ler. Halîfelere mahsus eski biçim bayraklar ve ay âlemli
siyah ve yeşil sancaklar giderek, Sofî tarikatı şeyhlerine
kalıp cami ve tekkelerde bulunarak büyüklerin cenazeleri
önünce götürülür ve Âşûre ve diğer meşhur günlerde açı-
lırdı. Dünyanın işi böyledir. Hangi milletin kuvvet ve
Şevket'i kaybolursa onun ve sair şöhreti olan resim ve
eserleri de terk edilir ve itibarı kalmaz.
İlk defa bağlanan Liva-i beyza yerine Devlet-i âliyye
de vezirlerin yörük bayrağı kullanıp, Issabe ve Şatfa ye-
rine büyük sancak kullanılmıştır. Ve tuğ hususuna fazla
değer verilip Ümeraya ve Beylerbeyi olanlara iki ve Vezir-
lere üç ve Padişah'a da Dokuz tuğ tahsis kılınmıştır.
Ogün, bugün böylece bilindiği gibi kullanılır.
Yakın vakitlere kadar tuğ ve âlem hususunda Dev-
letin usulü anlatıldığı gibi Vasıf efendinin açıkladığı gibi
olup sonraları Nizam-ı Cedîd'in kuruluşunda adı geçen
Tisuller toptan kaldırılmıştır.
Şöyleki Paşalara tuğ verilmesi bütün bütün kalkıp
bayrak ve sancak hususunda olagelen usûl ise herkesin
bildiği gibidir, anlatmağa değmez. Biz yine sadede gele-
lim.
Gazi Osman Şah hazretleri gidişata ve geçmişe göre
metbuu olduğu Selçuk Devleti'nin yakında sönüp batması
yaklaşınca Rumlar arasında mezheb kavgaları çıkarak iç-
lerinde Devlet idaresi düşünceleri atılıp, bir tarafa bıra-
kılmış olduğuna göre istanbul İmparatorluğunun da ön-
ceden düşünen bir görüşle meydanı kendisine açık ve mü-
)
56
AHMED CEVDET PAŞA
sait görmüş ve sarsılan bu iki Devlet arasında, bir hakikî
birliğin kuruluşuna etrafı teşne görmüş bir taraftan da
aldığı doğru tedbirler ile başlayarak bu iki doğru ve sağ-
lam yolda, sağlam bir sonuç elde edilmesini yani bağım-
sız bir hükümet kurulmasını ve bunun lüzumlu sebeplerini
toplamağa eğilmişdi.
Yukarıdaki gibi. 699 hicrî senesinde Selçuk Devleti
batınca her eyâlet ve sancak, vali ve beyleri bağımsızlık
sevdasına düştükleri zaman, Osman Gazi hazretlerinin
adına Bursa Yenişehrinde bir hükümdarlık hutbesi okun-
muştur.
DÖRDÜNCÜ BOLUM
(Devlet-i Âliyyenin değişik durumumu anlatır)
Osmanlı şeceresinde asılın aslı Osman Gazi hazret-
leri yirmibir sene süren hükümeti müddetinde kâh kendisi
Gazaya giderek ve kâh oğlu Gazi Orhanbeyi Baş kuman-
danlıkla göndererek, İmparatorların Anadolu canibindeki
memleketlerden çok yerler aldı. Ve bu yeni memleketlerde
Selçuk Devletinin yıkıntıları üzerine kurulan devamı ebe-
dî Devlet-i Âliyyeyi tesis edip gitti.
Orhan Gazi hazretleri, 726 Hicrî tarihinde Bursa'yı
fethettiği esnada babası Cennet yoluna girmekle onun ye-
rine Osmanlı tahtına geçip. Bursa'yı payitaht yaptı. Kar-
deşi Alaettin Paşa'yı vezir yapıp kendisi memleketler fet-
hetmeğe uğraşmakta iken o da askerî nizam ve saire'yi
tesis ile meşgul oldu. Orhan Gazi hazretleri, Anadolu ya-
kasından nice memleketleri feth ile Osmanlı memleketle-
rine kattıktan başka büyük oğlu Süleyman Paşayı, Rumeli
yakasına geçirerek Gelibolu taraflarını feth ve Avrupa yo-
lunu açmıştı.
Süleyman Paşa, Rumeli yakasında Cihâd ve gaza ile
meşgulken öldü. Arkasından Orhan Gazi hazretleri de
Dâr-ı Beka'ya göç edince, küçük oğlu Hüdavendigâr, yani
birinci Murad hazretleri tahta geçti ve Anadolunun çok
yerlerini ve Rum elinde Edirne, Filibe, ve Silistire gibi
kale ve memleketleri Osmanlı mülküne kattı. 792 Sene-
sinde Gazi Hüdavendigâr hazretleri ölünce oğlu Yıldırım
Bayezid Han tahta geçince pek çok fütuhata mazhar ol-
58
AHMED CEVDET PAŞA
du. Babasına ve cedlerine emir denilirken Mısır'da bulu-
nan Abbasî halîfesi tarafmdan kendisine, Sultan-ı iklim-i
rum unvanı verildi. Ve zamanında Devlet-i Âliyye pek
çok genişleyip kuvvet buldu.
İşte Devlet-i Âliyyenin birinci devri budurki, bir san-
cak beyliği şeklinde iken yüz sene içinde kendini göste-
rerek Allanın takdisine mazhar olmuş, islâmın öncülüğünü
yapan Osman Gazi hazretleri ölüm döşeğinde oğlu Orhan
Gazi hazretlerine üç vasiyet etmiş. Şöyleki evvelâ, her
hususda kanunlara uyarak itaat ile mühim Devlet işlerini
ehil ve erbabı ile konuşasm.
ikincisi, halk ve yöneticilere makam ve rütbelerine
göre ikramda bulunup nimetler veresin, hususiyle İslâm
dîninin duacıları olan değerli ilim adamlarına hürmet ede-
rek (Hayrünnasi men yenfaünnase) sırrına mazhar olasın.
Üçüncüsü, çünkü benden sonra emirlik makamına
geçeceksin bu makamın erkân ve levazımından olan
(Etta'zımü li emrillâhi veşşefkatû alâ halkillâh) mukade-
mesi yolunda git ve Allah kelimesini yükseklere çıkarmak
için arayıp bularak fi sebil-ullah cihâd ve gazaya kendi-
ni verip çalışasm, demiş olduğundan kendinden sonra ge-
lenleri de bu şahane güzel ve doğru yolu tutarak önce is-
lâm memleketlerinde ortaya çıkan zulüm ve cusüm usulle-
rini kaldırıp dinî doğru ve âdil hareketi uygulayarak tam
şeriatın yüksek emirlerine yakışır şekilde icraata devam
ve ikdam eylediklerinden, az vakit içinde böyle bünyesi
kuvvetli ve sağlam surette yükselerek muhkem ve metin
olarak kurulan erkân ile bir Devlet-i Âliyye vücuda gel-
miştir.
Ve o zaman bir yerde muvazzaf ve eğitim görmüş as-
ker yokken Devlet-i aliyede muntazam ve o aşıra göre
eğitim görmüş asker icad olunmuşdu. Şöyleki yeni fetho-
lunan yerlerin ekser arazisi timar olarak Gaza yapanlara
taksim olunup geri kalanı [Has] itibar olunarak bundan
TARİH-İ CEVDET
59
kumandanlara hisse çıkarıldıktan sonra kalan da [Hass-ı
Hümâyûn namiyle devlet hazînesine bırakılırdı.
Bu cihetle Osmanlı memleketleri büyüdükçe tımarlı
süvarisi de çoğalarak artmakda silâh kullanmakta ve bi-
niciliğin bütün hünerlerinde maharet kazanarak birbirle-
Tİne bakarak at ve silâhın en iyisini kullanmayı hevesle
isteyen adamlar olarak o zamana göre gereği gibi disip-
linli ve işe yarar süvari olup sancak beyleri eliyle sefer
ederlerdi.
Orhan Gazi zamanında Türk çocuklarından muvazzaf
yaya askeri de tertip olunmuşdu. Sonra Hıristiyan çocuk-
larından «devşirme yeniçeri» tanzim olunduki bunlar kü-
çük iken alınıp terbiye olundukdan sonra yeniçeri ortala-
rına katılırlar, muvazzaf ve daima kışlada kalan cesur ve
harpçi, itaatli, verilen emri yapar, seçkin piyade askeri
idiler.
Ve [Müsellem] adiyle asker şevkinde «baltacılık» ve
«arabacılık» eden vergiden muaf köylüden bir nevi asker
daha tertip olundu ki, icabederse bir sancak beyinin mai-
yetiyle sefer etmek üzere tekâlifden muaf olurlardı.
Tımarlı süvari tımarlarının bulunduğu sancak dahi-
linde kendi topraklarında yerleşmek şart olduğundan ye-
niçeriler gibi muvazzaf ve daima emire hazır durumda bir
nevi süvari olmak üzere Hüdâvendigâr Gazi hazretlerinin
zamanında Sipahî bölüğü icad ve sonrada Silâhtar bölüğü
ortaya çıkarıldı. Kapıkulu denilen, Ulûfeli, askerin piya-
desi Yeniçeri olduğu gibi, süvarisi de işte bu bölüklerdir.
İşte bu süvari bölükleri de yeniçeriler gibi devşirme nefer-
lerin seçkinlerinden ve muharebelerde alınıp Saray-ı Hü-
mâyûnda ve Ümera ve Vüzera dâirelerinde terbiye olu-
nan esirlerin çocuk olanlarından tertip olunurdu. Yıldırım
Bayezid zamanında, askerî eğitim usûlü icâd olunarak ge-
rek piyade ve gerek süvari askerinin eğitimine ihtimam
olunmuştur.
60
AHMED CEVDET PAŞA
Osman Gazi hazretlerinin zamanındanberi İstanbul'un
fethi Osmanlıların tamahla gözünde olup, Yıldırım Baye-
zid Han ona kuvvetle yaklaşmıştı. İşte o sırada Ti-
murlenk yediyüzbin askerle Devlet-i Âliyye üzerine, ta-
arruza geçince Yıldırım Bayezid Han da karşı çıkdıkda
Allanın hikmeti, yenilip esir düşmüş ve kederinden hasta-
lanarak 805 Hicrî senesinde vâsıl-ı rahmet-i rahman ol-
muştur.
Osmanlıların kısa zamanda yükselip kuvvetlenmesi
Avrupa devletlerini kuşkuya düşürdüğü halde Yıldırım
Bayezid'in böyle kazaya uğraması onları sevindirdi.
Hattâ Fransa Kralı Timur'un muzafferiyetini tebrik et-
miş o da ona Farsça yazılı bir cevap yazmışdı ki tercü-
mesiyle beraber cildin sonunda (2) sayı ile açıklan-
mıştır.
Yıldırım Bayezid'den sonra oğulları birbirleriyle uğ-
raşarak Saltanat-ı Seniyye de bir sene karışıklık ve dur-
ma oldu. Öyle acı bir darbe üzerine başka devlet olsa
çoktan mahvolurdu. Lâkin Devlet-i âliyyenin esası ku-
ruluşu pek metin olduğundan ayakda kaldı ve Çelebî Sul-
tan Mehmed Han Hazretleri kardeşlerine galebe ile ba-
ğımsızlığa kavuşdu ve yeniden devletin sağlamlığı sebep-
lerini ve noksanları tamamlamakla Devlet-i âliyye, az za-
man sonra eski seviye ve haline geldi. 824 Hicrî senesin-
de ölünce yerine oğlu Sultan İkinci Murad tahta geçti.
Onun zamanında Devlet-i âliyye bir mertebe daha kuv-
vetlenip genişledi.
855 tarihinde ölünce yerine oğlu Ebül - Feth Sultan
İkinci Mehmed Han Hazretleri tahta geçti. O zaman Rum-
lar arasında mezheb kavgaları çıkarak İstanbul Impara-
toraluğuna düşkünlük ve kuşku gelmiş ve İmparatorluk
Devleti, bir kuru gösteriş ile görünüşde, merasim ve âdet-
lerden ibaret kalmışdı. Hattâ Sultan İkinci Mehmed Haz-
TARİH-I CEVDET 61
retleri (Boğaz Kesen) Kalesini yapıp İstanbul boğazını
tutunca Rumlar geleceklerinden korkarak, ne yapacak-
larını bilemedikleri sırada, Ayasofya'da yaptıkları büyük
bir toplantıda merasimde, sen ileride ben geride dâvâsiy-
la kavga ederek birbirlerinin başlarına sandalya vurduk-
ları söylenir. Şu hale göre İstanbul'un daha önce fethi
mümkün iken bazı, zaman aksaklığından ötürü bu emel
bağı gecikip düğümlemiş, nihayet Ebül - Feth İkinci Meh-
med Han Hazretlerinin öğünülecek zafer ve yüksek him-
metleri ile kaybolup gitmiştir. Şöyleki İkinci Mehmed Han
Hazretleri 857 Hicrî senesinde büyük bir ordu ve büyük
toplarla Edirne'den gelip İstanbul'u fethetmiştir. İşte
Devlet-i âliyye şimdi asıl merkezini bulmuş ve Fatih haz-
retleri saltanatına böyle bir memleket katmakla hakika-
ten mülk-ül mülûk oldu. Bir milletin mutluluğu birlik ve
beraberliği ile, iyi ahlâk kurallarının hayırlı bir neticesi
olup, bu mesele ile müspetdirki, Osmanlılar Anadolu'nun
bir köşesinde, küçük bir topluluk olup, rumlar gerek ma-
lî kuvveti, gerek Devlet bilgileri ile onlara üstündü. Hat-
tâ İstanbul'un fethinden sonra Avrupa'ya dağılan rum-
lar oralarda bunu anlatmışlardır. Lâkin içlerine düşman-
lık, ayrılık, ahlâk düşüklüğü girmiş olduğundan bilgin
oluşu, malî kuvveti kendilerini kurtaramayıp Osmanlı-
ların mağlubu ve mahkûmu oldular. İstanbul'un coğrafî
durumu ile dünyanın kritik bir noktası olarak burada bu-
lunan devletin değerlerine üstünlüğü ve onları yenmesi
geçerlidir.
Napolyon Bonaparte'ın dediği gibi: «Eğer dünya bir
hükümet olsa idare merkezi İstanbul olmak lâzım gelir»
Binaenaleyh İstanbul fetholunduktan sonra Devlet-i
âliyye, asıl merkezinde yerleşip oturmakla, yükseliş ve
saltanatı en yüksek seviyeye kadar götürüp, az zaman
içinde, diğer devletlere galip gelme imkânlarını tamam-
62
AHMED CEVDET PAŞA
lamıştır. Eğer İstanbul fetholunmasaydı Devlet-i âliyye
bu kuvvet ve kudreti elde edemezdi. Osmanlı sultanlarının
bu ince noktayı bilmeleri ve anlamaları dikkat çekici ve
(Letiıftehan - nel Kostantiniyye veleni'mel emîrü emîrüha
veleni'mel ceyşi zatfkeî ceyş) hadis-i şerifi bu nükteye
işarettir. İstanbulun fethinden sonra Devlet-i Âliyye az
manda mükemmel bir donanmaya kavuşdu. Fatih haz-
retleri Kırım'ı ele geçirdiği gibi Avrupa ve Asya kıt'ala-
rında daha birçok kaleleri ve memleketleri Osmanlı mül-
kü içine kattı.
Bilim ve maarif erbabına pek ziyade bağlanıp saygı
duyduğundan her tarafdan ilim sahibi ve yetişkin kim-
seler akın edip İstanbul'a geldikleri için İstanbul o asrın
başta gelen darülfünûn'u oldu.
Fatih hazretleri 886 Hicrî senesinde ölünce yerine
oğlu Sultan Bayezid Han hazretleri tahta geçti. Onun za-
manında da bazı kale ve yerler fethedildi. Çelebi Sultan
Mehmed'in zamanından bu zamana kadar yüz sene içinde
. Devlet-i âliyye'nin sindirici kuvveti ve parlak geleceği bü-
yük ölçüde arttı. Kapıkulu denilen muntazam ve eğitim
görmüş askerin piyadesi olan yeniçerilere yeniden (top-
çu, kumbaracı ve arabacı, lağımcı ve cebeci) bölükleri
katıldığı gibi, süvarisi olan sipahi ve silâhdar bölükleri-
ne dahi Ulûfeciyan-i yemin ve yesâr ve Gureba-yı yemin
ve yesar adiyle dört bölük ilâve edildi. Tımarlı eyâlet as-
kerleri ise günden güne büyük bir intizam içinde çoğaldı.
Bunlardan başka Devlet'in Rumeli'nde (Akıncı) adiy-
le bir nevi hafif süvarisi vardı ki ordu hududa varmadan
önce düşman memleketlerine girip yağma ve çapul edip
düşman hazırlığını önleyip şaşırtırdı. Kısacası Devlet-i
âliyyenin tamam yükseliş ve ilerleyiş devri idi. Lâkin yüz
sene insana bir uzun ömür olduğu gibi devletler içinde bir
devir olup, ihtiyarlık vaktinde insanın asabına zaaf gel-
)
TARİH-İ CEVDET
63
diği gibi zaman geçtikçe hükümetlere de yorgunluk gel-
mek bilinen şeylerdir. Ve ilk devrin sonunda dördüncü
Padişah olan Yıldırım Bayezid zamanında devlete gevşek-
lik geldiği gibi işte bu ikinci devrin sonunda dördüncü pa-
dişah olan ikinci Bayezid zamanında da fütuhatça bir az
durgunluk gelmişti.
(918) Hicrî senesinde Sultan İkinci Bayezid Han haz-
retleri saltanattan çekilerek yerine oğlu Sultan Selim Han
hazretleri başda kahraman görünüşü ile fütuhat fikirle-
rini tazeledi ve İslâm'ın şan ve şevketini en yüksek dere-
ceye çıkardı.
Şöyleki Timur'dan sonra İran dolayında bir müddet
onun evlâdı, Kara Koyunlular, Akkoyunlular ve Özbek-
ler hükümet edip bu esnada Safevî şeyhliğini şahlığa de-
ğişmek niyeti ile meşihat ve irşad yolunda günden güne
mürîdleri ve kendine bağlı olanlar artarak nihayet Şah
îsmail-i Şafevî bir şeyhin oğlu iken İran şahı olup Şi'î
mezhebini yayma amacı ile toplumunu genişletmiş ve şark
dolaylarını zaptedip ele geçirdikten sonra Timur duru-
munda olduğu gibi davranarak kendine göre Üsküdar'a
kadar gelip bütün Anadolu'yu zaptetmeyi düşünmüş ve
kurmuş. Halbuki Devlet-i âliyye kararlı ve kuvvetli bir
idareye kavuşmuş ve Yavuz Sultan Selim gibi nadir ye-
tişir devlet adamının heybetli zamanında bulunduğunu
anlayıp önceden durumu kestirememişti. Onun gelme-
sine bakmadan Yavuz Sultan Selim Han ordusu ile va-
rıp Şah İsmail'in ordusunu bozup dağıttı ve İran diya-
rını, Gürcistan ve Kürdistan'ı, ayakları altında ezip talan
etti. Şah İsmail de böyle bir sonsuzluğu olan devletin ya-
nı başında diğer bir islâm hükümetinin yaşayamıyaca-
ğını düşünüp anladıktan sonra mezheb ihtilâfına çare
bularak İran diyarında şiî mezhebini öne sürüp bu Sa
fevî devletini kurmuş ve İslâm milleti arasına büyük bir
64
AHMED CEVDET PAŞA
ayrılık bırakıp gitmiştir.
Adı geçen olayda Çerkez devletleri bayağı şah İs-
mail tarafdarı bulunduğundan Mısır üzerine ordu ile ha-
reket kararlaşdığı sırada Mısır Sultanı olan Gavrî de Şah
İsmail gibi Rum diyarına yayılma düşüncesine kapılıp
ancak onun gibi Üsküdara kanaat etmeyip daha var-
mak gibi olmayacak hayallerle İstanbul'un kuşatılıp ezil-
mesine lâzım gelen mühimmat ile parayı da toplamışken
zafer yerinin eşsiz büyüğü, Yavuz Sultan Selim Han haz-
retleri ordusu ile Haleb havalisinde Çerkezlerin ordusu-
nu karşılayıp şiddetli bir muharebeden sonra Sultan
Gavrî maktul ve Mısır askerleri atların altında ezilince,
Padişah Kölemenlerin peşine düşerek, Şam diyarını ve
arkasından (Fatihi memalik-ul arab) Mısır dolaylarını
ve hicazı feth ile Hâdim-ul Haremeyn - üşşerifeyn unva-
nını İslâm Halîfesi lâkablarmı Osmanlı Devleti adına
ilâve etti. Hilâfetin belgesi olan Peygamberimize «aley-
hissalatü vesselam» ait mübarek şeyleri İslâm'ın salta-
nat merkezi olan îstanbula getirdi. Ve Saltanat ve hilâ-
feti toplamakla Devlet-i âliyye geleceği en yüksek seviy-
yeye ulaşdı. îslâm milleti tazelenerek yine beraberliğini
kurdu. Bir devletin genişliği ve sağlamlığı asıl halkının
büyüklük ve kuvvetine göre olmak gerektir.
Devlet-i aüyyenin asıl hamuru ve mayası ilk başlan-
gıçta bir kabileden ibaret ise de Selçuk devletinin bat-
ması sebebi ile Anadolu yakasında bulunan Türkler soy
birliği ile hep bu hamura karışıp bu mayaya dönüp hep-
si Osmanlı olduğundan Devlet-i âliyye katılan Türk top-
lumları ile epeyce kuvvetlenmiş ve Osmanlı Devleti bü-
yük bir Türk devleti olmuşdu. Halbuki ona müslüman
olanlardan o kadar insan katılmıştı ki, hakikate bakılır-
sa Türk, Rum ve diğer kavimlerden karmaşık büyük bir
devlet olmuşdu. Sonra Yavuz Sultan Selim Han Hazçet-
TARİH-İ CEVDET
65
leri yukarıdaki gibi hilâfeti de üzerinde toplayınca bü-
tün müvahhidîn, bu İslâm devletinin ayrı toplumlarından
sayılmak lâzım geldi. Fakat Şah İsmail karışıklığı çıkın-
ca İslâm milleti arasına ayrılık düşerek, İran ahalisi bu
toplumların dışında kaldıkdan başka, Osmanlı İmpara-
torluğu ile Maveraünnehir arasında ayırıcı bir hudud, o
tarafta bulunan Sünnîler bu tarafa karışmaktan uzak
ve mahrum kaldılar.
Şu halde Devlet-i âliyye'ye göre yapılacak iş Doğu'-
da, Batı'da Hind'de ve Sind'de hilâfetin birliği gerekçe-
siyle asıl topluluk olabilecek kuvvetleri bir araya getir-
mek suretiyle kendi büyük kuvvetleri* etkisinde bulun-
durmak şeklinden ibaretti.
İşte Yavuz Sultan Selim Han hazretlerinin fikirleri
bu idi. Hatta İranda henüz yerleşmekde olan şiî mezhe-
bi ve onun yöneticisi olan Safevî devletini yok etmek
üzere bir kere daha İran'a taarruz etmek isterdi. Lâkin
ömrü kısa olup, sekiz sene kadar bütün heybetli görünü-
şü ile saltanat ve hilâfetinde iken, mutluluk veren za-
manında Doğu ve Güneyi darmadağın ederek nöbet he-
nüz Batı ve Kuzeye gelmişken 926 senesinde (Ircii) em-
rine uyarak gitmiş ve oğlu Kanunî Sultan Süleyman Haz-
retleri hilâfet ve saltanat tahtına geçmiştir.
Sultan Süleyman Hazretleri de Doğu ve Batı'ya or-
dular göndererek ve başında giderek üçyüzaltmış kalenin
fethine muvaffak olmuş ve ilim ve maarifi öne alarak
ilim yolunu nizama koymuş, malî işleri ve diğer işler için
mükemmel kanunlar tertip ve gerek «Kapıkulu» denilen
askerleri ve gerek «Tımarlı eyâlet» askerlerini çoğalta-
rak kanun ve nizamlarını da kanun hükmünde tamam-
layıp bu cihetle kanunî diye şöhret bulmuşdur.
O zaman Avrupanın piyadesi, harb san'atını bilmez
F. 5
66
AHMED CEVDET PAŞA
bir takım dirinti asker süvarisi de hükümdarlar üe eşit-
lik iddia eden kumandanlara bağlı intizamsız askerler ol-
duğu halde, Devlet-i âliyye böyle disiplin ve o vakte gö-
re eğitim görmüş piyade ve süvari askerler çoğunluğuna
mâlik olmakla, şevket ve satveti bütün dünya dolayları-
na velveleli dehşet ve korku salmıştı. Gazi Padişah Haz-
retleri (936) tarihinde Avusturya başşehri olan (Beç)
yani Viyana şehrini kuşatıp şiddetli muharebelerden son-
ra kışm yaklaşmasından dolayı kuşatmayı bırakıp, dön-
müştür.
Devlet-i aliyyenin Deniz Kuvvetleri de o devirde en
yüksek mertebeye ermişti ki, ayrı fasılda anlatılacağı gi-
bi, Devlet-i âliyye donanması o zamanın bütün Avru-
pa donanmalarına üstün olup ve o vakit kaptan-ı Derya
olan meşhur Hayreddin Paşa baştan başa Avrupa kıyı-
larına dehşet vermiş, gün görmüş değerli, insan olarak
gelmiş geçmiş denizcilerin en mükemmeli denilmeğe lâ-
yıktı. Bu veçhile Devlet-i aliyye donanması Akdenizde
mutlak galip olduğu halde Kızıldenizde ve Umman su-
larında başkaca donanmaları dolaşıp Yemen ve Hind kı-
yılarında da nüfuzu geçerli idi.
İşte o devirde Almanya , İmparatoru her taraftan
Fransa'yı kuşatıp; baskı altında bulundurduğu için Fran-
sa kiralı Fransuva onunla yaptığı muharebede mağlûp
ve esir olunca Sultan Süleyman'dan kendisine yardım et-
mesi için 931 senesinde orta elçi ünvaniyle, Covani Fran-
çiyani, İstanbul'a gelip Sultan Süleyman'ın verdiği ce-
vapla geri dönmüşdür. Bu name-i Hümâyûn sureti cildin
sonunda (3) rakamiyle açıklanmıştır.
(933) senesinde Sultan Süleyman Hazretleri ordusu
ile Macaristan'a girmiş ve üç sene sonra Viyana üzeri-
ne yürümüşse de o sırada Francois, İmparator ile sulh
akdetmişti.
TARİH-Î CEVDET
67
Ondan sonra da Francois gönderdiği elçilerle yardım
istemekden geri kalmamış ve aşağıda anlatılacağı gibi
Hayrettin Paşa 950 tarihinde Donanmayı Hümâyûn ile
Fransa imdadına gönderilmişti. Sonra yine Fransa dev-
leti tarafından Sefir-i mahsus gönderilerek yardım isten-
miş Sultan Süleyman Hazretleri ise o anda şark seferin-
de bulunmakla İstanbul Kaim-i makam'ı olan Vezir'i
İbrahim Paşa tarafından sefire yapılan konuşmanın
saltanat-ı seviyyenin o zaman garp dolaylarında olan nü-
fuz Ve satvetinin derecesini anlatır olmakla sureti cildin
sonunda (4) rakamı ile açıklanmıştır.
Durum Sultan Süleyman'a bulunduğu yerde bildi-
rilince ordusu ile Tercan sahrasında bulunduğundan ora-
dan kaptan-ı derya Piyale beye Donanma-yı Hümâyûn
ile Fransa'nın yardımına gitmek üzere bir kıt'a ferman-ı
âli yazıp gönderdi. Sureti cildin sonunda (5) rakamiyle
açıklanmıştır.
Velhasıl Sultan Süleyman Hazretleri babasının dü-
şünüp yapmak istediklerinden çoğunu yapmış mutlu ve
güzel zamanı Devlet-i aliyyenin en parlak ve şanlı za-
manı olarak, o devirde pırıl pırıl doğan büyük olaylar
ve mühim icraatı sahife köşelerine sığmaz.
Fakat yukarıda söylendiği gibi Yavuz Sultan Seli-
min tuttuğu yol ilk önce İslâm memleketlerinin bir nok-
tada toplamak ile İslâm kuvvet ve şevketini büyüttük-
den sonra, Batı ve Kuzey'e yönelmek niyetinde iken, on-
dan sonra bu ince noktaya lâyikiyle uyulmayarak, çoğu
zaman Macaristan tarafı ile uğraşıldı. Vakıa Devlet-i
âliyyece iç ve dışta pek çok şanlı işler görüldü. Nice ye-
ni memleketler feth olunarak Devlet-i aliyye hududları
genişletildi. Lâkin asıl toplulukların bu yeni memleket-
leri kucaklayacak ve elde tutacak tahammülü olmadığı
için az zaman içinde hepsi elden giderek Devlet-i âliyye
68
AHMED CEVDET PAŞA
asıl bulunduğu yere yani Yavuz Sultan Selimin yüz yı-
lında elde ettiği kuvvet ve genişliğe dönmüştür. Ama
Yavuz Sultan Selimin tuttuğu yolda devam edilmiş ol-
saydı Devlet-i âliyyenin kuvveti ve büyüklüğü pek baş-
Dostları ilə paylaş: |