Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə9/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   44

kak olup kırkiki satır adı verilen ve kimin bastığı ve ne-

rede basıldığı yazılmayan Incil-i Şerifin bu matbaada

basıldığı umumî söylentidir. Hele (855) senesinde bera-

ber bulunduklarına hiç şüphe olmayıp birisi tahta üze-

rine hurufat oyup diğeri ufak ufak tahtalardan harfler

yaparak üçüncüsü de dökme harfler ile olmak üzere üç

türlü baskı icad etmişlerdir.
Adı geçen Fost, Mayans'da doğmuş kuyumculuk

san'atı üe meşgul olarak servet sahibi olmasıyle asıl icad

edeni Gütenberg'e bazı rivayete göre akça, bazı söylen-

tiye göre san'at ve maharetçe epeyce yardımı olmuştu.

Ancak (860) senesinde aralarında anlaşmazlık çıkarak

•şirketleri dağılması Fost'un vermiş olduğu akça'ya mu-

TARİH-İ CEVDET

105


kabil Gütenberg şirkette olan hissesini ona terketmeye

mecbur olduğundan bazı ileri gelenlerin yardımı üe, di-

ğer bir matbaa kurup bazı kitaplar basmış ve (873) se-

nesinde Mayans'da ölmüştür.

Ama Fost matbaayı tamamen ele geçirdikten sonra

Petros Şofr ile şirket kurarak adı geçen matbaayı işlet-

meye başlamışlar ve (862) hicrî senesinde, yani: (1457)

müâdî senesinde Zebur'u basmışlardır. Tarihli olarak

basılan ilk kitab budur. Adı geçen Şofr Darmstad köy-

lerinden (Kerneshaym) adlı köyde doğmuş ve yazıcılık

ile iştigal ederek (853) hicrî senesine kadar Paris'te

oturmuş, sonra Mayans'a gelip Gütenberg ile Fost'un

matbaasında çalışmış sonra da Fost'un ortağı ve dama-

dı olmuştur. Çünkü Şofr gayet zeki ve buluşlu bir adam

olup Gütenberg ile Fost'un matbaasında harfleri damga

gibi yapıp da baskı yaparlarken Şorf o damgayı kalıp

yapıpda onunla harf dökmeyi icad etmekle, matbaa san'-

tmdaki noksanı tamamlamış olmakla bû icadından Fost

ziyadesiyle sevinerek kendisine ortak edip, kızını vererek

damad yapmıştır. Bu yeni harfler ile bu matbaada (864)

de Durandi adlı yazarın kitabını ve (865) de Klemandis

nizamatını ve (867) de tarihli olmak üzere ilk defa Lâ-

tince olarak Tevrat-ı Şerifi basmışlardır. Söylentilere

göre matbaanın mucidi Gütenberg ise onun tamamlayı-

cısı Şofr olup, lâkin bazı tarih yazarları bu san'.atı îcad

eden, Hollanda şehirlerinden Harlemli Loran Koster ad-

lı kimsenin matbaayı, îcad eden olduğunu ancak Ameri-

ka'yı keşfeden Kristof Kolomb adlı deniz seferleri ya-

pan, yânî seyyah iken ondan sonra çoğunlukla o tara-

fa sefer eden Amerik'e verildiği gibi, Loran Koster'in

de böylece j,dı unutulmuş ve böylece Gütenberg ile Fost

üstad olmuşlardır.

Şöyleki, Loran Koster birgün dağda gezerken ağaç
106 AHMED CEVDET PAŞA

kabuklarından bir takım harf şekilleri yapıp bunlarla

bazı şiirler basmış ve sonra damadı ile birlikte çalışarak

bir nevi sabit mürekkep de îcad edip bir kitab basmıştır.

