TARİH-1 CEVDET
141
şer'iyye ve mülkiye memurlarının işlerine karışmaktan
geri durmazlardı.
Sefer olunca çoğu yerinden kıpırdamayıp ulufelerini,
kimi subaylarına, kimi yoldaşlarına ısmarladıklarından
sefere gelenleri azın azı idi. Çünkü aslında bunların erleri-
nin iptidaları, yâni tevcih kâğıtları ellerinde olup, meva-
cib çıktığı zaman İstanbul'a gelip ulufelerini alırlarken,
bu kadar bir adam ulufelerini alıp gidinceye kadar türlü
kötülüklere cesaret ettikleri içinde bu kötülüklerin önünü
almak üzere her bölüğün erlerinin iptidaları çavuşlara ve-
rilirdi. Ulufeleri çıkınca çavuşları ellerinde olan iptida-
lara göre ulufelerini kaldırıp vilâyetlere götürmekle, ge-
nel olarak erlerin İstanbul'a gelmemesi uygun görülmüş ve
bu yoldan esamiler torbalara girmiş ve giderek biri ölse
çavuşlar esamisini sildirmeyip ulufesini hayattâymış gibi
almaları duyulduğuna göre, her kim bölük halkından biri-
nin ölümünü haber verirse esamisinin yarısı kendisine ve-
rilmek usûlü ile, Beytüimâl korunmak istenmişti. Halbuki
her mahlûl haber veren esamiye müstahak olmadığından
böylece de bir çok esami müstahak olmayanların eline geç-
miş ve sonra mahlûllerini birer ikişer akça zamlar ve bö-
lüğünü değiştirip saklayarak, böylece mahlûlleri buluna-
maz olduğundan Beytüimâl korunamıyordu. Meselâ, torba
sahibi subayların ölümünde torbalar, ağalar tarafından
alınarak torba içinde ne kadar iptida varsa mahlûl olsun
olmasın her iptidadan götürü pazar gibi miri için ikişer
akça alıp diğerine verirdi. Ocak ağaları da ikişer akça
caize zammederek her ölenin torbası içinde ortaya çıkan
esamiye, dörder akça zam ile satılmağa başlamıştı. Bu
halde esami torbası olanlar da henüz verdiğini çıkartama-
dan borçlu olarak ölünce, ocaklar kuvvetinden düştü. Tor-
ba sahihleri verdiği akçayı ulufe çıktığında erlerin ulufe-
lerinden almağa başlayıp böylece esamisi torbada olan
142
AHMED CEVDET PAŞA
neferatm eline bir şey girmez olunca sefere gelmez oldu-
lar.
Süvari bölükleri için hazineden bunca mevacib verilir-
ken ordu da ancak bir-iki bin mevcudları olup onlar da
İstanbul'dan olmayıp Sivas, Tokat ve diğer birkaç yer-
den idiler.
Yukarıda açıkladığımız gibi yeniçeri esamisi gittikçe
arttığı gibi işte bu süvari bölükleri halkı da artarak Ka-
nunî Sultan Süleyman zamanında yeniçeri 12.000 kadar ve
6 bölük halkı, 7.000 kadar iken, Üçüncü Sultan Murad za-
manında yeniçeriler 27.000'e ve bölük halkı 13.000'i bul-
muş ve Üçüncü Sultan Mehmed zamanında (1004) tarihin-
de yeniçeriler 45.000 ve bölük halkı 2.000 ve Birinci Sultan
Ahmed zamanında (1018) tarihinde yeniçeriler 47.000 ve
bölük halkı 21.000 esami kadar olmuştu.
