1- Şûra
Arapça'da "et-teşavur", "el-müşavere" ve "el-meşvere" sözcükleri bir kişinin diğer birine müracaat ederek onun görüşünü alması anlamına gelir. "Şaverehu" denildiğinde, "ondan görüşünü söylemesini istedi.", anlamı kastedilmektedir. Veya "Eşare ileyhi bi'r-re'y, yuşi-ru" denildiğinde, onun görüşü şudur, demek istenmektedir. Yine, "İşleri kendi aralarında şûra ile olanlar",[399] bir konunun müşavere için bir gruba sunulması anlamındadır.[400] Bu kökten türeyen sözcükler Kur'ân-ı Kerim'de, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde ve Müslümanların kullanımında değişmemiş ve
asıl anlamında kullanılmaya devam etmiştir; burada üzerinde duracağımız konu "şûra" ve "müşavere" kelimelerinin İslâm dini ve ahkamında kullanılmasıdır.
2- Biat
a) Arap Lügatinde Biat
Arapça'da biat alışverişi gerçekleştirmek için el sıkışmak anlamındadır.[401] -Alıcıyla satıcı bir alışverişte anlaştıklarında müşteri, alışverişi kabul ettiğini göstermek amacıyla satıcıyla el sıkışır.- "Se-fike yedehu bil biat ve'l-bey ve ala yedehu sefka" cümlesi, alışverişi kabul etmek anlamında onunla tokalaşma anlamına gelir. "Tesafe-ku"[402] ve "tebayeu" dendiğinde, pazarlık ve alışveriş yaptılar denmek isteniyor. Arapça'da bu harekete biat denir. Fakat Araplarda sözleşme ve yemin etme çeşitli şekillerde gerçekleşir.
Örneğin, Kâbe'nin perdedarlığı, hacılara su verme ve Mekke'deki diğer önemli mevkileri ele geçirme hususlarında Abdumenaf Oğulları'nın kendilerini Abduddar Oğulları'yla savaşmaya hazırlamak için yaptıkları ameller gibi. İbn İshak bu olayı şöyle nakleder: "Abdumenaf Oğulları, birbirleriyle sözleşmek için bir kaba çamur doldurarak Mescidu'l-Haram'da Kâbe'nin kapısının ağzına bıraktılar. Bu maksatla onlarla sözleşenler ellerini o kaba daldırarak ahitleştikten sonra elerini Kâbe'nin duvarına sürdüler; böylece güzel kokulular anlamında "el-Mutabbibin" diye adlandırıldılar."[403] Yine İbn İshak, Kâbe'nin binasının onarılmasıyla ilgili olarak şöyle der: "Kâbe'nin temeli rükün haddine ulaşınca Hacerü'l-Esved'i yerine koyma iftiharına sahip olma konusunda kabileler arasında ihtilâf baş gösterdi; nihayet ihtilâflar kavgaya dönüştü. Bunun üzerine yemin ederek birbirleriyle savaşmaya hazırlandılar. Abduddar Oğulları'nın ileri gelenleri, bir kabın içine kan doldurup bu konuda ölünceye kadar direneceklerini göstermek için, Adiy b. Ka'b Oğulları'yla ahitleşip birlik ve beraberliklerinin simgesi olarak ellerini kan dolu kaba daldırdılar ve böylece kan yalayanlar anlamında "Lea-ketu'd-Dem" ismini aldılar.[404]
b) İslâm'da Biat
Dediğimiz gibi biat veya tokalaşmak Arapça'da alışverişi gerçekleştirmek anlamına gelir. Fakat İslâm'da, bu deyim, biat eden kimsenin biat edilen kimseye karşı, her iki tarafın bildiği birtakım kurallara uyacağına ve ona itaat edeceğine dair sözleşme anlamındadır. Meselâ, "bayeahu mubayeaten" denildiğinde, bu konu üzerinde onunla sözleşti, demek isteniyor. Allah Teâla Kur'ân-ı Kerim'de buyuruyor ki: "Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu hâl-de, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a karşı verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir."[405] Burada Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden ve aldığı biatlerden üç örnek veriyoruz:
İlk Biat
İslâm dininde alınan ilk biat "Akabe-i Ulâ" biatidir. Medine halkından Müslüman olan on iki kişi orada Resulullah'a (s.a.a) biat etti. Onlardan biri olan Ubâde b. Samit bu olayı şöyle anlatır: Biz Akabe denilen yerde Resulullah'a (s.a.a) Nisâ Biati yaptık. Bu olay, müşriklerle savaşmanın bize farz oluşundan çok önce vuku buldu. Biz, "Hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmayacağız, zina etmeyeceğiz, evlâtlarımızı öldürmeyeceğiz, elimizle ayağımız arasında yalan söyleyip iftira etmeyeceğiz (yani, bir erkekten hamile kalan kadının çocuğunun yalan yere başka bir erkeğe ait olduğunu söylemeyeceğiz), işlerde Hz. Peygamber'in emirlerine itaatsizlik etmeyeceğiz." Diye Resulullah'a (s.a.a) biat ettik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bu ahdinize bağlı kalırsanız size cennet verilecektir; ancak ihanet edecek olursanız dünyada cezasını çekeceksiniz, kıyamete kadar bunu gizleyecek olursanız karşınızda Allah'ı bulursunuz; isterse sizi cezalandırır ve isterse de affeder." Bu biate, Akabe-i Ûlâ Biati adı verildi.
İkinci Büyük Akabe Biati
Kâ'b b. Malik şöyle nakleder: Haccetmek için Medine'den dışarı çıktık. Daha önce Resulullah'la (s.a.a) Teşrik günlerinde (zilhicce ayının 11, 12, ve 13. günleri) Akabe'de görüşmeyi kararlaştırmıştık. Gecenin üçte biri geçmişti. Özenle yüzümüzü herkesten gizlemeye çalışarak grup grup gidip Akabe yakınlarındaki bir derede toplandık. Sayımız yetmiş üç erkek ve iki kadındı. O sırada Resulullah (s.a.a), amcası Abbas'la birlikte aramıza geldi. Hz. Peygamber bir konuşma yaptı, Kur'ân okudu; bizi Allah'a ve İslâm dinini kabul etmeye davet ederek, "Ben, kadınlarınız ve çocuklarınızı savunduğunuz gibi beni savunmanız üzere sizinle biatleşiyorum." buyurdu. Bunun üzerine Berâ b. Ma'rur ayağa kalkarak Resulullah'ın (s.a.a) elini tutup şöyle dedi: "Evet, hak üzere seni gönderene yemin ederim ki, seni, kadınlarımızı savunduğumuz gibi savunacağız. O hâlde ya Resulullah; bizimle biatleş. Vallahi biz savaş erleriyiz..." Ebu Heysem b. Teyyehan da şöyle dedi: "Ya Resulullah! Yahudilerle bizim sözleşmemiz var; biz senin dinini kabul ederek onlarla anlaşmamızı bozduğumuzda günah etmiş oluyor muyuz? Ve acaba Allah bizi zafere ulaştırdığında sen ailenin yanına dönerek bizleri yalnız mı bırakacaksın?!" Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Biz öyle bir sözleşme yapacağız ki, kanlarımız, ölümümüz ve yaşamamız bir olacak. Şimdi aranızda benim temsilcim olmaları için güvendiğiniz on iki kişiyi tanıtın bana."
Resulullah'ın (s.a.a) bu sözleri üzerine, dokuzu Hazrec'ten ve üçü ise Evs'ten olmak üzere on iki kişiyi Hz. Peygamber'e tanıttılar. Resulullah (s.a.a) onlara şöyle buyurdu: "Sizler, Hz. İsa'nın havarilerinin, İsa b. Meryem'in temsilcileri oldukları gibi kendi kabileleriniz ve akrabalarınız arasında benim temsilcilerimsiniz. Ben ise kendi kavmimin, yani bütün Müslümanların sorumlusuyum." Temsilciler, "Evet." diyerek kendilerine verilen bu görevi kabul ettiler. Fakat Resulullah'a (s.a.a) ilk olarak kimin biat ettiğinde ihtilâf var. Bazıları ona ilk olarak Es'ad b. Zurare'nin biat ettiğini söylerken, bazıları da bu şerefe Ebu'l-Heysem b. Teyyehan'ın ulaştığını ileri sürerler.[406]
Rıdvan Biati veya Şecere Biati
Hicretin yedinci yılında, Resulullah (s.a.a) ashabını umre yapmak için seferber etti. Medine Müslümanlarından bin üç yüz veya bin altı yüz kişi Resulullah'ın (s.a.a) bu çağrısına olumlu cevap vererek Hz. Peygamber'le birlikte Mekke'ye doğru yola koyuldu. Resulullah (s.a.a) kurban etmek için beraberinde yetmiş deve getirmiş ve "Ben umre yapmaya gidiyorum, dolayısıyla yanıma silâh almıyorum." buyurmuştu. Kervandakiler Zu'l-Huleyfe denen yerde ihram bağlayarak Mekke'ye doğru hareket edip Mekke'den dokuz mil uzakta Hudey-biye denen yerde toplandılar. Müslümanların Mekke'ye doğru hareket ettiklerini duyan Mekke halkı dehşete düştü. Hemen Mekke'nin etrafındaki kabilelerden ve kendi taraftarlarından bir ordu hazırlayarak Halid b. Velid'i veya İkrime b. Ebu Cehl'i iki yüz atlıyla Müslümanların Mekke'ye doğru ilerlemelerini önlemeleri için gönderdiler. Resulullah (s.a.a) bunu görünce Kureyş ordusuyla savaşa hazırlanarak Müslümanlara, "Allah Telâ bana sizden biat almamı emret ti." buyurdu. Müslümanlar da gelerek savaştan kaçmayacaklarına dair ona biat ettiler. Bazıları da, ölünceye kadar direneceklerine dair biat ettiklerini söylerler. Kureyş, Resulullah'la (s.a.a) müzakere etmek için bir grup gönderdi. Müzakere için gelenler bu manzarayla karşılaşınca korkarak Hz. Peygamber'le uzlaşıp, ona barış önerisinde bulundular...[407]
Evet, Resulullah (s.a.a) kendi hayatı döneminde ashabından üç çeşit biat almıştır:
1- İslâm'ı kabul etme biati
2- İslâm hükümetinin teşkili için biat
3- Savaş biati.
Elbette Resulullah'ın (s.a.a) almış olduğu üçüncü biat gerçekte ikinci biati yenilemek içindi; çünkü Resul-i Ekrem (s.a.a) ashabını umre için Medine'den çıkarmış; ama bu umre hareketi savaş hareketine dönüşmüştü. Bu ise ashabı Medine'den çıkarırken güttüğü hedefle çelişmekteydi. Dolayısıyla, bu yeni hareket ve istenilmeyen savaş için yeniden biat alınması gerekiyordu. Resulullah'ın (s.a.a) bu hareketi iyi bir sonuç verdi. Kureyş müşriklerinin ve Mekke ahalisinin dehşete düşmesi bunun sonuçlarından biridir. Burada, imama biat ve itaatle ilgili altı rivayete değinip onlarla ilgili kısa bir bilgi vererek bahsimizi bitireceğiz:
1- Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet edilir: Biz, Resulullah'a (s.a.a) itaat edeceğimize ve emrinden çıkmayacağımıza dair biat ettik. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) bize, "Gücün yettiği kadar." buyurdu.[408]
2- Bir rivayette Hz. Ali'nin (a.s), "Gücünüz yettiği kadar." buyurduğugeçer.[409]
3- Diğer bir rivayette Cerir'den naklen Hz. Peygamber'in, "Gücümyettiği kadar, de." buyurduğu kaydedilir.[410]
4- Hermas b. Ziyad'dan[411] şöyle nakledilir: Ben biat etmek için elimi Resulullah'a uzattım. Ama yaşım küçük olduğu için Resulullah (s.a.a) kabul etmedi.[412] Yine İbn Ömer'den şöyle nakledilir: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
"Her Müslümanın ister istemez sevdiği ve sevmediği konuda itaat etmesi farzdır. Ama bir günahı işlemekle görevlendirilirse, bu durumda itaat etmesi caiz değildir."[413]
5- İbn Mesud, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder: "Benden sonra, sünnetimi yok etmeye çalışan, bidat çıkaran ve namazı vaktinde kılmayan kimseler size hükümet edecekler." Ben, "Ya Resulullah!" dedim, "Onların dönemini görsem vazifem nedir?" Resulullah, "Ey Ümmü Abd'ın oğlu!" buyurdu, "Benden vazifenin ne olduğunu mu soruyorsun? Allah'a karşı günah işleyen öndere itaat edilmemelidir."[414]
6- Ubâde b. Samit'in naklettiği uzun bir hadisin son bölümünde şöyle geçer: "Allah'a karşı günah işleyen bir kimseye itaat edilemez; o hâlde Rabbinize karşı savaşa girişmeyin."[415] Başka bir rivayette bu hadisini gerisi, "Rabbinize karşı sapmayın." şeklinde geçer.[416]
Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde "biat" kelimesini incelediğimizde biatin şu üç temele dayandığını görmekteyiz: 1- Biat eden, 2- Biat edilen, 3- Bir işi yapmak için itaat edeceğine dair sözleşmek. Dolayısıyla ilk önce yapılması istenen şeyin ne olduğu apaçık belli olmalı, sonra Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde olduğu gibi biat eden kimse, üzerine aldığı bütün vazifeleri kabullenme anlamında elini biat alan kimsenin eline sürmeli; böylece biat gerçekleşmiş olur. Buna göre biat, şer'î bir ıstılahtır. Ama bugün çoğu Müslümanlar, İslâm'da şer'î biatin gerçekleşmesinin şartlarını bilmemektedirler. Binaenaleyh, İslâm'da biat şu üç şartla gerçekleşir: 1- Biat eden kimse biat etmesi sahih olan kişilerden olmalı ve kendi iradesiyle biat etmelidir. 2- Biat edilen kimse kendisine biat edilmesi doğru olan kişilerden olmalıdır. 3- Biat konusu, yapılması doğru ve helâl olan bir şey olmalıdır. Dolayısıyla, buluğ çağına erişmeyen çocuğun ve delilin biati doğru değildir.
Çünkü İslâm dininde bu ikisi İslâm hükümlerini uygulamakla yükümlü değillerdir. Yine biat, biat edenin kendi rıza ve iradesiyle yapılmalıdır. Mecbur edilen kimsenin biati doğru değildir; çünkü biat alışveriş gibidir; bir malı sahibinden zorla alıp parasını ödemek doğru olmadığı gibi, zor kullanarak ve kılıcın gölgesi altında alınan biat de doğru ve meşru değildir. Yine açıkça günah işleyen kimseye, Allah'a itaatsizlik etmek ve bir günah işlemek için edilen biat de doğru değildir. Dolayısıyla biat, İslâmî bir ıstılah olup İslâm dininde birtakım hükümleri vardır. Buraya kadar özetle şunları işledik: Arapça'da biat, alışveriş taraflarının alışverişi kabul etme belirtisi olarak tokalaşmaları anlamındadır. İslâm dininde ise biat, biat eden kimsenin biat edilen kimseyle kendi aralarında ararlaştırılan konularda itaat edeceğine dair sözleşmesinin belirtisidir. Biatte şart koşulan şeyler yerine getirilmedikçe İslâm açısından biat gerçekleşmiş olmaz. Biatin şartları şunlardır: 1- Buluğa ermeyen çocuğun biati doğru değildir. 2- Zor kullanılarak alınan biat ve açıkça günah işleyen kimseye biat doğru değildir. 3- Bir günah işlemek için yapılan biat batıldır. Resulullah (s.a.a) üç konuda biat almıştır: İlk olarak İslâm için, ikincisi İslâm hükümetinin teşkili için, üçüncüsü savaş için. Üçüncü konuda alınan biat hakkında Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir."[417]
Dostları ilə paylaş: |