K3 - Ben İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın ilk mezunlarındanım. İTÜ’nün ilk mezunlarındanım. Bağlama çalarım, türkü söylerim o bakımdan benim Aleviliği saklamam mümkün değil. Her gittiğim yere dinler tarihi olsun, tarihsel bilgiler olsun çok iyi bildiğimden dolayı ilk meslek hayatım boyunca gençliğimde, ilk gittiğim yere ilk tanıştığım yere: “Ben Aleviyim,” derim. Çünkü hakikaten o tarihte atılan çirkin iftiraları kulağımla duymak istemediğimden dolayı ilk gittiğim yere: “Ben Aleviyim,” demişimdir. Sazımı elime aldığım zaman da Pir Sultan'dan söylerim veya bizim ozanlarımızın herhangi birisinden. Bunu yaptığıma göre zaten anlaşılacak ama insanların önyargılı olmasından dolayı ilk evvela onu söylerim.
Müzik öğretmenliğimizin daha ilk senesinde soruşturmalar başladı yaptığım en basit bir şey söyleyeyim diyelim ki okulumda lisemde basit bir gece yapılmış. Sabahleyin geliyorsun, okul idaresi tarafından teşekkürle taktir ediliyorsunuz. Teşekkür yazısı alıyorsunuz; bunlar belgeli onu da söyleyeyim. Yaptığınız geceden dolayı teşekkür belgesi alıyorsunuz. Ertesi gün. Öğleden sonra bir bakıyorsun soruşturma geçiriyorsun. Aslı astarı olmayan iftiralar. “Geceyi yaparken içki içmişsiniz Hasan Bey,” diyor. “Ne içmişim yahu. O kadar işim varken ne zaman fırsat bulup da ne zaman içtim?” diyorum. Soruşturmayı yapan da İmam Hatip Müdürü. Soruşturmayı yapan şerefsiz de İmam Hatip Müdürü. Oraya bir tane rakı şişesi koymuş. Koymuşlar daha ziyade. Bir tane votka şişesi koymuşlar; bira şişesi koymuşlar; şarap şişesi koymuşlar, böyle böyle. Kardeşim benim o kadar işim vardı ki benim oturup içmem mümkün değil. Ben bira içmem; votka içmem; şarap içmem; hakikaten içmem. Normal hayatımda da içmem bunları. “Hayır,” diyor “dördünden içmişsiniz,” diyor şişeler var. “Ne şişesi var?” dediğim zaman, şişeleri o zaman gösterdi bana. Şişeleri o zaman gördüm. Ertesi gün müfettişin soruşturma yaptığı yere, ertesi gün okulda gösteriyor bunları “siz içmişsiniz,” diyor. “Peki,” dedim, “be hey akılsız insanlar. Bir insan hem rakı hem votka hem şarap içerse çatlar. Sizin kültürünüz de yok. İçki bir kültürdür bundan da haberiniz yok. Bunların dördünü birden içen adam çatlar,” dedim. “Bari bir tane de viski koysaydınız şuraya olsun bitsin,” dedim. Ya böyle suçlamalar. İşte ne yapmışız “sarhoş olarak çıkmışız, saz çalmışız.” Yok öyle bir şey. Saz çalan insan robot gibi oturabilir mi oturamaz. Dolayısıyla o müziğin ritmiyle sağa da sallanırsın sola da sallanırsın öne de eğilirsin. Soruşturmada koymuş oraya şişeleri “bunları içmişsiniz,” diyor. Rakıyı, votkayı, birayı, şarabı. Dördünü birden içen insanın yaşaması mümkün değil yani. Bu soruşturmadan sonra Milli Eğitim Müdürü’ne gittim, Kaymakama gittim. Milli Eğitim Müdürü’nün cevabı şu: “Hasan Bey çok iyi bir öğretmensiniz ama camisiz köylere gidiyormuşsunuz.” Mesela arkadaşımız “Kuyucak Köyü,” dedi ben oraları çok iyi bilirim. Kuyucak köyüne de gittim tesadüf. “O köyleri dolaşıyormuşsunuz.” “Evet dolaşıyorum.” Oraya beni davet ediyorlar gidiyorum çalıyorum söylüyorum, yani insanlar memnun, ben memnun yani gidiyorum. Anladım ki suçumuzun biri o. Camisiz köylere gitmemiz. Alevi köylerine gidiyoruz. Adam şey diyor: “Camisiz köylere gidiyorsunuz,” diyor. “Ya boş ver,” diyor, “gel sen bizim dediklerimizi yap biz bu soruşturmayı yırtıp atalım.” Ne olacak ? Okul Müdürü hakkında şunları şunları yani iftira hazırlamışlar Okul Müdürü hakkında. Bunlara evet de. Biz senin şeyini yırtıp atalım. Mesela, bir örnek: Mesai saatinde şehir klubüne gidip kumar oynadı. Mesai saatinde gidip içki içti. Şimdi dolayısıyla, ya peki dedim: “Müdür Bey mesai saatinde benim müdürüm orada olduğuna göre ben nasıl orada olabilirim. Okulda olmam lazım.” “Ya sen oraları da karıştırma.” Okul Müdürü Alevi, bu arada, yani o yüzden yapıyorlar yani. Demokrat bir insan. Alevi gibi düşünen Alevi gibi yaşayan bir insan yani. Sünnilikle alakası olmayan bir insan. Yani dolayısıyla amaçları o, ortaya çıktı. Kaymakama gittim. Kaymakam ben bir şey yapamam diyor. İl Milli Eğitim’e gidiyorum bu soruşturmadan sonra bulunduğum yerin halkı avukat tuttu bana. Mahkemeye verdiler dava açtılar. Benim adıma şey yaptılar. Bu Milli Eğitim’de yaşadım. Sonuçta biz tatildeyken başka bir yere sürüldük.
Tokat'tan yaşayan Alevi yurttaşların anlattıkları:
K1 - Ben oraya geldim, ben orda benden bir yıl önce giren bir bayanla sözlendim evlendim. Eşim de aynı yerde çalışıyor.
A - O Alevi mi?
K1 - Alevi. Alevi olduğunu öğrendim ve konuştum ayarladım. Birbirimizle anlaştık evlendik. Bana direkt baskı gelmedi; hep hanımım dolayısıyla geldi. Bu uzun zamanda, bir örümceğin bir ağı örmesi gibi böyle özenle yavaşça sezdirmeden. Seninle çok samimi, öyle konuşuyor, çalışma ilişkilerin iş hayatın şudur budur. Hiç seni etkilemiyor senin aklının köşesinden geçmiyor. Ama dolaylı şekilde, direkt sana değil de, bak orda bir bayanın çalışmasına bir kere karşılar. O zaman 120, 130 kişi vardı, 10 kişi bayan vardı o zaman, 15 kişi. Ee tabi ki iki kişinin maaşı olması dolayısıyla. İşte Alevi olman dolayısıyla, 120 kişinin içinde 10 kişiyi bulmuyor. Ee biz azınlık olduğumuz için ne yapıyoruz, biz büyüklerimizden yetiştiğimiz çağdan dolayı dürüst olmak, çalışkan olmak...
Şöyle mesela, İdari İşler Amirliğinde çalışıyor. Daktilograf olarak girmiş işe. Çalışkan dürüst her zaman açık açık takdir ediliyor. Sıraya giriyorsun o zaman bilgisayarda yok sıraya giriyorsun ona yazdırmak için. Hatasız düzgün yazıyor, çalışkan. Hak ediyor yani. İşte 80’den beri bayanlar kadro almamış. Daha yeni Ecevit Hükümeti’nde kadrolu bayan var, 5000 kişi. Hizmeten İdari İşler Amiri’ne herhangi bir ufak bir şey yapsan, geciktirsen onu hemen şeye döküyor, fırsat gözlüyor tamam mı? Toplu iğne başı kadar bir şeyi unutmuyor. Bunu başka bir zaman bir şekilde sana ödettiriyor. Kadro almış, kütüphane memuru oldu. Ne yapacaksın beş tane iş buyuruyor, bir kütüphaneye bakacaksın, iki santrala bakacaksın. Yani işle, iş vererek, zaten çalışan birisi. Başa bir şey bulamıyorlar tamam mı? Biz ne yapıyoruz, her zaman tedbirliyiz ve tetikteyiz. Bunlar Ramazan Orucu tutarken yememizi içmemizi göstermeyeceğiz. Her şeyde dürüst olacağız ve çok çalışacağız. Ee biz böyle aynı yerde 20 yıldır duruyoruz. Yoksa duramayız. Karşı geldiğin zaman ne yapıyor, seni başka bir servise sürüyor. Devamlı yer değiştirerek, nerde iş çok, oraya alarak, onu bir şekilde sağlıyor. Onu ordan oraya, ordan oraya çalıştırarak canından bezdiriyor.
A - Bezdiriyorlar mı ne yaptılar yani?
K1 - Ya şimdi şaka yolu da olsa, bir şekilde yani çok bunlar 20 yıla yayılmış şeyler hemen aklına gelmiyor ki. Ya bir şekilde ayrımcılık ifade ediliyor. Ya bak basit diye, şimdi komik gelir veya şey gelir ama ya kırmızı bir gömlek giysem veyahut orda kırmızı bir çizgi olsa veya kırmızı bir renk olsa üstünde başında tamam kırmızı Kızılbaş.
Psikolojim o kadar bozuldu ki 20 yıllık iş hayatımda. Öyle şeyler anlattım ki şimdi kendi anlattıklarımı bile, öyle şeyler göze aldım ki müdüre karşı ne yapabilirim. Ben masumane neler yapabilirim, ne tepkiler yapabilirim ne protesto edebilirim. Ben aynı zamanda sendikalıyım. Sendikayı şeyi aradım: “Ben iş yeri müdürümü Vali’ye şikâyet edebilir miyim?” dedim. Dedi ki: “Şikâyet edebilirsin.” Tam şeyi bilmediğim için beklemeye geçtim. Ya sana bütün şeylerimi anlattım. Ben 1 Nisan günü, benim hanımın yerini değiştirdiler. 1 Nisan’da bana tamam mı, katlamalı şaka yapacaklar, benim hanımın yerini değiştirecek bana şaka yapacak. 1 Nisan şakası kabul ediyor onu. Ben dedim ki yav, bütün dairenin içinde tüm duvarları tüm binanın duvarlarını yazarak “bu iş yerinde Alevilere zulüm var,” diye yazsam. Dedi ki bu: “İleride birisi gelecek, Ankara’dan, seni onunla görüştüreceğim. Haklı mı çıkarsın haksız mı çıkarsın?” Bunu göze aldım, bir gece burda kalıp binanın tüm içini ve dışını tüm duvarlarını yazacaktım spreyle: “Bu iş yerinde zulüm var.” O kadar psikolojim bozuldu ki dört gece uyuyamadım, birer saat uyudum. Hayatımda ilk defa bir saat iki saat uyudum ya gece. Ondan sonra dedim ki, 23 Nisan da protokolde çelenk konurken, orda fırlayım, elime yazıları hazırlayım, isim vererek daire müdürümü ve iş yerinin adını vererek, Vali’nin önüne orda fırlayım heykelin orda, bağırayım dedim tamam mı? Orda protesto edeyim. Sonra 1 Mayıs’ı hedefledim. Bunlar hep böyle dört gece düşündüm ne yapabilirim. Ondan sonra, evimin duvarına 10m’lik afiş asayım dedim tamam mı? “Araştırma enstitüsünde Alevilere zulüm var, zulüm yapılıyor baskı var,” diye yazayım dedim. Böyle şeyleri aşama aşama planladım. Kaba kuvvet de planladım. Katliam da yapayım dedim. Katliam da yapacağım. Silah işlerine giriştim. Yapacak bir şey yok, ya ne yapacaksın. Beynim sünger gibi oldu. Yani artık mantıklı düşünemiyorum hep kötüye yoruyorum, bir şeyi yapacağım. Dedim: “Otobüse bindiği zaman 15, 20 kişiyi öldüreyim.” 40 senelik daire Türkiye’ye yayılsın. Sebebini de söyleyim. Kendimi de intihar etmeyeceğim. Sebebini söyleyerek katliam yapayım dedim. Ben iş hayatımı sildim, çoluğumu çocuğumu sildim, gelecekte 20 sen çalışmışım tazminatımı gözden çıkartım. Yani bu kadar üstümüze gelinmesi sebebiyle. Bu bardağı taşıran son damla oldu.
Bir de bildiğim kadarıyla başka Alevi de yok bunların orda. Şu anda iki bayan iki erkek, dört kişiyiz. Gerçekten şey bozuk ya bizim denge. Buna benzer katliam olayını ben kendi kafamdakini düşündüm. Taa yıllar önce, yani yıllar önce dediğim 5, 6 sene önce. Ben en sonunda, müdüre şunu dedim ya, odasında şunu… Tehdit ettim: “Ya arkadaş siz bizi öldürdünüz ya.” Ya gidiyorsun eve uyuyamıyorsun. Aklına gelince çıldırıyorsun. Ha niye uyuyamıyorsun biliyor musun? Ya bir ilkokul mezunu olamamak kadar bir insanın onurunu zedeleyen bir şey yok. Şimdi o adam doğru dürüst eline ver bir yazı yazabilirse lanetim ya. Seni her alanda kullanıyorlar. Her işi veriyorlar. Ha bak yarın benim dairede göstereyim, dairenin bütün bilgisayar dolum kartuşlarını ben yapıyorum. Dışarıda bak 7 milyona dolduruyorlar o kartuşları. Şey getirdim mürekkep getirdim, aparatlar getirdim şırıngalarla yani işi devlete 150 bin liraya geliyor; maliyetini de çıkarttım. Bu tip imkânlar sağladığımız halde, herifler yine arkadaş. Sonra ben şey düşündüm, silahı alayım. Hatta silah çok aradık bulamadık. Silahı alayım ilk önce müdürü tehdit edeyim, yavrum şu şu listedeki adamları bir çağır bakalım şuraya, konuşacağım sizinle diyim. Onlar geldikten sonra kapıdan tarafı keseyim. Ondan sonra telefon et bakalım, şu basın şu karşıya dizilsin diye. Ondan sonra, kapıyı da kitleyip her bir saatte bir tanesini vurup camın önüne çık diyip, bir tanesini vurup aşağı düşürerek. Böyle şeyler düşündüm vallahi.
K2 - 1984 yılında Devlet Su İşleri’ne girdim, DİE’ye işçi statüsünde. Lise mezunuydum iş yerine girerken. Daha sonra açık öğretim fakültesi işletme bölümünü bitirdim. Tabi bundan dolayı daire içerisindeki çoğu arkadaşlar yerlerini değiştirdiler, imtihanlara girdiler. Bu imtihanların hiç birinde alınmadık da. Bizi imtihana sokmadılar. Alevi olmamızdan dolayı. Bu Alevi olmamızın yanı sıra bir de benim aktif bir Alevi olmamdan dolayı. 93’deki Sivas Olayları’ndan dolayı 94’ten sonra ben Tokat Pir Sultan Kültür Derneğini kurdum. Ondan sonra bunlar daha da keskinleştiler. Gerek sendika tarafından. Buranın % 99 belli bir görüşün elinde, biz burda %1, 2 gibi bir yapıyı oluşturmaktayız. Sekizinci sınıf insan muamelesi görüyorsun. Hiçbir şeye katmıyorlar koymuyorlar. İş vermiyorlar. Yani bir yerde mecburiyetten işte girmişsin, kadrolu olduğundan dolayı işte hasbelkader neyse onla idare edebiliyorsun. Onun dışında sana hiçbir şekilde. Gerek diyorsun vatandaşa ya eğitim öğretim durumuna göre istihdam edilecekse, e bizler de vatandaşız bizler de bu haklara sahibiz. Bizlerde girelim defalarca söylememize rağmen pozisyon değiştirme imtihanlarına da girmedik. Alınmadık da, olmadı da. Öyle devam ediyor. Buranın 350 kadrosu, elemanı var. 350’nin içerisinde 10 kişi var mıyız? Yok, 15 kişi yokuz. Şube, makine odası hep bizim. Yani öyle bir şeyler yani. Geçen saydım da ben. 8, 9 kişi ancayız ya.
K3 - Tokat'ın En az % 30, 40’ı Alevi öğretmendir. Hele Ali Rıfat İlköğretim okulunun bütün öğretmen tayfası hemen hemen Alevidir. Ama işin garip tarafı müdürleri, müdür yardımcıları Sünnidir. Tokat’ta bir tane Alevi müdür bulamazsın.
K4 - Benim geçen yıl amcamın oğlunun başına çok ilginç bir olay geldi. Bu Niksar’da rehber öğretmen olarak çalışıyor. sürekli böyle seminerlere gidip işte sertifikalar alır; hiçbir sınavı da kaçırmıyor. Tek bir aday, bütün şartlara uyuyor. Yani şeye başkan olarak atandı, burda rehber eğitim, rehberlik araştırma şeyine müdür olarak atandı, şeyi çıktı. Zaten ondan başka kimsenin standartları uymuyormuş, tek olarak o atandı. En sonunda atamayı yapmadılar, gerekçeleri de şey en az beş yıl kendi branşında çalışması gerekiyormuş. Onunda işte bir 9 yılı falan öğretmenlikte, ama ilk 4, 5 yılı branşı sınıf öğretmeni olarak geçti. O şekilde yine atamadılar. Babamın çok ilginç yine, bir bizim Niksar’da Sünni bir köye tayini çıktı. Tayinini durdular. Çok yakın olduğu için köylerde, biliyorlardı bizim oralı olduğumuzu. Köydekilerin hiçbirisi… Gidip: “Biz bu öğretmeni istemeyiz,” demişler. Hatta geçen köye gittik, babam yani hiçbirisine hala “selam vermem,” diyor o köyden. “Hiçbir adama selam vermem,” diyor. Bir de işini falanda kesmiş, basbayağı bir zor durumda kalmış. Arada kalmış, yeni şey atamıyorlar. En sonunda bu Kızıldere’ye atadılar o dönem. Alevi diye köy istemiyor mesela.
Ankara'dan katılımcıların anlattıkları:
K1 - Benim ismim Gülseren, bir beyefendi vasıtasıyla bir ay evvel Diyanete iş başvurusu için gitmiştim. Orada danışmaya gittim. Danışmada bazı sorular soruldu bana mülakat yapıldı. Danışmadaki beyefendi dedi ki bana: “Hangi mezheptensin?” dedi. Ben fazla detaylara girmedim, “Aleviyim,” dedim. “Biz,” dedi, “Alevileri diyanete almayız,” dedi. Kendi görüşü müdür, oranın prensibi midir bilmiyorum ama böyle bir şeyle karşı karşıya geldim. Şok oldum açıkçası kapıdan geri döndüm o beyefendiye gittim. Dedim: “Bana böyle bir muamele yapıldı.” Dedi: “Boş ver, ben zaten biliyordum senin öyle bir muameleye muhatap olacağını.” Bu olaya girince ben de fazla uzatmadım çıktım oradan mezhebim yüzünden işe alınamadım.
K2 - Ben de şeyi söyleyim. Kendim Alevi, kökenli değilim. Sivas’ta Sivas olayları sırasında SSK hastanesinde görevliydim. Tabi ki hepimizin içi yandı. Genel olarak da sosyal bir insanım. Bu olaylardan sonra ben kendi memleketim Zonguldak’a tayinimi yaptırdım. Benden önce dosya gitmiş Refahyol döneminde, “Alevisin,” diye tutturdular bana. “Alevisin,” diye tutturdular bana. Yani solcuysan Alevisin. Bunun başka alternatifi yok. Namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun, Sivas’tan gelmişsin. Oradaki insanlar için bir sürü şey yapmışsın. İnanın memuriyetten mene kadar vardı. Başhekimle sürekli müfettişler geliyor falan. Neyse sonuçta davayı kazandık tabi ki.
K3 - Emekli hemşireyim. Ben Keçiören polikliniğinde çalışıyorum Atatürk çocuk yuvasında çalıştım. Kadına iğne yapıyorum bana diyor ki: “Ay Handan Abla Aleviymiş,” diyor. “İğnemi yaptırdım,” diyor, “Benim paramı az kalsın Alevi alacaktı,” diyor. Ben dedim ki: “Handan Ablayı çağırırım.” “Handan Abla o değil de eli bana değecek,” diyor. Hiç kimse beni bilmedi. Hiç söylemezdim. Çünkü kötü muamele görüyorsun kardeşim yapacağın bir şey yok. Keçiören Polikliniği’nde çalışırken orada Aleviler vardı. “Handan Abla bunlara dikkat et,” derlerdi bana. “Niye?” “Aman çayına tükürür verir.” Oruç açılırdı: “Aman Handan Abla Ramazan açılmadan gelenlere 10 milyon iste. Öbürlerinden 1 milyon iste”. Geliyorlardı, 10 milyon onlardan istiyordum, 1 milyon o Aleviden istiyordum. Çaktılar. Madem ki öyle, öyle değil böyle diyordum. Madem ki ayrımcılık, ben de yaparım diyordum.
K4 - Ben öğretmenim, daha ziyade, daha ziyade Alevi Köylerinde çalıştım. Onun için de böyle çok başımdan hadise geçmedi. Hep Alevi Köylerinde çalıştım. Ankara’dan çok ufak bir şey anlatayım. Ama ispat edemem. Hukuka da başvurmadım. Ankara’da İlksan’ın 1985-1989 arasında, İlksan’a Mamak çapında iki tane temsilci göndereceğiz. Bu temsilcilerden Mamak çapındaki okulları dolandık. Benim okuldan beni ve bir arkadaşımı aday göstereceğiz. Ama İl Milli Eğitim Müdürü bizi veto ediyor, arkadaşım: “Niye veto ediyorsun? Bizim suçumuz ne?” O günkü şartlarda vilayete kadar yansıttık işi. Hiçbir şey söylemiyorlar, sadece, “aday olamazsınız.” “Suçumuz?” Suçumuz bence bana göre Alevi olmaktı. Başka bir şey değildi ve Şereflikoçhisar’dan Sünni arkadaşlarımız falan vardı, hep birlikte seçim günü geldiği zaman, arkadaşlar olay çıkardılar, kürsüye sarıldılar, “bu arkadaşlarımız Alevi olduğu için böyle davranıyorsunuz. Ne suçları var? Bu arkadaşlarımız gayet temiz, hırsızları iş başına getiriyorsunuz,” diye bağırdılar bu şekilde yani.
İstanbul'da yaşayan Alevi yurttaşların anlattıkları:
K1 - Şimdi benim amca oğlu Erzincan Kemah’ta okudu, babası okuttu. İmam Hatip okuttu. Fakat okul birincisiydi. Erzincan’a müftülüğe gelince, işte görev dağılımı yapacaklar görev verecekler. Bir de yakın bir Sünni köyden bir sınıf arkadaşı var direkt müftüye diyor ki: “Bu Hasan Çelik’e görev vermeyin”. “Niye?” “Ee bu Hasan Çelik Alevidir,” diyor. “Buna görev vermeyin” ve verilmiyor. Şimdi benim amca oğlu şeyde görevli, ..cemevinde. Şu durumda orada görevli. Bu benim dediğim tabi cemevleri falan açılmadan, bayağı uzun bir süre oluyor. Yaşı da benden bayağı büyük.
K2 - Şimdi biz mesela üniversite mezunu olmamıza rağmen, bir arkadaşımız vardı, hukuk fakültesi mezunuydu. Tuncelilidir diye bu adam şef bile olamadı. Memur girdi, memur olarak emekli oldu. Ben şef olarak girdim şef olarak emekli oldum. Yani nedeni: ailesinde oraya kırmızı işaret konmuştur, mimlenmiştir yani. Kesinlikle öyle üst dereceye, veyahut müdürlüğe, genel müdür muavini falan olma şansımız yoktur. Bunun için de bir çaba sarf etmedik yani. Biliyorum yapmazlar yani.
A - Hiç olan oldu mu?
K2 - Ben şahsen görmedim. Bir adam mühendisti müdürümüz, bir ara müdürlük kısa bir dönem yaptı. Valla Elazığlıydı. Valla kardeş dedi bizim suçumuz demokrat olmamız, Alevi olmamız. 12 Eylül döneminde 4 sene ben bir oda da boş bir masa vardı. Gittim o masada oturdum, gazete okudum geldim. Yani suçum demokrat ve Alevi olmamdı yani. Onun için 4 sene bana görev vermediler. Hakikaten de öyleydi. Yani kısacası, ben şahsen zaman zaman bıktım artık yani, dedim ki: “Keşke Alevi olmasaydık kardeşim bu ülkede.” Yani zaman oluyor ki adam diyor veya ben Hristiyan olur benim için yani Hristiyan olsaydım belki bu kadar dışlanmazdım. Hakikaten insana gına geliyor yani artık. O kadar ki bir defa zaman zaman oluyor ki benimle haşır neşir olan insanlar benim Alevi olduğumu öğrendikten sonra adam artık selam vermez oldu. Yüzünü çeviriyor.
K3 - Doğuda ben 17 sene kaldım. Memur olarak 17 sene kaldım hiçbir yerde “ben Aleviyim,” diyemedim. Bir memurken hiç “ben Aleviyim,” diyemedim. Komiser vardı, subay vardı, subaylar da, komiserler de, emniyetin kolluk gücüdür, onlar da diyemedi. Diyemedim yani. Benim dayımın oğlu vardı, yarbay, kurmay yarbaydı o halde olduğu halde o da diyemedi. Sünni kılıfında göründü çünkü baştan sonuna kadar Aleviliğini benimsediğin zaman bir bakıyorsun ordudan gitmişsin, emniyetten düşmüşsün. Düşmüşsün bitmişsin orada bitmişsin yani. Şahsı suçlamıyorsun devlet terörü bu. Halkın konuştuğu devlet terörüydü. Bak dün bir yasa çıktı. Kuran kursları serbest olacak. Biz kurana karşı değiliz biz kuranı onlardan da fazla severiz. Bu kadar dine bağlıyız biz. Bizim ailelerimizin hepsinin başı örtüktür. Başı açık değildir illa kapanıp giyinmekle böcek gibi gezmekle böyle bir şey olsaydı bizi yaradan tanrıya inanıyorsak o da elbiseli yaratırdı bizi ayıp bir yerimizi göstermezdi. Bu gerçek yani şimdi. Hani burada bir taraf çekiyoruz ben ondan konuşuyorum. Şimdi ikinci zıtlık şu. Toplumda 60’a kadar 50’lerde 51’lerde Sünniler öğleye kadar alış veriş yapıyorlardı; basın terörü bak bak basın terörünü söylüyorum ben. Öğleden sonra da bizim en yoğun Alevi bölgesi Çubuk Bölgesi. Öğleden sonra da Aleviler yapıyordu 1950’lerde 51’lerde. Pazar kuruluyordu, halk pazarı kuruluyordu öğleden sonra da Aleviler geliyordu. Çarığını, çürüğünü, kalanını da Alevi vatandaşlar. Şimdi kötülemek değil. Bu şahsa... Bu devlet terörüdür, devlet elinden gelse önlerdi bunu. Önlemez miydi. Tarafçılığı devlet yapıyor yani bu işte tarafçılığı devlet yapıyor.
Samsun'dan bir katılımcının aktardığı bir örnek:
K1 - Hayır Yılmaz Bey, sadece ne yaşadık, üç şeyimizde hatta tanıyorsun Semi Beyi sen. Çok tutucu bir muhacirdi. Müdürümüz tanıyorsun. Sadece bir tek yerde zorluk çektik. Dağıttılar, çok iyi çokta seviyordu bizi ama, şu 90 puan çıkmıştı belki duymuşsunuzdur. Ödül veriyorlar ya bir derece. Bize vermediler. Ne yaptım ama ben de, verdim mahkemeye. Ben de verdim kız kardeşim de verdi. Çatır çatır aldık sonuçta.
K2 - Ha peki niye diğer insanlar mahkemeyle almazda sen mahkemeyle alırsın. Bu sorun değil mi?
K1 - Ama işte muhacir var ya odacısına kadar verdi. Bir derece alacaksın alt tarafı ya. Ama bize vermemiş yazmamış bizi bildirmemiş. Ne yaptık yani. Açık gözlü olacaksın. Onun için diyorum ya hakkımızı arayalım. Ben çok hakkımı aramışımdır öyle mahkeme yollarında.
İzmir'den bir katılımcının Elazığ'da uygulamak zorunda kaldığı taktikler:
K - Sene 1996. Elazığ’da bir kooperatife girdim. Kooperatifte yalnız Alevi olarak bir tek ben. Benim baldızım da burada oturuyor ailesiyle birlikte, Elazığ’da Fırat Üniversitesini kazanmıştı, yanlış hatırlamıyorsam iyi bir dereceyle, 9. ve 10. olarak bitirdi. Mükemmel bir derece. Fakat kendi ayakları üzerinde durmak istiyor kendisi çalışmak istiyor ve bu konuda da çok büyük bir hassasiyet gösteriyor üzülüyor sürekli. Bir gün Fırat Üniversitesi’nde hemşirelik, hastaneye hemşire alınacak bir imtihan açıldı. Bizim kooperatif başkanımız da aynı zamanda, kendisi Sünni olmasına rağmen Sünniliği benimsemeyen, her şeyiyle gır gır geçen, alay eden alkolik bir adam. Her türlü nane var. Namaz, niyaz, oruç yok, her türlü nane mevcut kendisinde. Ve bu arkadaş geldi dedim ki: “Ya başkan,” dedim, “senin bu üniversiteden tanıdığın çok profesör var. Yardımcı ol da,” dedim, “bu kızı üniversiteye alalım.” “Valla koçum,” dedi, “her şeyi yaparım, fakat hastaneye eleman al diye söylediğin zaman… Ben sana şöyle söylerim otur bir dur düşün, sen tiyatrocusun belki yaparsın, yapabilirsen becerebilirsen, kesin,” dedi, “hastanede hemşire.” Dedim: “Valla hocam ne olursa olsun yapacak. Yani bu kız yeter ki üzülmesin. Hemşirelik imtihanına girdi her gün akşamları dua ediyor ki ben kazanacak mıyım girecek miyim?” O arkadaşın sayesinde, şeyi tanıdık, orada bir profesörle tanıştık. Gayette samimi olduk kendisiyle. Fakat benim Tuncelili olduğumu Alevi olduğumu bilmiyor. Bu başkan da anlatmıyor. Başkan telefon açtıklarında “hocam bizim kızın durumu ne oldu ya kazandı mı kazanmadı mı imtihanı?” “Ya oğlum,” dedi, “kazansa da kazanmasa da kazandı ne yapacaksın,” dedi. “İyi,” dedik. Benim baldız acele diyor: “Ben gideceğim, ben gideceğim.” “Kızım otur,” dedim, “iki güne belli olacak.” Belli oldu, üçüncü olarak kazanmış yazılı imtihanı. Mülakata girecek. Şimdi mülakata girenler, yedi tane profesör, eğitim görevlisi, bir tane de arasında CHP’li var. Geriye altı tane kalıyor, MHP’li ve Refah Partili. Bizim başkan dedi ki: “Valla Cihan, eğer kızın okula girmesini istiyorsan, imtihanı kazanmasını istiyorsan namaz kılacaksın,” dedi. “Ay Abi,” dedim, “nasıl namaz kılacak, ben namaz mamaz bilmem?” “Kılarsın, kılarsın,” dedi. “Hiçbir şey yapmıyorsan, millet ne yapıyorsa sen de onu yaparsın,” dedi. “İyi peki yapalım.” Çıktık Elazığ İl Müftülüğü’ne gittik. O Fırat Üniversitesi’ndeki asıl profesörlerden asıl bir tane girecek komisyon başkanı müftülükte oturuyor. “Selamın aleyküm,” “aleykümselam.” Oturduk konuştuk hoş beş. Fakat daha önceden bizim bu başkandan talimat aldığım için her şeyi öğrendiğim için tam öğle namazı vaktine yakın, dedim: “Ya hocam kusura bakmayın, siz buyurun oturun, ben geliyorum.” Çıktım dışarıya gittim, tuvalet elimi yüzümü ayaklarımı yıkadım, çıktım geldim. Çoraplarımı orada giymedim. Yer var giymedim. Geldim hocaların yanında ayakkabılarımı çıkartım, çorapları giydim. “Ya hayırdır,” dedi. Dedim: “Hocam,” dedim, “ben Tunceliliyim. Aleviyim,” dedim. “Yok yav!” dedi, “sen Alevi olamazsın.” “Valla dedim ciddi ben Aleviyim,” dedim, “Tunceliliyim.” Çıkardım kimliğimi gösterdim. “Allah Allah,” dedi. “Ee peki dedi sen en yaptın?” “Ee hocam,” dedim, “ben abdest aldım.” “Allah kabul etsin.” Dedim: “Siz,” dedim “oturun kusura bakmayın, ben bir camiye kadar gideyim bir namaz kılıp geleyim.” Ben kalktım çıktım; onlar benim arkamdan takip ediyorlar biliyorum. Böyle bir hafif döndüm arkama baktım. Hemen arkamdalar. Gittim sağa sola baktım; kapının önünde ayakkabıları çıkarıp raflara diziyorlar. Ben de aldım ayakkabıları oraya dizdim. Gittim oturdum. Şimdi yanımda sağımda solumda adam yok ki, adamlara bakacağım onlar nasıl namaz kılıyorlar ben de namaz kılayım. Neyse önüme bir tane vatandaş geldi, geldi oturdu. O ne yaptıysa ben de aynısını yaptım. Onlar geldiler tam arkamda durdular, ben kalktım dışarıya çıkıyorum baktım önümdeki adam dışarıya çıkıyor, dedim tamam bitti. Ben de onunla beraber dışarıya çıkıyorum. Döndüm baktım hoca. “Ya hocam siz buraya geliyordunuz niye söylemediniz beraber gelirdik,” falan. “Neyse,” dedi, “biz yazıhanede oturur konuşuruz,” dedi. Çıktık. “Yazıhaneye geçmeyelim şuradan çay ocağına geçelim.” Geçtik, oturduk çay ocağına çay içtik. “Yav!” dedi, “sen Tunceliliyim,” dedin, “Aleviyim,” dedin, “valla,” dedi, “benim yüreğim hopladı.” Dedim: “Ya bu çocuk Tuncelili, Alevi nasıl oluyor da o kooperatifte oturuyor? Ama,” dedi, “sen Müslüman bir Alevisin.” Yani bir namaz kılmakla Müslüman Alevi olduk. “Hoca,” dedim, “bizim kız ne olacak nasıl olacak, o imtihan nasıl olacak?” “Filan yer saat 9:00 da imtihan var, yazılı mülakat var gel, oraya gel.” Sabahleyin erkenden kalktı baldızım elbiselerini giydi. Ama tir tir titriyor yaprak gibi. O önceden gitti ben onun arkasından gittim. “Ya,” dedi, “enişte nasıl olacak?” “Şimdi,” dedim, “giderim içerdeki hocaların kulağını çekerim, sen de kazanırsın.” “Ya enişte,” dedi, “dalga geçme Allah aşkına,” dedi. “Bak benim bir arkadaşım daha var,” dedi, “adı Mehtap. O da bizim köylü,” dedi. “Ya bu kıza da yardımcı ol.” “Tamam kızım,” dedim. Oradaki mülakata girdim. Mülakattaki hocalara baldızımın ve Mehtap dediğim bayan arkadaşın, soyadıyla birlikte isimlerini verdim. Mehtap’ı dayımın kızı olarak tanıttım baldızımı da zaten baldızım olarak tanıttım. Gelen birkaç öğrenciye de soru sordum. Çıktım dışarıya. Baldızımın sırası geldi girdi içeriye. Yanlız girmeden önce arkadaşlar beni uyardılar, dediler ki: “Baldızın ve dayı kızın geldiği zaman biz onlarla kafa buluruz, dalga geçeriz soru sormayacağız. Kızmasınlar sinirlenmesinler.” Çıktım benim baldızımın çok sinirli olduğunu bildiğim için, “kızım,” dedim, “bak soru soracaklar fakat dalga geçecekler. Sakın kızmayasın. Başkasına da soru sorarlarsa cevap verme karışma sana ne.” Giriyor içeriye. Soru bir diyor: “Sen hemşire olursan beyaz elbise mi giyeceksin kırmızı elbise mi?” “Beyaz elbise giyeceğim.” “Kızım diyor sen melek misin?” “Sen niye beyaz elbise giyiyorsun? “Valla,” diyor, “hastane personeli beyaz giyecek ki temizliği berraklığı göstersin.” Yani bunun gibi acayip acayip sorular soruyorlar. Ve baldız biraz da kızıyor bağırıyor çağırıyor. “Tamam Şengül kızım,” diyor, “kazandın,” çık dışarıya. “Hadi lan dalga geçme.” Çıkıyor dışarıya. Ev arkasından Mehtap giriyor. Mehtap' a da keza yine aynı sorular soruluyor. Doğru soruların belki cevabını veremeyen, tam anlamıyla veren insanlar kazanamadılar. Benim baldızımla o dayı kızı diye tabir ettiğim kişiye bir camiye gitmemle ikisi de kazandılar.
Alanya'da yaşayan bir öğretmen Malatya'da görevdeyken yaşadıklarını anlatıyor:
Dostları ilə paylaş: |