Avrupa'da yeni bir şeyler oluyor – Koray Çalışkan – Radikal Gazetesi
Türkiye'nin AB için artık çok daha fazla çalışması gerekiyor. AK Parti açıkça söyleyemese de AB'ye karşı.
Geçen hafta Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri vardı. Fransa’da Marine Le Pen’in lideri olduğu Milli Cephe Partisi ipi göğüsledi. Yahudi, Müslüman, göçmen ve AB karşıtı Le Pen AP’de grup kurabilecek kadar güçlendi.
İlk iş olarak hükümete acil olarak atmasını istediği üç adım sundu. Fransa’nın AB’den ayrılmasını isteyen Le Pen’in Fransa’nın Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini veto edeceğini deklare etmesiydi. “AB’ye karşıyım, Türkiye’nin girmesine daha çok karşıyım” garipliği.
İngiltere’de İşçi Partisi ve muhafazakârların yarım yüzyıllık dansı bitmek üzere. Nigel Farage’ın Bağımsızlık Partisi seçimi aldı. İngiltere’nin AB’den ayrılmasını savunan, AB’nin ölü doğmuş bir bebek olduğunu düşünecek kadar AB karşıtı olan bu parti de bir içe kapanma öyküsü yazıyor.
Üstelik Avrupa’nın en açık toplumlarından İngiltere’de yabancı ve Müslüman karşıtı hissiyat artarken bunlar oluyor. Geçen hafta yayımlanan Britanya Sosyal Değerler Araştırması’nın verilerine göre İngiltere bir taraftan eşcinsel evliliklerini daha doğal bulan, boşanmaları dünyanın sonu sanmayan, kadın-erkek eşitliğinde daha ileri bir pozisyona yaklaşan bir ülke.
Madalyonun diğer yüzü ise garip. Bu tolerans lideri toplum mesele Müslümanlara ve yabancılara gelince daha kötüye gidiyor. Araştırmaya göre ırk ve din bazlı önyargılarının arttığını söyleyenler yükselişte.
Avrupa’nın başka yerlerinde de seçimler ilginç sonuçlar doğurdu. İspanya’da ilk kez sağ ve solun yanında sosyal demokratları hakiki sol saymayan ve daha kurulalı 3.5 ay olan Podemos yani Yapabiliriz Partisi belirdi. At kuyruğu saçlı, daha 35’inde bir siyasetbilimci olan Pablo İglesias’ın partisi taban örgütlenmesine dayanan ve kurumsal merkez siyasete savaş açan bir hareket. Kimse 3. parti olmasını beklemiyordu.
Yunanistan’da sosyalist Syriza’nın başarısı ise bekleniyordu. Merkez sağ ve solu yok eden, komşunun ÖDP'si diyebileceğimiz bu parti de parlamentodaki ezberleri bozacak nitelikte.
Bu sonuçlar, Avrupa siyasetinde artık her şey değişti anlamına gelmiyor. Parlamentonun ezici çoğunluğu hâlâ merkez sağ ve solun elinde. En büyük grubu Hıristiyan Demokrat Parti koalisyonu kuracak.
Dahası %46’lık bir oy kullanma oranına göre şekillenen bu seçim, tepki oylarının daha fazla görünür olmasına neden oluyor. Parlamento, Avrupalılar tarafından hâlâ tanınmıyor. Avrupa bakanlar kurulu gibi bir üst yürütme erki olmadığı için birçok Avrupalı bu parlamentonun ne işe yaradığını bilmiyor ya da önemsemiyor.
Ancak parlamento çok önemli. Ortak politikalar burada şekilleniyor. Çevre politikasından tutun enerji politikasına kadar Avrupa’nın bütün lobicileri parlamenterlerin peşinde. Bu nedenle genel Avrupa siyasetine etkisi çok büyük.
Bu durum Türkiye açısından ciddi bir zorluğa tekabül ediyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için artık çok daha fazla çalışması gerekiyor. AK Parti, açıkça söyleyemese de AB’ye karşı. Yakın zamanda bunu daha rahat dillendirmesini sağlayan saçma sapan sağ AB açıklamaları göreceğiz. Bu da AK Parti’nin daha rahat bir anti-AB pozisyon almasına neden olacak.
AB’nin temellerini ciddi olarak sorgulayacak bir Avrupa Parlamentosu ortaya çıktı bu günlerde. AB-Türkiye arasındaki köprünün iyice zayıflayacağını öngörmek zor değil. Türkiye’de demokratikleşme açısından bir kötü haber...
Anti-demokrat Enternasyonel – Ceren Kenar – Türkiye Gazetesi
Beşar Esad'ın kuzeninin kanalı SAMA TV'de konuşan sarışın hoş bir kadın. Suriye krizini yorumluyor 2013 yılında. Ölü sayısı 100.000'i geçmiş, kimyasal silah kullanılmış, konuşması sırasında Halep'te siviller varil bombası ile hedefleniyor.
Paris'ten programa katılan kadın, Suriye'yi köktendinci İslamcılar'ın ele geçirdiğini ve bundan dolayı Batı'nın sorumlu olduğunu söylüyor. “Libya'da yaptıklarının aynısını Suriye'de yapıyor Batılı güçler” diyor ve ekliyor “Batı her ulusal ülkenin egemenlik hakkına saygı duymalıdır.” Fransa gibi ülkelerin Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi “İslamcı” ülkelerin “kölesi” haline geldiğinden yakınan konuşmacı, Suriye'de sivillerin hayatını kaybetmesinden bu aktörlerin sorumlu olduğunu söylüyor.
Esad'ın kuzeninin sahibi olduğu kanalda, mükemmel Fransızcası ile, “seküler” Suriye rejiminin maruz kaldığı uluslararası komployu deşifre eden kişi Esma Esad değil, Marine Le Pen. Babasından miras aldığı şey sadece ırkçı genler değil, aynı zamanda şu an oturduğu koltuk. Kendisi şu an babası tarafından kurulan aşırı sağ Ulusal Cephe partisinin lideri.
Marine Le Pen'in başka konularda da “çığır açıcı” ve “ilginç” görüşleri var. "Afrikalı göçmen sorununu ancak Ebola virüsü çözer" sözleri göçmen politikasını tek cümlede özetliyor. Lideri bulunduğu parti Fransa'da idam cezasının yeniden getirilmesini savunuyor ve hapishane kapasitelerinin arttırılmasını talep ediyor.
Marine Le Pen, Fransa'nın Batı bloğu yerine Rusya ile ayrıcalıklı ilişkiler kurması taraftarı. “Putin'e hayranım. Evet bazen hata yapıyor olabilir, ama hangimiz hata yapmıyoruz ki” sözleri ile açıklıyor Putin rejimine bakışını. Avrupa Birliğine karşı. Arap devrimlerini “İslami faşizmin” demokrasi sloganı ile mevzi kazanması olarak yorumluyor.
Le Pen'in lideri olduğu parti, Fransa'nın en büyük üçüncü partisi. Ürkütücü değil mi? Lakin bardağın dolu tarafı da var. BVA adlı kamuoyu yoklama şirketinin araştırmalarına göre Fransa halkının yüzde 65'i, Le Pen'in sandıktan birinci çıkmasını "ülke siyaseti açısından endişe verici" buluyor.
Fransa'da yaşanan medeniyetler arası bir çatışma mı, yoksa medeniyetler içi bir mücadele mi?
Fransa'daki Ulusal Cephe'nin, İngiltere'deki partneri sayılabilecek Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) Lideri Nigel Farage'de epey renkli bir kişilik. Çingene bir komşusu olsa rahatsız olacağını söyleyecek kadar “açık sözlü.” Putin hayranı, Suriye'deki kimyasal silahların muhalifler tarafından kullanıldığına inaniyor. Sadece Hristıyan olan Suriyeli mültecilerin İngiltere'ye kabul edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Yunanistan'da aşırı sağ bir örgüt olan Siyah Nilüferler'in Esad'ın yanında savaşmak için gönüllü arayan çağrılar yapmış olmasını da not düşelim.
Radikal sağ böyle de radikal sol farklı mı?
George Galloway, İngiliz solcu bir milletvekili. İsrail'in el-Kaide'ye kimyasal silah temin ettiğini ve kimyasal saldırının muhalifler tarafından yapıldığını düşünüyor. Uzun süre Saddam destekçisiydi, şimdi diktatör seviciliğini Esad'la idare ediyor.
Dünyanın tüm anti demokratları bir potada buluşmayı başarıyor. Medeniyetler çatışması mevzu bahis demokrasi ve liberalizm düşmanlığı olunca geçerli olmuyor görüldüğü üzere. Bu anlamda medeniyetler arasında bir diyalogdan bile bahsetmek mümkün...
AMERİKA GÜNDEMİ Obama’nın dört gün sürecek Avrupa turu başladı
Euronews
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’nın dört gün sürecek Avrupa turu bugün başlıyor. Üç ülkeyi kapsayan ziyaretin ilk durağı Polonya.
Obama, temasları kapsamında Ukrayna’nın yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko ile de bir araya gelerek bir anlamda Ukrayna krizinde Rusya’ya karşı Avrupalı müttefiklerinin yanında olduğu mesajını verecek.
Uluslararası ilişkiler uzmanları, pasif dış politika sürdürmekle eleştirilen Başkan Obama için Avrupa turunun zorlu geçeceği görüşünde: “Sanırım Başkan Obama’nın dış politikasının ne olduğunu halen anlamaya çalışıyoruz ve bunu altı yıllık başkanlık döneminden sonra söylüyoruz. Aslında onun politikaları kendisinden önceki başkanlarınkinin aksi üzerinden tanımlanabilir. Kendisi bunu konuşmalarında dile getirdi. Fakat o halde neyden yana olduğunuzu belirtmeniz gerekir.”
Obama Brüksel’de G7 zirvesine katıldıktan sonra cuma günü Fransa’ya geçerek Normandiya Çıkarması’nın 70’inci yıldönümü nedeniyle Omaha Sahili’ndeki törene katılacak. Rusya lideri Viladimir Putin’in de bulunucağı törende Obama’nın vereceği mesajlar merak ediliyor: “Normandiya çıkarmasından 70 yıl sonra, Amerika’nın halen özgürlüğün asıl bedelini ödemeye niyetli olup olmadığı belirsiz. Obama kanıksanmış yeni doktrini ile ülkesini çatışmaların dışında tutmaya çalışıyor. Fakat şimdi Başkan’ın Normandiya sahilllerinde bu politikasını savunması gerekecek.”
Obama: Rusya'yı tehdit etme niyetimiz yok
Reuters
Ukrayna nedeniyle Batı ile Rusya arasında son yıllardaki en büyük kriz devam ederken, ABD Başkanı Barack Obama'nın dört gün sürecek Avrupa turu Polonya'da başladı.
Obama, başkent Varşova'da Polonya Cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski ile yaptığı görüşmenin ardından, ABD'nin Avrupa'daki askeri varlığını artırmak için 1 milyar dolarlık yardım fonu oluşturulacağını açıkladı.
Obama, "Avrupa'nın güvenliği, bizim güvenliğimizin temel taşıdır ve büyük öneme sahiptir. Bu taahhüt, içinde bulunduğumuz dönemde daha büyük bir anlam taşımaktadır" dedi.
NATO'nun Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeki operasyonlarına ABD donanmasının katılımını artırmayı amaçlayan paket, askeri tatbikatlar, eğitim faaliyetleri ve Avrupa'daki hava ve kara kuvvetlerinin rotasyonu için kullanılacak.
Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi Rusya ile sınır paylaşan, ancak NATO üyesi olmayan ülkelerin askeri kapasitesinin de artırılmasını isteyen Obama, Kongre'ye pakete destek vermesi çağrısında bulundu.
'İlişkilerin düzelmesi zaman alır'
Obama, ABD'nin amacının Rusya'yı tehdit etmek olmadığını söyledi ancak iki ülke ilişkilerinin normale dönmesinin zaman alacağının altını çizdi. Obama, Rusya'nın Ukrayna'da istikrarı bozucu eylemlerini sürdürdüğü takdirde yeni yaptırımların gelebileceğini de belirtti.
Obama'nın açıkladığı paket, Rusya'nın Ukrayna konusundaki tutumu nedeniyle Avrupalı ülkelerde endişelerin arttığı bir döneme denk gelmesi nedeniyle önem taşıyor.
Avrupa ziyareti kapsamında Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovenya liderleri ile buluşacak olan Obama'nın gündeminde Orta Avrupa'nın güvenliği konusu da önemli maddeler arasında yer alıyor.
Obama'nın Ukrayna'da devlet başkanı seçilen Petro Poroşenko ile görüşmesi de bekleniyor.
ABD’nin yeni terörle mücadele stratejisi – Hasan Ali Özcan – Milliyet Gazetesi
ABD Başkanı Obama geçen hafta Askeri Akademi’de bir konuşma yaptı. Dış politika kadar, küresel güvenlik sorunlarında ülkesine biçtiği rolü ve yöntemleri yeniden tanımladı.
Bazı uzmanlar konuşmayı sıradan buldular. ABD’nin küresel rolü ile önerilen yöntemlerin uyumsuzluğundan söz ettiler. Tehditlere cevap vermekten uzak olduğunu ileri sürdüler.
Çivi, çekiç meselesi
“Doktrin”, ABD’nin küresel rolünün sürdüğünü ancak savaşın tek yöntem olmadığını, ABD ordusunun savaş ve çatışma olan her yerde olmayacağını belirtiyor. Doğrudan müdahil olunacak halleri ise sınırlıyor.
Savaşların ağır maliyeti, asker kayıplarının yarattığı kamuoyu baskısı biliniyor. Afganistansavaşının yıllık gideri 100 milyar doların üstünde. Irak’la birlikte asker kayıpları ise 8 bine yakın.
Obama, dünyada artan ABD karşıtlığını da dikkate alarak ülkesinin çatışmalardan uzak duracağını, düşük bir profil göstereceğini ilan etti.
Asimetrik savaş ve teknoloji miti
Ana fikir, çatışmalara doğrudan müdahil olmak yerine, teknolojiye güvenmek, müttefikleri desteklemek ve güçlü ittifaklar kurmak üzerine şekilleniyor. Başka bir ifadeyle, kestaneleri ateşten doğrudan almak yerine, geri planda kalarak maşayla toplama eğilimi hâkim.
Obama Irak’tan çekildi. Afganistan’dan da hızla çekiliyor. Ne var ki bütün bunlar, “güvenlik sorunlarının” bittiği ya da kabul edilebilir bir seviyeye indiği için eve dönüş anlamına gelmiyor.
Suriye’den Libya’ya, Afganistan’dan Ukrayna’ya, Mali’den Orta Afrika’ya ABD ve müttefiklerini kaygılandıran ciddi ve asimetrik karakterde güvenlik sorunları var. Siyasi, ekonomik ve sosyal ortam asimetrik tehditler için elverişli bir iklim sağlıyor.
Yeni dönemde operasyonların istihbarata dayalı yürütülmesinin iki amacı var. ABD’nin kayıplarını en aza indirmek ve en az maliyetle başarı sağlamak.
Kayıpları azaltmanın bir diğer yolu teknolojiden geçiyor. En popüler yöntem ise “İnsansız Hava Aracı” kullanmak. Bu tekniğin sıradanlaşması, sivil kayıpların yanı sıra bir dizi hukuki tartışmayı da başlattı. Ayrıca uluslararası alanda her aklına gelenin bu teknolojiye dayalı operasyon yapması yeni ve kaotik bir dünyanın kapısını aralayacaktır.
Çatışma sahasında asker bulundurmama eğilimine rağmen, iç savaş, sivil savaş, terörizm gibi asimetrik çatışmalar da askerleri sahadan tamamen çekemezsiniz. Obama, bu açığı kapatmanın yolunun müttefikler ve dost silahlı muhalifleri desteklemek olduğunu gizlemiyor. Bu iş için de 5 milyar dolar ayrıldığını ilan etti.
Oysa ABD, 2006’dan beri 40’dan fazla ülkeye terörle mücadele kapasitesini artırmak, eğitim
ve teçhizat için 2.2 milyar dolar harcadı. Sonuçların pek parlak olduğu söylenemez.
Askeri yardım darbelere giden yol mu?
Yardımların ilginç yan çıktısı da olabilir. Terörizm, sivil savaş gibi sorunlar zaten devlet sistemlerinin çöktüğü yerlerde yaygındır. Askeri yardım ve kapasite inşası orduları güçlendirirken, zayıf hükümetler karşısında da etkili hale getirebilir. Askeri darbelerin kapısını aralayabilir. Tıpkı Soğuk Savaş günlerindeki gibi.
Yerel güçleri destekleme arzusu, küresel köyde köy koruculuğu sistemini kurma fikrine dayanıyor, tıpkı 19. yüzyıldaki gibi.
ASYA – PASİFİK GÜNDEMİ Rusya'nın yeni güç arayışı
AA
Rusya, Belarus ve Kazakistan arasında Avrasya Ekonomik Birliği anlaşması 29 Mayıs'ta imzalandı. Devlet başkanlarının katıldığı imza töreninde, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev de hazır bulundu.
Birliğin kurucu ülkeleri Rusya, Belarus ve Kazakistan’ın belirleyeceği katılım sürecinin netleşmesinin ardından, Ermenistan’ın 15 Haziran’a kadar, Kırgızistan’ın da 2015 başlarında birliğe katılması bekleniyor.
Avrasya Ekonomik Birliği’nin başkenti Astana olacak. Rusya’nın eski sovyet ülkeleriyle işbirliğini resmileştirecek olan birlikle ilgili ilk fikir, 1994 yılında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’den geldi.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından üç sene sonra ‘Avrasya entegrasyonu’ fikrini ortaya atan Nazarbayev, imzalanan anlaşmada toprak bütünlüğü ve eşit egemenlik prensibiyle, üye ülkelerin kendine has politik sistemlerine riayet edileceğini söyledi.
‘Sovyetler zamanındaki bağlara ihtiyacımız var’
Belarus Cumhurbaşkanı Aleksander Lukaşenko, Sovyetler Birliği zamanında varolan ekonomik bağların yeniden tesis edilmesine ihtiyaç olduğunu söyledi ve “Bu ülkeler birbirini tamamlayacak” dedi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de imza töreninde konuştu ve anlaşmanın Avrasya için bir dönüm noktası olduğunu söyledi:
"Anlaşma, yepyeni bir entegrasyon sağlayacak. Üç ülkenin sahip olduğu 170 milyonluk nüfus, devasa üretim, bilimsel ve teknolojik potansiyel ve muazzam doğal kaynaklarıyla dünya ekonomisinin anında ve doğrudan ilgisini çekecek."
Üye ülkeler arasında serbest dolaşım
Anlaşma, 1 Ocak 2015’te yürürlüğe girecek. Bu tarihten sonra üç ülke arasında mal, hizmet ve işgücünde serbest dolaşıma geçilecek.
Birliğin merkezinde, üye ülkelerin başbakan yardımcılarından ve temsilcilerinden oluşan Avrasya Ekonomik Komisyonu yer alacak. Birlik ile 2025’e kadar petrol ve petrol ürünleri üretiminde mevzuat sınırlamaları olmaksızın ortak pazara geçilmesi planlanıyor.
Elektrikte de ortak pazara geçilmesi planlanıyor. 2019’da, üye ülkelerin ulusal elektrik pazarlarında entegrasyon sağlamak öncelikli hedef.
Gagavuzlar ne istiyor? – Sami Kohen – Milliyet Gazetesi
Rusya Kırım’daki Rus yanlısı ayaklanma üzerine bu yarımadayı Ukrayna’dan koparıp ilhak ettiği zaman, sıranın şimdi Moldova’ya geleceği, bu Doğu Avrupa ülkesinde de benzer bir senaryonun tekrarlanacağı söyleniyordu.
Bu şayialar, Moldova’nın güneyindeki Transdinyester bölgesinin ve özellikle Gagavuz Özerk Cumhuriyeti’nin de merkezi hükümetten ayrılmak ve hatta bağımsızlığını ilan etmek istediği yolunda dolaşan haberlere dayanıyordu.
Şimdilik böyle bir gelişmenin açık işareti yok. Ama eğer Moldova’nın başkenti Kişinev’deki yönetim -daha önce Ukrayna’da merkezi hükümetin yaptığı gibi- AB ile müzakeresini tamamladığı ortaklık anlaşmasını imzalayıp yaşama geçirmeye kalkışırsa, buna şiddetle karşı olan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti liderliği de bağımsızlığını ilan edecek. Bu da Moldova’nın bölünmesine ve Gagavuz bölgesinin Rusya’ya daha da yaklaşmasına yol açacaktır...
Gagavuzları tanıyor muyuz?
Peki, Gagavuzlar neden böyle bir tutum alıyorlar? Neden ve neye güvenerek Moldova’dan kopmayı göze alıyorlar?
Türk kamuoyu Gagavuzları Türk olarak bilir. Ama açıkçası halen ne durumda oldukları, ne istedikleri hakkında doğru dürüst bir bilgi trafiği yok.
Hıristiyan Ortodoks dinine mensup Gagavuzlar aslında Gök-Oğuz kelimesinin türettiği bir ismi taşıyorlar. Yani etnik olarak Türk, din olarak Hıristiyan. Günümüzde de Türkçe konuşanlar var. Gönül olarak Türkiye’ye sevgileri büyük...
Gagavuzlar Moldova SSCB’den ayrılıp bağımsızlığa kavuştuktan sonra, 1994’te geniş bir özerklik kazandılar. Gagavuz Özerk Cumhuriyeti’nin başında 7.5 yıldan beri görev yapan Cumhurbaşkanı Mihail Formuzal, aynı zamanda merkezi hükümetin de üyesi.
Formuzal ile dün Marmara Vakfı’nın İstanbul’da onun onuruna verdiği bir yemekte görüşmek fırsatını bulduk.
Gagavuz liderine Moldova merkezi hükümetle hangi noktalarda anlaşmazlığa düştüğünü ve kendisinin neden bağımsızlığı ciddi bir opsiyon olarak düşündüğünü sorduk. Yanıtı şöyle oldu:
“Aslında mevcut özerk statümüzle Moldova’nın sınırları içinde kalmak istiyoruz. Ama merkezi hükümet ülkeyi bölecek bir yol tuttu. Yönetim Moldova’nın NATO’ya, AB’ye girmesini istiyor. Biz ve Transdinyester halkı buna karşıyız. Moldova AB ile ortaklık anlaşmasını imzalayıp yürürlüğe sokarsa ekonomimiz çöker... Nüfusumuz 160 bin. Bunun 33 bini yurtdışında çalışıyor. Bunun da 25 bini Rusya’da. Ürettiğimiz şarap ve tarım ürünleri hep Rusya’ya satılıyor. Biz bunları AB’ye satamayız, Rusya desteği keserse mahvoluruz. Bu nedenle şayet Moldova hükümeti ille AB ile anlaşırsa, biz de ayrılıp bağımsızlığımızı ilan ederiz”...
Türkiye’den beklentiler
Formuzal’a göre Gagavuz halkının büyük çoğunluğu, geçen şubatta yapılan referandumda bağımsızlık opsiyonunu onayladı. Şimdilik bu yönde bir uygulama yok. Ama Kişinev AB ile anlaşırsa, gereken adımlar atılacak. Rusya bu bağımsızlığı muhakkak tanır... FormuzalAzerbaycan’dan Belarus’a kadar birçok ülkeyle de bu konuda sıkı temasta.
Gagavuz liderine Türkiye’den beklentilerini sorduk. En büyük beklenti, “vize kısıtlaması”nın kaldırılması. (Türkiye’de 2-3 bin Gagavuz çalışıyor)... Diğer bir beklenti de Ankara’nın Gagavuzlara siyasi destek sağlaması. Onun deyişiyle, “Zor duruma düştüğümüzde Türkiye’nin sesini duymak istiyoruz”...
Tayland'da 3 turistik kentte yasak kalktı
Trt Türk
Tayland'da cunta yönetimi, en çok turist çeken 3 kentte sokağa çıkma yasağını kaldırdığını açıkladı.
Cunta yönetiminden yapılan açıklamada, yasağın en popüler üç turistik kent Pattaya, Phuket ve Koh Samui'de kaldırıldığı, ülkenin diğer yerlerinde gece yarısından 04:00'a kadar sokağa çıkma yasağının devam ettiği bildirildi.
Tayland'da 22 Mayıs'ta ordunun yönetimi ele geçirmesinin ardından birçok tur şirketinin tatil programlarını iptal etmesinin ülke ekonomisine zarar verdiği belirtiliyor. Ülkedeki darbenin ardından birçok ülke, vatandaşlarına Tayland'a seyahat programlarını yeniden gözden geçirmesi uyarısında bulunmuştu.
Dostları ilə paylaş: |