Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə44/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   83

B)Bul


anılan Said Nursi'l-1 yeti müdafaa etos

"Meşrûtiyet, n hakiki adalet ve seriş Meşrûtiyeti gaddar, 0 lar. İsimlerin dsl medeniyetin nimetini! zamanda sosyal» hükmünde olan Ü3ct| fikir hürriyeti ile üw

Buaçıkgö# ne tekfir edenlerin şartıyla şûra met

C) Kesinti kukçuları Abdülhamld'ef Osmanlı Arşivi başka I

Bütün I aykırı Bunlar, ı şer'î hükümler!^ kabul etmenis | Ubeydullah;.

gönderdiği 1

"Parlamento)! lâfetini hâiz bir de Osmanlı ülkesini İslâm devletti len rezillerin ılıl

Görülıfl bir gerçektir LeMeM

BİLİNMEYEN OSMANLI

271


İslâm hukukunda "anayasa, düstur yahut usûl" ta'bir edilen bir temel kanun hazırlamanın caiz olduğunu belirten büyük ilmi şahsiyetler bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını, görüşlerini özetleyerek zikretmekte yarar vardır. Şöyle ki:

A) Meşru' dairede kalmak şartıyla İslâmî bir anayasa hazırlamanın ilk müdafileri arasında büyük müfessir Alûsi bulunmaktadır. "Ruh'ul-Maâni" adlı tefsirinin 28. cildinde Mücadele süresinin tefsirini yaparken düştüğü "El-Kanun Ve'ş-Şer™ adlı haşiyesinde aynen şöyle demektedir (özetle): Usûl adı altında, İslâm hukuku tarafından imama ve ülü'l-emre havale edilen askeri hukuk, ta'zir cezaları, miriye ait arazi nizâmı, idarî teşkilât ve benzeri konularda kanun tanzim etmekte beis yoktur. Şer'î hükümlere aykırı olmayan usûl ile amel edenleri tekfir etmek ise büyük tehlikedir. 1270/1853 tarihinde vefat eden bu büyük allâmenin, söz konusu risaleyi, Osmanlı Devletindeki yeni hukukî düzenlemeler ve anayasa tartışmaları üzerine kaleme aldığı tahmin edilmektedir.

B) Bu konuda görüş beyan eden büyük bir İslâm âlimi de Bediüzzaman lakabıyla anılan Said Nursi'dir. Çeşitli eserlerinde Kanun-i Esâsî, şûra meclisi ve meşru meşrûtiyeti müdafaa eden bu dahinin bazı görüşleri şöyle özetlenebilir:

"Meşrûtiyet, meşveret, adalet ve kuvvetin kanunda toplanması demektir. Meşrûtiyet ve Kanun-i esâsî, hakiki adalet ve şer'î meşveretten ibarettir. Dünyevi saadetimiz meşrûtiyettedir. Meşrûtiyetin düşmanları, Meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve İslâm Hukukuna aykırı göstermekle meşveretin de düşmanını çoğaltmaktadırlar. İsimlerin değişmesiyle hakikatler tebeddül etmez. Geçmiş zamanda sosyal bağlar, geçim vasıtaları ve medeniyetin nimetleri o kadar çok olmadığından, az adamların fikri devletin idaresi için yeterli idi. Ancak bu zamanda sosyal münasebetler o kadar çoğalmıştır, ihtiyaçlar o kadar çeşitlenmiştir ki, sadece milletin kalbi hükmünde olan bir meclis, İslâm milletinin fikri demek olan şer'î meşveret ve medeniyetin kılıcı demek olan fikir hürriyeti ile bir devleti idare edebilir".

Bu açık görüşlerinin yanında, mecliste kanun çıkaran kanun adamlarını körü körüne tekfir edenleri de Kur'ân'ı anlamamakla suçlamış ve şer'î hükümlere uygun olmak şartıyla şûra meclisini ve kanun-i esâsî'yi müdafaa etmiştir.

C) Kesin tarihi belli olmamakla beraber Kahire'deki dört mezhebin ileri gelen hukukçuları da, İslâm milletinin kalbi hükmündeki millet meclisinin lehinde II. Abdülhamid'e bir layiha göndermişlerdir. Bu belge de Osmanlı Arşivinde bulunmaktadır. Osmanlı Arşivinde Kanun-ı Esâsî'nin ve meclisin lehinde II. Abdülhamid'e gönderilen başka lâyihalar da vardır. Biz fazla ayrıntıya girmek istemiyoruz.

Bütün bunların yanında parlamento usûlünün ve kanun-ı esâsî'nin akla ve şer'a aykırı olduğunu ısrarla müdafaa eden lâyihalar da, II. Abdülhamid'e gönderilmiştir. Bunlar, Avrupa tarzının aynen iktibasını karşılarına alarak tenkidierini ileri sürmüşler ve şer'î hükümlere aykırı olmamak şartıyla Kanun-ı Esâsî ilânının ve parlamento usûlünü kabul etmenin mümkün olduğu cihetini düşünememişlerdir. İsminin Muhammed Ubeydullah olduğunu öğrendiğimiz bir âlim, II. Meşrûtiyet öncesinde II. Abdülhamid'e gönderdiği 1316/1898 tarihli bir lâyihasında aynen şöyle demektedir:

"Parlamento usûlü, şer'a muvafık değildir. Çünkü Osmanlı saltanatı hilâfet manasını haizdir. İslâm hilâfetini hâiz bir devlet ise, sadece İslâm devleti olabilir. Şu halde meclis-i meb'ûsân açılmak icab ederse, Osmanlı ülkesinde gayr-i Müslim unsurlardan meclise a'za olabilecekler çıkacağına göre, Osmanlı saltanatı, İslâm devleti halinden çıkar ve çeşitli din mensuplarından oluşan dinsiz bir hükümet olur ki, Jön Türk denilen rezillerin de istedikleri budur".

Görüldüğü gibi, haklı yönleri olsa da, ifrata gittiği cihetlerin daha fazla olduğu da bir gerçektir.

Lehdeki görüşleri esas kabul eden II. Abdülhamit, İslâm hukukundaki "şûra mec-

272

BİLİNMEYEN OSMANLI



lisini" esas alarak ve Ahmed Mithat Paşa başkanlığında Şûrây-ı Devlet'te hazırlanan lâyihada bazı değişiklikler yaparak, 23 Aralık 1876/7 Zilhicce 1293 tarihinde Kanun-u Esâsî ilânına müsaade etmiştir. Böylece Osmanlı devleti meşruti bir devlet haline gelmiş ve örfî hukukun sınırları içinde yasama görevini yürütmek üzere ilk defa bir yasama meclisi kabul edilmiştir.

7 Zilhicce 1293/1876 (İrade Tarihi: 29 Rebiülahir 1294/1 Mayıs 1293'tür) tarihli Kanun-u Esâsî, esas itibarıyla, 12 fasıl ve 119 maddeden oluşmaktadır. Bu anayasa, Osmanlı Devleti'nin şer'î bir devlet ve padişahın da halife olma özelliğini ortadan kaldırmamıştır. Padîşah yine şer'î ve kanunî hükümleri icra ile görevlidir. Devlet, İslâm dinini korumakla mükelleftir. 1293/ 1876 tarihli Kanun-u Esâsî'ye göre yasama organı "hey'et-i a'yan" ve "hey'et-i meb'ûsân" denilen iki hey'etten oluşan bir "meclis-i umumî"dir (md. 42 - 59). Meclis-i umumî, yeni kanunlar yapmak veya mevcut kanunlardan birini ta'dil etmek yetkisine sahiptir (md. 53). Şûr'ây-ı Devlet tarafından hazırlanan kanun lâyihaları, önce halkın reyleriyle seçilen üyelerden teşekkül eden "hey'et-i mebûsân "a gelir. Hey'et-i Mebûsân'da müzâkere edildikten sonra (md. 54), padişahın kayd-ı hayat şartıyla ve idarî yahut ilmi açıdan tecrübeli olan şahıslar arasından seçtiği ve sayılan meclis-i meb'ûsân'ın 1/3'ünü geçmeyen üyelerden teşekkül eden "heyet-i a'yân"a gönderilir. Hey'et-i a'yân, kanun lâyihalarını şer'î hükümlere, anayasaya ve bazı temel esaslara uygunluk açısından tetkik eder (md. 60 - 64). Kabul edilen kanun lâyihaları padişahın tasdikinden sonra (irade-i seniyye taalluk edince) yürürlüğe girer (md. 54).

Bazı hukukçular tarafından anlaşılmayan Kanun-u Esâsî'nin yasama ile ilgili bu hükümleri, İslam Hukukunun "şûra meclisi" esasına ve örfî hukukun sınırları aşılmamak şartıyla şer'î hükümlere uygun görülmüş, hatta bu manada bir Meşrûtiyet, bir "meşrû-tiyet-i meşrûa" olarak vasıflandırılmıştır.

1293/1876 tarihli Kanun-i Esâsî ve bunun getirdiği meclis-i umumî, kendisinden isteneni veremeyince 1295/1878 yılında meclise son verilmiş ve Kanun-i Esâsî'nin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. 10 Temmuz 1342/23 Temmuz 1908 yılında Kanun-ı Esâsî'nin tekrar iadesi ve II. Meşrûtiyetin ilânından sonra toplanan Meclis, 1325/1909 yılında 1293/1876 tarihli Kanun-i Esâsî'nin bazı maddelerini değiştirmiştir. Bu değişiklik, esasa değil teferruata yöneliktir. İttihat ve Terakki hükümetinin iktidara geçmesinden sonra yapılan bu değişiklik, Osmanlı Meşrûtiyet rejimini biraz da parlâmentarizme yaklaştırmıştır158.

BİLİNMEYEN 09*|

161.'«


receklerini «a dukları ı Bosna4 1877'de, ç

Mart 1871 ladılarveft Kazasının« elinde ota ti resmen N

Ma;


yan 93 fi başküi üsteli bağlı I geçmişle?! dayar;-:| 1877'de. ferleri: tinde kr maaiesr l| (Ayas1.^ ermişti-

158 BA, YEE- 23-1515; 14-1540, 1610; BA, YEE, nr. 23-1516, sh. 2 vd.; BA, YEE, nr. 23-1421-11-71; YEE, 23-1515; BA, YEE, nr. 14-1610; Alûsî, Mahmûd, Ruh'ul-Maanî I-XXX, Beyrut, c. 28, sh. 20 vd. Ayrıca bkz. İbn'ül-Kayyım, î'lâm'ül Muvakkıîn, an Rabbi'l-Âlemîn MV, Beyrut 1973, c. 4, sh. 372-377; Baykal, Bekir Sıtkı, "93 Meşrutiyeti", sh. 45-83; Baykal, Bekir Sıtkı, "Birinci Meşrutiyete Dair Belgeler", Belleten, c. XXIV, sayı 96(1960), sh. 601-636; Pakalın, Mehmed Zeki, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İstanbul 1940, c. I, sh. 325 vd.; Said Nursî, Divan-ı Harb-ı Örfî, 66-67; Münâzarât, Teksir, 10 vd.; Mürsel, Safa, Devlet Felsefesi, 259 vd.; Akgündüz, Ahmed, Eski Anayasa Hukukumuz ve İslâm Anayasası, İstanbul 1997; Ebül-Ülâ, Mardin, Medenî Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa, İstanbul 1946, sh. 8-10, 143; Karakoç, Tahşiyeli Kavanin, c. II, sh. 29 vd.; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 134 vd.; Düstur, I. Ter. 4/2-3; 1293/1876 tarihli Kanun-i Esasi, md. 42-78; md. 3, 7, 11 (Düstur, I. Ter. 4/4-58); İbn'ül-Emin Mahmut Kemal, Son Sadrazamlar, c. I, sh. 325 vd. (II. Abdülhamit'in takdim nutku); Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 143 vd.; 150-151; Osman Nuri, Abdülhamld-i Sâni ve Devr-i Saltanatı, İstanbul 1327, sh. 30-100; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 116-134; Mahmûd Celâleddin Paşa, Mlr'ât-ı Kâinat, c. I, sh. 188-200, 220-224; Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, sh. 215-230.

a'dan a

Ardatel


BİLİNMEYEN OSMANLI

273


161. 93 Harbi nedir ve sebep olanlar kimlerdir? Berlin Muahedesi bu sebeple mi imzalanmıştır?

Midhat Paşa ve arkadaşları, Kanun-ı Esâsi'yi ilan ederek, Avrupalıların gözüne gireceklerini ve onların devlet üzerindeki baskılarını kaldıracaklarını umuyorlardı. Umdukları olmadı. Avrupalılar, Tersane Konferansı ile Osmanlı Devleti'ni Bulgaristan ve Bosna-Hersek gibi eyâletlerde ıslâhata zorluyordu. Midhat Paşa ve arkadaşları, Ocak 1877'de, çoğunluğu Türk olmayan Meclis'e bu teklifleri reddettirdi ve Rusya ile savaşı göze aldı. Hatta Midhat Paşa, bu konuda yeni Padişah Abdülhamid'i azarladı. Batılı devletler de büyükelçiliklerini çekerek Osmanlı Devleti'ni Rusya ile başbaşa bıraktılar. Mart 1877'de altı büyük Avrupa Devleti, daha hafif tekliflerle Londra Protokolünü imzaladılar ve Rus Çarı II. Aleksandr'ın barış yanlısı olmasını da kullanarak, Karadağ'a Nikşik Kazasının verilmesi şartıyla, savaşı önlemek istediler. Ancak Midhat Paşa'nın ekibinin elinde olan ve Abdülhamid'i devre dışı bırakan grup, bu teklifi de reddetti ve resmen Nisan 1877'de halkın 93 harbi dediği harp başlamış oldu.

Maalesef harbe sebep olanlar, Midhat Paşa ve ekibidir. İki cephede birden başlayan 93 Harbi, Osmanlı Devleti'ni yıkılmakla karşı karşıya getirmiştir. Tuna Cephesinde başkumandan Abdülkerim Nâdir Paşa'dır (Halk arasında Abdi Paşa diye bilinir). Üst üste hatalar yapılmıştır. Sırbistan'ı yanına alan Rusya güçlerini arttırırken, Osmanlı'ya bağlı kalmak isteyen Romanya'nın basit istekleri reddedilerek onlar da Rusların tarafına geçmişlerdir. 19 Temmuz 1877'de Şıpka Geçidini geçen Ruslar, nihayet Plevne'ye kadar dayanmışlardır. Plevne komutanı Gâzî Osman Paşa, 20 Temmuz 1877'de, 30 Temmuz 1877'de ve Ekim 1877'de üç defa Rusların üstün kuvvetlerine karşı tarihe Plevne Zaferleri diye geçen başarıları elde etmişse de, Aralık 1877'de teslim olmak mecburiyetinde kalmış ve sonra da esir edilmiştir. Artık Osmanlı orduları Rusları durduramamıştır; maalesef 20 Ocak 1878'de Edirne'yi ve nihayet Şubat 1878'de ise Yeşilköy'ü (Ayastafanos) işgal etmişlerdir. Avrupa cephesinde savaş, Rusların kesin zaferiyle sona ermiştir.

Kafkas cephesinde ise, komutan Ahmed Muhtar Paşa'dır ve iyi bir komutandır. Ancak silah ve ordu itibariyle Osmanlı'dan üstün olan Ruslar, Haziran 1877'de Ahmed Muhtar Paşa'ya yenilmişlerse de, Mayıs 1877'de Ardahan'ı işgal etmişlerdir. Diğer komutanların destek vermemeleri üzerine, Kasım 1877'de Kars düşmüş ve Ruslar Aziziye Tabyalarına kadar gelmiştir. Nene Hâtûnların direnişiyle karşılaşan Ruslar Erzurum'u alamamışlardır.

Devletin yıkılmak üzere olduğunu gören Abdülhamid, İngiltere Kraliçesi Victoria'dan mütâreke imzalanması için aracı olmasını talep etmiştir. Mütâreke ancak Ocak 1878'de imzalanabilmiştir. İstanbul'un Rusların eline geçmesinden korkan Avrupalı devletler hemen harekete geçmişler ise de, Osmanlı Devleti, Mart 1878'de Yeşilköy (Ayastafanos) Andlaşmasım kabul etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Ruslarla imzalanan bu andlaşma, tam bir intihar andlaşmasıdır. İşte II. Abdülhamid'in 30 yıl sürecek ve devleti bir müddet daha muhafaza edecek olan diplomatik dehası, evvela Ayastafanos'u geçersiz kılma teşebbüsleriyle başlamıştır. İlk işi, Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan ve Bâyezid) Osmanlı'ya iade edilmek ve imzalanan Andlaşma yerine Berlin Muahedesini kabul ettirmek şartıyla, Kıbrıs, İngiltere'ye taviz olarak verilmiştir. Berlin

274


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİN"


Muahedesi de iyi bir andlaşma değildir. 1699 tarihli Karlofça Andlaşmasından sonra Osmanlı Devleti'ni Avrupa'dan tasfiye eden ikinci andlaşmadır. Ancak Ayastafanos ile mukayesesi de mümkün değildir. Zira Osmanlı'nın Balkanlardaki ömrünü 1913 yılına kadar (Londra Muahedesi) devam ettirmiştir. Berlin Muahedesi ile, Osmanlıya bağlı üç prensliğe yani Romanya, Sırbistan ve Karadağ'a istiklâliyet verilmiştir. Berlin Muahedesinin en kötü şartları, Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine ve Makedonya'da da gayr-i müslimler lehine devletin bazı ıslâhat yapmaya mecbur bırakılmasıdır.

Kısaca 93 Harbi ve bunun acı meyvesi olan Berlin Muahedesi, II. Abdülhamid'in değil, onu başlangıçta kukla gibi kullanmak isteyen Midhat Paşa ve ekibinin eseridir. Abdülhamid'in tek başına idareyi almasının sebebi de budur. Yoksa devletin yıkılacağı kesindi159.

162. 1877 Martında açılabilen Meclisi Meb'ûsân neden Şubat 1878'de kapatıldı? II. Abdülhamid demokrasi düşmanı mıydı?

Maalesef tarihi çarpıtanlar, Mart 1877'de açılan Meclis-i Meb'üsân'ının Şubat 1878'de kapatılmasını, devr-i istibdada giriş olarak değerlendirmektedirler. Halbuki, Midhat Paşa ve liyakatsiz ekibi, Osmanlı Devleti'ni 93 Harbi diye bilinen felâkete sürüklemiş ve devlet yıkılmayla karşı karşıya kalmıştı. Eğer o günkü siyasi şartlar içinde Meclis kapatılmasaydı, şu anda Türkiye Cumhuriyeti topraklan da Müslüman Türklerin elinde olmazdı. Kuvay-ı Milliye, İstanbul ve İzmir'i değil, Konya ve Sivas'ı savunmak durumunda kalırdı. Tarihin kanunlarına uyan II. Abdülhamid, Meclis'i kapatıp şahsî idare devrini açmakla, Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış oldu. Şöyle ki;

Evvela, Meclis-i Meb'ûsân'ın zabıtları okununca anlaşılacaktır ki, düvel-i mu'azzama bu meclisin açılmasını, Osmanlı Devleti'nin huzura kavuşması için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istemiştir. İcrayı baskı altında tutan bir meclis söz konusudur. İkinci olarak, Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu meclisten bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmışlardır. Zaten 240 üyeden sadece 60-70 kişinin Türk asılllı olduğu düşünülürse, mesele daha iyi anlaşılabilir. Gerçekten Girid'in, Tesalya'nın ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden milletvekilleri çıkmıştır. Bazı milletvekilleri, Doğu'da bir Ermeni Prensliğinin kurulması için teklifler vermişlerdir. Buna Yeşilköy'e kadar gelen Rusya'nın baskısını ve özellikle de, "biz, Berlin Andlaşmasını, Osmanlı Devleti'nin lehine olsun diye yapmıyoruz; sadece Ayastafanos Andlaşması Avrupalı Devletlerin aleyhine olduğu için buradayız" diyecek kadar ileri giden Bismark'ın sözlerini okursanız, meselenin vehametini daha iyi anlayabilirdiniz. Eğer bu meclis ile Berlin Andlaşması imzalansaydı, Balkanlarda kurulan yeni devletler kadar Anadolu'da ve Ortadoğu'da da yeni devletler kurulacaktı. II. Abdülhamid de bu devleti, Midhat Paşa'nın mirası olarak değil, ecdadının ve milletinin mirası olarak devralmıştı. Nitekim iptal ka-

ran


™! d

sız'larf-Eıo getirilmeli ji

163. II, i Mİ tenlİ ndtıi

hâlifi sw| Sultân A

çalanı yanlı; :v

tır, Pek. îtj şahsî «İMİ Em | Abdûlba yadaH istibdâd <ı grubu» $ bukill* veya ü selesi, f evvelki ^ bazı ¦ ettiği K Divaı VUI geriyfi

159 Mahmûd Celâleddin Paşa, Mir'ât-ı Kâinat, c. II, sh. 2-253; c. III, 2- 263; Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, 14-80; Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 556-573; Kurat, Yuluğ Tekin, "1877-78 Osmanlı Rus Harbinin Sebepleri", Belleten, c. XXVI, sayı 103(1962), sh. 526-542; Baykal, Bekir Sıtkı, "100. Yıl Dönümü Münasebetiyle Berlin Kongresi Hakkında Bazı Düşünceler", Belleten, c. LII, sayı 202(1988), sh.195-208. . , .

BİLİNMEYEN OSMANLI

275

rarından sonra, Prens Bismark şöyle demiştir: "Bir devlet, tek milletten meydana gelmedikçe, parlamentonun faydadan ziyade zarar getireceği ortadadır.". Nitekim bu işten rahatsız olan, Ermenistanı ve benzeri bağımsız devletleri destekleyen İngiltere ve Fransız'lardı.



Elbette ki İslâm'ın tavsiye ettiği şûra meclisini andıran bu meclise, gerekleri yerine getirilmek şartıyla karşı çıkmak mümkün değildir. Ancak bu şartlarda bir demokrasi talebi, sadece devletin yıkılmasını istiyenlere yardım etmek demektir160.

163. II. Abdülhamid devrinin "Devri İstibdad" olduğu söylenmektedir. Bu iddia doğru mudur ve gerçekten II. Abdüihamid'in şahsî idare devrinin temel özellikleri nelerdir? Özellikle ittihâd-ı İslâm siyâsetinin bu idarede rolü var mıdır?

Abdülhamid devrine devr-i istibdad adını verenler, sadece ve sadece onun muhalifi olan ittihâdcılardır. Ancak Meclis'in kapatılması meselesinde ifade etttiğimiz gibi, Sultân Abdülhamid, tarihin kanunlarına uyarak, Osmanlı Devleti'ni yıkılmaktan ve parçalanmaktan kurtulmak için, Bediüzzaman'ın yerinde ifadesiyle, "mecburî, cüz'î ve yanlış olarak tamamen kendisine isnâd olunan hafif istibdâd'"a mecbur kalmıştır. Peki 30 yıl devam eden ve dünyanın muazzam bir parçası üzerinde hâkim olan bu şahsî idarenin özellikleri nelerdir?

Evvela, yanlış anlaşılan bir hususun altını çizmemiz gerekmektedir. Eğer Abdüihamid'in hükümetlerinin ve devlet ricalinin yaptığı bir istibdad varsa, bunu, dünyadaki baskı idareleri ile ve özellikle de İttihâd ve Terakki Partisinin uyguladığı oligarşik istibdad ile kıyaslamak mümkün değildir. Zira batıda istibdad deyince, bir şahsın veya grubun yargı, yasama ve yürütme güçlerini kendinde toplaması manası anlaşılır. Halbuki II. Abdülhamid devrinde, yargı tamamen şer'î hükümler çerçevesinde ve kadılar veya hâkimler tarafından yürütülmüştür. En çok tenkit edilen Yıldız Mahkemesi meselesi, ayrıca izah olunacaktır. Yasama ise, 1876'da Kanun-ı Esasi kabul edilmeden evvelki gibi, Tanzimat devrinin temel özelliği olan Meclisler eliyle yürümüştür. Hatta bazı hukukçular, tamamen ehliyetsiz kişilerden oluşan Meclis yerine, hukukçuların teşkil ettiği bu tarz meclisleri tercih etmektedirler. Gerçekten de bu dönemde yasama gücü, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ve Şûrây-ı Devlet tarafından kullanılmıştır. Bazan Meclis-i Vükelâ ve kurulan Meclis-i Mahsûslar da bunlara yardımcı olmuşlardır. O zaman geriye sadece yürütme gücü kalmıştır. II. Abdüihamid'in yürütme gücünü, kendi kontrolündeki Meclis-i Vükelâ ve özellikle de devleti korumak için kurduğu Hafiye Teşkilâtı ile birlikte yürüttüğü doğrudur. Ayrıca sadrazamı ve nazırları, kimseye danışmadan azil ve nasb etmesi, yürütmedeki tek güce misâl olarak verilebilir. Bu noktada, Meclis-i Meşveret usulüne riayet etmediği için, bazı İslâm âlimleri de onun zamanındaki icrââtlara istibdad yaftasını vurmuşlardır. Netice olarak, Abdüihamid'in devrini, bütün hak ve hürriyetleri askıya alan bir baskı rejimi manasında istibdad devri diye vasıflandırmak mümkün değildir.

160 Mahmûd Celâleddin Paşa, Mlr'ât-ı Kâinat, c. I, sh. 188-200, 220-224 (Özellikle 220-221. Sayfalar); Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 566-570 . .... .,-....

276


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSdftı.

İkinci olarak, Sultân Abdülhamid, 30 yıl devam ettirdiği bu idareyi kaba kuvvete dayandırmamıştır. Onu istibdâd ile suçlayan İttihâdcılar, asıl kendileri kaba kuvvetle istibdâd idaresini sistematik hale getirmişlerdir. Elbette ki Osmanlı zabıtası denilen polis iş başında olmuştur; hafiyye tabir edilen istihbarat elemanları işe karışmıştır; ancak II. Abdülhamid, orduyu iç siyâsette asla kullanmamıştır ve en önemlisi de muhalifleri için sürgün cezasından başka bir yola başvurmamıştır. Orduyu sadece devlete isyan eden isyancılara karşı (Ermeniler gibi) kullanmıştır. İç siyâsette orduyu kullanmak, İttihâdcıların marifetidir.

Üçüncü olarak, Sultân Abdülhamid, şahsî idaresini devam ettirmek için, asla i-dam cezasına ve suikast sistemine başvurmamıştır. En azılı muhaliflerini bile, nadiren ve hafif hapis cezalan ile susturmak yoluna gitmiştir. Siyasi olan bütün hapis cezaları, kısa bir müddet sonra, mecburî ikamete çevrilmiştir.

Dördüncü olarak, Sultân Abdülhamid'in şahsî idaresini devam ettiren tek unsur, müstakim bir hayat yaşaması sebebiyle halk nazarında veli kabul edilerek itibar edilmesi ve bütün dünya Müslümanlarının halifesi unvanıyla çok büyük bir prestije sahip olmasıdır. Saltanat itibariyle 30 milyonu ve Osmanlı Devleti'nin temsil eden Abdülhamid, hilâfet itibariyle de 300 milyonluk bütün İslâm âlemini temsil ediyordu. Abdülhamid'in hilâfet ve ittihâd-ı İslâmı kullanmaktaki dehası, dostları ve düşmanları tarafından kabul edilen müstesna bir özelliğidir. Halife sıfatıyla yeryüzünde Allah'ın gölgesidir ve Müslümanların en güçlü insanıdır. Düşmanları onu yıktıkları zaman, bütün İslâm âlemini yıkacaklarının farkındaydılar. Padişahlıktan düşürüldükten sonra meydana gelen olaylar, onun politikasının ne kadar gerçekçi olduğunu ispatlamak için yeterli delildir.

Beşinci olarak, Abdülhamid, icradaki gücünü sonuna kadar kullanmıştır; onun zamanında imar ve maarif alabildiğine ilerlemesine rağmen, basın ve yayına koyduğu sansür, devrinin mühim özelliklerindendir. Hele teşkil ettiği hafiyye teşkilâtı, özellikle son zamanlarına doğru, can yakmaya ve lüzumsuz sürgünlere sebep oluyordu. En çok önem verdiği hususlar, birinci derecede maarif ve ikinci derecede bayındırlıktır. Hatta onun muhalifi olan Hüseyin Câhid, "İmar ile siyasi iktidar mümkün olsaydı, Abdülhamid, hayatının sonuna kadar tahtta kalırdı" demiştir. 33 yıllık saltanatı içinde, okuma yazma ortalama beş misli artmıştı.

Altıncı olarak, onun şahsî idaresinin devam etmesinin sebeplerinden biri de, halkın Abdülhamid zamanında hayatından memnun olmasıydı. Halk devletin iyi yönetildiğine ve meşru sahibinin elinde olduğuna gönülden inanıyordu. Onun için aleyhteki faaliyetler etkili olamıyordu. Enflasyon sıfırdı. Hayat inanılmaz derecede ucuzdu. Evler çok ucuzdu. Kendisi bütün dinî vazifelerini yerine getirdiğinden, dindar halk da kendisine çok bağlıydı. Müslümanlar, Abdülhamid'i candan sevdikleri gibi, gayr-i müslimler de, onun saygın bir şahsiyet olduğuna inanıyorlardı. Çünkü dünyada açlığın ve sefilliğin hâkim olduğu bir devirde, Osmanlı vatandaşı, huzur içinde yaşıyordu. Osmanlı ülkesinde Türklerden sonra ikinci Müslüman nüfusu teşkil eden Araplar, Sultân Abdülhamid'e âşık idiler ve kendileri de kavm-ı necîb olarak mu'âmele görüyorlardı. Müslüman Kürdler de, kendilerini Ermenilere karşı koruyan Abdülhamid için canlarını fedaya hazırlardı. Ayrıntılı bilgi isteyenler, Yılmaz Öztuna'nın Abdülhamid'le alakalı yazdıklarına bakabilirler.

Yedinci olarak, Sultân Abdülhamid'in elbette ki muhalifleri de vardı. Bunlar

şunlardır: a) Avru ray Mektebi g:>. paganda yapen.a" rı, Arnavudlar gc" lar, milyonlara -¦> manevi nüfuziA ¦ düşürdüğü için, »X.1! Yahudiler ve y'j5.vı d) Hicaz denr,: Abdülhamid, hq x vatanını seven'.er Abdülhamid'! ser Son olarak, -lümlere giriş—.es ,• istibdada dör^p nin de, İttirâd .e's ikazlarda buror almalarını da::% resmen Hâkâ- iu*ı| Abdülhamid, re, \

164. II. Abdi olayımı ati: t; niz?

Yıldız Mil sonra da bu tâ4 üzere kurulmujj Paşa, Da

ma malı»


miŞtir. Şeyimin:!

kurtulmuştur, Yıldız M kurban giden S padişah ve Mil tır. II. Abri^r bir zaman bilinen malı İngiliz Baş1! edebsizce üzereyken soııj Paşalar hiicrtH

'Karal.0

L

BİLİNMEYEN OSMANLI



277
şunlardır: a) Avrupa'da tahsil gören bazı gençler ve genç subaylardır. Buna Galatasaray Mektebi gibi seçkin okullarda okuyanları da katmak gerektir. Aleyhindeki ilk propaganda yapanların, Rusya'dan gelen gençler, Avrupaî hayat yaşayan ailelerin çocukları, Arnavudlar gibi Türk olmayan aile çocukları olması dikkat çekmektedir, b) Avrupalılar, milyonlarca Hıristiyan'ı pençesinde tuttuğu, hilâfet sıfatıyla Müslümanlar üzerindeki manevi nüfuzunu kullandığı ve güttüğü dış politika ile Hıristiyan devletleri birbirine düşürdüğü için, Abdülhamid'i asla sevmiyorlardı, c) Filistin'i kendilerine satmadığı için Yahudiler ve Müslümanları kırdırtmadığı için de Ermeniler Abdülhamid'i sevmiyorlardı. d) Hicaz demiryolu ve Bağdad demiryolu ile petrol bölgelerini onların elinden alan Abdülhamid, İngilizler ve Fransızlar tarafından da asla sevilmiyordu. Kısaca dinini ve vatanını sevenler, II. Abdülhamid'i seviyor; ama bu iki değere düşman olanlar Abdülhamid'i sevmiyorlardı.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin