alışık olup başındaki naibi de kötü görür içenlere içer-

lerlermiş. Bu Naib Zilhiccenin sekizinci günü molla efen-

diye efendim yarın Arife günü inşallah tönbeki içmeyi

terk edersiniz, size sağlığınız için yakınım olarak bunu

ihtar etmeyi iyilik diye düşündüm der. Molla da belki şim-

di ihrama girdiğim zaman terk ederim deyip bununla

tönbekinin iyi birşey olduğunu ve mahrem olanlara iyi

şeylerin nev'inin helâl olmadığını kastederek tahakküm

biçiminde naibini susturmak istemiştir.

Dördüncü Murad hazretleri ise tütün içmeği yasak

ederek bu bahane ile tebdilen gezerken nice zorbaları idam

eylemiştir.

Padişah bu gibi vesilelerle eşkiya topluluklarını

basıp asmış ve Devlet idaresini ele geçirdikden sonra or-

dusu Doğu'ya gitmiş ve Bağdat'ı geri alarak intikam al-

mıştır. Fakat ondan sonra yine ihtilâl geri gelmiştir.

Çünkü onun dünya dolaylarına yayılan korkutucu seda-

sı ölümünden sonra yavaş yavaş baş kaldıranların kula-

ğından çıkıp kaybolunca âlem yine eski bildiğini yapma-

TARlH-I CEVDET

79

ğa ve fesad yuvalarında Devlet-i âliyyeyi evvelkinden be-



ter bir hale getirmişlerdir.

Dördüncü Sultan Murad 1049 tarihinde ölüp yerine

tahta geçen kardeşi Sultan ibrahim ise amcası Sultan

Mustafa'ya benzer hal ve tavırda olmakla, Devlet işleri

şunun bunun elinde kaldı. Devlet ahvali karışmış ve sar-

sıntı içinde Anadolu yakasında karışıklıklar ve isyanlar

çıkmıştı. Bu kargaşalıklar arasında bir de «Girit» seferi

açıldı. Venedikli Bühke sancağı hücuma cesaret etti.

Gemileri de Midilli adasını basdıktan sonra Çanakkale

boğazını kapattı. Akdenize çıkılamaz oldu. Asker de ita-

at, hazinede para kalmamıştı. Bu gidişe herkes hayretle

bakıyordu. Çünkü askerin ihtilâli ve iç işlerinin bozulma-

sı Devlet nüfuzunun kalmaması Devlet varidatının aka-

cağı yolu değiştirmiş, halkın başka ırkdan kandan olan-

lara fesad girmiş olduğundan Devletin durumu baştan

başa ihtilâllere bağlanmışdı.

1058 senesinde halk ayaklandı. Söz ayağa düşdü.

Sultan ibrahim tahttan indirilip, yerine yedi yaşında

olan oğlu dördüncü Sultan Mehmed Han tahta geçti. On-

dan sonra da Devlet sekiz sene kadar pek çok ihtilâl ve

kargaşalık içinde kaldı.

Nihayet 1066 senesinde Köprülü Mehmed Paşa ba-

ğımsız sadrıâzam olup derhal malî işleri ve askeri yolu-

na koydu ve Hasta Devlet yeniden sıhhatine kavuştu.

Çünkü Mehmed Paşa sadarete geldiğinde yaşı doksana

yakın, yürüyemiyecek halde bir ihtiyar iken azmi kavî

ve görüşü genç olmakla az zamanda Devlet'e yeniden can

vermişti. Şöyleki bir taraftan bilgili tedbirler alıp ce-

saretle hareket ile hükümet bahçesini zararlı otlardan

temizleyip, atmağa uğraşarak, bir tarafdan Ordu-yu Hü-

mâyûn ile kâh düşmandan intikam almak için Erdel dağ-

larında ve diğer sınırlarda, kâh Akdeniz yolunu açmak


80

AHMED CEVDET PAŞA

için Çanakkale boğazında dolaşarak beş sene içinde

Devlet işlerini düzeltmeye muvaffak olmuştur.

Ölünce oğlu Fazıl Ahmed Paşa sadrazam olup o da

babasının tersine genç ise de aldığı tedbirlerle görüşü

yaşının çok üstünde ve her bir hareketi akıllıca olup

on beş sene süren sadareti zamanında Devlet-i aliyyeye


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin