Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə74/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   83

Ancak, Osmanlılar bu tarihi miras ve geleneğe kendi tecrübelerini ekleyerek dönemin hâkim anlayışı içerisinde emsallerine kıyasla mükemmel denebilecek bir muhasebe sistemini kurmuşlardır. Geliştirilen muhasebe sistemiyle yüzyıllar boyunca Ortadoğudan Balkanlara Kırımdan Kuzey Afrika kıyılarına kadar uzanan geniş coğrafyada hükmeden Osmanlı'nın devlet gelir ve giderlerinin en ayrıntılı dökümlerini bulmak

284 BA, Mühimme Defteri, nr. 27, sh.277; nr. 33, sh. 184; Maliyeden Müdevver, nr. 9674, sh. 24; Cevdet Belediye, nr. 422; Cevdet İktisat, nr. 1909, 11573 Cevdet Maliye, nr. 25156;DH-İ-UM, nr. E/43-55 (Lef 2); nr. 20-9/2-82; nr. E/25-69; Hatt-ı Hümâyûn, nr. 13306, 24003, 26239, 26239-A, 26220, 26728; Medis-i Vükelâ Mazbatası, nr. 75, sh. 17; nr. 78, sh. 16; nr. 94, sh. 41; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 224-225; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 2, sh. 687, 688; Toprak, Zafer, Türkiye'de "Milli İktisat", (1908-1918), Ankara 1982, sh. 100, 101; Kazıcı, Ziya, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, sh. 213-214; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 89; Genç, Mehmed, "XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş", Yapıt, sayı 49, İstanbul 1984, sh. 55; Arıkan, Zeki, "Osmanlı İmpa-ratorluğu'nda İhracı Yasak Mallar (memnu meta)", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, İstanbul 1991., sh. 279 vd.

BİLİNMEYEN OSMANLI

477

mümkündür. Osmanlı'nın kurduğu mali sistem üzerinde inceleme yapan batılı ilim, kültür ve siyâset adamları da sistemin mükemmelliği hakkında beyanlarda bulunmuşlardır. Osmanlı Askerî Teşkilatı adlı eserin yazarı İtalyan bilim adamı Marsigli şöyle diyor;



"Türkiye'de gerek muamelât gerek kuyut hakkında olsun mâli umurun idaresi için tatbik edilen usûl o kadar güzel o kadar muntazam bir surette tesis edilmiştir ki, herhangi bir Hıristiyan devleti kendi daire-i hükümetinde göze çarpması muhtemel olmayan bir çok suistimallerin men'ini temin edebilecek müfid malumatı bu muntazam usûlü tetkik etmek suretiyle elde edebilir."

1572 yılında İstanbulda Venedik balyozu olan Garzoni de, maliye dairesinin bu tarihlerde muntazam hesab tuttuğu ve her mali yılın sonunda gelir ve giderleri gösteren bir bilançonun düzenlendiğini belirtmektedir. Yine Garzoni'nin çağdaşı olan Vigenere adlı bir başka gözlemci de aynı bilgileri doğrulamıştır.

Batılı pek çok gözlemcinin de dikkatini çeken bu başarının arkasında kuşkusuz yetkililer kadar, bu teşkilât bünyesinde istihdam olunan personelin sahip olduğu donanım ve gösterdikleri performansı da dikkate almak gerekir. Teşkilat bünyesinde istihdam olunan personel ihtimamla seçilirdi. Özellikle katiplik mesleği için seçilen elemanların mesleğe yatkınlıklarının yanında güvenilirlik, dürüstlük, sır saklama gibi vasıfları haiz olması aranırdı. Bir tahrir katibinin zamanın bir yetkilisine "ser vermek olur sim ayan eylemek olmaz" diyerek öldürülme pahasına da olsa tahrir kayıtlarını göstermemesi örnek bir davranış olarak kabul edilirdi. Yine istihdam olunacak katiplerde Maliye, Evkaf ve Defterhâne'nin ekseri yazışmalarında kullanılan siyakat yazısına vukufiyetlerinin tam olması istenirdi.

Tutulan defter ve kayıtlardaki uslûb, intizam ve dikkat bu başarının canlı örnekleridir. Kayıtların her türlü tezvirattan emin olması için alınan tedbirler arasında güvenilir katiplerin seçilmesi yanında, kayıtlara her hangi bir müdahalenin olmaması için katipler tarafından görenleri hayranlıkta bırakacak usuller geliştirilmiştir. Geliştirilen bu usullerden birisi şöyle;

.. çok defa bir yekun evvela divan rakamları ile yazıldıktan sonra altında hint rakamları ile de tekrarlanır, hattâ bununla da kanaat edilmeyerek ayrıca yazı ile faraza "on bin dört yüz akçedir ki msfı beş bin iki yüz akçe olur" ibaresi ilave edilir ve daha da ileri gidilerek böyle bir ibarenin sonuna bir veya iki "sah" yani sahihtir, doğrudur işareti konulur, böylece aynı rakam cümlesi bir kaç türlü kontrolden geçmiş olurdu. Yine bunun gibi paraya müteallik vesika metinleri içinde meselâ ".. yalnız üç bin esedî guruş ki te'kiden ın-asıi nısfı bin beş yüz esedî guruş olur.." nev'inden sarahatlere çok rastlanır.

Ülkemizde Osmanlı tahrir defterleri üzerindeki araştırmalara öncülük eden ve bu defterlerin sahip olduğu zengin muhtevayı bilim alemine ilk tanıtanlardan merhum Ö.L. Barkan söz konusu defterlerin düzenleniş tarzı ve katiplerin gösterdiği titizliği hayranlıkla şöyle dile getirmektedir;

" ..binlerce köy halkının ayrı ayrı isimlerini sıralayan, milyonlarca rakamı kaydeden ve bu sebeple zaruri olarak monoton, göz yorucu ve can sıkıcı olması lâzım gelen bu istatistik kütükleri, dikkate şayan bir basitlik ve teknik mükemmeliyetiyle tanzim edilmiştir. Kendileriyle ünsiyet etmiş kimseler için, onlarda aranılan herhangi bir malumatı bulmak, bugün modern usullerle tanzim edilmiş olan bir katalog veya istatistik kitabını karıştırmaktan daha kolaydır. Binlerce ciltlik mevzubahis istatistik kütüklerini tanzim eden ellerin maharet ve ihtimamı ile, yazı ve rakam şeklinin intihabı, sahifeleri doldurmak ve bağlamak işlerinde hâkim olan zevkin asaleti ve kullanılan malzemenin ve cildin nefaseti ise, bize bu eski istatistik defterlerini canlı bir dekor ve resim seyreder gibi iç açarak ve hayranlık duyarak tetkik etmemizi mümkün kılmaktadır".

"..Osmanlı imparatorluğu'nun kuvvetle teessüs ve teşekkül etmekte olduğu devirlerde yazılan defterlerin intizam ve temizliğine hayran olmamak mümkün değildir. Bu devirde, devlet kudretiyle beraber, defter-

478

BİLİNMEYEN OSMANLI



lerin kıt'ası, yazı ve intizamı hususları da tekâmül etmiş ve Kanunî Sultân Süleyman'la İkinci Selim devirlerinde, gerek kullanılan malzeme ve gerek yazı ve tertip tekniği, tasnif usulleri ve fihrist tertibatı bakımından azamî bir mükemmeliyete varmıştır".

Söz konusu defterlerde kullanılan yöntemlerin mükemmelliği ile ilgili olarak bir başka tarihçimizin (H. İnalcık) intibaları ise şöyle;

" ..Bu defterlerin (Tahrir) bir merci1 olarak kullanılmasını kolaylaştırmak üzere kenarına çeşitli renkte i-pek bağ geçirme, fihristlerini yapma, çeşitli işaretler kullanma gibi büro teknikleri kullanıldığını görmekteyiz. Arzda verilen ayrıntılı yer ve kişi adlarına göre Avlonya defterlerinde yaptığımız deneme, herhangi bir kaydın beş on dakika içinde bulunabildiğini göstermiştir".

Söz konusu bu tür belge ve defterler, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar özellikle Osmanlı mali teşkilâtı bünyesinde yaygın olarak kullanılan siyakat yazı ve rakamları ile tutulmuştur. Osmanlı kâtibi tarafından bu defter ve belgelerde kullanılan dil, uslûb, yazı ve rakamlar, Selçuklulardan, İlhanlılardan ve diğer Türk-İslâm devletlerinden tevarüs edilmiş ve kendi hususi şartlarına uyarlanarak geliştirilmiştir.

Esas itibariyle siyakat terimi Osmanlı öncesi muhasebe mesleğini ifade etmek için kullanılmıştır. "Sanat-ı siyakat" veya "Fenn-i siyakat" olarak bilinen muhasebe mesleği, Selçuklu ve İlhanlı devletlerinde gelişme kaydetmiş, Osmanlı mali teşkilâtına ve muhasebe usul ve tekniklerine tesir etmiştir. Hatta muhasebe öğretimi için İlhanlılar devrinde birçok eser kaleme alındığını biliyoruz. Risale-i Felekiyye, Câmiü'l-Hesab, Şemsü's-Siyak, Bahru's-Siyak, Sa'adetnâme, Kanun-ı Sa'adet isimli eserler bu dönemde yazılan ve muhasebe öğretimi amacıyla kaleme alınan eserlerdir

Söz konusu muhasebe öğretimi için kaleme alınan eserler, mali umurun tedvirine duyulan hassasiyeti ve özellikle muhasebenin Yakın ve Orta Doğuda çok ehemmiyet verilen bir ilim kolu olduğunu göstermektedir. Hatta batıya öncülük ettiği söylenebilir. Zamanımıza ulaşan ve bilinen ilk muhasebe kitabı 1307 yılında Felek Alay-ı Tebrizî tarafından yazılan Saadetnâme adlı eser, batıda muhasebe biliminin kurucusu kabul edilen Pacioli'nin eserinden 187 yıl önce yazılmıştır.

Fakat, Pacioli'nin eserinden önce de batıda bir muhasebe kültürü olduğu kuşkusuzdur. Bu kültür Yakın ve Orta Doğuda gelişmeye başlayan muhasebe kültüründen etkilenmiştir. Hatta Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki ticarî ilişkiler kanalı ile bu kültürün batıya akmış olması ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir. Çünkü, Fransa'da ve İngiltere'de gelir-gider listelerinin XIV. yüzyılda yapıldığı, Fransa'da vilayet bütçelerinin genel bütçeye XVI. yüzyılın ilk yarısında eklendiği, Prusya'da ise ancak XVII. yüz yıl sonlarında bir devlet bütçesi tertiplenebildiği göz önünde tutulursa, Selçuklular için söylenen "kamu defter içinde mektûbdı" ifadesinden de anlaşılacağı üzere İslâm medeniyeti sahasında çok daha erken tarihlerde gelişme kaydeden muhasebe ilminin batıya etkisinden kati surette söz edilebilir.

Muhasebeye bu İslâm medeniyeti sahasında bu kadar geniş yer verilmesi sebebsiz değildir. Başta şahıs hukukuna ve emanet mefhumuna çok büyük ehemmiyet veren İslâmiyet, yayıldığı ilk bölgede bu hakları koruyacak muhasebe esaslarını buldu. Çünkü, kişi hakları ve emanet kavramlarının titizlikle riayet edileceği alanlardan biri, muhasebenin tanımı içerisinde de yer alan para, mal ve hizmet hareketleri alanıdır. Muhasebe bilimi, bu haklara riayet edilmesini sağlayan araçlardan biri durumundadır285.

285 İnalcık, Halil, "Osmanlı Bürokrasisinde Aklâm ve Muamelât", Osmanlı Araştırmaları I, İstanbul 1980, sh.5; Uzunçarşıh, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, 3. Baskı, Ankara 1984, sh.95; Belen, M., Türkiye İktisadi Tarihi Hakkında Tetkikler, çev; M. Ziya, İstanbul 1931, sh.48, 49, 50; Elker, Selâhaddin, Divan Rakamları, 2. Baskı, Ankara

BİLİNMEYEN OSMANLI

479

293. Osmanlı Devleti'nde servet birikiminden söz edilebir mi?



Merkantilizmde bir hedef halini alan servet terakümü, Kapitalizm'de sanayileşmenin bir aracı olarak görüldüğünden her iki iktisadi modelde kişisel servet terakümüne giden yollar açık tutulmuş ve teşvik edilmiştir. Osmanlı devleti ise batı iktisadi modellerinin dışında bir ekonomik yapıya sahiptir. Bu sebeple kişisel servet terakümü farklı açılardan değerlendirilmiştir.

Siyasi ve içtimai sebeplerle aşırı servet terakümünü devlet kaygıyla karşılıyordu. Merkezi devlet kendisine karşı tehlike arzedecek hiç bir oluşuma müsaade etmiyor, birlik için tehlike oluşturacak zenginleşmelere ve siyasi güce dönüşebilecek iktisadi güçlenmelere imkan tanımıyordu. Bu sebeple sistem burjuvaziyi ortaya çıkarmamıştır.

Aynı kaygılar sebebiyle Fatih'den itibaren toplumsal tabanı olan kişilerin bürokratik ve askeri makamlara gelmeleri önlenerek devşirme sistemine başvuruluyor, toprağın bir ailenin yıllık geçimini sağlayacak şekilde bölünmesini esas alan tımar sistemi yaygın bir şekilde icra ediliyordu. Lonca sistemi içerisinde sınai üretici denetleniyor, zaman zaman müsadere sistemi işletiliyordu.

Nihayeti zarar ve iflasa varan ve artık bir sürgün ve ceza niteliğini alan İstanbul'un et ihtiyacının sağlanması için kasap ve celep yazımı da özel servet terakümüne devletin bu olumsuz bakışını yansıtmaktadır. Devlet bu uygulamaları ile özel ellerde servet ve sermaye birikimine sınırlar getirmek istiyordu. Servet ve sermaye birikimine ancak devletin var olan düzenini ihlal etmeyecek bir çerçevede müsaade ediliyordu.

Devlet aşırı kişisel zenginleşmeyi kaygıyla karşılamasına rağmen yine de servetin yığıldığı kesimler var idi. Kâr amacıyla üretimi ve rekabeti sınırlayıcı lonca kurallarına rağmen uluslararası pazarlara mal üreten lonca esnafından kişiler servetin yığıldığı kesimlerden birini oluşturuyordu. 1586 yılında yapılan bir tesbite göre Bursa'da 483 ipekli dokuma tezgahı 25 ustanın idi. Ustalar arasında 50-60 tezgah sahibi kişiler de bulunuyordu. Bu sayıda tezgahta çalışan çırak ve kalfanın ücretlerini ödeyecek ve gerekli hammaddeyi sağlayabilecek durumda idiler. Bu ustaların sermayeleri 2500-3000 Venedik altınına tekabül ediyordu. Pek çok dokuma ustasının serveti 1000 Venedik altınını aşıyordu.

Diğer bir kesim büyük şehirlerde uzun mesafeli ticâretle uğraşan tüccarlar idi. Bu kesim hanlarda odalar, depolar kiralayarak büyük ticari faaliyetlerde bulunan, ülke içi ve dışı ticâret yapan tüccar (hâcegân) zümresi idi. Yurt içi ve yurt dışı ticâret sermaye birikimine imkan sağlayan bir sektör idi. Özellikle uluslararası malları Kapalıçarşı'da dükkanlarında pazarlayan uzmanlaşmış tacirler deyim yerindeyse Karun kadar zengin kişilerdiler. Bu kişiler yüksek devlet görevlileri ile mudarebe sözleşmeleri vasıtasıyla ortak oldukları büyük sermayelere sahip idiler.

17. yüzyıla ait tereke kayıtlarında ticari faaliyette bulunan kişilerin servetlerinin di-

1989, sh. 11; Karamürsel, Ziya, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, 2. Baskı Ankara 1989, sh.116; Göğünç, Nejat, "İmâd es-Serâvi ve Eseri", İÜ.Ed. Fak. Tarih Dergisi, c.XV, sayı 20, İstanbul 1965, sh.73, 86; Barkan, Ömer Lütfü, "Türkiye'de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve ve Arazî Tahrirleri ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri (I)" İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası, İstanbul 1940-41, c. 2, sh.21, 25, 28, 30; Barkan, Kanunlar, Giriş LXXI, LXXII. • ¦.¦<¦¦-.-.

480

BİLİNMEYEN OSMANLI



ğer kesimlere göre oldukça kabarık olduğu görülmektedir. Mesela Şevval 1010 yılında terekesi kaydedilen Uşak kasabasından Abdulhâlim Çelebi toplam 622.770 akçelik serveti içerisinde 450.000 akçe tutarında ticari sermayeye sahipti (Askeri Kassam Defteri,1/79-a). Bağdad dönüşünde vefat eden ve terekesi Evahir-i Zilkade 1033 tarihinde kaydedilen Bekir Efendi'nin toplam 2.600,915 akçelik serveti içerisinde 1.510.200 akçe tutarında ticari emtia ve sermayesi bulunuyordu (2/90-a). Bekir Efendi uzun mesafeli ticari faaliyetleri olan biri olup, Bağdad'a ticari amaçla gittiği anlaşılmaktadır. Terekesi Evâil-i Rebiü'l- evvel 1046 yılında kaydedilen Bevvab-ı Sultani yani Kapucu Mustafa Beğ'in 805.275 akçelik serveti içerisinde 151.545 akçe tutarında ticari sermayesi bulunuyordu. Mustafa Beğ kendine ait işyerinde sarraçlık mesleğini yürütüyordu (3/12-b). Solak görevi bulunan ve aynı zamanda ensercilik (nalburiye) yapan El-Hac Ali Beğ'in 20 R. ahir 1046 yılında kaydedilen terekesi toplamı 2.801.984 akçe idi (3/22-a). Bunun 344.542 akçesi ticari sermaye idi. 1.776.200 akçeye varan alacağı bulunuyordu. Ali Beğ'in Eflak voyvodasına selem usulü ile verdiği 670.000 akçenin dışında Boğdan voyvodasında ve patrikde de alacağı var idi. Yine solak unvanına sahip ve şark seferinde vefat eden El Hac Yahya'nın 859.450 akçelik serveti içerisinde 277.000 akçesi ticari malları idi (3/54-a). Ali Beğ imalatçı idi. Valide hanında vefat eden Bağdad asıllı Mehmed Beşe'nin 3 Rebiulevvel 1077 tarihinde kaydedilen toplam 644.229 akçelik terekesinde 533.269 akçe tutarında ticari sermaye bulunuyordu (5/134-b).

Özellikle 15 ve 16. yüzyıllarda en büyük servet birikimi sarraflarda ve yüksek devlet memurlarında görülüyordu. Sarraf ya da tefeci denilen kişiler köylülere, esnafa ve tüccara faizle borç para veriyordu. Sarrafın borç vermede yöneldiği kesim daha çok şehirlerdeki ticâret ve sanayi erbabı idi. Büyük ve nüfuzlu sarraflar İstanbul'da oturuyor, büyük tüccarlara, yüksek devlet memurlarına ve devlete borç veriyorlardı.

Osmanlı Devleti'nde bankerlik faaliyetlerine ilk defa Levantenler girişmiş, sarraflık yüzyıllarca bu kesimin denetiminde kalmıştır. Galata bankerlerinin çoğu Levantenlerdir. Levantenlerin yanı sıra Rum, Ermeni ve Museviler de sarraflık mesleğini yürüten etnik kesimleri oluşturmaktadır. Enteresandır Osmanlı yöneticilerinin her birinin maiyetinde bir sarraf bulunuyor, bütün alacak ve verecekleriyle bu sarraflar ilgileniyordu. Sarraflar giderek devletin mali işlerini de yürütmeye başlayarak bir nevi devlet bankası işlevini göreceklerdir. 1842 yılında tanınmış bir kaç sarraf bir araya gelerek Anadolu ve Rumeli kumpanyalarını kurarlar ve devletin varidatını toplayıp devlet adına ödemelerde bulunurlar. İltizam işleriyle yakından ilgilenirler.

Askeri ve yönetici sınıftan yüksek devlet memurları servet terakümünün gerçekleştiği diğer bir kesim idi. Görev ve unvana bağlı olarak devlet bunlara maaş yerine geliri yüksek dirliklerin vergi gelirlerini tahsile yetkili kılardı. İnalcık'a göre vergi toplayıcılığı Osmanlı Devleti'nde sermaye birikiminin önemli bir aracı haline gelmişti. Gerek askeri ve gerekse sivil görevlerde bulunan yüksek devlet memurları dirliklerden gelen gelirin bir kısmını iktisadi faaliyetlere yatırıyor ve nüfuzlarını da kullanarak servetlerini artırıyorlardı. Mesela 16. yüzyılda Bursa'da faaliyette bulunan en zengin tüccar veya sarrafın ortalama geliri 4 bin duka altın civarında iken aynı dönemde bir sancakbeyinin ortalama geliri 12 bin duka altın kadar idi.

Askeri zümre mensupları esas görevleri dışında devletçe belli zamanlarda belli işlere geçici veya sürekli olarak memur ediliyorlar idi. Bu ek görevler de ayrıca ek gelir getiriyordu. Yeniçeriler yasakçılık, kapıkulu süvarileri cizyedarlık, mukataa eminliği,

BİLİNMEYEN OSMANLI

481

muhtesiplik gibi vazifeleri görerek bu görevlerden ulufeleri dışında önemli miktarlarda para elde ediyorlardı. Sancakbeylerinin, beylerbeylerinin hasları, alaybeylerinin ve benzerlerinin dirliklerini oluşturan yerler "serbest" olarak tasarrufuna izin verildiğinden buraların idaresini ve asayişini üzerine alan bu kişiler gelirlerini artırma imkanı açısından oldukça elverişli duruma sahip idiler.



Devletin köylüye işletmeye vermeyerek, tımar erinden sadrazama kadar maaş yerine kendilerine dirlik verilen askeri zümreden kişilerin tasarrufuna bıraktığı ve her türlü vergiden muaf olan hassa çiftlikleri büyük kârlar elde edilmesine imkan sağlıyordu. Hassa çiftliklerine tasarruf eden askeri zümreden kişiler buralarda hayvancılık yapıyorlar, binlerce koyun besliyorlardı. Mesela Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa 1514 yılında Bursa'ya satılması için gönderdiği koyun sayısı 2797 idi. Yine Sadrazam İbrahim Paşa 1527'de Bursa'da sattırdığı koyun sayısı 4505 idi.

Askeri zümre mensuplarının terekeleri de servet birikimi konusunda görev ve unvanın önemli bir faktör olduğuna bir delil teşkil eder. Bu konuda yaptığımız 17. yüzyıla ait bir seçmeye göre mesela Muharrem 1005 yılında terekesi kaydedilen Kapucu Süleyman Beğ'in 284.200 (1/56-b) akçelik serveti bulunuyordu. Helvacı Mehmed Çavuş'un Evail-i c. Evvel 1013 yılında kaydedilen terekesi toplamı 258.983 akçe idi (1/130-a). Padişah imamı olan Yusuf Efendi'nin 20 Şaban 1059 tarihinde kaydedilen terekesinde sadece gayrımenkulleri kaydedilmiş olmakla birlikte bu gayrımenkullerin tutarı bile muazzam rakamlara ulaşıyordu; 2.010.400 akçe (4/53-b). Girid Başdefterdarı Vezir Ahmed Paşa'nın kapucular kethüdası Gazanfer Ağa'nın Evâhir-i Safer 1079 yılında kaydedilen toplam terekesi 1.137.705 akçe idi. Gazanfer Ağa'nın muazzam çiftliği ve çiftliğinde çok sayıda hayvanı, değirmeni ve hizmetçileri bulunuyordu (5/148-b). Girid adasında vefat eden ve 9 Cahir 1078 yılında terekesi kaydedilen Yeniçeri halifesi Mustafa Halife'nin servet toplamı 9.659.838.5 akçe idi (6/84-b). Mustafa Halife toplam terekesi içerisinde 9.054.530 akçe nakde sahip idi. Mustafa Halife'nin bu serveti oldukça yüksek bir meblağı ifade etmektedir.

Bu örnekler bize askeri sınıfın toplumun servet biriktirme imkanı en geniş tabakası durumunda olduğunu göstermektedir. Bu kesim ortakçılık, selem, murabahacılık da yaparak büyük servetlere malik oluyorlardı.

Vakıflar, Osmanlı Devleti'nde servet birikimine imkan sağlayan bir kurum idi. Bir kısım vakıflar birer iktisadi kuruluş gibi hareket ederek mal varlıklarını genişletiyorlardı. Şehirlerde ve ticâret yolları üzerinde kurulan han, kervansaray, bedesten, değirmen, fırın gibi düzenli gelir kaynağına sahip vakıf iktisadi teşekkülleri sürekliliği en fazla olan kuruluşlardı.

Vakıflar, temelde kamu yararına hizmet amacıyla kurulmakla beraber müsadere mekanizmasının vakıfların yaygınlaşmasında rolü bulunuyordu. Devletin özel mülkiyete müdahale etmesi ve sınırlı düzeyde tutma isteği yüksek devlet memurlarını ve servet sahibi kişileri, gelirini kendisi ve kendi kuşağından geleceklerin denetleyeceği ve yararlanmalarını mümkün kılan vakıflar kurmaya itmiştir. Evladiyelik vakıflar buna güzel bir örnek teşkil eder. Yapılan araştırmalara göre 17. yüzyılda vakıf kurucularının ekserisi (%80-90) askeri zümreye mensup kişiler ve onların yakınlarından oluşuyordu. Gelir kaynağı olan vakıflardan genellikle askeri zümreye mensup kişiler faydalanıyordu.

17. yüzyıldan itibaren artan iç güvensizliğe paralel olarak beliren ayan denilen

482

BİLİNMEYEN OSMANLI



sosyal zümre servet terakümünün gerçekleştiği önemli bir kesimi oluşturmaktadır. Bölgenin ileri gelenine ayan deniliyordu ve resmi bir statüye sahip idiler. Devlet ile halk arasında aracı konumunda idiler. Vezir, subaşı, sancakbeyi, vali, komutan, kadı, müderris gibi önemli devlet görevlerinde bulunan askeri zümre mensupları, bunların e-meklileri veya çocukları ve yerli halktan önde gelen tüccar ve diğer sermaye sahipleri, vakıf gelirlerine sahip mahalli güçlü aile mensupları ayan olabiliyordu. Ayan olanlar servetlerini devlet hizmetinde iken elde ettikleri gelirler ile edinmişlerdir. Özellikle devlet adına vergi toplama ayanlar için en önemli servet ve sermaye birikim yolunu oluşturuyordu. Ayanlar cizye, avarız, nüzul gibi vergileri tahsilin yanında zirai sulama, çiftlikleri organize, zahire temini gibi gelir getiren iktisadi faaliyetlere girişiyorlardı. Mahalli ve uzun mesafeli hatta uluslararası ticâretle ilgileniyorlar, tefecilik yapıyorlar, sınırlı da olsa imalat faaliyetlerine yatırım yapıyorlardı. Ayanlar zayıflayan merkezi otoritenin boşluğunu doldururken mîrî araziye el koyarak geniş çiftlikler kurma yoluna da gideceklerdir. Hatta re'âyâdan toprak satın alarak devlet mülkiyeti ilkesini zedelemek suretiyle özel mülkiyete giden yolu açıyorlardı.

Gerek resmi yetkilerle donanmaları gerekse mahalli nüfuzları sayesinde ayanlar bulundukları bölgenin en zengin kişileri haline geliyorlardı. Mesela Divriği'de hüküm süren Köse Mustafa Paşa'nm 1802 yılında vefatından sonra müsadere edilen mal varlığı göstermelik olarak kayıtlara geçse de önemli miktarlara ulaşıyordu. Mustafa Paşa hayatta iken pek çok gayrimenkulu vakfetmiş idi. Mütevazı bir ayan olan Havza ve Köprü kazaları ayanı Kör İsmail oğlu Hüseyin'in azımsanmayacak serveti görünüyordu.

Tanzimat'a gelince devlet burjuva sınıfı oluşturma çabasındaydı. Ülkenin geri kalmışlığı burjuva sınıfının yokluğuna bağlanıyordu. Uygulanan iktisadi politikalar böyle bir sınıfın oluşturulması amacı taşıyordu. Dış borçlanma, dış ticâret ve yabancı sermaye yatırımları Osmanlı ile Avrupa arasında aracılık eden sınıfın genişlemesine imkan sağlıyordu. Bu sınıf azınlıklardan oluşuyordu. Mesela 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul, İzmir ve Selanik başta olmak üzere önemli şehirlerdeki ticâret burjuvazisinin çoğu gayrimüslim idi. Avrupa tüccarı statüsünü kazanan kişiler bulundukları bölgenin zenginleri arasında görülüyordu. Mesela 1840'larda Bilecik'de Avrupa tüccarı olan şahıs yıllık geliri ve servet toplamı itibariyle kent ortalamasının oldukça üzerinde idi. Oluşmakta olan bu burjuvazi kendi millet ve devletiyle bütünleşemediğinden İttihat ve Terakki yöneticilerinin sert tedbirler alarak milli bir burjuvazi oluşturmak istemelerine yol açmıştır. Cumhuriyet idarecileri de aynı politikaları uygulayarak Cumhuriyet Türkiye'sinde milli burjuvaların çıkmasına çalışmıştır. Bir elin parmaklarını geçmeyen üst burjuvanın sayısına Özal döneminde yenileri eklenmiştir286.

286 İstanbul Şer'iye Sicilleri, Kısmet-i Askeriye Mahkemesi; 1/56-b, 1/79-a, 1/130-a, 2/90-a, 2/100-a, 3/12-b, 3/12-b, 3/22-a, 3/22-a, 3/54-a, 3/54-a, 3/65-b, 4/26-a, 4/53-b, 5/134-b, 5/148-b, 6/44-a, 6/84-b; İnalcık, Halil, The Ottoman Empire, The Classical Age 1300-1600, 3. Baskı, sh. 121-139; İnalcık, Halil, "Capital Formatlon in The Ottoman Empire", The Journal of Economic history, vol 29 (1969); Tabakoğlu, Ahmed, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, sh. 297-298; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 142, 144, 145, 194; Keyder, Çağlar, Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, 2. Baskı, İstanbul 1990, sh. 66, 78, 79, 80; Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimaî Tarihi, c. 2, sh. 38-39, 116-118, 122, 229; Sakaoğlu, Necdet, Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, Ankara 1984, sh. 109-115; Mantran, Robert, XVI ve XVII. Yüzyılda İstanbul'da Gündelik Hayat, çev.M.A. Kılıçbay, İstanbul 1991, sh. 108; Öztürk, Said, Askeri Kassama Ait Onyedlnci Asır İstanbul Tereke Defterleri, sh.438 vd.; Öztürk, Said, Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri Bilecik, İstanbul 1996, sh. 91, 102; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 72, 82, 90-94, 149-153; Özkaya, Yücel, Osmanlı İmparatorluğu'nda Âyânlık, Ankara 1994; Toprak, Zafer, Türkiye'de "Milli İktisat", sh. 30-33; Toprak, Zafer, "Osmanlı Devleti'nde para ve bankacılık", TCTA,


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin