B. Farklı Yorumlama Nedenleri
İslâm âlimleri arasında Kur’ân’ın hüccet oluşunda bir ihtilâf yoktur. Eğer terkip izin verirse anlam çokluğu mümkündür. Bu durumda anlamın birini diğerinin zıddı görmemek gerekir. 276 Anlam sadece lafızların kendisinde değil cümle terkibinde, takdîm-tehirde, eş anlamlı kelimeler arasında yapılan tercihler ve diğer ifade biçimlerinde zuhur etmektedir. O halde yorumda görelilik bir hakikatin tespiti olup, mutlak olumsuzlanacak bir şey değildir. Kur'ân hakkında en geçerli ve gerçek yorum Hz. Peygamber'in yorumudur. Zaman içerisinde farklı tefsir anlayışları ortaya çıkmıştır. 277 Kelâm okullarının da Kur'ân yorumunda farklılaştıkları tarihi bir gerçektir.
Ekollerin oluşum ya da farklılaşmasında nassın doğrudan etkisinden bahsetmek mümkün müdür? Ekoller, nasslardan faydalanmışlar, üzerinde ihtilaf ettikleri yerler olmuştur. Nassların izin verdiği farklı manalar olmakla birlikte bunun, Kur'ân'da çelişkili anlamların var olduğu şeklinde anlaşılması doğru değildir. Birbiriyle çelişmeyen ama hakikatin değişik yönlerine işaret eden farklılıklar kabul edilebilir. Zira farklı hakikatlerin bizzat nasslarda bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Nass, sadece bir aracı, vasıta ve ekoller açısından ortak çıkış noktasıdır. Çıkış noktası aynı nass olabilirken gidilen yönler farklıdır. Nassın kendisi ihtilâfı önermese bile, parçacı düşünme, gerçekliğe bakış açılarının farklılığı, farklı konu ve konumları merkeze alma sonucu yani yorumcunun yönünün önceden belirlenmiş olması, nasslardan dolayı ihtilâf edilmiş olduğu izlenimini vermektedir. Daha çok Mu'tezile'de görülen bu tavrın arka plânında şahidin gaibi anlamada kesin üstünlüğü anlayışı bulunmaktadır. Batalyevsî (521/1127), görüşlerin birbirinden ayrılma nedenleri üzerinde durduğu eserinde sekiz durumdan söz etmektedir:
1- Lafız ve manalarda müştereklik,
2- Hakikat ve mecaz,
3- Terkip halinde olma ve olmama durumu,
4- Umûm ve husus,
5- Rivayet ve nakil,
6- Nass olmayan yerde yapılan içtihatlar,
7- Dilde ya da teşride olabilirlik ve genişlik konusu. 278 Temelde içerik olarak bu maddelerle bağlantılı olmakla birlikte bu çalışmanın alanına yoğunlukla girecek ana başlıkları şöyle sıralamamız mümkündür:
1- Düşünce usûlünün önceden belirlenmesi ve mezhebi önyargılar,
2- Bağlamı ve Kur'ân'ın bütünlüğünü gözetmeme,
3- Nassın farklı yorumlara izin veren yapısı,
4- Mezheplerin farklı hususları merkeze alması ve bakış açısı farklılığı.
