4.1.1. Kıyâsü'1-Gâib Ale'ş-Şâhid
Gaibin şahide kıyası. Görünür olgusal alanda herhangi bir şeyin herhangi bir illetle illetlenip nitelenmesi sonrasında buradan hareketle bize görünmeyen alan için de aradaki illet birliğinden dolayı hüküm vermeye gaibi şahide kıyas adı verilmiştir. Bu yöntem, kelâmcıların teolojik söylemlerinin vazgeçilmez yolu olarak kendini göstermektedir. Burada illet-ma'lûl ilişkisindeki benzerliğin farklı şeylere uygulanması mantığı hakimdir. Meselâ müteharrik ve âlim, kendilerindeki hareket ve ilimden dolayı müteharrik ve âlim iseler bunu gâibdeki her müteharrik ve âlîm için uygulamak gereklidir. Gâibdeki şeyin kendine ait niteliği bilinmese de, falan niteliği (sıfatı) var kılan illet şâhidde varsa gâibde de vardır, zira aralarında illet birliği bulunmaktadır, bundan dolayı ilgili konuda bir şey için geçerli olan hükmün misli diğeri için de geçerlidir. Bu kıyasta dilin ve dile ehil olanlar arasındaki uzlaşının (muvâdaa) işlevi önemlidir. Buna göre meselâ ateş, yakıcı anlamını taşıyorsa şâhidde de gâibde de aynıdır, yani bilinen ve görülen ateş de görünenin dışındaki ateş de yakıcıdır. Meselâ Ehl-i Sünnette 'şey', cevher, araz, cisim olduğu için değil 'mevcut' olduğu için şeydir. Bunun için ma'dûm şey değildir. En temel niteliği var olmasıdır, sonra diğer vasıflarına bakılır, eğer delâlet cisimlik, arazlık, cevherlik gibi vasıfları da gerekli kılarsa gâib için bunlarla da hükmedilir, gerektirmiyorsa hükmedilmez. 243
Kâdi Abdüîcebbâr'ın kelâm felsefesinde de Mu'tezili kelâm felsefesinde olduğu gibi gaibin şahide kıyas edilmesinin büyük önemi vardır. 244 Ona göre Allah ve sıfatları hakkında, eğer Kur'ân bizim dilimizde indiyse bu dilin kelimelerinin şehâdet âleminde anlaşılandan ve buradaki lafız-mana ilişkisinden başka türlü anlaşılması imkânsızdır. 245 Konuyla ilgili daha geniş açıklamalar din dili ve özellikle şâhid-gâib konularında ele alınacaktır.
4.1.2. İn'ikâs-ı Edille
Delilin butlanı medlulün butlanını gerektirir. Bâkıllânî, ya da kendi deyişiyle şeklinde ifade edilen yani delilin batıl oluşu medlulün batıl oluşunu gerektirir, önermesinde iki aşama ortaya koymaktadır:
Bir şeyi ispat edenlerin delilleri başka bir delil bulunmayıncaya kadar araştırılır. Sonra bunların sağlam olanıyla zayıf olanları ayırt edilir. Sonra delillerin yönlerini tespit ve tayin etme işlemi yapılır. Başka vecihler kalmayacak şekilde ince bir tümevarımla delillerin yönünü belirleme işlemi sona erdirilir. Artık delil ile medlulün aynı olduğu ortaya çıkar. Çünkü nefyedilen deliller dışında başka bir delil söz konusu olmayınca iş sona ermiş olmaktadır. Bâkıllânî'nin bu yolu-iki surette vaz' ettiği görülmektedir:
Birincisi: Şey akılda iki ya da daha fazla kısımlara ayrılır. Bunların hepsinin doğru ya da yanlış (fasit) olması imkânsızdır. Delil bunlardan birinin batıl olduğunu ortaya çıkarır, akıl da bunun zıddmın doğru olduğuna hükmeder. Aynı şekilde eğer delil diğer kısımların yanlışlığını ortaya koyarsa akıl geri kalanın doğruluğuna hükmeder. Bâkıllânî'nin misali şöyledir:
Biz biliriz ki bir şey ya kadîmdir, ya da hadistir. Ne zaman delil bu şeyin hadis olduğunu gösterirse bunun kadîm olması batıl olmuş olur. Eğer delil bu şeyin kıdemini gösterirse o zaman hadis olması batıl olur.
