BİLİNMEYEN OSMANLI
483
294. Osmanlı para ve finansman sisteminin esasları nedir?
Osmanlı Devleti'nde 19. yüzyıla gelinceye kadar çağdaşı bulunan pek çok Avrupa ülkelerinde olduğu gibi madeni para sistemi uygulanıyordu. Sistemde altın, gümüş ve ufaklık ihtiyacını gidermeye matuf olarak her iki madenin dışında genelde bakırdan mamul paralar kullanılıyordu. Kağıt paranın kullanımı batılı ülkelere paralel olarak 19. yüzyıl içerisinde başlar.
Sistem esasta altın ve gümüşe dayandığından her iki madenin mümkün olduğunca mübadelede kullanılması ve eşya olarak kullanılmamasını öngörüyordu. Bu sebeple ülke içine kıymetli maden girişi teşvik ediliyor, çıkışı ise yasaklanıyordu. Şahısların ellerinde ve sarayda bulunan altın ve gümüşten mamul eşyalar darphanelere getirilerek para basımında kullanılıyordu.
Ulaşım imkanlarının yetersizliği ve ulaşımın risk taşıması çeşitli bölgelerde darphane açılmasını zorunlu kılıyordu. Dolayısıyla darphaneler başta İstanbul olmak üzere ülkenin muhtelif yerlerine dağılmıştı. Bir darphane açılırken bölgede maden bulunmasına ve bölgenin ihtiyacına cevap vermesi gözetilirdi. Bazı darphaneler sadece belli bir parayı basardı. Mesela 16. yüzyılda Urfa'da faaliyet gösteren darphanede sadece bakır para basılıyordu. Darphanelerin idaresi genelde emanet yöntemi ile emin adı verilen görevli şahıslar tarafından yürütülüyordu. Darphanelere para basımı için getirilen altın ve gümüş maden ve eşya üzerinden darp hakkı adıyla alınan bir kesinti darphaneyi işleten kişinin gelirini oluşturuyordu. Altın ve gümüşü cari paraya çevirmek isteyen kişiler serbestçe gelerek darphanede para bastırabilirlerdi. Serbest darp hakkı darphane gelirlerini sürekli kılıyordu. Paranın ayarından sahib-i ayar sorumlu idi Kalb para basan sahibi ayar şiddetli cezaya çarptırılıyordu. Bir keresinde (1564 yılı) Üsküp darphanesinde basılan altın ve gümüş paraların ekseri kalb çıkmaya başlayınca sahibi ayar işten el çektirilerek İstanbul'a mücazat için gönderilmişti. Paranın ayarı denildiğinde gümüş ve altın para içerisindeki bakır oranı anlaşılıyordu. Darphaneye gelen gümüş ve eski akçeleri sahib-i ayar ve üstad, emin gözetiminde akçe haline getirirlerdi. Yeni akçelerin kesilmesinden sonra ülkede eski akçe ve külçe ile alış veriş yasaklanırdı. Herkes elinde bulunan eski akçeleri ve avani dışındaki gümüşleri darphaneye getirerek yeni akçe bastırmaları zorunlu idi.
Osmanlı devleti kıymetli maden hareketlerinin yaşandığı bir coğrafyada bulunuyordu. Gresham kanunu işliyor, kötü para iyi parayı kovuyordu. Doğuda altın ve gümüş fiyatlarının yüksek seyredişi daimi bir şekilde İran ve Hindistan'a kaçışa sebep oluyordu. Alınan zecri tedbirlere rağmen altın ve gümüş kaçakçılığının önü alınamıyordu. Ülkenin siyasi sınırları içerisinde de hareketlilik yaşanıyordu. Mesela Mısır'da basılan altın paraların İstanbul'da basılan altın paraların ayarında olmayışı sebebiyle İstanbul'da altın para piyasadan çekilerek yerine Mısır altınları tedavül ediyordu. Önlem olarak Mısır'da İstanbul ayarında altın para darbı isteniyordu.
16. yüzyılda Amerika ve Güney Afrika kıymetli maden yataklarının keşfi ile birlikte Avrupa ülkelerinde kıymetli maden hacmindeki yükseliş ve gümüşün altın karşısında
c. 3, sh. 760-761; Cezar, Yavuz, "Bir Ayanın Muhallefatı", Belleten, c. XLI, sayı 161, sh. 41 vd.; Yediyıldız, Bahaeddln, "Türk Vakıf Kurucularının Sosyal Tabakalaşmadaki Yeri 1700-1800", sh. 146, 151, 155.
484
BİLİNMEYEN OSMANLI
değer kaybetmesi yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı dünyasını etkisi altına alacak ve Osmanlı yöneticilerini yeni arayışlara ve acil önlemlere itecektir. Dış dünyadan gelen bu baskıya paralel olarak, artan nüfus oranında iç güvensizliğin de etkisiyle üretimde artışın gerçekleşmemesi, fiyat yükselişleri, artan bürokratik harcamalar ve hazine için kaynak anlamına gelen yeni fetihlerin olmaması gibi bir kısım olumsuz gelişmeler ve yüzyılın sonuna doğru Avusturya ve İran savaşları dolayısıyla da artan savaş harcamaları birbiri arkasını izleyen devalüasyonları getirmiştir. Sikke tashihleri adı verilen bu operasyonda paranın ayarı değiştiriliyor, sikkeler küçültülüyordu. 16. yüzyılda en önemli para operasyonu sayılan ve daha sonra da devam edecek ayarlamaların başlangıcı olan 1584 yılında yapılan düzenlemeye göre 100 dirhem gümüşten kesilen akçenin miktarı 450 den 800'e, 1600 yılında yapılan bir ayarlama ile de 950'ye çıkmıştır. Osmanlı paralarının değer kaybına uğraması sadece bu yüzyılın ikinci yarısında görülen bir olgu değildir. Fakat bu zamana gelinceye kadar paradaki değer kaybı uzun zaman içerisinde oldukça az oranda gerçekleşmiş idi. Mesela Orhan Bey'den Fâtih'e gelinceye kadar akçenin vezni odukça sabit tutulmuştur. 1327 yılında 100 dirhem gümüşten 270 adet olarak kestirilen Osmanlı akçesi 1451 yılında 293 adet kestirilmiştir. 1500 yılında 100 dirhemden 420 akçe kesilirken 1580'lerin başında 450 akçe kesilmekteydi. Yine da yapılan hesaplamalara bakılırsa 1326 yılından 1740 yılına gelinceye kadar ki 414 yıllık sürede yıllık ortalama değer kaybı % 0.24 gibi düşük bir oranda kalmaktadır.
Osmanlı Devleti'nde Osman Gâzî'den Fâtih'e gelinceye kadar sadece gümüş paralar basılmıştır. Altın para olarak ülkede revaç bulan Venedik dukası (filori, filorin) tedavül ediyordu. Fâtih 1479 yılında sultani adlı ilk Osmanlı altın parasını basmıştır. Fiilî olarak iki değerli madene dayanan bir para sistemi işliyordu. Dolayısıyla altın ve gümüş fiyatları değiştikçe tedavülde bulunan sikkelerin fiyatları ya da kur farkları da değişiyordu. Ufaklık ihtiyacını karşılamak üzere I. Murad'dan (1360-1389) 17. yüzyıl ortalarına kadar mankur veya pul adı verilen bakır paralar da basıla gelmiştir. 1688 yılında ise para arzındaki yetersizlik dolayısıyla akçeyi ikame ve likidite ihtiyacını gidermek için mankur basılmış, 1 mankurun 1 akçe üzerinden sonsuz ibra hakkı tanınması kalpazanlık faaliyetlerini hızlandırmış ve piyasaları alt üst etmiştir. Bu tecrübeye 1691 yılında son verilerek mankur tedavülden kaldırılmıştır.
Ülke içerisinde muhtelif yabancı altın ve gümüş paralar yerli paralar ile birlikte tedavül ediyordu. 17. yüzyılda osmani, sahi, pare, mangır, peniz, sikke-i hasene/şerifi adlı yerli paraların yanında sümün, zolata, babka, rub, yaldız/filori/efrenci, engürüs, esedi ve riyal adında yabancı paralar tedavül ediyordu. Ülkede paraların tedavül ettiği bölgeler ortaya çıkmıştı. Mısır pare, Doğu Anadolu sahi, Macaristan penz bölgesi idi.
Osmanlı Devleti'nde paradan bir finansman aracı olarak değişik yöntemler kullanılarak istifade ediliyordu. Darphanelerde kıymetli madenlerden ve eski sikkelerden para basılarak hem para arzı artırılıyor hem de darb hakkı adıyla alınan para darphanelere gelir temin ediyordu. Tahta yeni çıkan padişah eski paraları tedavülden kaldırarak kendi adına ve yeni değerler ile para bastırıyordu. Elinde eski para olan kişiler paralarını darphaneye getirerek yenisiyle değiştirirler, bu değişimden para sahibi bir miktar zarar eder, hazine ise kazanırdı. Ayrıca paranın ayarında oynamaya gidilerek sikkeler küçültülüyor, aradaki değer kaybını devlet bir finansman yöntemi kabul ediyordu. Tağşiş işlemi bütçe açıklarını kapatmak için devletin ek para basması anlamına da geliyordu.
BİLİNMEYEN OSMANLI
485
Çünkü yapılan yeni ayarlama ile hem tedavüle sürülecek para miktarı artıyor hem de devletin kullanabileceği yeni bir fon oluşuyordu. Yine hazine giriş çıkışlarını farklı raiclerde tutarak aradaki farkı (tefavüt-i hasene ve guruş) hazineye gelir kaydediyordu.
1775 yılında pay ve gelir ortaklığı senetleri anlamına gelen esham uygulaması başlatılır. Bu uygulama temsili paraya geçişin ilk habercisi sayılır. Senetlerin vergiye tabi olmak üzere tedavülü serbestti. İlk kağıt para 1840 yılında tedavüle çıkarılır. Piyasaya sürülen banknotların değeri hızla aşınır. Esnaf ve taşrada halk madeni para kullanmayı tercih eder. Kaime denilen kağıt para ile madeni para arasında fiyat farkı oluşur. Osmanlı para biriminin dış paralar karşısında değeri düşer.
Kaime denemesi 1862 yılında son bulur. Sultân Abdulhamid dönemine gelinceye kadar kaime basımına gidilmez. Osmanlı- Rus savaşının finansmanı dolayısıyla ikinci defa 1876-7'de kaime basılarak piyasaya sürülür. Bu kaimeler de kısa bir süre sonra tedavülden kaldırılır. Kağıt para basma yetkisi kendisine bırakılan Osmanlı Bankası I. Dünya Savaşı'na gelinceye kadar sınırlı miktarda kağıt para basımına gider. 1915 yılında kaime üçüncü kez çıkarılır. Bu kaimeler temsili para niteliğinde idi. Çünkü altın karşılığı vardı ve ne zaman tedavülden kaldırılacağı belliydi. Bu kaimeler Cumhuriyet devrine kadar devam etmiştir.
Ülkede istikrarlı bir para sistemi oluşturmak amacıyla 1844 yılında çıkarılan Kararnameye göre temel para birimleri olarak kuruş, 20 kuruş değerinde gümüş mecidiye ve 100 kuruş değerinde altın lira kabul edilir. Osmanlı parası ile yabancı paraların kur değerlerinde ise uzun bir dönem değişiklik görülmemektedir. Mesela bu tarihten I. Dünya Savaşı'na kadar İngiliz sterlini ile Osmanlı parası arasındaki parite 1 İngiliz sterlini = 110 Osmanlı kuruşu düzeyinde kalmıştır.
1873 yılından itibaren gümüşün dünya piyasalarında değer kaybetmeye başlaması Osmanlı Devleti'nde 1/16 altın-gümüş paritesini geçersiz hale getirir. Devlet gelirlerinin gümüş para ile, giderlerin altın üzerinden yapılması hazine kayıplarına yol açar. Bunun üzerine mecidiye basımına son verilir. 1881 yılında para birimi olarak Osmanlı altın lirası kabul edilir. Ancak gümüş fiyatlarının düşüklüğü sebebiyle tedavüldeki gümüş paralar gerçek değerinin altında işleme tabi tutulur. 20 kuruş değerindeki mecidiyeler Hazinece 19 kuruştan işleme tabi tutulur. Sarraflarda ise daha düşük düzeyden işlem görür. 20. yüzyılda kuruşun Osmanlı lirasına oranla üç değişik değeri ortaya çıkar.
Diğer taraftan değişik para birimlerinde çekilen darlık nedeniyle ufak paralar altın lira ve mecidiyeye oranlarından farklı olarak işlem görüyordu. Piyasaya yeterince ufaklık sürülememesi ve mahalli bazı darlıkların ortaya çıkışı da ufaklıkların değerini yükseltiyordu. Ticâret erbabı daima müşterilerine büyük para veriyor, halk ise alış veriş yapabilmek için elindeki parayı belli bir komisyonla sarraflara bozdurmak zorunda kalıyordu. İktisadi faaliyetlere, yöreye ve mevsimlere göre de ufaklık ihtiyacı değişiklik gösteriyordu. Mesela Bursa'da yumurta ticâreti bu tür paraların değerini yükseltiyordu. Yine İzmir'den İstanbul'a sürekli mecidiye, karşılığında İstanbul'dan İzmir'e ufaklık gönderiliyordu. Hazinenin bir soruşturmasına göre ülkenin değişik yörelerinde altın ve gümüşün 88 çeşit raici bulunuyordu.
Yörelere göre de halkın rağbet ettikleri paralar değişiklik gösteriyordu. Yabancı paralar da ülke içerisinde serbestçe alım satımda kullanılıyordu. Para sisteminin karmaşıklığı sebebiyle sarraflık kurumu iyice revaç bulmuştu.
486
BİLİNMEYEN OSMANLI
Para düzenine çeki düzen vermek maksadıyla 1909 yılında kurulan komisyonun ö-nerisi doğrultusunda savaşın etkisiyle biraz da geç olarak 1916 yılında Tevhid-i Meskukat Kanunu çıkarılarak 1 lira = 100 kuruş paritesi benimsenir ve değer ölçüsü altın, para birimi kuruş kabul edilir. Ülkenin değişik yörelerindeki farklı para raiçleri kaldırlır. Ancak çıkarılan yasanın başarısı sınırlı kalır. Çünkü savaşla birlikte artan giderleri karşılamak için piyasaya sürülen kağıt paralar madeni ve ufaklık paraların piyasadan çekilmesine yol açar. 5 ve 20 kuruşluk olarak basılan kağıt paralar da ufaklık sorununu çözmez. Aynı fonksiyonu görmesi için kısa bir süre sonra 1 ve 2.5 kuruşluk kağıt ve aynı işlevi görecek 5 ve 10 paralık posta pulları çıkarılır. Bu durumda madeni paradan tamamen arınmış kağıt para sistemine geçilmiş olur. Cumhuriyet idaresi aynı sistemi devam ettirir287.
295. İltizam sistemi nedir?
Osmanlı mali sistemi içerisinde devlete ait gelir kaynaklarının işletilmesi ve gelirlerin sürekliliğinin sağlanması amacıyla muhtelif yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemler kaynağın durumu ve umumi konjüktür dikkate alınarak uygulamaya konuluyordu.
Devlete ait gelir kaynaklarının işletilmesi ve buralardan devlete düşen payın tahsil yöntemlerinin en önemlilerinden biri iltizam yöntemidir. İltizam yöntemi vergi kaynaklarından sağlanan gelirlerin doğrudan merkezi hazinede topfanması ihtiyacından dolayı yaygınlık kazanmıştır. Zira devlet 17 ve 18. yüzyıllarda derinleşen mali bunalım karşısında el koyduğu gelirlerin daha büyük bir bölümünü merkezde toplamak ve ek gelir sağlamak durumunda kalacaktır.
İltizam, devlet gelirlerinin belli bir bedel mukabilinde ve belli bir süre için özel teşebbüs tarafından işletilmesidir. İşletmeye konu olan gelir kaynaklarına mukataa, bu işi üstlenen kişilere mültezim denilir. Mukataaları günümüz yaklaşımıyla özel teşebbüs tarafından işletilen kamu iktisadi teşebbüsleri olarak görmek mümkündür. Mukataalar doğrudan devlet işletmeleri, devlete ait bir gelir payının tahsili gibi özellikler taşıyordu. İltizam usulü başta bir kaç kalem gelire has olarak başlamış ise de kısa zamanda mukataaya konu olacak gelir kaynaklarının sınırları genişlemiş, devletin her türlü gelir
287 BA, Tapu Tahrir Defteri, nr. 998, sh. 199; Mühimme Defteri, nr. 6, sh. 66, hüküm 140; Naima, c. I, sh. 241; Selanik! Mustafa Efendi, Tarih-i Selaniki, (neşr. Mehmed tpşirli), İstanbul 1989, c. I, sh. 210, 211, 427; Silahdar, Tarih, c.2, sh. 603; Walter Hinz, Islamische VVahrungen des 11. bis 19. Jahrhunderts umgerechnet in Gold, VVİesbaden 1991, sh. 41-57; Sahillioğlu, Halil, Bir Asırlık Para Tarihi (1640-1740), Basılmamış doçentlik tezi, İstanbul 1965, sh. 5, 6; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları c. I, sh. 464-476; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, sh. 547-550; Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimaî Tarihi, c. 1, sh. 501-508; c.2, sh. 229-249, 359-369; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 261-276; Pamuk, Osmanlı - Türkiye İktisadi Tarihi, sh. 117-119, 121, 123, 211- 213; Öztürk, Said, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, sh.238-247; Alî, "Osmanlı İmparatorluğu'nun İlk Sikkesi ve İlk Akçeleri", TOEM , nr. 48, sh. 355-375; Alî, "Fâtih Zamamında Akçe Ne İdi?", TOEM , nr. 49-62, sh. 59-62; Ahmed Refik, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Meskukat", TOEM, nr. 6(83), sh. 358-379, nr. 7(84), sh. 1-39, nr. 8(85), sh. 107-127, nr. 10(87), sh. 227-254; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Gâzî Orhan Bey'in Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi", sh. 207-211; Artuk, İbrahim, "Osmanlı Beyliği'nin Kurucusu Osman Gâzî'ye Ait Sikke", Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), Ankara 1980, sh. 28, 31; Aykut, Nezihi, "Para Tarihi Bakımından Osmanlı Gümüş Sikkeleri", V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisadi Tarihi Kongresi, Ankara 1989, sh. 728; Toprak, Zafer, "Osmanlı Devleti'nde Para ve Bankacılık", TCTA, c. 3, sh. 760-767; Öztürk, Said, "On Altıncı Yüzyılda Urfa", Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 120, Aralık 1996. sh. 35; Davlson, Roderic H., "The First Ottoman Experiment With Paper Money", Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), Ankara 1980, sh. 244-249.
BİLİNMEYEN OSMANLI
487
kaynağı iltizam konusu olmuştur. Devlet uygun gördüğü her türlü zirai, ticari ve sınai işletmeleri mukataa haline getirerek özel teşebbüs tarafından işletmeye açardı. Burada devletin nakit ihtiyacının zaman içerisinde artışının önemli bir tesiri vardır. Mukataa gelirleri bütçe gelirleri içerisinde önemli bir yere sahipti.
Kaynaklar genelde adına tahvil denilen üç yıl süreyle ve açık artırma ile mültezimlere ihale edilirdi. Bunun sebebi normal bir işletme süresinin tanınmasıdır. Ancak kaynağın kendisinde zamanla ortaya çıkacak bir artış da devamlı dikkate alınır, eski mültezim yeni bedeli kabul ederse üzerinde kalır, etmediği takdirde gelir kaynağı bir başkasına ihale edilirdi. Aksi durumlarda yani mültezimin zararı söz konusu olduğunda, eğer olağanüstü şartlarda farklı işlem yapılmasına ilişkin bir kayıt konulmamışsa indirim uygulanmazdı.
Mukataaların tahvil süresi bitmeden hazineye ek gelir sağlamak düşüncesiyle yeni mültezimlere ihale edilmesi, hizmet adı verilen cizye, nüzul ve sürsat bedelleri, adet-i ağnam tahsilatı, zirai haslardan vergi toplanması gibi işlerin süreleri dolmadan yeni görevlilere verilmesi teşebbüs hevesini kırıyor, mukataa iltizamı talebini kısıyor dolayısıyla mukataa gelirlerinin düşmesine ve re'âyânın güçsüzleşmesine yol açıyordu. Devlet bunun önüne geçmek için mültezimlere teminat verme gereğini duymuştur.
Mültezimler mutlaka zengin kefil vermek ve ipotek edilecek mal göstermek zorunda idiler. Mukataayı iltizama alan kişi sahip olduğu mal varlığından hiç bir şeyi iltizam süresince satamazdı. Mukataalar en fazla bedeli teklif eden kişiye ihale edilirdi. Mültezim devletin koyduğu kurallara uymak zorunda idi. Mültezim bir mukataayı uhdesine alırken zaman zaman kendi şartlarını da devlete kabul ettirdiği olurdu.
1688-1691 yılları arasında tedavüle sürülen bakır paranın getirdiği güvensizlik ortamında padişah hasları ve mukataalar iltizam dışı kalma ile karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikeli durumun önüne geçmek için bu tür kaynaklar zengin muhassıl ve ayan gibi kişilere verilme yoluna gidildi.
Tımar sistemi bozulmaya başlayınca tımar topraklarının da iltizamla işletilmesi söz konusu olmuştur. Tımarlı sipahiliğin gelişen savaş teknolojisine uyamaması ve devletin girdiği savaşlar dolayısıyla artan nakit ihtiyacı zirai gelir kaynaklarının mukataa haline getirilerek iltizama verilmesine yol açmış ve neticede mültezimler kendilerine ihale olunan vergileri tahsil işinde o derece ileri gitmişler ki hükümet içinde hükümet olmaya başlamışlardır. Servet birikiminin en önemli yolu vergi toplayıcılığı olmuştur. Tanzîmât fermanı "alât-ı tahribiyyeden olup hiçbir vakitte semere-i nafiası görülmeyen iltizamât usûl-ı muzırrası" olarak bahsettiği iltizam usulünü lağvetmeyi en büyük bir va'd olarak ilan edecektir. Ancak bundan başarılı olamayacaktır. Bu arada iltizam sayesinde zenginleşen ve taşrada devlete baş kaldırabilen güçlü yöneticilerin varlığına son verilmiş ve iltizama konu olacak kaynakları daha sınırlı tutarak mültezimlerin gücünü azaltmıştır.
İltizam özel mülkiyete giden yolu açmıştır. Suriye ve Mısır gibi bölgelerde nazari olarak devlet mülkiyetine dayanan topraklar ömür boyu mültezimlere veriliyordu. Bu durum malikane uygulamasına esas teşkil edecektir. Bu şekilde Mısır gibi bölgelerde iltizama verilen topraklar fiilen özel mülk haline geliyordu.
17. yüzyılın başından itibaren ikinci bir iş olarak askeri sınıf mensuplarının bu işe el attıkları görülür. İstanbul, Bursa, Edirne gibi önemli merkezlerde oturan yüksek düzeyde askeri zümre mensupları kendilerine kolay ve büyük kazanç sağlayan mukataaları
488
BİLİNMEYEN OSMANLI
iltizama alıyorlardı. Daha alt düzeyde tımarlı sipahiler ve yeniçerilerin de iltizam işi ile uğraştıkları vaki idi. Diğer taraftan devlet tarafından kendilerine maaş yerine büyük dirliklerin vergi gelirleri tahsis edilmiş olan büyük büyük devlet memurları bu gelirlerin toplanması işini iltizama veriyorlardı. Büyük mukataaları alan mültezimler bunları parçalara ayırarak başkalarına tekrar iltizama veriyor ve bir mültezimler hiyerarşisi doğuyordu. Bu tür mukataalara pare mukataası deniyordu. Devlet mukataaların parçalanarak tekrar iltizama verilmesine karşı çıkıyor, ancak usul devam ediyordu.
Askeri zümre mensuplarının mukataa işletmesi daha erken tarihe gider. Kanuni döneminde askeri zümre mensuplarından kişilere bir kısım mukataaların işletilmesi veriliyordu. Kanuni sefere çıktığında kendi yaverlik hizmetinde bulunmaları için süvari bölüklerinden seçtiği kişilere sefer dönüşü bazı büyük mukataaların bir senelik idaresi ve cizye tahsili gibi işler veriliyordu. Zamanla bu durum kanun haline getirilmiştir.
Devlet mukataaların denetlenmesi işini tayin ettiği nazırlar vasıtasıyla yapıyordu. Uygulamaya göre bir kaç kaza veya sancakta bulunan mukataalar bir nezaret sayılarak çevrede en yakın bulunan kadılardan biri nazır yapılırdı.
Mukataalar bulunduğu eyalet merkezinde defterdarlık varsa oraya, yoksa merkezde bulunan Başdefterdarlığa bağlı idi. Bir mukataayı iltizama alan kişi devlete ödemekle yükümlü olduğu bedelin bir kısmını peşin diğer kısmını taksit taksit öderdi. Mukataalardan elde edilen gelirler ilgili bölgede bulunan hazineye yatırılırdı. Bu hazinelerin başında bulunan görevliye hassa hare emini denilirdi. Hare emininin toplanan paraları fermanlar ile verilen emir gereğince ilgili yerlere sarf etme yetkisi de bulunuyordu.
Geliri doğrudan merkezi hazineye akacak kaynaklar içerisinde mültezimlerce çekici bulunmayan ya da stratejik önemi dolayısıyla devlet tarafından denetlenmesi gereken işletmeler yarı iltizam yarı emanet yöntemi ile işletiliyordu. Devlet zarar ihtimali dolayısıyla talibi olmayan mukataaları kapatma yerine ve ekonomik gücü elinde bulunduran gruplara vermek yerine emanet yöntemi ile işletmeyi tercih ediyordu. Buna emanet ber-vech-i iltizam deniliyordu. Devlet bu tür mukataaları emin adıyla atadığı memurları tarafından işletiyordu. Eminler bir yönüyle memur, diğer yönüyle işletmenin gelir ve giderinden sorumlu müteşebbis statüsünde idiler. Özellikle padişah hasları denen ve devlete önemli nakdi gelir sağlayan arazilerin gelirleri, kethüda, voyvoda ve muhassıl gibi çeşitli unvanlar taşıyan eminler tarafından tahsil ediliyordu. Devlet emanet usulünü iltizama tercih ediyordu.
Osmanlı Devleti'nde iltizam usulünün Fâtih zamanında sistemleştirildiği kabul e-dilmektedir. İstanbul'un yeniden iskanı ve imarı için dışardan getirilen nüfusa gayrı menkuller önce parasız verilmiş, sonraları mukataaya bağlanmıştır. Bu suretle tahsili düşünülen mukataa bedeli 100 milyon akçeyi buluyordu. Gelen şikayetler üzerine Fâtih mukataayı kaldırır. Fakat Rum Mehmed Paşa sadarete geçince tekrar mukataa ihdas edilir. Kitab-ı Cihannüma yazarı konu hakkında geniş malumat verir. Aşıkpaşazade, iltizam usulünün Rum Mehmed Paşa tarafından Rumlar lehine getirilmiş bir tedbir olduğunu söyler. Neşri tarihinde Rum Mehmed Paşa'nın kendi şehrinin evlerini Müslümanların meccanen tasarrufuna hased ettiğini ve bu sebeple yeniden mukataaya bağladığını belirtir. Hammer tarihinde de iltizam usulünün başlangıcını Rum Mehmed Paşa'nın sadareti zamanı olarak kaydeder. Aşıkpaşazade ayrıca tuz, sabun, mum gibi ihtiyaç mad-
BİLİNMEYEN OSMANLI
489
delerinin iltizam yöntemiyle tekel haline getirilmesini aslen İtalyan Yahudisi olan Yakup Paşa'ya atfeder. Buna göre belli maddeler belli yerlerde satılıyor, yer değiştirmelerine izin verilmiyordu.
Mukataaların gelişimine coğrafi açıdan bakıldığında Rumeli'ye göre mukataaların Anadolu, Suriye ve Irak bölgesinde çok daha fazla geliştiği görülmektedir. 1706 yılı bütçe rakamlarından İstanbul, Edirne ve Paşa livası, Bosna ve Özi eyaleti toplam mukataa gelirlerinin Erzurum, Trabzon, Halep, Adana, Rakka, Sayda-Beyrut, Trablusşam, Diyarbakır eyaletlerinin her birinin mukataa gelirlerinden daha az gelire sahip olduğu görülmektedir.
İltizam sistemi tımar sistemi ile karşılaştırıldığında iltizam sisteminin zirai üreticiler üzerine daha yüksek vergi yükü tarheden baskıcı bir sistem olduğu söylenebilir. Zira tımar sisteminde gelirin devamlılığını muhafaza için re'âyânın kollanması ve ağır vergi yükü altında ezilmemesi gerekiyordu. İltizam sisteminde ise her hangi bir işletmeyi ya da vergi tahsil işini üç yıllığına alan kişi için bu zaman süresinde en fazla geliri tahsil etme endişesi bulunuyordu. Bu sebeple tımarlı sipahinin taşıdığı kaygılar mültezim için söz konusu değildi288.
296. 1838de İngiltere ile Balta Limanında imzalanan Ticâret Anlaşması hangi şartlarda yapıldı, sonuçları ne oldu, müsbet katkısından söz e-dilebilir mi?
1838 yılında Balta Limanı'nda İngiltere ile imzalanan ticâret anlaşması getirdikleri ve götürdükleri ve bu güne etkileri açısından güncelliğini hiç kaybetmedi. Tansu Çiller'in muzaffer bir komutan edasıyla gümrük birliğini imzaladığı günlerde her halde en fazla hatırlanan ve atıf yapılan bir anlaşmaydı Balta Limanı anlaşması.
Anlaşmaya iten sebepler neydi? Nasıl bir vasatta bu anlaşma imzalanmak zorunda kalındı? Bu suallere her iki ülkenin yani İngiltere ve Osmanlı'nın şartları açısından cevap vermek gerekiyor.
Batıda sanayi inkılabı İngiltere'nin öncülüğünde gerçekleşmiş büyük bir hadisedir. 1820'lere gelindiğinde İngiltere sanayi inkılabını tamamlamış bir ülkeydi. Diğer batılı ülkeler İngiltere'nin peşinden geliyorlardı. İngiltere Napolyon savaşları sonucunda Fransa'yı yenerek dünya pazarlarında tüm rakiplerini geride bırakmıştı. Lider durumuna yükselmiş İngiltere'nin mamul mallarının kıta Avrupa'smdaki sanayi inkılabını yaşayan diğer ülkelerde pazarlanması güçtü. Zira bu ülkeler ülke sanayisini geliştirmek için korumacı önlemler almışlardı.
Dostları ilə paylaş: |