1- Şûra İstidlalinin İncelenmesi
Halife seçiminde şûrayı ileri süren ilk kişi ikinci halife Ömer b. Hattab'dır. Ömer şûrayı ileri sürerken İslâm'da hükümetin şûrayla olması gerektiğine dair ne Allah'ın Kitabından ve ne de Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden bir delil göstermemiştir. Elbette Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü mensupları daha sonraları, imam ve halife seçimi için şûra teşkilinin doğruluğunu Allah'ın Kitabından iki ayete dayandırmış, bazı önemli konularda Resulullah'ın (s.a.a) ashabıyla müşavere etmesini ve yine Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) bu alandaki buyruğunu delil göstermişlerdir. Biz burada ilk önce bu alanda ileri sürülen delilleri, daha sonra Ömer'in emriyle teşkil olan şûranın niteliğini inceleyeceğiz.
Kitap ve Sünnet'te Şûranın Delili
Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün şûrayla halife seçiminin doğruluğunu ispatlamak için ileri sürdükleri ayetlerden biri, Allah Tealâ'nın müminler hakkında, "İşleri kendi aralarında şûra ile olanlar"[482] şeklindeki buyruğu, diğeri ise, "İş konusunda onlarla müşavere et."[483] ayetidir. Sünnetteki delilleri ise Resulullah'ın (s.a.a) önemli işlerde ashabıyla müşavere etmiş olmasıdır. Hilâfet Ekolü'nün, şûranın doğruluğu için ileri sürdüğü birinci delil olan, "İşleri kendi aralarında şûra ile olanlar" ayetinin hemen peşinden Allah Tealâ'nın, "Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler" ayeti yer almaktadır. Ayetteki bu iki cümle, infak ve müşaverenin farz oluşunu değil, bunların iyi şeyler olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, müşavere ve diğerlerinin görüşünü almak Allah ve Resulünün emrinin bulunmadığı konularda doğrudur. Allah Tealâ Kur'ân-ı Kerim de şöyle buyurur: Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, arık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.[484] İleride imamet hakkında Allah ve Resulü'nün (s.a.a) buyruklarına ve onların bu buyruklarının olduğu yerde ise müşaverenin yersiz olduğuna değineceğiz. "İş konusunda onlarla müşavere et." ayetine gelince, bu ayetin Âl-i İmrân Sûresi'nin, Resulullah'ın (s.a.a) savaşları ve Allah Tea-lâ'nın bu savaşlarda müminlere nasıl yardım ettiğiyle ilgili ayetleri arasında (139'dan 166'ya kadar) nâzil olan yüz elli dokuzuncu ayeti olduğunu hatırlatmakta yarar var. Bu ayetlerin bazıları müminlere, özellikle savaşçı müminlere hitap ederek onlara öğüt vermekte, bazılarında ise Resul-i Ekrem'e (s.a.a) hitap etmektedir. Meselâ buyuruyor ki: Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et.
Eğer azmedersen artık Allah 'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.[485] Bu ayette müminlerle müşavere etmekten maksat, onlara yumuşak davranmak ve sevgi göstermektir; yoksa Hz. Resulullah'ın (s.a.a) onların emir ve görüşlerine itaat etmesi emredilmemektedir. Tam aksine Allah Teâla açıkça Resul-i Ekrem'e (s.a.a), "Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et." buyuruyor. Yani kendin karar verdiğin zaman artık Allah'a tevekkül et ve kendi görüşüne uy. Yine bütün bunlardan anlaşılan şudur: Müşavere savaşta yapılması iyi ve beğenilir bir iştir.[486] Resul-i Ekrem'in (s.a.a) sahabelerle yapmış olduğu müşaverelerin tümü de savaşlardaydı; ileride bunlara değineceğiz inşallah.
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Sahabelerle Müşaveresi
a) Bedir Savaşı
Resul-i Ekrem (s.a.a) sadece savaşlarda ashabın görüşünü alırdı. Bunlardan en önemlisi Bedir Savaşı'nda vuku buldu. Şöyle ki: Resulullah (s.a.a) sahabeleri, Ebu Süfyan'ın liderliğinde Şam'dan gelen Kureyş'in büyük ticaret kervanının yolunu keserek, mallarını müsadere etmeleri için seferber etti. Sonuçta Resulullah (s.a.a) ker vanı ele geçirmek için işten anlayan 313 kişiyle birlikte Medine'den hareket etti. Ama Hz. Peygamber'in asıl hedefi savaşmak değildi. Bu haberi duyan kervan başı Ebu Süfyan, yolunu değiştirerek kervanı sapa yoldan Mekke'ye götürdü ve durumu Mekkeli Kureyş'e bildirip onlardan yardım istedi. Ebu Süfyan'ın bu isteğine karşı, tam teçhizatlı bin kişi, Müslümanlarla savaşmak için hareket etti. Ebu Süfyan'ın kendisini ve ticaret kervanını Müslümanlardan kurtaran atik hareketi, Resulullah'ı (s.a.a) iki seçenek arasında bıraktı: Ya selamet yolunu tutarak Medine'ye dönmeli ya da sayı ve silâh açısından kendi ordusuyla mukayese edilmeyecek, tepeden tırnağa silâhla donanmış olan düşman
ordusuyla savaşmalıydı. İbn Hişâm kendi Sire'sinde bu olayı şöyle anlatır: Tam teçhizatlı Kureyş ordusunun ticaret kervanlarını himaye etmek için Mekke'den hareket ettiğini Resulullah'a (s.a.a) haber verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, sahabelerle müşavere edip durumu onlara anlattı. Herkesten önce Ebu Bekir ayağa kalkıp güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer kalkarak o da güzel konuştu. Ömer'den sonra Mikdad sözü aldı...[487] İbn Hişâm, Mikdad'ın sözlerini ve onun peşinden ensarın görüşünü tam olarak nakletmesine rağmen Ebu Bekir'le Ömer'in ne söylediğini kaydetmemiştir! Müslim de kendi Sahih'inde şu kadarıyla yetinmiştir: Ebu Bekir konuştu; fakat Resulullah yüzünü ondan çevirdi. Peşinden Ömer kalkarak konuştu, Resulullah (s.a.a) yüzünü ondan da çevirdi.
Daha sonra Mikdad kalkarak konuştu... [488] Müslim de Ebu Bekir'le Ömer'in neler söylediklerini ve Resulullah'ın (s.a.a) yüzünü neden onlardan çevirdiğini söylememiştir! İbn Hişâm ve Müslim, böylece bu iki sahabenin sözlerini nakletmekten sakınmış, rivayetin tamamını kaydetmemişlerdir! Fakat bu iki kitabın söylemediklerini söyleyen ve olayı nispeten tam olarak kaydeden kaynaklar vardır. Biz burada Meğazi-i Vakidî ve İmtau'l-Esma-i Makrizî'ye müracaat ederek olayın tamamını bu ikisinden naklediyoruz. Vakidî diyor ki: Ömer kalkarak şöyle dedi: "Ya Resulullah! Vallahi, Kureyş bütün izzet ve azametiyle sana yönelmiştir; vallahi Kureyş izzet ve şeref bulduğu gönden bu yana alçaklık görmemiştir, isyan ve küfür yolunu tuttuğu günden itibaren iman etmemiş ve hakka teslim olmamıştır. Vallahi Kureyş büyükleri asla sana boyun eğmez, izzet ve gurur bineklerinden inmezler; aksine sana karşı amansız bir savaş yaparlar. O hâlde, her şeyden önce kendini böyle bir savaşa hazırla ve onlarla savaşabilecek bir ordu seferber et." Bunun üzerine Mikdad b. Amr kalkarak şöyle dedi: "Ya Resulullah! Allah'ın emriyle ilerle; biz de senin yanındayız. Vallahi biz sana peygamberlerine, Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada duracağız. diyen İsrail Oğulları gibi söylemeyiz. Aksine diyoruz ki, sen ve Rabbin gidip onlarla savaşın. Biz de senin yanında onlarla savaşacağız. Seni hak olarak peygamberliğe seçen Allah'a yemin ederim, eğer bizleri çekip Birku'l-Gimad'a da götürsen seninle geleceğiz." Resulullah (s.a.a) Mikdad'a aferin dedi ve hakkında hayırlı duada bulundu. Daha sonra oradakilere dönerek, "Ey insanlar! Görüşünüzü bana söyleyin." buyurdu. Resul-i Ekrem'in burada ensara hitap ettiği apaçık bellidir. Çünkü Hz. Peygamber, ensarın böyle bir durumda ve Medine şehri dışında kendisine yardım etmeyeceğini sanıyordu. Zira onlar, Medine'de Resulullah'ı (s.a.a) kendilerini ve evlâtlarını savundukları gibi savunacaklarına söz vermişlerdi. İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a) "Görüşünüzü söyleyin." buyurdu. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz kalkarak, "Ensar adına ben cevap veriyorum dedi. Galiba siz bizden cevap bekliyorsunuz?" Resulullah (s.a.a), "Evet." buyurdu. Sa'd dedi ki: "Ya Resulullah! Galiba sana özel bir konuda vahiy indi ve
sen onun için Medine'den çıktın. Oysa biz gerçekten sana iman ettik, seni doğruladık, senin getirdiklerinin doğru olduğuna tanık olduk ve sana sadık kalacağımıza dair de ahitleştik. Öyleyse ya Resulullah! İlerle; seni hak olarak peygamberliğe gönderen Allah'a yemin ederim ki, denizin dibine insen bile biz de peşinden denizin dibine ineriz ve bizden bir kişi bile sana itaatsizlik etmez. O hâlde istediğin kişiyle birlikte ol ve istediğini de bırak. Bizim mallarımızdan da istediğin kadarını al; çünkü biz senin aldığına bize bıraktığından daha fazla seviniriz. Canım elinde olan Allah'a an-dolsun geçmişte hiçbir zaman böyle bir yol almış değilim ve bundan haberim de yok. Buna rağmen, biz düşmanlarımızla karşılaşmaktan korkmuyoruz. Bizler savaşta canından geçen, sabırlı ve yiğit işileriz. Yakın zamanda Allah bizden sana öyle bir şey gösterir ki gözlerin aydınlanır."
Vakidî, Muhammed b. Salih'ten, o da Asim b. Ömer b. Katadeden ve o da Muhammed b. Lebid'den Sa'd'ın şöyle devam ettiğini nakleder: "Ya Resulullah! Biz geride seni bizim kadar seven, sana itaatte en küçük bir şüpheye düşmeyen erler bıraktık. Onlar Allah yolunda cihada katılmayı arzu ederler. Onlar senin düşmanla karşılaşacağını bilselerdi asla Medine'de kalmaz, seninle gelirlerdi. Fakat onlar, sizin düşmanla savaşmak için
değil, ticaret malını ele geçirmek için Medine'den hareket ettiğinizi sandılar." "Şimdi biz, dinlenmeniz için size yüksek bir yerde gölgelik hazırladık. Atınızı da hazırladıktan sonra düşmanla karşılaşacağız. Allah, düşmana karşı bize zafer verip bizleri izzete ulaştırırsa arzumuza kavuşmuş oluruz; aksi durumda sen atına binerek Medine'deki diğer dostlarına gidersin." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onun hakkında hayır dua bulunarak, "Allah bundan dolayı sana hayır versin ey Sa'd!" dedi. Sa'd'ın bu konuşmasından sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'ın bereketiyle hareket edin; Allah bana ikisinden birine ulaşacağımı vaat etmiştir; vallahi onların başlarının düştüğü yeri görüyor gibiyim." Râvi şöyle diyor: Resulullah o gün bize, "Burası falancanın başının düşeceği yerdir, burası filancanın başının düşeceği yerdir." diyerek onların başının düşeceği yeri gösterdi. Böylece sahabeler ticaret mallarının ellerinden çıktığını ve yakında düşmanla savaşacaklarını anladılar. Sonra Resuli Ekrem'in (s.a.a) konuşmasıyla kalpleri güçlendi ve düşmana galip geleceklerine ümitle baktılar.[489] Evet, Resulullah'ın (s.a.a) Bedir Savaşı'nda sahabelerle bu şekilde
müşavere edip onlardan ne yapmaları gerektiği konusunda görüşlerini belirtmelerini istedi. Halbuki daha önce Allah Tealâ onların düşmanla savaşıp zafere ulaşacaklarını ve düşmanın başlarının düşeceği yeri de kendisine bildirmişti. Onlar savaşmayı kabul edince Resulullah (s.a.a) bunu ashaba da söyleyip, düşmanın her birinin başının yuvarlanacağı yeri onlara gösterdi. Resulullah (s.a.a) bütün bunları göz önünde bulundurarak ashabıyla müşavere ettiyse, onların görüşlerinden yararlanmak istediği için değil, onlara karşı sevgi ve yumuşaklık göstermek, Kureyş kervanının mallarının ellerinden çıktığını ve ticaret mallarını ele geçirmek hükmünün savaş hükmüne dönüştüğünü bildirerek, Medine' den başka heveslerle çıkanları düşmanla savaşa hazırlamak içindi.
b) Uhud Savaşı
Resul-i Ekrem (s.a.a) Bedir Savaşı'nda ashabıyla işte bu şekilde müşavere etmiş, yine Uhud Savaşı'nda da ashabıyla müşaverede bulunmuştur.
Vakidî Meğazî'de ve Makrizî İmtau'l-Esma'da Resulullah'ın (s.a.a) bu savaşta ashabın görüşüne saygı gösterip onların istediği gibi hareket ettiğini vurgulayarak şöyle kaydederler: Resulullah (s.a.a) minbere çıkarak Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Dün gece bir rüya gördüm. Rüya aleminde sağlam bir zırh giymiştim; ama Zülfikar'ın keskin ağzı kırılmıştı. Başı kesilmiş bir inek yere yığılmıştı, sanki terkime bir koç almıştım." Halk, "Ya Resulullah! Bu rüyanın tabiri nedir?" diye sordu. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sağlam zırh Medine'dir; o hâlde Medine hisarında kalın. Kılıcımın ağzının kırılması bana yönelecek olan hüzün ve kederdir. Başı kesilmiş olan bir ineğin yere yığılmış olması, ashabımdan birçoğunun öldürüleceği anlamına gelir. Terkime bir koç almış olmam ise düşman güçlerini bozguna uğratıp onları ortadan kaldıracağımız anlamındadır." Diğer bir rivayette Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilir: Kırılmış kılıcım akrabalarımdan birinin öldürülmesi anlamına gelir... Görüşünüzü bana söyleyin. Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kendi görüşü Medine'de kalmaktı. Abdullah b. Ubey ve muhacir ve ensarıyla ashabın ileri gelenleri bu görüşü uygun gördüler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Kadınlarla çocukları yüksek yerlere ve sağlam evlere yerleştirin. Düşman şehre girecek olursa, onlardan daha iyi tanıdığınız Medine sokaklarında onlarla savaşın; evlerin damlarından onların üzerine taş ve tuğla atın." O günün Medine'si çeşitli bölümlere ayrılıyordu, dört bir yanı sağlam bir hisar sayılan yüksek duvarlarla çevrilmişti. Fakat kavmin ileri gelenlerinin de kabul ettiği Resulullah'ın (s.a.a) önerisi karşısında Bedir Savaşı'nı görmeyen ve sadece o savaştaki yiğitlikleri duyan bazı Müslüman gençler, düşmanla Medine dışında savaşmayı ve Allah yolunda şehadeti istediler. Dolayısıyla, "Savaş için bizi Medine'den dışarı götürün!" dediler. Resulullah'ın (s.a.a) amcası Hamza, Sa'd b. Ubâde, Nu'man b. Malik b. Sa'lebe ve ensardan diğer bir grup dediler ki: "Ya Resulullah! Biz düşmanın, onlardan korkarak Medine'den dışarı çıkmadığımızı sanmasından ve bu düşüncenin onların bize karşı küstahlaşmasına neden olmasından kor kuyoruz. Sen Bedir Savaşı'nda üç yüz küsur kişiyle onlara saldırdın, Allah Tealâ da seni onlara galip etti. Ama şimdi bizim sayımız çok fazladır ve biz düşmanla karşılaşmayı bekliyor, Allah'tan böyle bir günü bize göstermesini arzuluyorduk.
Allah Tealâ da bizi isteğimize kavuşturdu ve düşmanı kendi ayağıyla ayağımıza getirdi; o hâlde neden Medine'den dışarı çıkıp onlarla savaşmayalım?" Hamza da dedi ki: "Kur'ân'ı sana indiren Allah'a yemin ederim ki, bugün Medine dışında düşmanla savaşıncaya kadar hiçbir şey yemeyeceğim." Hamza, cuma ve cumartesi günleri oruç tutardı; o günde cumaydı ve Hamza yine oruçluydu. Ebu Said-i Hudrî'nin babası Malik b. Sinan, Nu'man b. Malik b. Sa'lebe ve İyas b. Avs b. Atik de düşmanla Medine dışında savaşılmasından yana konuştu. Resul-i Ekrem (s.a.a) onların Medine'den dışarı çıkma konusundaki ısrarlarını ve Medine'de kalmak istemediklerini görünce görüşlerini, kabul etti. Birlikte cuma namazı kıldılar. Resulullah (s.a.a) onlara öğüt verdi, onları canla-başla düşmanla savaşmaya teşvik etti ve direnecek olurlarsa zafere kavuşacaklarını bildirdi. Halk sonunda Medine'den dışarı çıkacakları için çok sevindi; ama birçokları da bu kararı beğenmediler. Resul-i Ekrem (s.a.a) ikindi namazını da cemaatle yerine getirdikten sonra insanlar her taraftan toplandılar, "Avali" sakinleri de Medine'ye ulaştılar. Kadınlarla çocukları yüksek yerlere, sağlam evlere yerleştirdiler. Resulullah (s.a.a) da Ömer ve Ebu Bekir'le birlikte eve gidip, onların yardımıyla sarığını sardı ve giyinip kuşandı. Halk Resulullah'ın (s.a.a) evinden minberine kadar sıraya geçmiş onun gelmesini bekliyordu. O sırada Useyd b. Huzeyr'le Sa'd b. Muaz da ulaşarak halka dediler ki: "Sizler gökyüzünden Resulullah'a (s.a.a) emir geldiğini ve kendisine doğru yolun gösterildiğini bildiğiniz hâlde canınızın istediği şeyi Resulullah'a (s.a.a) söyleyip onu Medine'den çıkmaya zorladınız. İşleri ona bırakın ve onun emrini yerine getirin, onun isteğine göre hareket edin." O sırada Resulullah (s.a.a) savaş elbisesi giymiş, kılıcını kuşanmış ve başına sarığını sarmış olduğu hâlde evden dışarı çıkarak onlara karıştı. Peygamber (s.a.a) evden çıkınca, savaş için Medine'den çıkmaya ısrar eden İslâm savaşçıları şöyle dediler: "Ya Resulullah! Bize sana muhalefet etmek yakışmaz, sen kendi görüşüne göre hareket et; biz de senin emrine itaate hazırız." Fakat Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ben daha önce bunu size söyledim, ama siz kabul etmediniz. Şimdi savaş elbisesi giydikten sonra, yüce Allah onunla düşmanları arasında hükmedinceye kadar onu çıkarmak Peygamber'e yakışmaz. Şimdi emirlerimi yerine getirip Allah'ın emriyle hareket edin ve bilin ki sabırlı olursanız zafer sizin olacaktır."
Kim bilir; Resulullah'ın (s.a.a), ashabın, müşriklerle Medine dışında savaşma yönündeki ısrarını kabul etmesinin nedeni belki de şudur: Eğer onların bu önerisini kabul etmeyecek olsaydı; bu, onların üzerinde telâfi edilmeyecek kötü sonuçlar bırakıp, savaşta cesaret yerine zaaf ve gevşeklik göstermelerine sebep olabilirdi. Sahabeler, Resulullah'ın (s.a.a) görüşünü kabul ettikten sonra Hz. Resul'ün (s.a.a) onları reddetmesinin sebebini de Hz. Peygamber'in kendisi açıklamıştır. Resul-i Ekrem (s.a.a) son olarak Hendek Savaşı'nda ashabın görüşüne uygun hareket etmiştir. Şöyle ki:
c) Hendek Savaşı
Vakidî ve Makrizî Hendek Savaşı hakkında şöyle yazmışlardır: Resulullah (s.a.a) sahabelerle müşavere etti. Peygamber, çoğu zaman savaş konusunda sahabelerle müşavere ederdi... Bu savaşta Selman-i Farsî'nin önerisiyle Medine'nin çevresine hendek kazdılar... Vakidî ve Makrizî savaşın son günlerinde Resulullah'ın (s.a.a) yaptığı diğer bir müşaveresiyle ilgili olarak şöyle kaydederler: Resul-i Ekrem'le (s.a.a) sahabîler, on günden fazla düşmanın muhasarası altında kaldı; nihayet muhasaranın uzamasıyla işleri zorlaştı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle dua etti: "Allah'ım! Müslümanların yok olmasını istemiyorsan, senin yardımını ve ahdine vefa etmeni istiyorum." Sonra Hz. Peygamber, düşman ordusu arasında ihtilâf çıkarmak için Gatafan kabilesinin başlarından Uyeyne b. Hisn ve Haris b. Avf isminde iki kişiye haber gönderip, Medine'nin o yılki hurma ürününün üçte birini alarak kendilerini ve kabilelerini savaştan çekmelerini istedi. Fakat Uyeyne'yle Haris mahsulün yarısını önerdiler; bunu da Resulullah (s.a.a) kabul etmedi. Sonunda üçte bire razı oldular ve anlaşmayı yazıp imzalamak için kendi kabilelerinden on kişiyle birlikte gizlice hendekten geçip Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna çıktılar.
Osman b. Affan'ın sözleşmeyi yazması için kağıt kalem getirdiler. Abbad b. Bişr zırh giymiş, silâhlarla kuşanmış ve savaşa hazır bir hâlde Resulullah'ın (s.a.a) arkasında durmuş, Uyeyne ise zafer sarhoşluğuyla Resulullah'ın (s.a.a) karşısında oturmuş, ayaklarını uzatmıştı! O sırada Useyd b. Huzeyr içeri girdi. Uyeyne'nin bu terbiyesizliğini görünce bağırarak dedi ki: "Hey maymun herif! Ayaklarını topla. Sen Resulullah'ın (s.a.a) karşısında ayaklarını mı uzatıyorsun?! Vallahi eğer Resulullah (s.a.a) burada olmasaydı iki yanını mızrakla birbirine dikerdim." Sonra Resul-i Ekrem'e (s.a.a) dönerek şöyle dedi: "Ya Resulullah! Bu iş ilâhî bir emirse yerine getir; yok Allah'ın emri değilse, vallahi biz bunlara kılıcımızdan başka bir şey tattırmayacağız." Tekrar Uyeyne'ye dönerek, "Ne zamandan beri bizim mallarımıza göz diktin?" dedi. Useyd'in bu sözlerinden sonra Resul-i Ekrem (s.a.a) Sa'd b. Muaz'la Sa'd b. Ubâde'yi çağırtarak bir köşede onlarla müşavere etti. Onlar dediler ki: "Eğer bu iş Allah'ın emriyse yerine getir ve eğer kendi isteğinse yine biz senin emrine tâbiiz; fakat eğer bizim görüşümüzü istiyorsan, uygun görürsen bunlara kılıç darbesinden başka bir şey vermelim." Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Arapların birleşerek bizimle savaşa geldiğini görünce, onları sizinle savaşmamaya razı edeyim, dedim." Ama onlar dediler ki: "Ya Resulullah! Vallahi cahiliye döneminde bunlar yoksulluk ve açlıktan çöldeki fareleri yemek zorunda kalsalardı bile bizim malımıza tamah etmeye cüret edemezlerdi; bir tek hurma elde etmek için ya parasını verirlerdi ya da onu sadaka olarak verirdik onlara. Şimdi Allah Tealâ bize seni göndermiş, senin gibi bir peygamberle bizi şereflendirip, hidayet etmiştir; şu hâlde bu alçak ve liyakatsiz insanlara nasıl bir şey veririz?! Biz onlara kılıç darbesinden başka bir şey vermeyiz." Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a), "Anlaşmayı yırtın." buyurdu. Bu durumu gören Sa'd hemen yazılanları yırttı. Peşinden Uyeyn ve Haris yerlerinden kalktılar. Resulullah (s.a.a) hendeğin dışında da yüksek bir sesle onlara "Gidin." dedi, "Bizimle sizin aranızda yalnız kılıç hükmedecektir." Resul-i Ekrem, Hendek Savaşı'nda sahabelerle bu şekilde müşaverede bulundu. Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerle konuşmasından, düşman ordusundaki kabileler arasında ihtilâf yaratmak istediği anlaşılmaktadır. Özellikle Resulullah (s.a.a) onlarla müzakeresinin sonunda yüksek sesle, "Gidin; bizimle sizin aranızda yalnız kılıç hükmeder." buyurmuş ve bu haber yayılarak Kureyş'e ulaşmış, böylece Gatafan kabilesiyle Kureyş arasına ihtilâf düşmüştü. Vakidî ve Makrizî bu olayın devamında şöyle eklerler: Resulullah (s.a.a) Nuaym b. Mes'ud'un, Kureyş'le Kureyze Oğulları kabileleri arasında ihtilâf düşürmesine müsaade etti. O da bu kabileler arasına ihtilâf düşürünce onların yenilgiye uğramasına sebep oldu.[490] Buraya kadar Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerle müşavere etmesi sırasında müşavereden hedefinin, bu şekilde doğru görüşe varmak değil, geçmişte de olduğu gibi doğru oylama yöntemini pratik olarak ashaba öğretmek olduğu anlaşılmaktadır. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Bedir Savaşı'nda sahabelerle müşaveresi de bu hedefe yönelikti.
Çünkü Allah Tealâ çok önceden savaşın sonucunu ve düşmanın yenilgiye uğrayacağını Resul'üne bildirmiş, onların Kureyş'le savaşıp zafere ulaşacaklarını haber vermişti. Nitekim Resulullah (s.a.a) bunu müşavere toplantısının sonunda ashabına bildirmiş, Kureyş'in ileri gelenlerinin düşeceği yerleri bir bir onlara göstermiştir. Buna binaen, Resulullah'ın (s.a.a) bu savaşta müşavereden asıl hedefi, Müslümanlara, doğru müşavere yöntemini öğretmek, onları, görüşlerini emirleri altındakilere, "fermanımız budur." şeklinde bildiren zalim padişahların davranışlarından sakındırmaktı. Yukarıda zikri geçen ayetin baş tarafı da apaçık bir şekilde bunu bildirmektedir bize: Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için (Allah'tan) bağışlanma dile ve (savaşta gönüllerini almak için) iş konusunda onlarla müşavere et...[491] O hâlde burada müşavere, yumuşaklık ve insanların gönlünü almanın en bariz örneklerinden biridir. Bu durum, ayetin başında geçtiği gibi, Allah Tealâ'nın rahmet ve lütfunun belirtisidir. Buna binaen, Resulullah'ın (s.a.a) müşavereden asıl hedefi, Uhud Savaşı'nda olduğu gibi, bazen Müslümanları ruhen eğitmek ve bazen yumuşaklık gösterip ashabın gönlünü almaktı. Uhud Savaşı'nda Resulullah (s.a.a) onların görüş ve isteğine göre davrandı; düşmanla savaşmak amacıyla Uhud'a doğru hareket etmek için savaş elbisesini giydi. O zaman Medine'den dışarı çıkarak düşmanla şehrin dışında savaşmaya ısrar eden Müslümanlar bu yaptıklarından pişman olarak, "Ya Resulullah! Sen neyi uygun görürsen onu yap; sana karşı muhalefet etmek bize düşmez." dediler. Fakat Resul-i Ekrem (s.a.a) onlara, "Ben daha önce dedim, ama siz kabul etmediniz; şimdi ise düşmanla savaşmak için savaş elbisesini giydikten sonra Peygamber'e yüce Allah kendisiyle düşman arasında hükmedinceye kadar onu çıkarması yakışmaz." cevabını verdi. Bu olayda Resulullah'la (s.a.a) ashabın arasında geçen konuşmalardan şu anlaşılmaktadır: Eğer Resulullah (s.a.a) ashabın ilk önerisini kabul etmeyip, düşmanla savaşmak için Medine dışına çıkmasaydı, bu hareket kötü sonuçlar doğurur, Müslümanların moralleri bozulur, vazifelerini yerine getirmede gevşeklik göstermelerine sebep olur ve artık düşmanla isteyerek savaşmazlardı. İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a) doğru olmadığını bildiği hâlde onların görüşlerini kabul ederek savaş için Medine'den dışarı çıktı. Fakat Hendek Savaşı'nda Resulullah'ın (s.a.a) müşavereden hedefi müşrikleri yanıltmaktı. Resulullah (s.a.a) bu hareketiyle hedefine ulaşarak düşmana ağır bir darbe indirdi.
Dostları ilə paylaş: |