1. Düşünce Usûlünün Önceden Belirlenmesi Mezhebi Önyargılar
Kişi gördükleri nesneler dünyasında var olmaktadır, bulunduğu çareye, dünyaya aittir ve oradan kopamaz, sürekli orada içerilir, kendini orada biçimlenmiş olarak bulur. Esasen ortasında bulunduğu anlam dünyasından koparak anlama ve yorumda bulunamaz. Belli bir fiziksel olayı anlamaksızın bir ifadeyi anlama imkânı yoktur. 279 Dil insan deneyimlerine çok sıkı bir şekilde bağlıdır. Sözcük denilen kaplara insan kendi tecrübelerini de doldurmaktadır. 280 Bir kültürün temel kodları daha işin başında kişinin dilini, algılama biçimlerini ve kendini bulacağı tecrübî düzeni belirler. 281 Bu bakımdan bir metinde geçen sözcüklerin cümle içinde vermek istediği anlamı belirlemede, o metne bakan kişinin kelimelere ve cümle dizinine yüklediği anlam -kelimenin otantik anlamı göz ardı edilmemekle birlikte- kişinin kendi dünya görüşü ve tecrübelerinden bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bazı kişilerde ön anlama ve belirleme diyebileceğimiz bu durum mezhebî apriorilerle donatılmış olduğundan aynı nassı farklı yorumlama sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu kelimeye o tür bir anlamın verilmesi, kelimenin o anlamı tamamen desteklemediği manasında değildir. Ancak kelimenin başka bağlamda o anlama gelmesi diğer bağlamda aynı anlama gelmesini gerektirmemektedir. Fakat mezhebi kaygılar, istenilen anlamın ortaya çıkabilmesi için farklı bağlamların aynı ufukta birleşmesi sonucunu doğurabilmekte ve varılmak istenen anlama ulaşılabilmektedir. Gözden uzak olabilen bu tür incelikli anlam kaymalarının önüne geçebilmek için kelimenin yüklendiği anlamlarla, hangi bağlamda hangi anlamı taşıdığı bilgileri önem arz etmektedir. Ayrıca mezhebin temel bakış açısı, felsefî olarak iyi tahlil edilmek suretiyle neden o anlamın benimsendiği bu genel bakış açısı yönüyle birlikte değerlendirilmeli ve sahih anlamı elde etmek için kapalı devre doğrulama sistemi dışında sorular sorulmalıdır. Kapalı devre doğrulama sistemi kendi mezhebini doğrulayacak tarzda sorular sorulması anlamında kullanılmaktadır. Başkasına ait bir metni okurken kendi yorum stratejisini işin içine katmak hem sakıncalıdır, hem de aşırı yorumdur. 282
Allah hakkında kullanılan ifadelerin asıl karşılıkları fizik dünyadadır. Dildüşünce ilişkisinin bu derece birbirine bağlı olduğu bir evrene ait belirlenmişliklerle Allah hakkında konuşmanın açık ve seçik olması mümkün değildir, en azından anlatılmak istenen beşer ötesi şeyler beşer dili sınırları içinde dile gelmektedir. Din dilini kendi içînde ve kendine ait bîr evreni yakalamaya çalışarak, şâhidden kopmak mümkün olmamakla birlikte şahidi 'belirleyici' görmeyerek geliştirmek ve vahyi böyle okumak zorunluluğu vardır.
Kur'ân yorumunda, bir şeye inandıktan sonra lafızlarını oraya doğru sürüklemek sadece belli bir manayı gözetip lafzı gözetmeyenler, Kur'ân'ı kendilerine çekip delil getirmek isteyenler bazen lafzın delâlet ettiğini ve kastedileni yok ederler, bazen da kastedilmeyen ve lafzın delâlet etmediğini yüklerler. İbn Teymiyye, Kâdî Abdülcebbâr'ın bize intikali bilinmeyen et-Tefsiru'l-kebir adlı eserini, bu türden hataların bol miktarda bulunduğu tefsire örnek olarak vermektedir. Kimisi de Arap dilini gözetmeden, Kur’ân’ın muhatap olduğu kimselere bakmadan yorumda bulunur. 283 Her iki yanlış türü de kişinin ya da grupların arzu ve yönelişlerinin Kur'ân'ı anlamada öne geçmesi esasına dayanmaktadır. Nitekim İbn Teymiyye, Mu'tezile'nin önce sıfatları nefyettiklerini, kadîm kelâmı kabul etmeyip Kur’ân’ın mahlûk olduğunu benimsediklerini sonra da Kur'ân lafızlarını görüşlerine hamlettiklerini söylemektedir 284 ki buna katılmamak mümkün değildir. Buna karşılık Kâdî Abdülcebbâr bizzat bu tavrın olması gerektiği üzerinde durmakta ve Kur'ân'ı anlamada zaten akim ontolojik ve epistemolojik önceliğinin bulunduğundan söz etmektedir. 285
Ehl-i Sünnet için de önceden var olan düşünce doğrultusunda nassların yorumlandığını söylemek yanlış değildir. Nassın anlaşılma ve yorumlanmasında bir şekilde önceden var olan bakış açısının bizzat kendisinin olumsuz olmadığı düşüncesinden hareketle hem Ehl-i Sünnet'in hem de Mu'tezile'nin bu tavırlarını yadsımamak gerekir. Modern anlambilim tartışmalarında bir metni anlarken nesnellik ve objektifliğin imkânsızlığını savunanlar "tarihin bize ait olmasından önce bizim tarihe ait oluşumuz" tezi üzerinde durmakta, kişinin kendini ya da metni inceleme süreci ile anlamasından daha önce yaşadığı kültür, anlayış, toplum ve devlet içinde anlamasından bahsetmekte ve anlamın, kişinin önyargı ve birikimlerinden bağımsız olamayacağını ileri sürmektedirler. 286 Kâdî Abdülcebbâr'ı bir şekilde destekleyen bu teorinin varlığına rağmen kişinin içinde yetiştiği kültürel, sosyal ve siyasal çevrenin kendini etkilememesinin imkânsızlığından hareketle nassı, edindiği önbilgi ve yargılarla anlama ve buna bağlanıp kalma zorunda değildir. Esasen önyargı tamamen olumsuz bir anlamı da içermemektedir; hayat içinde insan yeteneklerinin ilk yönelmişliğidir. Bir düşünür gelenekten, toplumdan ve çevresindeki mümkün tüm etkenlerden tümüyle bağımsızlaşamaz. Kişinin içinde bulunduğu tarihsel şartların etkileyiciliğini kabul etmekle birlikte belirleyiciliğini ileri sürmek gerçeğe ulaşmada ikna edici olamaz, doğru da değildir. Dolayısıyla başka bilgi ve bakışları, nassı anlarken değişik anlama projeleri olarak görmek ve bunlar arasında bilinçli, karşılaştırmalı ve eleştirel bakışla tercih yapmak mümkün olmalıdır. 287 Diğer anlama proje ve sistemleri, kendi bakış açısıyla birlikte ortaya çıkacak bir uzlaşmanın ilk adımları ve gerekli araçları olarak görülmelidir. Esasen tarih içinde gerek kelâmı, gerek fıkhı alanda sonradan farklı sistemleri ve ekolleri benimseyen âlimler, bunun güzel örneklerini vermişlerdir.
Ancak Gadamer'e ait, önyargıların hakikatin önünde engel değil, dünyaya açılma noktaları olduğu; önyargıları ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı, böyle bir girişimde bulunmanın önyargıları gizlemekten başka bir işe yaramayacağı 288 şeklindeki anlayışla Mu'tezilî anlayışı örtüştürmemek gerekir. Mu'tezile'nin yaptığı bunun da ötesinde olarak akim ve aklî yargıların Kur'ân'ı anlamada belirleyici konumda bulunduğunu kabule dayalıdır. Gadamer'e göre ise her anlama önyargılar tarafından yönlendirilir. Yapılması gereken meşru olan önyargılarla meşru olmayanların, kör önyargılarla aydınlatıcı önyargıların nasıl ayırt edileceği hususudur. Kişinin kendi önyargılarını hesaba katarak başkasını anlamaya çalışmada bir ufuklar kaynaşması Meydana gelmektedir. Doğru anlama açık sorgulama ile mümkündür. 289 Mu'tezile'de ise başka projelerle kendi projelerini bir ufuklar kaynaşmasında birleştirme gibi bir yaklaşımı bulmak neredeyse imkânsızdır. Esasen genel mezhep havasında bunu tespit etmek olası iken en azından Ehl-i Sünnete nazaran Mu'tezile'de bu husususun daha belirgin olduğunu söylemek mümkündür. Gadamer'in de belirttiği gibi söze muhatap olanın öncelikle kendi önyargılarını gözden geçirmesi, bunların kökenlerini ve yeterliliklerini sorgulaması kaçınılmazdır. Nasslan anlamaya çalışanın zihninde bulunan tüm metnin nasıl anlaşılacağına dair proje ve sistemin içerisinde yer aldığı anlama taslağı ya da bir başka deyişle Ön projeyi, anlama ilerledikçe ve karşı yönlendirmeler geldikçe bu projelerle yarış halinde görmek bu ön projenin kendini sürekli düzeltmesi imkânını verecektir. 290 Ama kapalı doğrulama sistemi denilebilecek kendi mezhebî yapısı ve çerçevesinden ayrılmadığı önyargılarının belirlediği sistem ile karşı taraftan gelecek eleştiri ve soruları ya da kendisinin yapması gereken sorgulamaları ve soruları sormaz ve gerçekleştirmezse ilk ve ön anlamalarını düzeltme imkânını bulmak asla mümkün olmayacaktır.
Sonuçta açık sorular sormakla birlikte sistemde önemli değişikleri öngörebilecek gerçekçi sorgulamalarda bulunmak gerekmektedir. Ancak ekollerin genel tarihinde mezhebi bağlılık ve bağımlılık daha çok ön plânda olmuş, taassup çizgisi daha belirgin gözükmüştür. Çeşitli itikadı mezheplerde bu durum kendini göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |