2- Biat
a) "Biat" sözcüğü Arapça'da alışverişi gerçekleştirirken satıcıyla müşterinin ellerini birbirlerine vermesi anlamına gelir. Ve "alışverişi gerçekleştirmek anlamında elini onun eline verdi." denilir. Fakat Araplar çeşitli şekillerde yemin eder ve anlaşırlar. Örneğin, ellerini çamurlu suya daldırarak bir işi yapmak için sözleşirlerdi veya ellerini kan dolu bir kaba daldırarak bir konuda ahitleşirlerdi.
b) İslâm'da biat, biat edenle biat alan arasında bir sözleşmedir; bu sözleşmeye göre biat eden aralarında anlaştıkları şeyi yapmayı üzerine alır. Allah Teâla buyuruyor ki: "Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir..."[529]
Resulullah (s.a.a) ilk olarak Müslümanlardan Akabe-i Ulâ'da İslâm dinini kabul etmeleri üzerine biat almıştır. İkincisi ise yine Akabe'de gerçekleşen ve biat-i kübra (büyük biat) diye meşhur olan biattir. Müslümanlar o zaman İslâm toplumu oluşturmak amacıyla savaşmak üzere Resulullah'a (s.a.a) biat ettiler. Birinci biate, "Nisâ Biati" de denmektedir; çünkü İslâm dininde bu biat savaş yapılmadan gerçekleşmiştir.
Üçüncü biati ise Müslümanlardan Hudeybiye'de aldı. Müslümanlar Resulullah'la (s.a.a) birlikte Umre yapmak için ihram bağlayarak Medine'den dışarı çıktıklarında bir ağacın altında aldı bu biati. Kureyş onların Mekke'ye girmelerine engel olup onlarla savaşa hazırlandıklarında umre yerine getirmek için Mekke'ye hareketleri asıl hedeflerinin tam aksine savaş için hareket oldu. Dolayısıyla içlerinde bulundukları ortam bu yeni hareket için Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ashabından yeniden biat almasını gerektiriyordu. Onun Müslümanlardan yeniden biat alması Kureyş'i dehşete düşürmüştü. Dolayısıyla, birinci biat İslâm'ı kabul etmek için, ikincisi İslâm toplumu oluşturmak ve bu yolda savaşmak için ve üçüncü biat ise
düşmanla savaşmak içindi. Biat konusunda Resulullah'ın (s.a.a) sünneti buydu. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadiste, onun halktan güç ve kudretleri miktarınca biat aldığı, daha mükellef olmayan erkek çocuklardan biat almadığı geçer. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini incelediğimizde biatin üç temele dayandığını anlamaktayız:
1- Biat eden, 2- Biat edilen, 3- Özel bir konuda itaat ve sadakat sözleşmesi.
Dolayısıyla biat, biat eden kimse neye biat ettiğini ve ne yapması gerektiğini iyice bildiği zaman doğrudur. Bunları göz önünde bulundurarak biat eden kimse üzerine aldığı bütün vazifeleri kabullendiğini göstermek üzere elini biat edilen kimsenin eline verir; bu şekilde biat gerçekleşmiş olur.
Bu özelliklerdeki biat şer'î bir ıstılahtır. Ama böyle bir İslâmî biatin gerçekleşmesi için gerekli şartları Müslümanların çoğu bilmemektedir. Bu şartlar şunlardan ibarettir:
a) Biat eden, biat etmesi doğru olan kimselerden olmalıdır. Dolayısıyla mükellef olmayan, baliğ olmayan kimsenin veya delinin biat etmesi doğru değildir. Biat eden kimse hür olmalıdır; çünkü biat alışveriş hükmündedir. Alışverişte ise bir şeyi sahibinden zorla alıp parasını vermek doğru değildir. Dolayısıyla zorla, silâhla, tehdit ve korkutmayla alınan biat batıldır.
b) Biat alan hiç çekinmeden açıkça günah işleyen, İslâm kurallarına aykırı işleri yapmaktan çekinmeyen bir kişi olmamalıdır. Zira Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah Tebarek ve Tealâ'ya karşı günah işleyen kimseye itaat etmek haramdır."[530]
c) Biat, Allah Teâla'nın yasakladığı bir iş için veya O'nun ve Peygamber'inin emirlerine muhalefet etmek için olmamalıdır. Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurur: "İnsana günah işlemesi emredilirse itaat etmek câiz değildir."[531]
3 ve 4- Halife ve Emirü'l-müminin
"Hilâfet" lügatte birinin naibi olmak, onun yerine geçmek anlamına gelir. Başka birisinin yerine geçen ve onun makamına oturan kimseye "halife" denir. Kur'ân-ı Kerim'de de bu anlamda geçmiştir: Düşün ki (Allah) sizi, Nuh kavminden sonra halifeler kıldı...[532] Resulullah'tan (s.a.a) rivayet edilen bir hadiste ise şöyle geçer: Allah'ım, halifelerime merhamet et. Resulullah (s.a.a) halifelerini tanıtırken şöyle buyurur: Onlar benden sonra gelir, benim hadisimi ve sünnetimi rivayet ederler. Dolayısıyla, "halife" terimi, Kur'ân-ı Kerim'de ve Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde onun naibi olarak emir verip hükümet etmesi gereken bir kimsenin ismi değildir; aksine bu terim, Ömer'in hilâfeti dönemine kadar lügatteki anlamıyla kullanılıyor, ona Resulullah'ın (s.a.a) naibinin naibi deniliyordu; nihayet ona "Emirü'l-Mü-minin" ismini verdiklerinde artık bu terimi kullanmadılar.
Bu durum Abbas Oğulları halifelerinin dönemine kadar devam etti. O dönemde "Emirü'l-Müminin" lakabıyla birlikte onlara "halifetullah" da deniliyordu. Osmanlılar döneminde, İslâm dünyasının mutlak liderine "halife" deniliyordu. Bu isim bugüne kadar Müslümanlar arasında kullanıla
gelmiştir. Dolayısıyla, "halife" ve "Emirü'l-Müminin" terimleri şer'î bir ıstılah olmayıp aksine, Müslümanların kendi liderlerine verdikleri bir isimdir; buna binaen bu terimler Müslümanların adlandırmasıdır.
5- İmam
"İmam" lügatte insanların izledikleri kimseye verilen isimdir. Kur'ân-ı Kerim'de de bu anlamda kullanılmıştır. Ama Kur'ân'da bir kimsenin "imam" olabilmesi için birtakım şartlar koşulmuştur. Meselâ Hz. İbrahim'e (a.s) hitaben buyuruyor ki: "Şüphesiz, seni insanlara imam kılacağım." Daha sonra bu makamın gereklerini açıklayarak, "Ahdim zalimlere erişmez." buyuruyor. O hâlde "imamet" Allah'ın ahdi ve O'nun emridir ve bunu zalimlere vermez; ister zalim kendine zulmetsin, ister diğerlerine bu alanda bir şeyi değiştirmez. Binaenaleyh "imam" terimi hem şer'î ıstılahtır,
hem de Müslümanların adlandırmasıdır.
6- Emr ve Ulu'l-Emr (Hükümet ve Emir Sahibi)
"Emr" Arap lügatinde, Müslümanların örfünde ve İslâmî naslarda insanlara hüküm sürmek anlamındadır. Ama "ulu'l-emr" terimini İslâmî bir ıstılah saymamız daha doğru olur; çünkü bu terim Kur'ân-ı Kerim'de insanlara hüküm sürmek ve velâyet etmek anlamında geçer: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de."[533] Ama iki ekol Resulullah'tan (s.a.a) sonraki emir sahibi ve hüküm
sürecek kimsenin teşhisinde ihtilâf etmiştir. Ehlibeyt Ekolü mensupları Resulullah'tan (s.a.a) sonraki imam ve emir sahibini Allah Teâla'nın tayin etmesi gerektiğine, Allah Teâla istediğini bu makama atayıp Peygamber'i aracılığıyla insanlara tanıtması gerektiğine inanırlar. Oysa Hilâfet Ekolü mensupları imamın ve Müslümanların emir sahibinin biat etme yoluyla bu makama seçileceğini veya güç kullanılarak bu mevkiye geçebileceğini ileri sürerler. Yine, ister halkın biatiyle olsun, ister kılıç zoruyla, hilâfete geçen kimseye herkesin itaat etmesinin farz olduğuna inanmaktadırlar. İşte bu inanca dayanarak Yezid b. Muaviye'ye itaat ederek Resulullah'ın (s.a.a) torunu ve ciğer paresi imam Hüseyin'i (a.s) şehit edip Ehlibeyt'ini esir ettiler! Yine bu inanca dayanarak bu halifenin emriyle Resulullah'ın (s.a.a) şehri Medine'yi yağmalayıp onun ashabını ve tâbiîni kılıçtan geçirdiler! Yine bu inançla ve bu halifenin emriyle Müslümanların kıblesine amansızca saldırıp mancınıkla onu tahrip ettiler! Ve bütün bu işlerden sonra, o günden bugüne kadar ona "Emirü'l-Müminin" dediler!
Dostları ilə paylaş: |