Bu suretle ortaya çıkan terakkilerin ise Devlet hazi-
nesinde karşılığı olmadığından eski tahsisat, bu kadar as-
kerin masrafına yetmiyerek sulh ve asayiş günlerinde bi-
le miri hazinesi askerî mevacibi ödeyemediği için, askerler
içinde arasıra fitne ve fesat ortaya çıkardı. Halbuki vak-
tiyle çok azlık oldukları hâlde disiplinli ve muntazam ol-
duklarından pek büyük işlere yararlarken böyle ulufele-
rine hazineler yetmeyecek kadar çoğaldıklarından, nizam
lan sarsılmış seferde işe yaramadıklarından başka or-
dunun içinde baş kaldırıp isyan ederek, orduyu parçalaya-
cak yolda bulunurlardı. Hazer günlerinde de birçok kar-
gaşalığa ve kötü işlere sebep olurlardı. İlk önceleri bölük
halkı, gemi azıya alıp Devleti epeyce baskı altına alıp
rahatsızlık verince, yeniçeriler ele alınıp onların kuvvetiy-
le Sipahi bölükleri halkının, yüze gelen karşı koymaları
kesüip atılmışsa da, ondan sonra da yeniçeriler gem almaz
olup, isyan ve eşkiyalıkları gittikçe artarak, Devletin ba-
şına daha büyük belâ oldular.
TARİH-İ CEVDET
143
Böylece ulûfeli, askerler çoğaldığı gibi ulûfeîi adamlar
da çoğalınca, Devlet hazinesi altından kalkılmaz, sıkıntı i-
çinde karşılık bulmak için miri tekâlifi artırıp mülk ve
yerleşmiş insanların imar işleri ile ilerlemeleri ve zen-
ginleşmesi esasına dayanmayan vergi artışı ise, halka zu-
lüm ve baskıdan başka birşey değildi. Bu da memleketle-
rin harab ve ahalinin bîtap olmasına sebep oldu.
Bunun üzerine, sonraları ulufe alanların azaltılmasına
çalışılıp hattâ İkinci Sultan Mustafa zamanında yeniçe-
riler 41.000'e ve bölük halkı 4.700'e kadar düşürüldü.
Diğer ulûfeli kimseler de bu suretle epeyce azaltıl-
mıştı. Ulûfeli olanların çoğalması Devlet'i zarar verdiği
gibi tımar ve zeamet erbabının da azalmasına sebep ola-
rak zararlı olmuşdur. Şöyleki tımar ve zeamet sahipleri,
dirliklerinin bulunduğu sancak içinde oturmalar, kanunla-
rı gereği iken, Üçüncü Sultan Murad bu kanunu, kadımn
tersine, vüzera emektarlarına tımarlar tevcih olunma-
ğa başlamış, bu da kötü örnek olarak git gide şehir hal-
kından ve reaya sınıfından birçok soysuz ve nice ne idüğü
belirsiz şahıslar ata binip kılıç kuşanıp, zeamet ve tımar
erbabı içine karıştılar.
Aslında bir eyâlet beylerbeyisi, bir tımarı, ehü olma-
yana verse müstahakları İstanbul'a gelerek şikâyetlerini
arz ettiklerinde, o beylerbeyi Padişah tarafından azarla-
nır mes'ul olur, belki de işten el çekdirilirken, sonra tı-
mar ve zeametler doğrudan doğruya İstanbul'dan tevcih
olunmağa başlamasiyle istihkak erbabının şikâyetini arz
edeceği yer kalmamıştı. Üçüncü Sultan Murad zamanında
eskiden olduğu gibi nedimler ve yakınları ziyadesiyle yüz
bulmuş olduklarından müslüman gazilerin hakkı olan kar-
yeler ve mezreaların, bir yolunu bulup, kimisi berveçhi
arpalık, kimisini temlik suretiyle ellerine geçirip kendile-
ri iyice doyduktan sonra da kendisine bağlı olanlarla hısım
144
AHMED CEVDET PAŞA
larma pek çok tımar ve zeametler verdirdiler. Devlet vü-
İtelâsı da düşen mahlülâtın en iyilerini kendi etraf ve hı-
sımlarına vermeğe başladılar. Bu yönden başlıca tımar ve
zeametlerin kimi arpalık, kimi başmaklık ve kimi havassı-ı
hümâyûna mülhak ve kimi bedeni sihhatte olanlara te-
kaüdiye olmuştu. Bir takımı da ekâbir sepetine girip
(Buradaki Sepet : Sepet tımar vardır o demektir)
Başka adla tasarruf olunup dilsizler, cüceler, diğer ne-
dimler ve ocak ağalarının bu işi yapanlar, vezirler, ağa-
lar, beylerbeyiler, sancak beyleri ve bazı kâtipler elle-
rinde nice tımarlar bulunarak, kimi hizmetkârları kimi
köleleri üzerine tımar berat ettirmiş olduklarından ad
onların ve mahsul kendilerinin olurdu. Görüldüğü gibi tı-
mar ve zeametlerin bazısı da nedimlere, yakınlara ve di-
ğer taraftan birer verilecek yere vakf olunmuştu. Halbu-
ki bunlar cihad hakkı, gaza hakkı olan mîri arazı olarak
bir cihete vakf ile kapatılıp hapsedilmeleri caiz değildi.
Fakat mîri araziyi vakfetmek kötülüğü de Sultan Süley-
man zamanında ortaya konmuşdur ki, Rüstem Paşayı
kendisine damad ve sadrâzam edip hakkındaki, tevec-
cüh ve iyi görüşü üstün derecede olmakla meramına mü-
saade ederek, ecdadı zamanında fetholunmuş bir çok kar-
yeleri kendisine temlik ve o da bazı cihetlere vakfetmiş-
ti, İşte bunların hakkında Koçi beyin, Dördüncü Sul-
tan Murad'a takdim ettiği lâyihasında der ki : «O ma-
kule sultanların hasları öldükleri zaman miriye alınırken
sonra gelenler de vakfetmeğe başlayıp şer'i şerife aykırı
Beytülmâlin, sırf hakkı olan bu kadar gelir yok oldu.
Sevab itikadı ile vebale girdiler.» yine Koçi bey adı geçen
lâyihasında der ki : «Şer'i şerife aykırı bazı temlikler ve
vakıflar vardır. Gerçekte hayır müessesesi görünür ama,
araştırılacak olsa Beytülmâlin yok edilmesidir. Zira Os-
manlı memleketlerinde olan karyeler ve mezrealar mah-
TARİH-İ CEVDET
145
sulâtı Beytülmâl geliridir. Çünkü muharebe ve can verme
hakkıdır.
Şer'an muayyen masrafı vardır. Böyle şeylerin vak-
fedilmesi, nasıl doğru olur. Şer'an caiz olan vakıflar on-
lardır ki, eskiden gelen sultanlar fethettikleri memleket-
lerden müslüman olan halk için vakıflar koymuşlardır.
Ne eski zamanda gazı beyler ve beylerbeyilikler Devlet-i
âliyye sayesinde fetheyledikleri memleketlerden Din ve
Devlete ettikleri hizmete karşılık kendilerine Padişah ta-
rafından bazı karyeler ve mezrealar temlik olunup on-
.-îar da, bu yerleri müslüman halka faydalı olmak üzere
yaptıkları hayırlı ve güzel işlere, sultanın iznini alarak
vakfeylemişlerdir. Bu makûle, vakıflara din adamları da
cevaz verir. Bunlardan madası meşru' değildir. Bir ada-
mın yalnız Padişah yakını olmakla nice yıllar önce fet-
•olunmuş memleketlerden Beytülmâlin sarf hakkı olan
karyelerle mezrealarmı kendine temlik ettirip sonrada
•dilediği yere vakf eylemesi nasıl doğru olur?
Kısacası cihad ve gaza hakkı olan mirî arazinin vak-
fedilmesine ilk önce Rüstem paşa bir kapı açıp ondan
sonra gelenlerde kimi gelmiş geçmiş gazilerin evkafına
özenerek ve kimi evlâdının geleceği için vakıf fazlasın-
dan irad yapmak düşüncesiyle pek çok yerleri, bu suret-
le vakıf yapıp kapattıklarından bu da tımar ve zeamet-
lerin azalmasına, sahiplerinin tükenip yok olmasına se-
bep olmuştur.
îşte bu yüzden Gazilerin hakkı olan tımar ve zea-
metler şuna buna yiyim yeri olarak az zaman içinde
Devlet-i âliyyenin böyle belli başlı ve başı bağlı müret-
tep ve muntazam, büyük bir asker topluluğu eseri kal-
mayacak kadar, darma dağın olmuş, eyâletlerin ve vilâ-
yetlerin güzelliği kaybolmuş ve bu sebepten, düşman devr
F. 10
146
AHMED CEVDET PAŞA
letlere karşı koymak şöyle dursun memleket içinde or-
taya çıkan âsiler ve- baş kaldıranların bastırılması güç-
leşmişti. Zira git gide sefer-i hümayunda yedi - sekiz.
binden fazla timar ve zeamet erbabı bulunmaz olup on-
ların da çoğunun dirlikleri çekişmeli olduğundan elleri
kılıca varmazdı. Çünkü, tımar ve zeametler İstanbul'dan.
tevcih olunduğundan biri diğerini çürüten bir çok tev-
cihat yapılmış olunca bir çok kimselerin ellerinde birbi-
rini tutmayan ve biri birinin tersi beratlar ve alınan ka-
rar kâğıdında «Padişah hak bunundur. Ha smınin yalan
söyleyerek taarruz ettiği kulağıma geldi buna zabtettirip
hasmını men ve defedesin» diye yazar. Hasmının elinde-
ki emirde de aynı şeyler yazılı olduğundan nice gaziler
Harp meydanında can alıp can vermekde iken tam mah-
sul zamanı hasmı sancağına giderek toprağın sahibi ve
içinde çalışmış adamın elinden mahsulün tamamını alıp
bir azını kendisi bir azını da o yerin kadısı alırdı. Bu
yüzden timar ve zeamet erbabının halleri perişan olduk-
tan başka, bir memlekete bir emr-i şerif gelse ferman-ı
Padişahı gelmiş diye herkes kulak tutar, sağda solda
küçüğünden büyüğüne herkes korkuya düşerken, böy-
le birbirini tutmayan emirlerin gelişi Padişah fermanı-
nın da tesirini yok etti.
Bundan başka ötedenberi alaybeyilik durumu dos-
doğru namus korur, ağır başlı zâtlara tevcih olunagelmiş
iken sonraları himaye koruma ve rüşvet ile düşük ah-
lâklı, alçak bazı kimselere verilmeğe ve bu husus valile-
re akça çekmeye yarar menfaat olarak, yalnız menfaat
getirmesi için bilâ sebep alaybeyiler işten el çektirilip
yerine başkası nasbolununca onlar da türlü bahane ve
vesilelerle şunun bunun dirliğini kaldırmayı veya yerin-
de kalsın demeyi ve bunları yapmayı adet edinmeleri üe
daha bir çok fenalıklar ortaya döküp timar ve zeamet er-
TARİH-İ CEVDET 147
babına azlık ve perişanlık sürüldüğünden, işleri evvelkin-
den çok ağırdı.
Zira sonraları yörükler ve müslüman kimseler mukataa-
ya bağlanıp Anadolu eyaletindeki Piyadeler de timar
adını kaldırmış olmalariyle bunlardan sefere kimse gel-
mez olduğundan metris kazmak ve top hizmetlerini gör-
mek gibi ağır işler de timar ve zeamet erbabı üzerine
yüklenmişti.
Bu nizamsızlık askerlerin her sınıfına sirayet ederek
akıncılar bile kimi ulûfeli kul namına olup, kimisi de
akıncılığı inkâr edince, akıncılık nesli de bu yüzden, kay-
boldu. Ondan sonra Osmanlı Devletij akın yapacağı za-
man Tatar askerine muhtaç olup, sefer açılınca Kırım
hanları otuz kırk bin kadar Tatar atlısı ile düşman mem-
leketlerine girer çapul ederlerdi. Sonra Ruslar Kırımı İs-
tilâ edince sefer olunca Cengiz sultanlarından biri Koban
hanı adiyle Osmanlı idaresinde bulunan Tatarlara baş-
buğ tayin edilerek eskiden olduğu gibi kullanılmasına şe-
kil verilmişti. Lâkin dünya değişmiş, harb silâh ve usûl-
leri başka hale girmiş ve Tatarların eski taarruz ve harp-
ciliği kalmadığından, evvelki gibi işe yaramamışlardır.
Yazıldığı gibi, Padişah, nedim ve yakınları kılıç adam-
larının dirliklerini kesmekle doymayıp, rüşvet kapısını
açıp eyâletlerle vilâyetler ve diğer nasıplar tevcihatma
da el attıklarından bir çok ehliyetsiz, meydan alıp kimi
beylik, kimi beylerbeyüik alırlar, hak sahibi olanlar ge-
ri kalır ve kötü nam alırlardı. Devlet-i âliyyede bol mik-
tarda genellikle beylerbeyilere ve bazı sancak beylerine
vezirlik verilir oldu. Diğer rütbe sahipleri de bu ölçüye
göre çoğaldı. Fakat rütbelerin de evvelki gibi değeri kal-
madı. Çünkü Sultan Süleyman Han, Devletin kuvvetini
ve askerin çokluğunu görüp debdebe şan ve şöhrete düş-
tüğünden halk da bu yola koyularak süs ve gösterişe dü-
148
AHMED CEVDET PAŞA
şüp, gitgide mansıp sahiplerinin gelirleri ve kul taifesi-
nin vazifeleri kendilerini idare etmez olduğundan zulüm
ve baskıya başlamışlardı. Sonra rütbe sahipleri çoğal-
dıkça zulümler ve baskılar da çoğalıp genişledi. Adı ge-
çen Rüstem Paşa miri hasılatı, çoğaltma zorunluğu dü-
şüncesiyle iltizam usûlünü ihdas ederek, gerek Padişah
haslarını, gerekse bütün mukataaları iltizama verip bu
iltizamı da dindar ve insaflı zatlar kabul etmediğinden
çoğunlukla düşük ve rezil kimseler eline düşüp, bu da
Padişah hassı ve mukataa karyelerinin harab olmasına
sebep oldu.
Böyle zulümler ve baskılar ile bütün memleket ha-
rab ve Devletin asıl hazinesi yerinde olan, reaya fuka-
ralığa düşüp acı çektiklerinden, Devletin varidatı düş-
müş ve azalmış oldu. Bu halde Osmanlı Devletinden sı-
nırlarına el uzatan düşmanı kovmaya yeter kuvvet kal-
madığından, birçok memleketler elden gidip bir taraftan
da iç kargaşalık ve yıkıcı karışıklıklar ile elde olan mem-
leketlerin de harab hali görünmeye başladı. Gerçekte
Sultan galibiyetleri ve şiddeti Devlet işlerini bazı mertebe
yoluna koyar gibi oldu ise de ondan sonra daha fena hale
girdi ve sonra Köprülü Mehmed Paşanın verdiği nizam
ile Devlet gereği gibi kuvvetlendi ise de bir müddet sonra
yine kargaşalığa yüz tuttu.
O yüz yılda Avrupa'da diğer fenlerde ve sanayide
ilerleme başlamış, yeni usûllere göre askerî kuruluşlar
ve eğitim yayılmağa başlamış olduğu için, Osmanlı Dev-
leti de karışmış olan nizamları düzene koyup ayni şeyle
karşı koyma kaidesine uyularak yeni usûllere göre dü-
zene sokarak eğitim yaptırmaya harp silâh ve vasıtala-
rını ona göre nizama koymak lâzım geldiği zamanlarda
Damad İbrahim Paşanın sefahat günleri gelmiş ve. Dev-
lete o derece uyuşukluk, milletin ahlakına o kadar bo-
TARİH-İ CEVDET
149
zukluk geldiki, bunu , müteakip gelen Sultan Mahmud
gibi başarılı iyi düşünen gayretli bir Padişah olmasaydı
daha o vakit Devletin fena hale düşeceğinden, türlü teh-
likeler geçireceğinden korkulurdu.
Oysaki eski Osmanlı Sultanları sefer sırasında ço-
ğunlukla ordu ile çıktıklarından başka hazer günlerinde
de Osmanlı idare merkezinde uzun zaman oturup.kalma-
yıp, vezirlerden birisini İstanbul kaymakamı yapar, asa-
yiş ve zaptu rapt için istanbul'da bir sekban başı tayin
ederek, kendileri Devletin müşavirleri olan kubbe vezir-
leri, ilim adamlarının büyükleri ve Devlet yöneticileri ri-
cal ile kâh, Edirne ve Yenişehir taraflarında dolaşır, kâh
harp örneği olan av avlamak ile yahud atıcılık, okçuluk
gibi harbe değinen harekât ve durum ile vakit geçirdik-
lerinden, Devlet büyükleri hey'eti, bir gezici kuvvet ha-
linde olmakla saltanat ileri gelenleri ve diğer Devlet me-
murları tabiatiyle ayağına çabuk ve hafif tedarikli ve ha-
zer meşguliyetlerinden uzak olarak^ gelirleri giderlerin-
den artıktı.
Denilir ki, Rüstem Paşa, damadı Ahmed Paşa ki Zi-
getvar seferinde dördüncü vezir olup sonra vezir-i azam
olmuştu. İlk vezir oluşunda gösteriş için yalnız iki kür-
kü olup birini divân-ı hümâyûnda, diğerini de evinde gi-
yermiş. Halbuki kesesinden para ödediği beşyüz kulu
ve ona silâhları varmış. İşte vezirlerin kapıları hep böyle
son derece yeterli olup herbiri çiftliklerinde yüz katar ka-
tır ve yüz katar deve beslerlerdi. Ve bir tarafa memur
oldukları gibi asla deve ve at satın almaya lüzum görme-
den, üç gün içinde çabuklukla memur oldukları yere gi-
derlermiş. Sonra Osmanlı Devleti, bedevî durumundan
hazer haline ve uygarlığa geçince, büyük hakanlar de-
vamlı olarak halife evinde oturup vakit geçirdiklerinden
hazer dinlenmeleri herkesde alışkanlık haline geldi. Dev-
150
TARÎH-I CEVDET
let ricali ve büyükleri İstanbul'da büyük binalar yapıp
ona göre adam toplamağa, herkes döşeme dayama elbi-
seler ve diğer lâzım olan geniş çapta külfete düşüp, me-
murların normal gelirine nisbetle giderleri kat ender kat
ziyade olduğundan, mansıb sahipleri çalmanın çeşidine
ve rüşvet almaya, mukataa, malikâne ve zeametleri de
sahipleri ağır bedeller karşılığı iltizama vermeğe başla-
yıp, mültezimler ise verdiklerini çıkardıktan sonra, men-
faat çıkarı için aciz reayaya dayanamıyacakları zulüm ve
cefayı hergün artırmakla taşra halkından çoğu vatanla-
rım bırakıp gitmeğe mecbur olarak, baza zimmeti olan
reaya diğer Devletlerin memleketlerine gidiyor, birçok
kimseler de istanbul'a gelip yerleşiyordu. Bu suretle is-
tanbul nüfusu çok arttı ve bu sebepten hali yer kalma-
yıp, birbirine yapışık binalar yapıldığından güya istan-
bul tek oturulacak yermiş gibi büyük şehir oldu. Ardı
arkası gelmeyen yangınlar ve nüfus çokluğundan mey-
dana gelen pis kokular havayı kirletmekle, batıp çıkan
türlü hastalıklar ortaya çıkdıktan başka bunca ahâliye
zahire tedariki de güçleştiğinden, mirî tarafından zahire
satm alınmasına mecburiyet hasıl olunca, mubayaacılar
ise aşağıda gösterildiği gibi taşra halkına türlü türlü
eziyetler edegeldiklerinden, bu mübyaa maddesi de bir
kat daha memleketleri harab ve ehaliyi takatsiz hale
getirmiştir.
Her devlet ve milletin zaman geçtikçe Bedevîlikden
kurtulup yerleşmeğe, medeniyete geçişi ve medeniyet se-
viyesini artırması, tabiatın emri olup ancak her durumda
Devletçe tedbirleri alınmak ve her vaktin icabına göre
davranmak lâzım gelmekle, Devlet vükelâsına hazer za-
manında Devletin yaşamasını ve artış kuvvetinden icab
edecek fen ve san'atlarm çoğaltılmasına, ziraat ve tica-
retin genişletilmesine himmet ederek, askerlerinin mede-
TARÎH-Î CEVDET
151
m milletler askerliği usulleri ile eğitim ve disiplin işle-
rine dikkat etmek, tekrarı bir borç ve memuriyet vecî-
besi jken, Devletin tamamen böyle bir durumda yaşama-
sına şiddetle lâzım olan sebeblerin karşılığının alınması-
na bakılacak zamanda, İbrahim Paşa yalnız sulh zamanı
işlerinin red edilmesi lâzım gelen sefahati göz önüne al-
mış, kendi keyfine bakıp vakit geçirir olunca askerlerin
başkaldırıp baskı yapmaları ve eşkiyalıklan artıp, şid-
detlenerek Devlete yararlı işlerin yapılmasına kuvvetle
karşı koyar oldular.
Özellikle yeniçeriler cehalet ve geri düşünceli oluş-
larından ve kendileri ne nizam kabul eder ve ne de mun-
tazam asker teşkiline meydan verirlerdi. Böylece askerî
tahsisat şuna buna yiyim yeri olduğundan asker tanzimi
maddesi pek çok kişilere dokunacağı için lâfı bile ağıza
olunmazdı. Cavid Ahmed bey derki eskiden Osmanlı as-
keri iyice orduya bağlı disiplin içinde bulundukları halde
iken, ince ve kahraman durumları herkesçe teslim edi-
lirdi. Üçüncü Sultan Ahmet asrında sûr-u hümâyûnda
tulumbacıların isteği üzerine rahat bulmasın, maktul ib-
rahim Paşa izniyle kul defterine katılıp bir kere nizama
halel gelince diğerlerine de sirayet ederek Ocağ-ı amire
•düşük insanlarla dolduruldu (1143) vak'asmda kanun
bilir, nizam tanır, zevatta rastlanmayacak kadar azaldı-
ğından Birinci Sultan Mahmud'un tahta çıkışında sonu
gelmez eşkiyanm idamı sırasında nice günahsız ve yarar
kimselerde onlarla beraber sürüklenmiş ve Iran seferinde
de doğru olarak yeniçeri olanların bir çoğu asılıp kesil-
diğinden ocakların kanununa riayet nedir bilenlere bü-
tün bütün rastlanmaz olunca, herkesin bildiği ve gör-
düğü yüze çıktı. Aslında serhadlerde çete adet olmakla
harbe alışık kimseler pek çok olup, maktul İbrahim Pa-
şa Saad-i abad zevkine tutularak, bu gibi serhadlerde
152 AHMED CEVDET PAŞA
oturan yiğitleri öldürterek düşmana dostluk ettikten baş-
ka, İstanbul'da da daha alçakça bahanelerle nice yarar
kimseleri idam ettirecek etrafmdakilerin hepsi kadın gi-
bi kimselerdi. İş eri adam kalmamıştı.
Sonra yeniçeri ağaları rüşvetle naspolunup onlarda
subayları akça ile nasbedip, esameler ise Duagû vazifesi
gibi alınıp satılmağa başladığından, aslında yedi akça
esameye malik olan yeniçeri yanlış düşünüşle vezirlerden-
hoş hal geçinerek aralarında yedi akçadan büyük iyilik
olur mu diye inanırlarken, istihkakı yokken rüşvet ile-
ağa olanlar kapu ricaline ve nüfuzu olan yerlere meva-
cib çıktıkça onar yirmişer ve daha ziyade yevmiye gön-
dererek güzel himmetlerini yalvarır oldular. Bu yüzden
hakikaten yeniçeri denecek yiğitler kalmayıp iftihar ey-
ledikleri esameler ise rical çuhadarlarında ve kazasker
hizmetkârlarında gümrük ulufesine dönüp itibarını yitir-
di.
Aslında düşman karşısında metris bekleyerek yara-
lar yiyip ayağını dondurupta aldığı yevmiyenin üç katr
hizmetkâr makalelerinde görülünce, askerlere bezginlik
gelerek, keşke bizde hizmetkâr olaydık demeğe başladı-
lar. Bu surtle ağır esameler bütün tekaüt yevmiyesi olup
«EŞKİNCİ» gayet az olduğundan sefer açılınca yeniden
esame verilmeğe ihtiyaç duyulup zamanında ulufe ver-
mek de mirîye güç gelir oldu ve Hıristiyan memleketleri,
Osmanlı şehadet arzusu ile ölüm eri olunca onlara kar-
şı koymak en zor şeydir, diye kahramanlıklarını açık dil-
Dostları ilə paylaş: |