İkincisi: Bir şeyin sahih oluşundan yola çıkarak benzeri ya da aynı manaya gelen şeyin de sahih olduğuna hükmetmek ile bir şeyin imkânsız oluşundan yola çıkarak benzeri ya da aynı manaya gelen şeyin de imkânsız olduğuna hükmetmektir. Bâkıllânî'nin misali şöyledir:
Allah'ın cevher ve arazları yaratması benzerlerini de yaratacağının ispatıdır. 246
Bilgi yolları kullanılmakla birlikte Tanrı hakkında ispat edilemeyen bir şeyin reddedilmesi gerekeceği görüşüyle 247 Kâdî Abdülcebbâr, in'ikâs-ı edille yöntemini kullanmışa benzemektedir. Bu dönem kelâmcılarının genel karakterinin bu yönde olması muhtemeldir. Yöntem esasen tamamen reddedilebilecek durumda değildir, Gazzâlî'nin in'ikâs-ı edilleyi reddettiği ve artık sonradan gelenler üzerinde kesin etkisinin olduğuna dair genel kanıdan hareket ederek bu yöntemin tüm uygulanabilirlik alanlarını dışarıda bırakmak doğru değildir. Nitekim İbn Haldun, in'ikâs-ı edille'nin dinî ilim ve akli bilimlerin en güzel yöntemlerinde birisi olduğunu söylemektedir. Onun ifadelerine göre, el-Eş'arî'nin yolunu benimseyen Bâkıllânî, birtakım akli önermeleri vaz' etmiş, in'ikâs-ı edille gibi bazı kaideleri cesaretle dile getirmiş, cevher-i ferd, halâ'nın ispatı, arazın ancak araz ile kâim olacağı, arazın iki zamanda bekâsının olmadığı gibi delillerin dayandığı aklî mukaddimeleri belirlemiştir. O, bu kaideleri iman esaslarına uygulamış ve akidelerin gerekliliğinin bu delillere bağlı bulunduğunu savunmuştur. Dolayısıyla delilin batıl oluşu ile medlulün de batıl olacağını ileri sürmüştür. 248
Muhtemelen, in'ikâs-ı edille yöntemini kullanmak için kesin delile ulaşmak gerekli idi ve medlulün batıllığını ortaya koyacak delilin katiyet ifade etmesini sağlamak için gerekli illetin de kesin olarak tespit edilmesi gerekli idi; bunun için de sebr ve taksim yöntemi devreye girmeliydi.
4.1.3. Sebr ve Taksim
Sebr, kelimesi lügatte deneme, sınama, tecrübe etme anlamına gelmektedir. Istılahta ise bir hükmün aslına illet olabilecek nitelikleri belirlemek, uygun olmayanları dışlamak ve sonuçta olması gerekeni tespit etmek, illet için görünürde uygun olanı bırakmak demektir. 249 Sebr, sonuçta muhtemel niteliklerin illet olmaya uygun olup olmadığını öğrenmeye, anlamaya ve tespit etmeye çalışmadır. Taksim ise, illetin şöyle ya da böyle olmasıdır. Esasen bu ifadeleri söylerken uygun olan taksim sözcüğünün önce zikredilmesidir. Çünkü illeti belirleme yöntemi olan sebrden önce alternatif taksimlerin zikredilmesi daha uygun gözükmektedir. Ancak genellikle sebr ve taksim şeklinde ifade edilmiştir. Taksim, hükmün ispat ya da nefyi ile ilgili alternatifleri araştırma demektedir. Sebr ise hükmün bir illetle muallel olup olmadığını; muallel ise falanca vasıfla ya da başkasıyla muallel olduğunu; muallel olmayanın geçersiz olduğunu söylemeye denir. Böylece sonuçta hükmün falanca vasıfla muallel olduğu belli olmuş olur. 250
Sebr ve taksim, hükmün illetinin ispatında istinbat suretiyle kullanılan, iki önerme ve bir sonuç formunda kıyas olarak gelen bir yöntem 251 olup Müslümanların Yunan'dan devşirmedikleri bilimsel bir olgudur. 252
Bâkıllânî ve illetlerin ispatında sebr ve taksimi kullanan diğer usûlcülerin uyguladıkları yöntemin ise işleyişi özetle şöyledir:
Akıl yürüten âlim, hükmün aslına ilişkin, olabilecek tüm manaları araştırır, her birini tek tek inceler. Hükmün illeti olmaya uygun olmayanları çıkarır ve bunları açıklar. En sonunda içtihadı neticesinde kabullendiği bir illette karar kılar. Yöntem özü itibariyle bir şeyin akılda iki ya da daha fazla kısma ayrılması, bunların hepsinin doğru ya da hepsinin yanlış olması imkânsızlığı ve delil ile bunlardan yanlış olanların elenmesi ve doğru görülenin kalması esasına dayanmaktadır. İki zıddın birleşemeyeceği ve alternatiflerden doğru olanın tercihi de yöntemin aslını oluşturmaktadır. 253
Aklî hükümlerde işletilen bu yöntem iki türlüdür. Eğer aklî taksim sadece nefy ve ispatı kapsıyorsa iki kısımdan biri batıl olunca diğerinin doğruluğu ortaya çıkar. Gazzâliye göre burada ilim hasıl olurken, Cüveynî eleştirisini saklı tutmaktadır. Ama taksim nefy ve ispat arasında cereyan etmeyip, bir çok kısma ayrılır nitelikte ise bu yöntemi uygulayan kişi bilgiye ulaşabilmek için sürekli akıl yürütür ve çaba harcar, sonunda pek çok ihtimal arasından şu manaya eriştim, bulduğum anlamı araştırma neticesi elde ettim der. Gazzâlî, bu kısımda ilmin hasıl olmayacağını söylerken Cüveynî eleştirisinin rengini belli etmektedir:
Ona göre ihmal edilen ve yanılgıya düşülen bir kısmın olup olmadığı hususunda iş tartışmaya dökülürse sebr ve taksimi uygulayanın işi çok zordur. 254 Bâkıllânî, sebr ve taksimin şer'î illetler için vazgeçilmez olduğu gibi aklî illetler için de vazgeçilmez olduğunu söylemektedir. Bununla Bâkıllânî'nin karşı tarafın illetini iptal etmenin dışında bir şey kastettiği sanılmamalıdır. Zira sebr ve taksimle kişi kendi illetini ortaya koymuş olmaz. Fakat onun bununla, olabilecekler arasından geride kalan illetini belirledikten sonra hükmün kendi illetiyle muallel olduğunu daha da açığa vurmak için diğer illetleri reddetmeyi istemiş olması da muhtemeldir. 255 Bâkıllânî'nin sebr ve taksimle, hakkında ittifak edilmiş kesin tek bir illetin bulunduğu meseleleri kastetmiş olması da muhtemeldir. Buradan diğer illetlerin de yanlışlığı anlaşılmış oIur. Ancak bu durum gerçekten de azdır. 256
Gazzâlî, Râzî ve Âmidî gibi usûlcüler, özellikle Bâkıllânî'nin yöntemi olarak bilinen sebr ve taksimin, bir takım itirazların değerlendirilmesi ve detaylarla birlikte aklî illetlerin belirlenmesinde/bilinmesinde güvenilir ve yeterli bir yol olduğunu söylemektedirler. 257 Nazar ehli olan ve delil getirme gücünde olan kimseler için sebr ve taksim yeterli görülmüştür. Gazzâlî bunu sahih bir delil olarak zikretmektedir. Böyle bîr kişiye göre bilgiye varılacak yollar sebr ve taksimle gerçekleşmiş olmaktadır. Nazar ehli kişi, kudretinin bu kadar olduğunu söyledikten sonra eğer başkaları tarafından uyarılacak olursa onun doğruluk ya da yanlışlığına bakar ve değerlendirir. Ama kendisine gizli kalan noktalar olsa ve itirazlar olsa bile sonuçta tercihte bulunarak içtihat etme ve onunla hükmetme durumundadır. 258
Sebr ve taksimi, illetin doğru bir şekilde tespiti için benimsemeyenler ve güvenli bulmayanlar vardır. 259 En meşhurları İmamü'1-Harameyn el-Cüveynî'dir. 260
Cüveynî'ye göre sebr ve taksim yönteminin çoğu kullanılışı batıldır. Zira bu yöntemin kullanılışı sadece nefy ve ispat arasında cereyan etmemektedir. Meselâ, birisi eğer Tanrı görülürse onu şimdi de görmemiz gerekir, derken bu yöntemle yanlışa düşmektedir. Esasen o, bu yöntemin bir faydasına inanmamaktadır. 261 Cüveynî, Bâkıllânî'nin, sebr ve taksimi asim illetini tespit ve ispatta en güçlü yollardan kabul ettiğini ancak bunun gerçekten sorunlu olduğunu söylemektedir. Zira iptal edilen diğer manalar, bu yöntemi uygulayan kimseye batıl olarak görünmeyen şeylerin ispatını içermemektedir. Ve nazar ehlinin, kendisine batıl olarak gelmeyen bir manayı iptal etmiş ve dışarıda bırakmış olması imkânsız değildir. Zira her hükmün ta'lili net belli olmamaktadır. Dolayısıyla sebr ve taksimi illetlerin ispat ve tespit edildiği bir yöntem olarak kabul etmek ve ona yönelmek çok zordur. 262
Cüveyni'nin itirazlarını reddetmek kolay olmamakla birlikte bu yöntemi, illetin belirlenmesinde müçtehidin içtihadı olarak görmek gerekmektedir. Zaten her türlü içtihadın reddedilmeye açık bir kapısının bulunduğunu hesaba katarak bu yöntemi eğer aynıyla reddetme durumunda değilsek- ispat ve nefy tercihindeki kullanımında daha rahat, daha fazla taksim arasındaki tercih noktasında da Cüveynî'nin dediği gibi sorunu/sorunlarıyla birlikte kullanma durumunu kabul etmek daha uygun gözükmektedir. Cüveynî'nin dedikleri bizde, meselâ doksan dokuz ihtimal şu tarafta iken yüzüncü ihtimalin de o tarafta olması gerekmediği şeklindeki bilimsel düşünceyi çağrıştırmaktadır. O, bu yönüyle yanlışlanamaz durumda olsa da, diğer taraf açısından baktığımızda ifade ettiği kuvvet bir yanadoksan dokuzun değer ve kıymetini kabullenmek de mutlak olumsuzluk olarak değerlendirilmemelidir.
Dostları ilə paylaş: |