Sonra harf şekillerini kurşundan ve sonra daha daya-

nıklı olmak için kalaydan yapıp ve bir takım amele top-

laviD baskı san'atmı meydana koymuş ve fakat bum/

ameleden gizli tutarmış. İşte Fost bu amelelerden bir*

iken bu sırrı öğrenmişse de gizli tutması için, yemin eP

tirümisti. Lâkin bir gece Loran Koster, kilisede ken Fost

matbaa aletlerini alıp kaçar ve bir zaman Amsterdam ta-

raflarında vesair yerlerde dolaşmış nihayet Mayans şefe

rinde oturup (846) hicrî senesinde bu yerde bir kaç kitap

basmıştır. Sonraları Gutenberg ve Sofr ile şirket kura-

rak (855) senesinde bu san'atla iştigal etmişlerdir Bu

söylentiye göre matbaacılığın asıl mucidi Loran Koster

olarak Gütenberg ile Fost ise yayılma ve yayında hiz-

met etmişler demek olup, ancak eski vakitlerde de bas-

macı kalıbı gibi bazı aletler baskı için kullanılmıştır.

Mühür kazmak bu kabilden eski bir sanattır. Ama mat-

baacılık bu demek değildir, belki îcad edilen harfleri bir

araya getirip çözmekten ibaret olduğuna göre, Loran

Koster'in bulduğu da bunlardan hangisidir bilinemedi-

ğine göre, matbaacılığın îcadı yine Gütenberg'e isnad

olunmak lâzım gelir.

Hernehâl ise fen de matbaacılık herkes tarafından

kabul edildikten sonra, bunu ilk defa Çinliler veya En-

dülüs arabları bulmuş diye bazı söylentiler çıkmışsa da

doğruluğu belli değildir.

Ancak tahtadan yapılmış harf şekilleri ile bazı mat-

baa işleri Çin'de ve Japonya'da, binaltıyüz senedenberi

yapılırmış ve Yunan'lılar ile eski Romalılar zamanında

da varmış. İtalyada, Napoli civarında (Herkülamim)

adlı harabede, bu yolda basılmış davet tezkereleri basıl-

mış diye bazıları matbaacılık ve baskı san'atını evvel-

TARÎH-Î CEVDET

107

den de varmış derlerse de daha önceleri kalıp ve yüzük



kabilinden olup, harfleri toplayıp eleştirmekden ibaret

baskı fenninin asıl icad edeni, Gütenberg olmak gerekir.

Kısaca baskı san'atı Mayans'da meydana çıkmış ve

(867) senesine kadar, belirtildiği gibi yürütülmüştür.

(867) de, Mayans yapılan bir muharebe sonucu işgal

edilince, matbaalar harab olmuş ve baskı işi bir müddet

askıda kaldıktan sonra diğer yerlerde de duyulup her-

kes tarafından kullanılmağa başlamıştır.

Bu olaydan sonra Fost ile Şofr iki sene kadar zaman

içinde güç hâl ile matbaalarını açıp ondan sonra da iki

sene kadar bazı kitaplar basmışlardır.

(871) de Fost Paris'e gidip basılmış Tevrat nüsha-

larını satınca «bu adam sihirbazdır nüshalarda kırmı-

zı ile yapılmış resimler insan kanıyla yapılmıştır» diye

birtakım geri kafalılar, hakkında iftira edip hapse at-

tırmışlardır. O vakit Fransa kralı olan onbirinci Louis

bu sanat'ın zuhurunu merak edip sırrını keşfetmek şar-

tiyle onu hapisden çıkarmışsa da çok geçmeden aynı se-

ne içinde Fost vebadan Paris'te öldü. Mayans'daki mat-

baa bütün bütün damadı olan Şofr'a kalıp onu uzun

müddet çalıştırmıştır (908) tarihine kadar basmış ol-

duğu kitaplarda ismi yazılı olup (909) senesinde bu mat-

baada Hikmet'e dair basılmış olan bir kitapda oğlu olan

Jean Şofr isnn görüldüğünden (909) da öldüğü yorum-

lanmıştır.

Mayans olayından sonra matbaacılık başka yerle-

re de yayılarak ilk önce İtalya'da, sonra Fransa'da gö-

rülmüştür. Fakat, Fransa'da kısa zaman içinde pek zi-

yade revaç bulmuştur. Zira onbirinci Louis çok titiz ve

gaddar bir adamdı. Fakat Mayans'dan üç kişi getirtip,

kitap bastırmağa başlamakla matbaacılığın revaç bul-

masına ve yayılmasına hizmet etmiştir. Matbacılık ya-

yılınca, el yazısı tutulmaz oldu. Bu durumun menfaat-
108

AHMED CEVDET PAŞA

lerini korumak için herkesi ve ahaliyi kandırıp karış-

lerfini korumak için herkesi ve ahaliyi kandırıp karış-

tırınca bir takım geri düşünceliler toplanıp bu üç kişi-f

yi de sihirbazlık ile suçlayıp matbaacılıktan men etmeğe

ve cezalandırılmalarını istida eder matbaa ve malları

ellerinden alınsın diye Parlamento'dan da bir ilân aldık-

ları halde, onbirinci Louis bu san'atı yanma ve himaye-

sine alarak bu üç kişiyi kurtardıktan başka birtakım

imtiyazlar da vermiş, ondan sonra gelen onikinci Louis

de matbaada baskı yapanlardan başka mücellidlere ve

hizmet edenlere ve diğerlerine bile bir çok imtiyazlar

vermişdir.

Ondan sonra Fransa kralı olan birinci Francois de

kendinden önce gelenlerin verdiği imtiyazları tasdik ve

belki de arttırmak suretiyle matbaacılık çok çabuk iler-

lemişse de, Paris'te Sorbon Üniversitesi Profesörlerinin

şikâyetleri üzerine bu imtiyazları değiştirilmiş, bozul-

muş ve o vakit «Sansür» edilip önceden gözden geçirile-

rek baskı yapılması için müfettişler tayin edilmişti.
Matbaacılık İspanya'da da (876) tarihinde yayılmış

Rusya'da, ondan yüz sene sonra başlanılabilmiştir. İn-

giltere'ye de (876) tarihinde birisi matbaa harfleri gö-

türmüş ise de yapılıp kullanılması İngiltere hâkimleri

ile subayları yasaklamışlardır. Sonra Norveyk şehrinde

bir matbaa kurulmasına ön ayak olanlar olmuş ama bir-

takım kaba düşünceli herifler toplanıp «böyle faidesi

yok, zararı çok bir sanat buluşu uygun karşılanır mı ?»

diye topluma yararlı, hayırlı işe Parlamento'dan yasak-

lanması için dilekçe verirler. Ama bu sıralarda matbaa-

cılık her tarafta meydan alıp ilerlemekte bulunmuş ol-

masıyla, azar azar her tarafta duyulup, sonra gelenler

maharetlerini göstererek harflere küçük ve iyice oku-

nur şekiller vererek en yüksek dereceye erişmiş ve hu-

TARİH-İ CEVDET

109


susiyle bin tarihlerinde Felemenk'de basılan kitaplar pek

ziyade maarif sevenler için makbule geçmiştir.

İşin İbret verici tarafı ve görünüşü şudur ki :

Halk çocuk gibi menfaatlerini gözetemeyip içlerin-

den ileri ve seçkin yaşayışı olan kimselerin garaz ve

şahsî menfaatlerine hizmet ettiklerini bilmeyerek, Fran

sız hattatlarının tahriklerine kapılmışlar, kendilerinin

de menfaatleneceği büyük kazancı, kendileri yasakla-

maya çalışmışlardır. O asırda halkın yükselmesi oku-

ması düşünülürdü. Böylece kimse bunun önüne geçeme-

di. Matbaacılığın ortaya çıkması ile de maarif ve bilgi-

ler dağılıp genişleyerek bu makule garaz sahiplerinin

azıcık olsun tesiri kalmamıştır. Şark memleketlerinde

matbaacılığa İstanbul'da rağbet gösterilir, ama çok se-

neler sonra ilk adım atılmıştır. Eğerçi (Helyestevil -

Ya'iemuna vellezine Lâ ya'lemûn) ve (üllub-ul nıin el-

mehdi ilel Lâhdi) gibi, bunca âyetler hadisler ve eserler

olduğuna göre, böyle ilmin nurlarının yayılmasına yara-

yacak olan yardımcılara çabucak el atmak farz olan bir

borç ise de, vakit ve hâl iktizası o vakitler henüz Avru-

palılar ile yakınlık olmadığı için (Men arefe Lisane kav-

min emine min mekrihun) inceliğine kimse eğilmeyerek

ve(utlub-ul ilme velev kâne bis sun) yoluna gidilmeyip

böyle yeni çıkmış, Avrupa'yı nura kavuşturan bu yıldı-

rım ışığı şarka ve bize pek güç ulaştı.

İstanbul'da şöyle ortaya çıktı. Yirmisekiz çelebi de-

nilen Mehmed efendi Paris'e elçi gidince beraberinde oğ-

lu Sadaret mektubî halifelerinden sonra Sadrıâzam olan

Saîd Paşa da vardı. Saîd Paşa matbaanın menfaatlerini

görüp gözeterek dönüşlerinde bazı maarif sevenlerle bü-

yük kimseler, aralarında konuşup kabul ettikten başka

o vakit metematik fennini çok iyi bilen Engürüsi İbrahim

Ağa denilen Macarh İbrahim efendi, hünerli, hezarfen,
110

AHMED CEVDET PAŞA

zeki ve üstün değerde bir zat olup kendisinin hizmet ve

başarılarına mükâfat olmak üzere Dergâh-ı Alî mütefer-

rıkalığı ile doksandokuz akça tımar ihsan buyrulmakla

«İbrahim Müteferrika» diye anılmıştır.

Matbaaya dair onunla konuşulduğu zaman bu işi

bana bırakın sözde kalmaz ortaya çıkarırım der. Mat-

baanın yararlarına dair Lâyiha kılıklı bir risale kaleme

alır ve Damad ibrahim Paşa'ya takdim eder. Tefsir, Ha-

dîs, fıkıh ve kelâm kitaplarından başka lügat, tarih, tıp,

kozmoğrafya fizik ve Riyaziye kitaplarının basılmasına

izin istida ettiler. Bundan evvel matbaacılığın İstanbul'-

da îcadı konuşulurken, icrasında düşünceler tereddüt

ve helecan gelmiş, Said efendinin ısrar ve tasarısı bu işe

el atıp tutması ile (1139) senesi arasmda, Şeyhülislâm

bulunan Abdullah efendi vesair asrın bilginleri, yazılan

risale üzerine sözler söyleyip yazdıklarından başka Ab-

dullah efendi matbaacılığın yapılması için de bir kıt'a

fetvayı şerîf de vermiş ve istida gereğine tefsir, hadîs,

ve kelâm kitâblarmdan madasınm basılması uygun gö-

rülerek ruhsat verilmiş ve Said efendi ile İbrahim efen-

diye yukarı satırları Padişah tarafından yazılı bir

fermân-âli çıkarılmıştı.

Bunun üzerine artık İbrahim Efendinin azim ve him-

metine mani bir mahzur kalmayıp ve Said efendi de ser-

maye ile yardımda bulununca bu iki gayretli zat iki se-

ne kadar zaman harcayarak bir matbaa kurmuşlar, alet-

lerini malzemesini yapmışlar eşsiz harf kalıpları oyarak

kalıplar yaptırmışlardı. Basılmış kitap tashihi için de

İstanbul eski kadısı İshak efendi ve Selanik'ten işden el

çektirilmiş Sahib efendi ve Galata'da işten el çektiril-

miş Yanyalı Esad efendi ve Kasım Paşa Mevlevîhane-

si Şeyhi Musa efendî memur olup ilk defa (1141) sene-

sinde talebeye en ziyade lâzım olup da alınmasında sı-

TARİH-İ CEVDET

111

kmtı çektikleri lügat kitaparından «Vankulu» lügati, iki



cild olmak üzere basılarak her nüshası 35'er kuruşa sa-

tılmıştır ki asrımızdaki dört yüz kuruşa yakın para eder.

Zikr olunan fermân-ı âli ve fetvâ-yı şerife suretleri ve

risâle-i mezkûre üzerine yazılan takrizler de bu lügatin

evveline basılmış olduğundan tafsilât isteyenler oraya

müracaat etsinler.

Yine aynı sene içinde tashihler sırasında tezgâhlar

tatil edilmeden «Tuhfet-ül kibar» adlı kitabın basılması-

na başlanmıştır. Sonra İbrahim efendinin Lâtin lisanın-

dan tercüme eylemiş olduğu «Efgan tarihi» ve (1143)

tarihinde «Tarih-i Hind-i Garbi» ve Nazmizadenin «Ti-

mur tarihi» ve Şehyînin «Tarih-i Mısır-ı Kadîm ve Ce-

didi» ve (1143) tarihinde Nazmizadenin «Gülşen-i Hü-

lefa» sı ve sonra İbrahim efendinin «Nizam-ül Ümem»

ve «Füyazat-ı Mıknatisiye» adlı kitapları ve Kâtîb Çe-

lebinin «Cihannuma»sı ve «Takvim-üt Tevarih» ve «Ta-

rih-i Naima» ve Tarih-i Râşid» ve Zeyl-i Çelebi ve Ömer

Efendinin Bosna Gaza vatına dair olan Tarihi» ve «Fer-

henk-i Şuurî» basılmıştır.

Bunlardan başka İbrahim efendi Fransız harfleri

de kazdırarak Fransızca - Türkçe sarf ve büyükçe bir

Karadeniz haritası ve bir de «Bahr-i Hazer» haritası ba-

sıp (1158) senesinde ölünce yerine geçen kadı İbrahim

efendi «Vankulu» lügatini tekrar basmış ve daha bazı

eserler meydana çıkarmıştır. Fakat harfler aşınmış ol-

duğundan başka yanlışlar ve yanlış yazıları da çoktur.

Kadı İbrahim efendide ölünce Devlet-i âliyye idarî

bazı işlerle oyalandığından bu işi bir başkasına vereme-

mişler böylece matbaacılık san'atı epeyce zaman terk

edilip işlemez halde kalmışdır.

Aşağıda anlatılacağı veçhile (1198) senesinde mat-

baa tekrar canlandırılıp bu defada «Suphi ve Gurrî ta-


112

AHMED CEVDET PAŞA

rihleri» ve Usul-ül maarif fi tertib-i ordu» ve «Azab-ül

Kifâye» ve Mareşal Veban nam zatın yazılarından

«fenn-i lağam, ve fenn-i harb» rısâleleriyle, «Troke» ad-

lı yazarın «Kavanin-ül melâhe» tercümeleri ve Usul-ül

-maarif fi tasnif-i Sefâin-i donanma» basılmıştır. Fakat

-ilk önceleri basılan ibrahim müteferrik basmaları gibi

hatasız ve temiz basılamamışdır.

Sonra Sultan Selim devrinde her şeyde faydalı işler

öne alındığı sırada Abdürrahim efendi nezaretiyle yeni-

den harf dökülüp, Üsküdar'da ve Humbarahanede tezgâh-

lar kurularak kırkbeş kadar faydalı kitap basılmıştır.

Daha sonraları yeniden matbaalar açılarak İstanbul'da

matbaacılık bugün gördüğümüz dereceyi bulmuştur.

Yukarda yazıldığı gibi, geri düşünceli olanlara bir

itiraz, ip ucu olmasın diye Said efendi ile İbrahim Mü-

teferrika tarafından tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm kitap-

larından başkası basılması için istida olunmuş ve fetva-

yı Şerîf de onların istidası üzerine yazılmış olduğundan

uzun şer'î kitaplar basılmamıştır. Halbuki matbaacılıkta

ta'zime aykırı düşen işler varsa da mücellidin muşta ile

vurması ve kitapları cenderede sıkmak fıkıh ilmi usulle-

rine göre bilinen bazı meselelerde (Elntımur bimekasıdı-

ha) hükmünce Kur'ân-ı Kerim'in yaprakları dağılıp ora-

de burada kalmaktansa cildîenmesi caiz olduğu halde

şer'i kitapların, çoğaltılması «niyet-i Hayriye» si ile ba-

sılmalarında mahzur görülmeyerek sonra isteklilerin

menfaati için şer'î kitaplarda basılarak bütün fen sa-

hibleri istifade etmişlerdir.

Biz yine sadede gelelim.

Birinci Sultan Mahmud hazretleri gayet çalışkan ve

şanlı bir padişah olup zamanında bir çok büyük olaylar

ve büyük fütuhat olmuştur. Doğu ve Batı'ya ordular

göndererek üstün başarıları ile büyük işler meydana çı-

TARİH-İ CEVDET

113

karmıştır.



Şöyleki : Nadir Şah ile önce ve sonra pek çok mu-

harebeler etmiş ve hatta, Şark seraskeri tayin etmiş ol-

duğu topal Osman Paşa, Nadir Şah ile Kerkük sahrasın-

da dokuz saat kadar muharebeden sonra galip gelince,

Nadir Şah bozulmuş ve yaralı olarak firar ettikten son-

ra, İran diyarında bir çok yerler alınmış ve vîran edil-

mişti. Sonraları da Nadir Şah ile birçok defalar muha-

rebeler olmuş bazen galip ve bazen de mağlûp olunarak

epeyce müddet Nadir Şahın ortaya çıkardığı beşinci mez-

hep ile uğraşılarak nihayet dördüncü Sultan Murad haz-

retleri zamanında kesin bir sınır andlaşması yapılmış,

andlaşmadan sonra da Nadir Şahın ikbâli sönmüş ve

İran Hanları kendisine birer birer itaatten çıkıp karşı

^koymağa başlamışlardı. Sonunda çok geçmeden yakın-

ları kendisini öldürünce, gailesi de ortadan kalktı.

Bu İran muharebelerinde Bağdad valisi bulunan Ah-

med Paşa'nm hayırlı, değerli hizmetleri tarih sahîfeleri-

ni süsler.

(1148) Hicrî senesinde Devlet-i aliyye ile Avustur-

ya arasında yine muharebe çıkınca Rusya Çariçesi An-

na da Avusturya ile ittifak ederek Münih adlı General'-

in kumandası altında Devlet-i aliyye aleyhine bir ordu

yollamış idi. General Münih, eski Roma İmparatorluğu-

nu ihya edeceğini ilân edince Rumlar'da bu amaçla Buğ-

dan'da Rus askerini memleketlerine kabul ettiler. Dev-

let-i aliyye'nin disiplini bozuk askerleri bu eğitim gör-

müş askere karşı duramadığından, Osmanlı ordusunda

bozulma yüz göstermiş ve General Münih bayağı Tuna'-

yı geçmek sevdasına düşmüştü. Fakat Sultan Mahmud

üstün bir Padişah olup soyları ve yurtseverlikleri hâlâ

sağlam olan Osmanlıların kahramanlıklarından istifade

F. 8
114

AHMED CEVDET PAŞA

ederek Avusturya'da harbi kazanmış ve Belgrad'ı geri

almıştır. O sırada İsveçlilerin Rusya aleyhine harekâta

geçmesi üzerine Fransa devleti aracılığı ile (1152) Hicrî

senesinde andlaşma yapılmış ve Belgrad Devlet-i aliy-

yede kalmış ve Rus Devleti de Prut andlaşmasında uğ-

radığı mağlûbiyetin kötü nam ve utancmdan kurtulmuş-

tur.


Bu seferlerde Hekimzade Ali Paşa ile İvaz Mehmed

Paşanın tarihde anılacak değerleri, ölçüsüz hizmetleri

görülmüştür. Fakat bu muharebelerde bile eğitim gör-

müş askerin faydası görülmüş ve birinci Sultan Mah-

mud, eğitim görmüş asker tertibine kalkışmış ise de o>

zamanın iç işlerindeki güçlüklerden yürürlüğe konulma-

mış; ondan sonra da askeri nizam koymak bahsi uzun

zaman dillerde dolaşıp kalmıştır. Kısaca Birinci Sultan

Mahmud hazretlerinin yirmibeş sene süren saltanatı za-

manında Devlet-i aliyye taze hayat bulup büyük olay-

ları iyi sonuca bağlamıştır. Lâkin Devleti zaif zamanın-

da, milleti bıkmış ve kuşkulu halinde bulmuş olduğun-

dan büyük olaylar zorla ve yalnız onun üstün gayretle-

ri ile meydana çıktığı, tarihe bir bakışta anlaşılır. Hatta

Nadir Şahdan sonra bir zaman İran diyarı sahipsiz kal-

mıştı. O sırada Azerbaycan ahalisi himaye ve bize ka-

."Umak istemişler iken, müsaadeye cesaret olunamamıştv

Yoksa Devlet-i aliyyenin zayıf ve kuşkulu zamanı olma-

saydı İranın pek çok yerleri memalik-i mahrusa'ya ka-

tılabilirdi. (1168) senesinde birinci Sultan Mahmud ölün-

ce, yerine kardeşi üçüncü Sultan Osman tahta geçti ve

(1170) senesinde meşhur Ragıp Paşa sadrazam oldu ve

(1171) de Sultan Osman da ölünce, üçüncü Sultan Ah-

med'in oğlu üçüncü Sultan Mustafa tahta geçti ve Ragıp

Paşa'yı Sadarette tuttu.

Ragıp Paşa gerek Doğu ve gerek Rumeli seferle-

TARİH-İ CEVDET

115


rinde bizzat bulunup yapılan işlerin esasını bildiğinden

altı sene süren sadareti zamanında sulh yolunu tutmuş

ve Harpten kaçınmıştır. Hattâ, Sultan Mustafa birçok

\efa muharebeye kalkışmış ve «eğer düşündüğünüz ak-

ça ise Edirne kapıdan ta Rusçuk'a kadar iki keçeü al-

tın dizerim» demişken Ragıp Paşa önüne geçip, büyük

Devletimiz zaferler kazanmışken harbin ve birçok büyük

olayların geçmişi yabancıların gözünde korkacakları ka-

dar vardır. Ancak şimdiki halde zaferden yoksun olup

muharebe sırasmda burası herkesçe bilindiğinden düş-

man anlarsa hal müşkül ve dönülmez olur, hemen aske-

re nizam verilsinde sonra bu davranışlara düşülsün de-

diği söylenir. Bu suretle Devlet-i aliyye'ye büyük hiz-

met eylemiş olduğu (1182) senesinde açılan Rusya mu-

harebesinde anlaşılmıştır. Lâkin nasılsa adı geçen altın-

ları asker tanzimi mühim maddesine harcatmağı başa-

ramamıştır.
Şanîzade der ki : (1100) tarihinden sonra sonra Pa-

dişah'a akıl hocalığı edenler, seferi küçük görmeye baş-

ladılar. Hatta Ragıp Paşa bile sadaretinde daima mu-

harebeden çekinirdi.

Kısacası o zaman Devlet-i aliyye'nin eski usûl ve

nizamları sarsılmış, uzun zaman askerin bakılmaması,

halkın muharebelerden vazgeçip rahat yaşamayı ve sü-

kûneti istemesi ile gevşeklik ve tembellik arz olmuş, düş-

man ise, eğitim gören askerîcad ederek ve harp san'a-

tmı da ilerleterek kuvvet bulmuş olduğundan, bir harp

olayı çıkınca işleri zorlaşır ve sulhu tercîh ederlerdi. Bu

böyle iken askerî yenileştirmek öne alınacak işlerden

biri olduğu biliniyorsa da; bu mühim işe kimse yanaş-

maz, buldukları dolabı kırıp dökmeden idare edip gider-

lerdi.

Bu esnada Rusya'da hükümet nöbeti ikinci Katerı-


116

AHMED CEVDET PAŞA

na'ya gelir. Kendisi Rusya Devleti hanedanından olma-

yarak Deli Petro'nun torunu olan üçüncü Petro'nun ka-

rısı iken türlü düzen ve aldatma ile kocasını devirmiş

yerine İmparatoriçe olduktan sonra, yerini sağlamlaş-

tırmak için, kocasını öldürtmüştü. Bu yaptıkları Rus

milletine ağır gelince suçunu örtmek düşüncesiyle, De-

li Petro'nun yapmayı tasarlayıp da yapamadığı niyet-

lerini yürürlüğe koyup harekete geçerek, Lehistan işle-

rine karışmağa başlamış, Devlet-i aliyye topraklarına

taarruz etmeği kurmuş ve ilk önce Lehistan'a girerek ya-

pılan andlaşmalara aykırı ve bizim için zararlı olduğun-

dan önüne geçilmesi gerekirken, Devlet-i aliyye'nin an-

latıldığı gibi harbe girecek hali olmadığından önce mun-

tazam askere muhtaçtı.

Katerina'nın bu hareketini önlemek politika ve Dev-

letler muvazenesi bakımından Avrupa devletlerine baş-

lıca görev sayılırken her biri özel menfaatlerini koru-

mak için bir kenara çekilip yalnız Fransızlar ile Kate-

rina arasında gizli bir soğukluk olduğundan, Fransız-

lar işin sonunun nereye varacağını düşünerek kuşkula-

narak İstanbul'daki elçisi vasıtası ile Ruslara muhare-

be ile karşı koymaktan başka çare yoktur diyerek, Dev-


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin