Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə3/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44

kinme ve uyarmayı gerektiren bilgiler toplamakdan iba-

ret olmağı, tarih yazarının kendine düşen görevi, fayda-

lı haber vermek, herkese ibret olabilecek olayların ger-

çek sebeplerini okuyup araştırıp herkesin anlayabileceği

gibi açık ve akıcı olarak anlatmaikdır. Yoksa ağır, ağdalı

TARİH-İ CEVDET

31

cümlelerle bilgi ve hümer göstermek, yahut jurnal yollu



günlük olayları söylemek değildir. Ama bazı gelmiş geç-

miş yazarların övünmeli yazı özentileri ve oyunları her-

kesin beğeneceği eserlerin asıl gayesi, tarihe faydalı ol-

mayıp belki güzel yazmaya bir hizmetdir. Tarihlerde o-

kuyucunun anlamayacağı türde yazmak istenen ve ara-

nan olmadığı gibi yaratıcı şekilde yazılan olaylarda da

olayın göründüğü ve olduğu gibi aslına uygun oluşu da

göz önünde tutulmaz.

Binaenaleyh geçmiş olaylara ait kitabların yazıl-

masında ve okunmasında asıl aranan ve istenilen nedir?

onu bilmek lâzımdır.

Arab tarih yazarları bu iki yolda da diğerlerine üs-

tün olup asıl aranılanı birbirine karıştırmadılar. Lâkin

sonra gelenlerden bazıları maksadın ne olduğunu ayırıp,

tayin etmeyerek ve hangi fenne hizmet eylediklerini bil-

meyerek çoğu karalama yazdıkları tarihlerden doğru ve

faydalı istifade beklenmez.

İşte yazıp basmaya başladığımız, kitap da aranılan

tarihe faydalı olmak, ağır ifadeli yazmayı gözden uzak

tutarak faydası dokunacak olayların, doğruluğuna ve

eleştirilmesine gayret edilip, Devlet-i aliyye'nin eskiden

beri söylenti halinde olan adı olaylarını yazmakla, kara-

lama yapmakdan çekindik.

Şöyleki her sene mevsimi gelince kışlıkdan yazlığa

ve yazlikdan kışlığa nakl-i Hümayun (Sultan ve saray

mensuplarının nakli) ve Donanmanın bahar gelince Ak-

denize çıkışı ve güz geldiği zaman Tersane-i Amire'ye gi-

rişi ve askerlere üç ayda bir «Kist mevacihi» verilmek ve

her sene vukubulan adî tevcihat defteri sırasıyle ileri ge-

len ilim adamları ve her sene Ramazan başlangısmda hu-

zur-u Hümayunda ders yapılması ve on beşinde Hirka-i

Şerif ziyareti ve Harp gemisi indirme duası gibi her za-

man olagelen olaylar çıkarılarak, eğer tarih fennince
32

AHMED CEVDET PAŞA

fayda verecek özellik varsa tarihe geçirilir.

işte böylece bu tarihin yazılmasına başlanıyor insaf

ve taraf tutmamak usulüne uyularak bir şahsı veya bir

tarafı tutmakdan çekinerek olayların doğruluğuna ve

doğruluk sebeplerinin araştırılmasına gücümüz yettiği

kadar gayret ve ihtimamı gösterilmiştir.


MUKADDEME

Cevdet Tarihinin başlangısı olan binikiyüzseksense-

kiz hicrî senesi Devlet-i aliyyece kesinti yeri gibi olup

ondan sonra olayların rengi değişmiştir.

Bir yüz yılın olayları ise eski yüzyılların öne alman

ve boş bırakılan sebepler birbirini kovalayan neticeler ve

sebeplerin dayanağı olacağından, yazılacak tarih olayla-

rının ne türlü sebeplerin eserleri olduğu bilmek lâzımdır.

Binaenaleyh maksada girmeden önce, gelmiş geçmiş

eski Devletlerin ve özellikle Devlet-i aliyye'nin tüm olay-

larını, geçmişteki genel durumunu ve Mısır, Kırım gibi

mühim kıt'alarin meşhur olaylarını, tarih okuyanlara lâ-

zım olan bazı önemli bilgileri ileride görüleceği gibi, top-

luca, fasıl fasıl anlatmak uygun görülmüştür.

BİRİNCİ BÖLÜM
(Tarih ilminin lüzum ve faydasını anlatmaktadır.)

Tarih ilmi, herkese, vükelâ ve devlet adamlarına geç-

mişteki gizli ve saklı olayları öğretip duyurmak ve bütün

dünyaya ait menfaatlere dönük olarak, halkın okuyup,

değerlendireceği ve yönetici devlet adamlarınca da el üs-

tünde tutulan, menfaatleri çok, bir fendir.

Zira insan uygar yaşamayı ve hayat seviyesini yük-

sek tutmayı bilen, yalnız başına yaşamayıp toplulukla il-

gilenen ve yer yer bir araya gelerek cemi'yet kurmağa

ve biribirine yardım etmeği isterler. Bu insan cemiyetle-

rinin, derece derece yükselmiş ve geri kalmışları, hattâ

çadırda yaşayan kabileler vardır. Bunlar günlük yiyecek

giyecek ve yakacaklarını bulurlar, fakat uygarlık netice-

si olan eğitim, öğretim san'at ve sanayide insanlığın yük-

sek hissesinden ve payından mahrum olurlar. Köylüler

büyük şehirler halkına nisbetle uygarlık gelişme ve so-

nuçlarından kısırlı görüldükleri gibi, kasaba halkına nis-

betle de uygarlıkdan uzak kalırlar. Bu topluluğun en

yüksek derecesi de uygarlık, yani devlet ve saltanat

mertebesidirki bir devletin koruması sayesinde birinin

diğerine kötülük ve düşmanlık korkusundan uzak kalıp,

bir tarafdan insanca yaşama isteklerini elde etmeğe, bir

taraftan da insanca değerlerle olgunluk ve erginliğe ula-

şırlar.


Şöyleki kötülükleri uzaklaştırmak ve menfaatleri el-

de etmek için insanın yaradılışında iç güdü, olup bazen

F. 3
34

AHMED CEVDET PAŞA

bir çok kimsenin emel ve arzularının birleşmesinde güç-

lük olduğu zaman, başlı başına kalsalar birbirlerine kı-

yıp, acımayacaklarından ve bazen de bir genel durum

karşısında bir topluluk ile diğer topluluk arasında tabii

olarak çekişme ve muharebe meydana geldiğinden; her

kes özel ve genel haklarını hükümet eline verip, onun o-

torite, yardım ve davranışına razı olarak insanca değer-

lerle, olgunluk ve erginliği ele geçirmek fırsatını kaza-

nırlar. Ve o millet sınıf sınıf ayrılarak, kimisi ziraat ve

ticaret ve kimisi de sivil memuriyet ye askerlikde hizmet

eder. İlim ve sanayi' gücü ile yüz kişinin zarurî ihtiyacı-

nı on kişi elde etmeğe ve uzun müddet içinde toplanacak

maddeler az zamanda meydana gelmeye başlayınca o mil-

letin zarurî ihtiyaçlarından fazla elde edileni ile fazla

vakitler insanlığın sosyal adalet gelişmesi tamamlanarak

konfor ve uygarlık günden güne bu nisbet üzere artıp ge-

lişerek gider. Ancak o millette artık sadelik ve çabukluk

kalmayıp sistemler ve özentiler artarak ihtiyaçlar çoğa-

lır. Buna göre şahsî menfaatler ve şahsî düşmanlıklar ar-

tar, ve çoğalır, gittikçe o milletin idaresinde zorluklar

meydana çıkarak, iyi bir idarenin oluşu ile devletin iler-

lemesi ve milletin mutluluğu elde edebilmesi yöneticile-

rin dikkat ve ihtimam ile maharetlerine bağlıdır. Böyle

önemli siyaset işlerinde maharet ise ancak tecrübe ile ge-

lişip, her tecrübe görüşüne de bir adamın ömrü yetmeye-

ceğinden ve bir yüz ydlin tecrübesi kâfi olmadığından,

arif olanlar (Essaid-ü men ittaaza bi gayrini) Hadis-i

Şerifi uyarınca her şeyi kendinde tecrübeye kalkışmıya-

rak, diğerlerinden örnek ve öğüt geldiklerinden, vükelâ

ve ileri gelenler de tarih ilminden diğer kimseler gibi

kendi hallerine göre yararlanmakda olduklarından, baş-

ka devlet işlerinde istifadeli ve kazançlı olurlar.

Binaenaleyh vatan ve memleketini seven ve devlet ve

milletinin ayakda durmasını istiyen gelmiş geçmiş maa-

TARİH-Î CEVDET

35

-ifin hakkını verenler kendi yüz yıllarının olay ve haber-



lerini zabt ile sonra gelenlere armağan ederek, kendileri

de hayırlı dâvalarında öncü gelmişlerdir. Kaldıki geçmiş

ile sonrası ahvalini kavramak ve çok eski geçmişi ve çok

ileri geleceği bilmek isteği, insanı tabiatında vardır. Böy-

lece genel olarak insanın bu fenne manevî olarak ihtiya-

cı vardır, (lâ teşbe -ul -ayni nün nazarin ve leş-şem-u

min Haberin ve Lel ardu min matarin) Devlet nizamının

korunması tarih ilmi üe eski usullerin bugünkü hale göre

uygulamada çok faydalan görüleceğinden bazı ilim adam-

ları, tarih ilminin eğitim ve öğretimi önemle gereklidir,

derler.

Anlatılır ki: AbbasîjHalifelerinden Kâim bi Emrul-



lah zamanında, Hayberlilerden bir kaç bilinen yahudî ki-

şi, hilâfet merkezi Bağdad'a gelip Cizye'den muaf olduk-

larını gösterir bir kağıt üe kendilerince Hazret-i Alî'nin

el yazısı ile hilâfet tarafından kendilerine verilmiş ve Es-

hab-ı Kiram «aleyhimûrrıdvan» dan bir kaç zatın şahid

oldukları da yazılmış olmakla, x ellerindeki sened halife

nezdinde kabul olunarak muafiyetleri babında fensur çı-

karılmak üzere iken, Reis-ül Rüesa bulunan Ebül Kasım

bin Müslime şüphelenince adı geçen sened uydurma bir

şey olmasın hele bir kere tarihçi olan Hatib-i Bağdadî ye

gösterilmesi uygun olur diye halifeye hatırlatınca, sened

Hatib-i Bağdadîye gösterildiği zaman tarih fennince se-

nedin uydurma ve sahte olduğunu ispat olunmuştur.

Şöyleki: Bu senedde yazılı şahidlerden Hazret-i Mu-

aviye, Hicretin dokuzuncu senesi Mekke'nin fethinde is-

lâm ile müşerref olmuşdu, Hayberin fethi ise Hicretin

yedinci senesinde vuku bulmuşdu. Yine yazılı şahidler-

den Saad bin Muaz hazretleri hicretin beşinci senesinde,

Hendek muharebesinde ölüm köprüsünden geçmiş- oldu-

ğundan Hayben fethinde bulunamadı, demekle senedin

uydurma olduğu sübut bularak yırtıldı. Böylece adı ge-

çen tarihçi islâm Beyt-ül Mal'ıne faydalı olmuştur.


İKİNCİ BÖLÜM
(Hükümetlerin görünüş ve kısımlarını anlatır)
Bu Dünya, bakılınca, günlük yeniliklerden ibaret bir

hengâme olduğu görülür ve bu yenileşmenin mânâsı, göz-

lerde ve etrafda görülen kötülüklerden anlaşılır. Bu ka-

bilden olmak üzere tek kişinin gerek vüeutça, gerek hal-

ce bir zaman içinde geliştiği ve bir zamao içinde geriledi-

ği gibi, her devlet böylece kâh kuvvet bulur ve kâh zayıf

düşer ve kuşkulu hale gelir. Her devlet ilk doğuşunda sa-

de ve çabuk olup eğer günden güne kuvvetlenir ise de in-

sanın yemede içmede, giyim kuşamda ihtiyacı arttığı gi-

bi devlet dahi eskidikçe yorucu özentileri artıra geldiğin-

den evvelki sadeliği kalmayıp işler ve masraflar artar.

Olağan üstü bir olay meydana gelince alışılan masraflar-

dan ziyade bir masraf açılınca para sıkıntısına düşer ve

idarecilikte bazı günler kusur da olursa bakımsızlığın ve

kuşkunun pençesine düşer. (Senet ullah-ı fıl-alemeyn)

Velhasıl hangi devlet olursa olsun bir durumdan bir

başka duruma geçildiği için her devirde bir özel durum

da bulunur. Her durum da bir türlü davranmak ve her

devrin gelişmesine göre çare ve ilaç aranmak lâzım ge-

lir. Şöyleki herkesde bir gelişme yaşı öğrenip bilme yaşı

ve alçalma yaşı olduğu gibi, her devlette de bunun gibi

üç aşama bulunup herkes sağlığı koruma hususunda ya-

şma göre davrandığı gibi Devlet Hey'eti de insan benzeri

olduğundan her durum ve aşamada uygun harekete dik-

kat etmek lâzım gelir. Alçalma durumu bazen hissedil-

meyecek kadar gizli olur. Bazen de apaçık görülüp ilâç/

TARÎH-Î CEVDET

37

alçalış hızı ve kuşku belirtileri görülmüşken bilgili ted-



birlerle yemlenip tazelendiği vardır. Fakat böyle haller-

de devletin geçirdiği tehlike büyük olup bazı dış müna-

sebetlerde de bozukluklar görünürse de ileri seviyeye u-

laşmak pek zordur. Böyle olanı varsa büe büyük olaylar

ve büyük devrimlerle gelSşebilmiştir. Nice devletler geliş-

me çağını doldurmadan kendi kusurlariyle yahut beklen-

medik bir olayla yok olup batmıştır. Bilinmelidirki, hı-

ristiyan devletlerin siyasette egemenlikleri bir araya ge-

lip, bilginlerle tertip olunmuş, bilime dayanan kanunlar-

dan ibaret olduğu halde hükümetleri iki kısma ayrılmış-

tır. Biri dinsel hükümet, diğeri madde ile ilgili hükümet-

tir. Dinsel Hükümet Katolik mezhebinde papa'nm hükü-

metidir ki bütün katolik rahiplerinin âmiri ve kiliseleri-

nin reisi olup onun Hazret-i isa'nın vekili olduğu inancın-

dadırlar. Bütün katolik olan devletlerde onun Dinsel Hü-

kümeti geçerlidir. Vaktiyle Avrupa içinde bu Dinsel Hü-

kümetin pek çok etkisi olup sözü geçerdi. Lâkin Krallar,

papaların elinden çok eziyet ve sıkıntı çektiklferinden, za-

manla papaların etkisini iyice azalttılar. Rum, yani Or-

todoks mezhebinde bulunan bütün hıristiyanlar papa'yı

tanımayıp, Dinsel Hükümetleri istanbul Patriğine tabi-

dirler. Ermenilerin ruhanî reislerine katogiküs denilirki,

üçtür. Birisi Gürcistan da olan «AÇMİYAZlN» ve diğeri

Kozan da olan "SlS,, ve üçüncüsü Van tarafında yapılmış

"AHTAMAR,, kiliselerinin ruhanî reisleridir. Ama pro-

testanlarm böyle bir umumî reisleri yoktur.

Maddî Hükümetler de üç kısımdır: Mutlak Hükümet,

Meşrutî Hükümet ve Cumhuriyet Hükümetidir.

Meşrutî Hükümet, Millet Meclisinin re'yine uyan hü-

kümdarın hükümeti olup bu da iki kısımdır.

Birinci kısım umumî meşrutiyet olup bütün ahali

eşitlik üzere bulunur. Almanya ve italya devletlerinden

bazılara gibi ki devletin vekillerinden başka milletçe in-
38

AHMED CEVDET PAŞA

tihab olunan azalardan mürekkep bir millet meclisleri

vardır.


İkinci kısmı, Hasbî meşrutiyetdirki zadegan halkdan

açıkça seçkin ve üstün olurlar. İngiltere devleti gibi. Hal-

kı zadeganın eristiklerin rütbelere ve imtiyazlara erişe-

mezler. Fakat her kazadan intihap ile hükümet merke-

zine gönderdikleri azadan mürekkep millet meclisi me-

b'usları adında bir meclisleri vardırki, bir iş veya mes'e-

le onda görüşüldükden sonra zadegan meclisinde karara

bağlanır.

Bu meclisler daima açık olmayıp belki senede üç dört

ay kadar açılıp adına "Parlâmento,, denir. Devletin vekil-

leri kral tarafından tayin olumuş memurlar olup, Devlet

işlerini görüşdükten sonra krallarına imza ettirip icra

ederler. Lâkin her hususta Parlâmento'ya karşı sorum-

ludurlar.

Cumhuriyet Hükümetinde bir hükümdar olmayıp

belki çoğunlukla birisi intihab olunarak kral gibi olmak

üzere geçici olarak Millet Reisi nasb olunur. Amerika

Cumhurreisi gibi.

Fransa Devleti ilk önceleri mutlak hükümet iken mil-

letin yaptığı ihtilâlle sonra cumhuriyet olmuşlardı. O va-

kit ortaya çıkan emperyalist Napoleon Bonaparte impa-

rator olunca gene Mutlak Hükümet şeklini almışdı. Vakıa

devletin şekli Meşrutî Hükümet üzere kurulmuştu ama

asıl görünüşü ile Mutlak Hükümet idi. Bonaparte'dan

sonra genellikle Meşruti Hükümet olup Louis Filip'in

Krallığı günlerinde bu hal üzere gitti. Binikiyüzaltmışbeş

senesi ortalarında Fransa ihtilâli olayında gene cumhu-

riyet olup Napoleon'u dört senelik olmak üzere yine Cum-

hurreisi nasbettiler. Lâkin halk arasında birleşme, birlik

olmayıp kimisi krallık taraftarı, kimisi teşkil olunmuş

adî cumhuriyet taraftarı oldular. Bütün bütün gelenek-

lerin öte tarafına gittiler.

TARİH-İ CEVDET

39

Bir takım da böyle adî cumhuriyete kanaat etmeyip



Şöyleki mülkiyet hakka ve evlilik müessesesini inkâr edip

herkes her türlü hususta eşitlik üzere olmalıdır deyip bu

alçaklar da bunu mizaçlarına da uygun görerek Fransa

Cumhuriyetini bu renge boyamağa girişdiler. Fransa

asilleri ve bilginlerinin bundan gözü ürkmekle Cumhuri-

yetten ve belki meşrutî hükümet serbestliğinden yüz çe-

virip Napolyonun henüz dört senelik riyaset müddeti so-

na ermeden İmparatorluğu onaylayarak Mutlak Hükû-

met'e baş eğip, kayıdsız bağlandılar. İşte bu Fransız ih-

tilâli arasında Nemçe (Avusturya) halkı da serbestlik

sevdasına düşüp pek çok kan dökerek hükümetlerini Meş-

rutî Hükümete çevirmek istediler ise de İmparatorluk hü-

kümeti galip gelerek gene Mutlak Hükümet şekli altında

kaldılar. Bunların her birinden hergün birer fenalık bek-

lenir.

Ama islâm hükümeti hilâfet ve saltanatı içine alıp



islamların imâmı olan islâm Pâdişâhı şeriatı koruyucusu

olarak saltanatı yürütmektedir. Allaha hamd olsun bu-

güne kadar parçalanma ve şiddet gösterileri olmamıştır.

Eğer aşağıda anlatılacağı gibi Abbasî Devletinin sonla-

rında islâm memleketlerinde meydana çıkan büyük ih-

tillerden ötürü hilâfet ve saltanat ayrılarak hüâfet bir

Dînî riyaset ve saltanat maddî riyaset haline geldiyse de

•sonraları Osmanlı devletinin meydana çıkışı ile islâm

milleti yeniden ilerleyerek ve eski asal halini aldı.

v*
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


(İslâm Devletlerinin geçmişteki halleri ve Devlet-i

aliyyenin meydana çıkması baklandadır.)


Arab ve Türk milletleri bulundukları yerlerin coğra-

fî durumu icabı, aralık aralık coşup taşarak, sel gibi her

tarafa akarak, bir çok defa dünyayı istilâ etmiş iki büyük

millet olup Arablarm en kuvvetli ve en sonraki hücumu

Allah kefimesini yükseltmek, islâmm bütün sindirici kuv-

vetiyle çıkışıdır ki, zaman-ı saadet de arab kabileleri

"faıân,, kelimesinde sözleşmiş ve birleşmiş, Peygamberin

islâmlığın genişletilmesi ruhu en yüksek seviyesini bu-

lunca nice kabileler ayaklanmayı düşünürlerken, büyük

imamet makamının bulunmaz ziyneti Hazret-i Ebubekir

(iddîîe) her tarafa asker gönderip zaferler kazanınca dî-

ne karşı ayaklananları basdırıp ve yola getirerek arabla-

rı birlik ve beraberlik içinde toplamış ve kazanmış olduğu

birlik ve beraberliğin verdiği gücü, hilâfet minberine en

büyük hasletleri ile çıkan Hz. Ömer-ül Faruk yerine sarf

etmişdir. Şöyle ki Eshab-ı kiramı gazaya şevkle isteklen-

direrek her tarafa ordular gönderip bütün Eshâb-ı kiram

cihâd emrine uyup ayaklanarak dört bir tarafa akm edip

gittiler. Gidenlerin çoğu bir daha geri dönmeyip, ölünce-

ye kadar bu yolda hayatlarını adadıîar. Hatta gazaya gi-

den Eshâb-ı kiramın evlerinde su taşıyacak kimseleri kal-

madığından yer yüzünde müslümanlann halifesi ve mü'-

minlerin emiri Hazret-i Ömer, Kırba sırtında gazaya gi-

den müslümanlann hanelerine su taşırdı.

Arabların bu hücumu Allahm gösterdiği âdil bir ha-

reket olup buna uyanlar her korkudan uzak kalmış yal-

TARİH-Î CEVDET

41

niz kafa tutma yoluna gidenler gazaya giden müslüman-



lann atlarının ayakları altında ezildiklerinden az zaman

içinde kıyaslama ve değerlendirmenin dışında beldeler ve

memleketler fethi müyesser oldu. Ondan sonra hilâfet

divanını zevklendiren ve muzafferiyet dolu imamet ma-

kamına gelen Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hilâfet günlerin-

de de hâl böyle gidince islâm memleketleri genişledi. İs-

lâm dininin bu dört büyük adamı, Hulefâ-yı Raşidîn Haz-

retlerinin hilâfet günlerinde Peygamberimizin zamanın-

da olduğu gibi adalet içinde geçti. Hattâ Hazreti Ömerin

Hilâfeti zamanında Peygamberimizin evlâdlarmdan biri

gelipde ihtiyacım var deyince, Beyt-ül Mâlden bin altm

verilmesini emretmiş onun arkasından kendi oğlu Abdul-

lah gelince bir dirhem vermiş. Abdullah da evvelki açık

elliliğine bakarak bir dirhemi pek az bulup itiraz edince:

«Ya AbduEah Peygamberimizin evlâdlarmın istedikleri

hak, Beyt-ül Mâl'den olup Beyt-ül Mâl ise Allaha hamd

olsun geliri çok fazladır. Ama senin hakkın yalnız baban-

da olup babanın nesi varki olmayacak şey umarsın»

demiş olduğu ve Hazret-i Ali'nin bir hiristiyan il£ şeriat *

mahkemesinde mürafaa'ya durduğu söylenir.

Fakat Hazreti Osman ve Hazreti Ali'nin hilâfet gün-

lerinde islâm olanlar içinde bazı ufak tefek anlaşmazlık-

lar meydana çıkarak Hazreti Ali'den sonra hilâfet bütün

bütün memlekette ve yönetenlerde değişiklik olup Erne-

viye Devleti meydana çıktı. Emeviye Devleti devrinde de

ehl-i islâm gaza yapmakdan vaz geçmeyerek nice memle-

ketler felh olunmuştu. Hattâ adı geçen Devlet tarafın-

dan Afrika baş kumandanı bulunan Musa bin Naşir Af-

rika'nın batısını fethedip Atlantik sahillerine inince de-

nize at sürüp atı göğsüne kadar suya dalarak ilpriye gi-

demeyince mızrağını dikerek «îşte yarabbi ötesi yok yok-

sa senin tertemiz adını daha ileriye götürürdüm!» dinine

bağlılığını ifade eden sözleriyle namını dünyada bırak-
42

AHMED CEVDET PAŞA

mistir. Musa bin Nasır'ın idaresi altındaki askerin bir

tümeninin kumandanı olan Tarık bin Ziyad doksan iki

hicrî senesinde binyediyüz askerle Endülüs yâni İspanya

lut'asına geçip halâ kendi adına nispetle "Cebelüt-Tank,,

denilen yere çıkınca derhal kıyıdaki gemilterini yakıp

maiyetindeki askere: «İşte arkanız denizdir eğer dayanır

ve beklemesini bilirde harp denizinin dalgalarında yüze

bilirseniz bu memleketlerde muzaffer olursunuz. Eğer di-

renip dayanmazsanız hepiniz bu denizde boğulursunuz»

diye askerlerini muharebeye, teşvik ederek, kendisinden

iki nüsü, dört misli fazla düşmanla karşı karşıya bir kaç

defa girdiği yerlerden geri çekilerek nihayet gaüp ve mu-

zaffer olup birçok yerleri fethetmiştir. Tarık bin Ziyad'm

bu muvaffakiyetlerini çekemeyen Musa bin Nasır onaltı-

bin askerle arkasından İspanya'ya geçip memleketleri

fethederek Avrupa içine kadar gitmiştir. Lâkin Emevî

halifelerinin bazıları, şeriat hududunu aşıp isyan ettire-

cek eziyet ve zulme sürüklendiklerinden ve bilhassa ikin-

ci Velid gayet düşkün olduğundan islâm şeriatına ve şe-

riat adamlarına hakaret ederek müslümanlarm nefretini

kazandığından Allanın gayretiyle hükümetleri çok sür-

meyip darmadağın oldular. İslâmm hilâfeti yüzotuziki

hicrî senesinde Abbasî halifeleri eline geçti.

Şöyleki o esnada bir çok memleketler fetheden Ebu

Müslim-i Horasanı meydana çıkarak İrandaki Emevî ku-

mandanlarını yenip Peygamberimizin amcası Hazreti Ab-

bas'ın torunlarından İmam Sefah'a bi'at edince, kısa za-

manda Emevîlerin yükseliş yıldızı batarak Abbasî yıldız-

ları doğdu. Sonraları bir ayrıntısı Afrika batısında mag-

ripte ve İspanya'da saltanat sürdülersede hükümetleri

orada ayrıca kaldı. Diğer islâm memleketleri, şer'î hilâ-

fet, Abbasilerin elinde idi.

Sonraları Abbasî halîfeleri rahatına düşkün, türlü

varlığa ve gereksiz para harcamağa düşüp devlet umuru-

TARIH-I CEVDET

43

mı idareye kayıdsızlıklarmdan yükseliş ve saltanatlarına



güçsüzlük ve kuşku gelerek bütün idarî umur ve nüfus

Türklerden bazılarının eline geçerek, çoğu zaman halîfe-

lerin yalmz adı kaldı. Hilâfet makamı hemen bir ruhanî

kuvvet sayılacak hale gelmiş ve bazı zorbalar hutbe de

de adını hâlifeyle bir tutmuştur.

Şöyleki islâm milletleri medeniyetten hoşlanarak

zevk ve safaya dalınca memleket idaresi maarifi ayakta

tutmak sanayi ve ticaret işlerine bakaD. olmadığından ön-

celeri olduğu gibi düşmanla savaşıp memleket alma fik-

ri de kalmadığından, askerî işlerde gevşeklik ve görme-

mezlik olup yalnız İstanbul Kayserliği ile hudud üzerinde

bazı çatışma olayları oluyordu.

Harun-ur Reşîd'in oğlu Me'mun, halîfe'nin uygarlı-

ğı kolaylaştıran ve ilerleten, bilim ve maarifin ayakda

•durmasını çalışmaları öğülmeye değer şeyler olduğu hal-

de memleketçe büyük bir hatâ işlemişdirki, kardeşi E-

min'i öldürdü diye katili Tahır adlı kimseye mükâfat ola-

rak idare merkezi Nişabur olan Horasan vilâyetini baba-

dan oğula miras olacak şekilde tevcih eylediğinden diğer


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin