İngiltere başka pazarlara yönelmek zorundaydı. Zira mamulü pazarlamak kadar mamulün imalinde kullanılacak hammaddeyi temin de önem arz ediyordu. Bu sebeple İngiltere Avrupa dışındaki ülkelere yönelerek bir dizi ticâret anlaşması imzaladı. Bu
288 Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 142-143; Neşrî, Kitâb-ı Cihannümâ, c. II, sh. 709-711; Hammer, Ata Bey tercümesi, c. 3, sh. 109; Mustafa Nuri Paşa, Netayicu'l-Vuku'at, (neşr. Neşet Çağatay), Ankara 1987, c. III-IV, sh. 288-290; Abdurrahman Vefik, Tekalif Kavaidi, c. 1, sh. 62-65; Tabakoğlu, Ahmed, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, sh. 122-129, 169-171; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 177-179; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, istanbul 1995, c. 1, sh. 371-372; Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimaî Tarihi, c. 2, sh. 352-353; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 153-156. ,.,,.. , ; ,
490
BİLİNMEYEN OSMANLI
anlaşmaların imzalanması her zaman karşılıklı rıza esasına dayanması gerekmiyordu. İngiltere bu anlaşmaların imzalanmasında gerektiğinde silah gücünü kullanmaktan çekinmeyecekti.
İngiliz mamullerini pazarlama açısından Osmanlı geniş bir pazar oluşturuyordu. Üstelik Osmanlı siyasi açıdan da zafiyet içinde olup, İngiltere'nin serbest ticâret yönündeki baskılarına karşı gelecek durumda değildi. Anlaşma imzalanacaktı ama uygun bir zaman bekleniyordu. Bu uygun ortamı Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanı sağlayacaktır.
Mehmed Ali Paşa dış ticâreti devlet tekeline alarak buradan elde ettiği gelirleri Mısır'ın sanayileşmesine ve askeri gücün artırılmasına harcıyordu. Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'daki faaliyetleri her iki ülkeyi rahatsız ediyordu. Devlet tekelleri İngiltere'nin Mısır'daki çıkarlarını zedeliyor, askeri gücü ise Osmanlı saltanatını tehdit ediyordu. ; Mehmed Ali Paşa'nın orduları Osmanlı tahtını tehlikeye sokunca önce Rusya ile 1833'de Hünkar İskelesi anlaşması imzalandı. Rusya'nın artan nüfuzu İngiltere'nin Doğu Akdeniz'deki çıkarları açısından tehlikeli görülmesi üzerine İngiltere padişaha yardım etmek üzere devreye girdi. Bu yardım karşılıksız olmayacaktır elbette. Yardımın karşılığı imzalanacak bir anlaşma ile İngiltere'ye sunulan iktisadi tavizler idi. Netice olarak İngiltere'nin yardımına karşılık bildiğimiz 16 Ağustos 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticâret anlaşması imzalanır. Bu anlaşma ile yed-i vâhid usûlü kaldırılıyor, câri gümrük mevzuatı değiştirilerek gümrük oranları indiriliyor, İngiliz tüccarlar ülke içerisinde serbest ticari faaliyetlerde bulunma imkanına sahip oluyordu. Yed-i vâhid usûlüne dayanan devlet tekellerinin Mısır'da da kaldırılması ile Mehmed Ali Paşa'nın mali gelir kaynakları kurutuluyor, Mısır'ın sanayileşmesine son veriliyor ve Mısır ordusunun önemli bir kaynağı yok ediliyordu. Anlaşmanın 6. maddesi Mısır'ın tüm etkinliğini ortadan kaldıracak düzenlemeleri kapsıyordu.
Anlaşma gümrük vergilerinde önemli düzenlemeler getirmiştir. Anlaşma öncesi Osmanlı Devleti ithalat ve ihracattan % 3 oranında gümrük vergisi alıyordu. Yerli ve yabancı tüccarlar mallarını ülke içinde bir bölgeden diğerine taşırlarken % 8 oranında iç gümrük ödüyorlardı. Bu anlaşma ile ihracattan alınan vergiler % 12'ye çıkarılıyor, ithalattan alınan vergiler ise % 5 olarak belirleniyordu. Yine yabancılar lehine bu avantajlara ek olarak yerli tüccarlar iç gümrükleri ödemeye devam ederken yabancı tüccarlar iç gümrüklerden muaf tutuluyordu.
1838 anlaşmasının diğer önemli bir yanı Osmanlı Devleti'nin bağımsız dış ticâret politikaları izleyebilme imkanının yok edilmesidir. Anlaşmayı izleyen yıllarda batılı ülkeler yeni gümrük tavizleri koparabilmek için yeni bunalımlar beklemişlerdir. İçerde mali bunalımın ve Lübnan'da siyasi bunalımın hüküm sürdüğü 1860-1861 yıllarında Osmanlı Devleti ihracattan alınan vergileri %12'den %1'e indirmeyi kabul etmiştir. Bu oran I. Dünya Savaşı'na kadar devam etti. İthalattan alınan vergiler ise 1861'de % 8'e, 1905'de % ll'e, ve 1908'de % 15'e çıkarıldı. Osmanlı Devleti ancak I. Dünya savaşından sonra Balta Limanı Anlaşmasını göz ardı ederek dış ticâret politikalarında daha bağımsız hareket edebilmiştir.
Balta Limanı anlaşması Osmanlı sanayii için bir dönüm noktası sayılır. 1820'lerden itibaren başlayan yabancı mal ithalatı bu anlaşmanın da tesiriyle daha da hızlanmıştır. Batılı sanayiler ile rekabet gücü olmayan Osmanlı sanayii anlaşmanın getirdiği
BİLİNMEYEN OSMANLI
491
serbestiyet ile iyice korumasız kalmış ve gerilemiştir. Batılı gözlemciler 184O'lı yıllardaki Osmanlı sanayiinin eski halinden çok daha düşük olduğunu belirtmektedirler. Geleneksel Osmanlı sanayii kuruluşları ve tezgahlan kapanıyordu. İç pazarlarda yerli sanayii bir süre daha egemen olduysa da 186O'lı ve 1870'li yıllarda bilhassa demiryolları inşaası ile buralar da Avrupa mallarının istilasına uğradı. Neticede Osmanlı ticâret dengesi aleyhte gelişerek Osmanlı ekonomisi kapitalist dünya ekonomisinin yörüngesine girmiş ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı ekonomisi giderek dünya kapitalizmine açılmıştır.
1838 ticâret anlaşması içerde ve dışarıda çeşitli tepkiler doğurmuştur. Dış tepkiler Osmanlı Devleti'nde ekonomik ve siyasi nüfuz kazanmak isteyen sömürgeci Avrupa devletlerinin birbirleriyle olan rekabetten ve üstünlüğü başkalarına kaptırmaktan doğan endişelerden kaynaklanıyor idi. Başka bir ifade ile bu tepkiler adı geçen devletlerin Osmanlı Devleti'nde ki çıkar çatışmasından ileri geliyor idi. Dahilde devletin sömürge-leştirilmesine karşı ilk tepkiler ise daha sonraları 186O'lı yıllardan itibaren bazı aydın, rejim muhalifi, gazeteci ve yazarlardan gelmiştir.
1838 Balta Limanı anlaşmasının Osmanlı zanaat dalları üzerindeki olumsuz etkilerine ve dış ticâret politikalarında gittikçe artan bağımlılığa dikkat çekilmektedir. Bu yönleriyle anlaşmanın hep menfi etkileri üzerinde durulmaktadır. Olumsuz etkileri olduğu kesin. Acaba anlaşmanın Osmanlı ekonomisi üzerinde olumlu hiç bir katkısından söz edilemez mi?
Ticâret Anlaşmasını farklı bir bakış açısıyla değerlendiren Zafer Toprak, 19. yüzyıl ticâret sözleşmeleri geleneksel Osmanlı sanayisisinin çökmesinde hızlandırıcı bir rol oynasa da pek çok dönüşümün gerçekleşmesinde rol oynadığını, mesela; Osmanlı tarımının geçimlik yapısını çözdüğünü, ekonomik düzenin parasallaşmasını sağladığını, pazar göstergelerinin ve piyasa güdülerinin ekonomide etkinliğinin arttığını, Osmanlı ekonomisini dış pazara açtığını, üreticiye tevekkül yerine kazanç özlemini aşıladığını belirtiyor. Şevket Pamuk ise I. Dünya Savaşı'na kadar geçerliliğini koruyacak olan 1838 Ticâret Anlaşması'nı İngiltere'nin dünya ölçeğindeki girişimlerinin bir parçası ve Osmanlı ekonomisinin dış ticârete açılmasını kolaylaştıran bir düzenleme olarak ele almaktadır. Yine benzer bir değerlendirmede (Doğan Kuban) modern sanayiin gelişmesi, Türk pazarını Avrupa'ya açan ve geleneksel sanayiin çöküşünü hazırlayan 1838 ticâret anlaşmasından sonra başlatılmaktadır.
İngilizlerle yapılan ticâret anlaşmasının geleneksel Osmanlı sanayiini yıkarak ülkeyi batıya bağımlı hale getirdiği şeklindeki genel tenkitleri Osman Okyar bir tebliğinde farklı bir biçimde değerlendiriyor ve Vedat Eldem, Roger Qwen ve Donald Quatert adlı araştırmacıların incelemelerinden hareketle ülkenin sahil şeridinden içeri girildikçe şehir, kasaba ve köylerde el emeğine dayanan faaliyetlerin rekabetten fazla müteessir olmadığını, I. Dünya Savaşı'na hatta sonrasına kadar varlıklarını sürdürdüklerini ifade ediyor. Diğer taraftan 19. yüzyıl boyunca tekstil mamullerine karşı iç talebin artması ve ucuz olan ithal pamuklu ipliklerinin el emeği tezgahlarında kullanılması neticesinde el emeği ile dokunan pamuklu kumaş imalatı Anadolu'da yeniden hayat bulmuştur289.
289 Ali Fuad, "Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa", TTEM, nr. 19(96), sh. 64-147; Koloğlu, Orhan "1838 Osmanlı-İngiliz ticâret anlaşması ve Mısır tehdidi", sh. 26-37; Okyar, Osman, "Tanzîmât Ekonomisi Hakkındaki Karamsarlık Üzerine", sh. 251; Önsoy, Rıfat, Tanzîmât Döneminde Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, sh. 14, 15, 21-25, 29; Pamuk, "150. Yılında Balta Limanı Anlaşması", sh. 38-41; Pamuk, Şevket, "Osmanlı Ekonomisinin Dünya Kapitaliz-
492
BİLİNMEYEN OSMANLI
297. Osmanlı Devleti'ni dış borçlanmaya iten sebepler nelerdir? Dış borçlanmanın sonuçları nelerdir?
1
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan savaş harcamalarının getirdiği bütçe a-çıklarını kapatmak için ek finansman imkanları aranmaya başlandı. İlk dış borçlanma niyetleri bu döneme rastlar. Fas, Felemenk, Fransa ve İspanya'dan ödünç alınabileceğinin düşünülmesine rağmen Aydın eyaletindeki bazı sadrazam haslarının malikane olarak verilmesiyle bir tür iç borçlanma yolu tercih edildi.
Osmanlı Devleti'nin dış borç almaya karşı geleneksel menfi tavrı kırılacak, bütün tereddütlere rağmen Kırım Savaşı sırasında 1854 yılında ilk dış borç alımı gerçekleşecektir. Zaten dış borç alımı konusunda Avrupa sermaye çevrelerinin de baskısı var idi. Çünkü Osmanlı Devleti'nin Avrupa para piyasalarında tahvil satarak borçlanması Avrupa sermaye guruplarının işine gelecekti. Tahvillerin satışını düzenleyecek bankerler büyük komisyonlar elde edecek, tahvilleri satın alan küçük tasarruf sahipleri faiz geliri sağlayacak, Osmanlı Devleti ise elde ettiği fonların bir kısmını özellikle askeri araç ve gereç ithalinde kullanacağı için Avrupa sanayiine ek talep oluşturacaktı.
1854-55 yılında alınan ilk dış borç savaş harcamalarına gidecektir. Bu ilk borçtan 1879 yılına kadar Osmanlı Devleti on yedi kez dışardan borç alacaktır. Alınan borç paraların pek azı yatırıma aktarılacak, geri kalanı cari harcamalara, saraylar yapımına, Avrupa'dan satın almak suretiyle donanma kurulmasına ve bürokrasinin maaşlarının ödenmesine gidecekti. Üstelik 1875-6 yılına kadar alınan borçlar çok ağır şartlar taşıyordu, faiz oranları yüksekti. Batılı ülkeler borç verme karşılığında çok ağır taleplerde bulunuyorlardı. Fuat Paşa 1860 yılında yeniden borç için İngiltere'ye müracaat ettiğinde İngiltere'nin öne sürdüğü şartlara bakılacak olursa talep edilen şartların ağırlığı anlaşılır; devlet emlakini satın alma veya kiralama için müsaade olunması, bu emlakin teminat gösterilmesi suretli tahvil çıkarılması, vakıf emlakin ilgası ve Osmanlı maliyesinin idaresi için uluslararası bir komisyonun kurulması.
Devlet kısa bir süre zarfında borçların faiz ve anapara ödemelerini karşılayabilmek için bütün ağır şartlara rağmen yeniden borç almak durumunda kalıyor, dış borçların ödenmesi her gün daha da zorlaşıyor ve borçlanma sürecinin devam etmesi Avrupalı bankalar ve tahvil satın alan tasarruf sahiplerinin işine geliyordu. Dahası 1870'lerin ortasında Osmanlı Devleti'nin yeni borç almadan anapara ve faiz ödemelerini karşılayabilmesi için tüm devlet gelirlerinin yarısından fazlasının bu alana ayrılması gerekiyordu. Dışardan yapılan borçlanmalara en güvenilir kaynaklar karşılık gösteriliyordu. Mesela Mısır'ın cizye geliri, İstanbul, İzmir ve Suriye gümrükleri gelirleri. 1870 yılında Rumeli demiryolu inşası için alınan borca ise kilometre garantisi veriliyordu. 1865, 1873 ve 1874 borçlarında ise devletin tüm gelirleri teminat gösterilecektir.
1873 yılında borsa krizleri Avrupa ve Amerika piyasalarını etkisi altına alınca sanayileşmiş ülkelerden sermaye ihracı kesildi ve Osmanlı Devleti'nin yeni fonlar bulması güçleşti. Devlet 25 yılda borçları ödeyemez duruma geldi ve 1875 yılında moratoryum ilan etti. 1875'de vadesi gelen borç taksitlerinin ancak yarısını ödeyebileceğini ilan
mine Açılışı", TCTA, c. 3, sh. 718, 719, 720; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 199-202; Toprak, Zafer, "Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu", sh. 1340 vd.; Kuban, Doğan, İstanbul Bir Kent Tarihi, sh. 348. ; . ,
BİLİNMEYEN OSMANLI
493
etmesine rağmen 1876 yılına geldiğinde hiç birisini ödeyememeğini duyurdu. Şu var ki 1873 yılı borsa krizleri sadece Osmanlıyı etkilemedi, pek çok ülke dış borç ödemelerini durdurmak zorunda kaldı.
1875 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti'nin dış borçları 200 milyon sterline yaklaşıyordu. Anapara ve faiz ödemeleri ise yılda 11 milyon sterlini buluyordu. Devletin tüm gelirleri ise 18 milyon sterlin dolayında idi ki dış borç ödemelerini sürdürebilmek için devlet gelirlerinin % 60'ını dış borç ödemelerine ayırmak gerekiyordu.
1879 yılında Osmanlı Bankası ve Galata Bankerlerine olan 8.725.000 liralık borca karşılık 1880 Ocak ayından itibaren damga, müskirat, İstanbul bölgesi balık avı resimleri, tuz ve tütün tekelleri ile İstanbul ve çevresi, Edirne, Bursa, Samsun vilayetleri ipek öşrü on sene müddetle on sene müddetle borç sahiplerine iltizama verildi. 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile Düyûn-ı Umumiye kuruldu. Düyun-ı Umumiye Osmanlı borçlarının yönetim, ödeme ve vergilerin toplanması ile görevlendirilmiş idi. Muharrem Kararnamesi ile dış borçlarda indirime gidildi. Galata Bankerlerine verilen rüsum-ı sitte bu idarenin tasarrufuna bırakıldı.
Osmanlı borçlar tarihinde 1882-1914 ikinci dönemi oluşturur. Bu dönemde yeni borçlanmalar kanalıyla hazineye giren miktarın iki katı borç ödemelerine gidecektir. 1882 yılından itibaren borç ödemelerine ayrılan miktar tüm Osmanlı bütçe gelirlerinin % 20-30 arasında bir bölümüne tekabül edecektir.
1882-1913 yılları arasında biri yavaş diğeri hızlı borçlanma dönemi yaşandı. 1886 yılına kadar borç alınmadı. 1901 yılına kadar ise borçlanma yavaş seyretti. Yapılan borçlanmalar öncelikli olarak cari harcamalara gitti. 1901 sonrasında yeni borçlanma ve borç ödeme yeniden hızlandı. Alınan borçların önemli bir kısmı demiryolu yatırımlarına aktarıldı.
Bütçe açıkları yüzyılın başından itibaren büyümeye başladı. Askeri harcamaların artırılması bunalımı daha da ağırlaştırıyordu. 1910'ların başlarında eski borçların faiz ve ana paralarının ödenebilmesi ancak yeni alınan dış borçlarla ödenebilecekti.
1914 yılında Osmanlı Devleti'nin dış borçları 160 milyon İngiliz sterlinine ulaşmıştı. Lozan Antlaşmasıyla Osmanlı borçlarından Anadolu'ya düşen payın ödeneceği kabul edildi ve kuruluşun yetkisi kaldırıldı. Düyun-ı Umumiye'ye olan borcun son taksidi ilk borç alındığından tam 100 yıl sonra 1954 yılında ödendi290.
298. Düyun-ı Umumiye İdaresi niçin kuruldu? Osmanlı Devleti'nin yıkılışında nasıl bir etki yaptı?
Osmanlı Devleti'nin bir gayr-i Müslim ülkeden borç alma yönündeki süregelen menfi tavrı artan mali bunalım ve savaş harcamalarının getirdiği baskı ile kırılınca Av-
290 Maliye Nezareti İhsaiyat-ı Maliye 1325, İstanbul 1327, sh. 312-318; Abdurrahman Şeref, "Ecânibden İlk İstikraz Teşebbüsümüze Aid Birkaç Vesika", TOEM, nr.30, sh. 321337; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 184-186; Belen, Türkiye İktisadi Tarihi Hakkında Tetkikler, sh. 252; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 206-207; Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi, sh. 52-60; Eldem, Vedat, Osmanlı İmparatorluğu'nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, sh. 184; Karamürsel, Ziya, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, sh. 92-115; Ekinci, Necdet, İmparatorluktan Cumhuriyete, Türk Mali Politikasına Bakış, Belleten, c. LV, sayı 212-214(1991), sh. 765-769. ...... ............
494
BİLİNMEYEN OSMANLI
rupa ülkelerinden dış borç alımına başlandı. 1854 yılında aralanan kapı ancak 100 yıl sonra kapanacak, Osmanlı mali tarihinde acı bir tecrübesi olarak kalacaktır.
İlk borcun alınmasında Kırım Savaşı'nın büyük etkisi vardı. Dolayısıyla alınan ilk borç savaş harcamalarının finansmanında kullanıldı. Daha sonra yapılan borçlanmaların da önemli bir kısmı cari masraflara, saray yapımına, maaş ödemelerine ve donanma teşkiline ayılıyordu. Dolayısıyla yatırımlara kanalize edilmeyen kaynaklar ülke maliyesini düzlüğe çıkarma gibi bir fonksiyonu ifa edemeyecekti. Öyle ki devlet dış borçların anapara ve faizlerini ödemek için bile tekrar dış kaynaklara müracaat edecekti.
Fakat hızlı borçlanma süreci kısa sürecek, devlet 20 yılı geçmeden tıkanma noktasına gelecektir. Zira 1873 yılında patlak veren borsa krizi Avrupa ülkelerinden sermaye ihracını durduracak, yeni kaynakların bulunması güçleşecektir. 1875 yılına geldiğinde devlet borçların ancak yarısını ödeyeceğini ilan etmesine rağmen bir yıl sonra dış borç ödemelerini tamamen durdurduğunu ilan etme zorunda kalacaktır. Devletin bu hızlı borçlanma serüveninde 1875 yılına dek dışarıya olan borcu 200 milyon sterline yaklaşıyordu. Anapara ve faiz ödemeleri ise yılda 11 milyon sterlini buluyordu. Devletin tüm gelirleri ise 18 milyon sterlin dolayında idi ki dış borç ödemelerini sürdürebilmek için devlet gelirlerinin % 60'ını dış borç ödemelerine ayırması gerekiyordu.
Borç ödemelerinin tıkanması Osmanlıya borç veren batı ülkelerini ödemeleri güvence altına almak için yeni bir yöntem geliştirmelerinin önünü açmıştır. Bu yöntem ile Osmanlı maliyesinin vergi kaynaklarının bir bölümü üzerinde doğrudan yönetim kurularak bu kaynaklardan sağlanan gelirlerin borç veren ülkelere aktarılması mümkün hale geliyordu. Aslında batılı ülkelerin mali kontrolü, 1858 ve 1862 yıllarında yapılan istikrazlara karşılık gösterilen gelirin her altı ayda bir borç sahiplerine ödenmesi için kaynakların denetimi, azası Osmanlı ve borç veren ülkelerden oluşan bir komisyona bırakılması ile başlar. Bu komisyon Düyun-ı Umumiye'nin temeli sayılır.
1296 yılında Berlin Konferansında Osmanlı hükümetinin verdiği söz üzerine batılı sermaye çevrelerinin temsilcileri İstanbul'a gelerek beş ay süren müzakereler sonunda bir Kararname imzalanır. Batılı sermaye çevreleriyle Osmanlı yöneticileri arasında 1881 yılının Aralık, Hicri takvime göre Muharrem ayında imzalanan ve tarihe "Muharrem Kararnamesi" olarak geçecek olan bu anlaşma ile borçların tediyesini amaçlayan Dü-yûn-ı Umumiye kuruldu. Bu anlaşma ile Osmanlı borçlarında indirime gidildi ve ödeme şartları yeniden düzenlendi. Ancak Osmanlı borçlarının yönetim, ödeme ve vergilerin toplanması Düyun-ı Umumiye müessesine bırakıldı. Bu idare İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı ve Osmanlı alacaklıları ile kendilerine öncelik tanınan Galata bankerlerini temsilen 7 üyeden oluşmuştur.
Kurumun denetlediği vergiler Osmanlı maliyesinin önemli gelir kaynaklan idi. Galata bankerlerine bırakılan rüsum-ı sitteden oluşan tuz ve tütün tekelleri, damga resmi, ipek öşrü, müskirat resmi ve İstanbul bölgesinde balıkçılıktan alınan vergilerden başka gümrük muahedelerinin tadili halinde gümrük gelirinde meydana gelecek hasılat farkı, patent nizâmnâmesinin tatbik mevkiine konulmasından ve temettü vergisinde hasıl olacak fazlalıklar, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs varidat fazlası, Şarki Rumeli vergisi ile mezkur eyalet gümrükleri safi hasılatı karşılığı olan 5000 lira, tönbeki resmi hasılatından 50 bin lira, Berlin muahedesine göre Düyun-ı Umumiye'den Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan'a isabet eden meblağlar da Düyun-ı Umumiye müessesinin
BİLİNMEYEN OSMANLI
495
tasarrufuna bırakıldı.
Ayrıca 1883 yılında yabancı sermaye ile kurulacak olan Tütün Rejisi Şirketi'ne ülke içindeki tütün üretiminin denetlenmesinde, tütün alım ve satımında ve sigara üretiminde ayrıcalıklar tanıyordu.
Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin Osmanlı mali teşkilâtı içindeki yeri zamanla genişlemiş ve I. Dünya Savaşı arefesinde bir maliye nezareti halini alacak kadar kuvvetlenmiştir. Kağıt üzerinde bir Osmanlı devlet idaresi gözükmekle beraber Maliye Nezareti'n-den büyük ölçüde bağımsız olarak çalışıyordu. Kurulduğu tarihte geliri 2.54 milyon liradan 1911/2 yılında 8.16 milyonu bularak devlet gelirleri içindeki hissesi % 17'den % 27'ye yükselmiştir.
Düyun-ı Umumiye İdaresi kendi denetimine bırakılan vergi kaynaklarını geliştirmek ve vergileri daha etkin bir şekilde tahsil etmek amacıyla beş binden fazla çalışanıyla yirmiden fazla şehirde geniş bir organizasyon kurmuş idi. Bu idarenin üst düzey çalışanı Avrupalı diğer çalışanlar ise Osmanlı vatandaşlarıydı. İdarede görevli yabancıların oranı toplam memurların % yedi veya sekizini geçmiyordu. İdare kendisine bırakılan alanlarda mesela tütün ve ipek gibi zirai malların üretimine ve ihracatına yöneldi.
Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti borç alımını sürdürdü. Osmanlı maliyesi üzerindeki batı ülkelerinin denetimi Osmanlı Devleti'nin batı ülkelerinden daha uygun şartlarda, daha düşük faizler ile borç alımına imkan sağlıyordu. Diğer taraftan bu idare sayesinde batılı ülkeler alacaklarını eksiksiz ve zamanında tahsil ediyorlardı. İdarenin yabancı demiryolu şirketleriyle işbirliğinden Türk köylüsü de yararlanmıştır. Demiryolları mahalli üretim fazlasını başka bölgelere aktarılmasını sağlıyor, dolayısıyla geçtiği bölgelerde verimlilik artışına sebep oluyordu. Yine demiryollarına ve hükümet borçlarına teminat olarak ayrılan a'şârın ihalesinde ihmalkarlığın önlenmesi a'şâr ihalelerinin elverişli zamanlarda yapılmasına ve köylülerin mahsulü iyi fiyatla satmasına sebep oluyordu.
1881 anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti'nin borç ödemeleri alınan yeni borçların üzerinde gerçekleşti. I. Dünya Savaşı'na kadar batılı ülkelerden alınan yeni borçların yaklaşık iki katı anapara ve faiz ödemeleri olarak batı ülkelerine aktarılmıştır.
Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinden çekilişine kadar yürürlükte kalacak olan Düyun-ı Umumiye İdaresi Osmanlı mali kaynaklarının önemli bir bölümünü doğrudan denetleyecek ve sağladığı gelirleri Avrupa ülkelerine aktaracak ve merkezi hükümetin bağımsız kararlar almasının da önünü tıkayacaktır291.
299. Osmanlı demiryollarını finanse eden batılı ülkeler ile Osmanlı Devleti'nin beklentileri nelerdi? Sonuçları ne oldu?
Osmanlı ülkesinde yabancı sermayenin en fazla ilgi alanına giren yatırım alanı Demiryolları idi. Demiryollarının ilgiyi üzerine çekmesi sebepsiz değildir. Osmanlı yöne-
291 Maliye Nezareti İhsaiyat-ı Maliye 1325, İstanbul 1327, sh. 312-318; Eidem, Vedat, Osmanlı İmparatorluğu'nun İktisadi Şartlan Hakkında Bir Tetkik, sh. 182-199; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 208-210; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 185-186; Karamürsel, Ziya, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, sh. 87-88, 102 vd.; Biaisdell, Donald C, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Malî Denetimi (Düyunuumumiye), Çev. Ali İhsan Dalgıç, İstanbul 1979.
496
BİLİNMEYEN OSMANLI
ticiieri tarafından da demiryolları farklı açılardan değerlendirilerek yabancı sermaye bu alana çekilmek isteniyor ve yapımı teşvik ediliyordu.
Konuya yabancı sermaye açısından baktığımızda şu manzara görülmektedir. Sanayi devrimini gerçekleştirmiş batı bir tarafta mamul ürünlerini pazarlamak istiyor ve diğer tarafta işleyecek hammadde kaynaklarına kolayca ulaşmak istiyordu. 1838 ve takib eden ticâret anlaşmaları ile yoğun bir şekilde Osmanlı Devleti ile ilgi kuran batı ülkelerinin bu hedeflerinin gerçekleşmesi için Osmanlı ülkesinin denizden uzak iç bölgelerine ulaşmak gerekiyordu. Bu tarihlerde batı ülkelerini saran demiryolunun Osmanlı hinterlandı ile kıyı kentlerinin birbirine bağlanmasını sağlayacak en iyi yol idi. Demiryolu sayesinde batılı ülkeler kendi ürünlerini Osmanlı hinterlandında rahatlıkla pazarlayabile-cek ve bu iç bölgelerin hammadde kaynaklarını da batı ülkelerine ulaştırabilecekti. Demiryolunun ulaştığı bölgelerin hammaddelerinin çekilip alınması ile bu bölgelerde satın alma gücü de yükseliyor, dolayısıyla batı mamullerini satın alacak bir düzeye gelinerek talep artışı sağlanmış oluyordu.
Batı ülkeleri Osmanlı demiryoluna sermaye ihracıyla bu tür hedeflenen faydaların dışında bizatihi yatırımın kendisi de kârlı bir alandı. Devlet kilometre garantisi vererek riski azaltıyordu.
Demiryolu yatırımları ile batılı ülkeler Osmanlı içlerinde nüfuz bölgeleri oluşturuyordu. Bu bölgelerin mamulleri öncelikli olarak demiryolu inşaasını gerçekleştiren ülkeye gidiyordu. Nüfuz bölgesi oluşturan devlet diğer yatırımlara girişiyordu. Mesela 1860'larda İzmir-Aydın, İzmir-Kasaba demiryolunun yapımı Batı Anadolu'da İngiliz sermayesini güçlendiriyor ve bölgenin İngiltere ile olan ticâretinin hızla büyümesine yol açıyordu. İngiliz sermaye sahipleri diğer yatırımlara mesela sanayi, belediyecilik ve madencilik alanında yatırımlara yöneliyorlardı.
Konu Osmanlı Devleti açısından farklı boyutlar taşıyordu. Bir kere ulaşım sektörüne yapılan bu yatırımlar ülke kalkınmasına katkıda bulunuyordu. Devlet demiryolu sayesinde çok geniş topraklara sahip coğrafyasında bir ulusal pazar oluşturması mümkün hale geliyordu. Ulaşım maliyetleri azalarak bölgeler arası mal sirkülasyonu hızlanıyordu. Zira daha önce ulaşım maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle pazarlar en fazla 80 km. ile sınırlı kalıyordu. Bu katkılara ek olarak yeni topraklar üretime açılıyordu. Zirai üretim artışının bir diğer anlamı devlet için daha fazla vergi idi.
Dostları ilə paylaş: |