Altınağızlı’nın şöhretini genişleten ve onun ahlaki sultasını yücelten olay şöyleydi: Antakya halkına ağır bir vergi salınır. Bu vergi, krallık tahtında onuncu yılını kutlayacak olan Suzosyos’un şerefine yapılacak törenler ile Arkadyos’un, Afgosta veliaht’ı ilan edilişinin beşinci yıl törenleri ve şehrin savaş gereçleri için kullanılacaktı. Antakya halkının içinde büyük bir hoşnutsuzluk dalgası yayıldı. Bazı karanlık şahsiyetler ise bu fırsattan yararlanmaya kalkıştılar. Her yörede ve her şehirde olduğu gibi Antakya’da da tembel, çalışmayan, fitneci bir gurup mevcuttu. Karanlık şahsiyetlerin kışkırtmasıyla bu gurup harekete geçti ve şehirde geniş çaplı bir ayaklanma meydana getirerek birçok resmi binayı yerle bir edip imparator ve hanedan ailesine ait kişilerin heykellerini devirip kırdılar. Böyle bir çılgınlık yapan halk derhal aklını başına toplayarak korkuya kapılıp kendilerine verilecek cezayı beklemeye başladılar. İmparatorluk onuruna karşı işlenen böyle bir suçun o zaman çok acımasız ve ağır cezası vardı. Böyle bir ortamda Antakya halkının kulağına sanki gerçekmiş gibi bazı haberler gelmeye başladı. Ve bu haberler Antakya halkının istinasız hepsinin kovulacağı ve birçoğunun idam edileceği ve şehrin kurulduğu yerin yakılacağı ve tarım arazisine çevrileceği yönündeydi. Böyle durumlarda her zaman görüldüğü gibi, halkın arasına fitne sokanlar ve karışıklıkları çıkaranlar ortadan kayboldular ve geri kalan halk ise ümitsizliğe teslim oldular. Şehrin üzerine korkunç bir suskunluk çökmüş ve şehrin bütün eğlence merkezleri kapanmıştı. Tiyatrolar, oyun yerleri, hamamlar bugünün eğlence ve vakit geçirme merkezleriydi. Yalnızca kilise insanlara kucak açmıştı. Halk kiliselere koşup, bu beladan kurtulmak için tanrıya dua edip yalvarıyorlardı. Bu esnada soruşturmalar başladı ve halk birçok işkencelere ve sürgünlere ve ölümlere maruz kaldı.Bu arada Altınağızlı Yuhanna’nın
beklenen mahareti ve hatipliği ortaya çıktı.Korku ve endişenin halk üzerinde hüküm sürdüğü böyle bir anda büyük hatip ustanın güç ve cesaret veren sesi yükseldi. Altın-ağızlı bu korkunç günleri halka hizmet maksadıyla kullanma fırsatını yakaladı. Ve bu esnada vatanına ve halkına değeri biçilmeyecek hizmetler sundu. Meydana gelen bu olaylara ilişkin halka birçok vaazlar sundu. Altınağızlı, bu ümitsizliğe düşen şehri karanlık bir resmini çok net ve açık renklerle ve eklemleri sarsacak güçteki kelime-lerle tasvir eder. Halkın mal ve mülkünü nasıl bırakıp çareyi kaçmakta aradığını, sıranın kendisine ne zaman geleceğini nasıl bir korkuyla beklediğini, şiddetli korku-nun yüreklerde nasıl karanlık bir duygu yarattığını ve ahmakça haberler ve söylenti-lerin yayılmasına sebep verdiğini açık bir dille anlatır.
<> Bu acıklı sevgi sözleri ve parlak ümit, hüzün ve umutsuzlukla kırılmış olan kalpler nezdinde büyük bir kabul gördü, korku yerini, sakin bir hüzne ve serin bir ezikliğe bıraktı ve Altınağızlı, korkuya kapılmış olan bu halkın duygularına tamamen hâkim oldu, halkın dağınık ve şaşkın fikirlerini toplamayı başardı ve halkı doğruluğa sevk etti. Bu büyük suçla ve diğer günahlar ve eksiklikler ile ilgili samimi tövbe gözyaşlarının akmasını sağladı. Diğer taraftan da insanları tanrısal himaye ümitleri konusunda cesaretli kılmayı başardı. Altınağızlı halkı canlandırıp bu fırsatla da halka hristiyanlığın kutsal duygularını aşıladı. Bu arada oruç dönemi başlar ve Antakya halkı kilisenin tesellisiyle haftalar geçirir ve bu süre içinde sonsuz bir sabır ve özlemle Altınağız-lının güçlü ve hamasetli vaazlarını beklerlerdi. Ve onun kişiliğinde, büyük göksel babayı görüyorlardı. Bu sırada Antakya Episkoposu şeyh Filafyan Altınağızlının yazdığı etkili bir mektupla, Antakyalı suçluların affedilmesi için Kostantiniyeye imparator Teodosyos ile görüşmeye gitti.
İmparatora takdim edilen mektup oldukça uzun ve insanı ikna etme güç ve ikti-darı ile yazılmış en güzel bir örnekti. Bu mektuptan bazı bölümleri almak çok zordu çünkü bütünüyle bir şaheserdi. Teodosyos’un Antakya halkına birçok iyilikleriyle dönen Episkopos Filafyan, Altınağızlı'nın sözleriyle şöyle der << Ey şefkatli baba ve iyiliksever kral seni çok öfkelendirdik ve acı çekiyoruz, güneşe bakmaktan utanıyo-ruz, utanç gözyaşları gözlerimizi karartıp yakıyor. Oysa yaralarımız için bir ilaç var ey kral. Tanrı insanı yarattı ve ona cenneti hediye etti. Ama insan İblis’in hasediyle cennetini yitirdi ve yaratanını üzdü ama Allah sınırsız merhametiyle onu affetti ve yersel cenneti geri verdi ve bize göklerin egemenliğini açtı sen de ey Mesih’i seven kral aynı şeyi yap bizi ve şehrimizi helak etme, bizi bu suça iten şeytanların istediği-ni yerine getirme ve sevginle tanrıya benzeyerek suçumuzu görme yalnız kendi nefsimiz için senden merhamet beklemiyoruz bütün hristiyanlar bunu senden istiyor çünkü bütün dünya senin kararını bekliyor. Zira kararın Yunanlıların, Yahudilerin ve barbarların kulağına varınca, Hristiyanlık imanındaki bu mucize nedir diye haykıra-caklar, beşeri tabiatı yenen hristiyanların bu ilahı ne büyüktür ki ezilmiş insanı kinden yoksun bir melek haline getiriyor, idam ederek terbiye etmek kolay bir şey ve herkes için bu yol mümkündür. Ama seni üzenlere merhamet edip şefkatli olman ancak tanrının seçtiği insanlara özgü bir tanrı vergisidir. Ey kral ben sana yalnızca Antakya halkı tarafından gelmedim, beni sana Allah gönderdi ve ben onun hizmet-kârıyım ve ahlaklı yüreğine kutsal vaadi hatırlatmak için gönderildim. << Eğer insanlara suçlarını bağışlarsanız, semavi babanızda sizin suçlarınızı bağışlar. Ve şimdi ey kral son gününü anımsa ve beşeri hatalarını bu doğru amel ile yıka. Senin önünde altın ve hediyelerle diz çökmüyorum senin büyüklüğüne elimde tanrının yasası ile geldim ve senden, bizden üzgün olan tanrına benzemeni diliyorum. Onun sınırsız bir doğruluğu ve şefkati var, umutlarımızda bizi utandırma ve sana olan dileklerimize yüz çevirme…>> Ve bu dileyişler başarı ile sonuçlanır, doğru ve hikmet sahibi imparator Teodosyos bu mektubu dinleyince çok derinden etkilenir. Ve şöyle cevap verir << Eğer efendimiz, kendilerine iyilik yaptığı kulları tarafından haça gerildi ve onlar için dua ettiyse, ben insan olarak benim gibi olanları affetme-meye nasıl gücüm yeter>> ve Antakya’ya geniş ve tam bir af hibe eder. Ve Epis-kopos Filafyanos’un derhal gidip tehlikeyi beklemenin ızdırabını yaşayan Antakya halkına güvenceyi yetiştirmesini talep eder. Ve Episkopos Filafyanos Paskalya Bayramında Antakya halkına bayram sevincinin parlaklığını ikiye katlayan müjdeli haberle Antakya’ya gelir. Ve böylece Altınağızlı’nın cesaretlendirmeleri ve emin olduğu fikirler gerçekleşir. İmparator önünde okunan dokunaklı dileyiş mektubu sayesinde bu korkulu fırtına geçer. Bu, Altınağızlı’nın en büyük zaferiydi. Ve hatta onu korkarak dinlemeye gelen putperestler bile şimdi onun mucizevî ruhsal gücüne inanarak onun eliyle vaftiz olup Hristiyanlık imanına girdiler.
Altınağızlı, Antakya’da on bir yıldan fazla hizmet yaptı. Ve kilisede verdiği sayısız vaazlarla birçok kutsal kitabın yorumunu yaptı ve o zaman ortaya çıkan birçok sapkınlıkları ve ayrılıkları yok etti. Ve her şeyden çok Antakya hristiyanları-nın davranışlarını ıslah etti ve ahlaki seviyelerini yükseltti. Ve bu özellikleriyle de güçlü ve etkili sayısız vaazları ün saldı. Mesela bunlardan, dinsel ahlakın hafifliği ve imanın kıtlığına karşı, hurafelere karşı, süslenme ve moda karşıtı, gösteri tiyatro ve oyunlara karşı, köleler yoksullar ve hastaların maruz kaldıkları kötü muamelelere karşı savunulmaları hususundaki vaazları sayılabilir. Altınağızlı Antakya’da ömrü-nün en güzel günlerini geçirdi. Çektiği sürekli yorgunluklar ve rahiplik yaşamında ki daimi koşuşturmalarını bir tarafa bırakırsak, bu süre en mutlu yıllarıydı. Bu emek ve yorgunluklarının boşa gitmediğini anlayıp görünce ahlaki rıza ile o yüce duyguların sevkle tadına vardı. Çünkü halkı onu seviyor ve dinliyordu ve en azından onu dinle-meyi istiyordu. Ve gerçekte kemalin zirvesine yetişen bu ruhani lider ile cemaati arasında karşılıklı ve canlı ilişkiler oluştu. Ve denilebilir ki ilişkilerin en üst zirvesi oluştu. Altınağızlı kelimenin tam anlamıyla halkın yüreğini kendine tabi kıldı. Ve bu yürek gizli ahlaki bağlarla bağlanmıştı. Ama Altınağızlı’nın akılları çelen kişiliğine özlem duyan güçteydi. Altınağızlıya duyulan bu metin ve ruhsal bağlılık ile samimi ve yürekten sevgi büyük ve etkileyici bir manzara idi. Altınağızlı bir rahatsızlık ve bir yolculuk nedeniyle ayrıldığı veya uzun bir süre onu dinlemedikleri zaman halk bir özlem duyuyordu. Kısa bir ayrılık süresinden sonra da olsa Altınağızlı kürsüye çıktığı zaman halkta fırtınalı bir hareketlilik oluşuyor ve halkın yüreğinden çıkan sevinç ve mutluluk seslerinden kilisenin kubbeleri bile sağırlaşıyordu. Halkın bu sevgisi, Altınağızlı’nın sevgiyle dolu yüreği tarafından cevapsız bırakılmıyordu. Zira muallimin yüreği, cemaatinin üzüntülerinden ve acılarından ızdırap duyuyor ve hastalanıyordu. Yalnızca onların dini lideri olduğu için değil ama yüreği sevgi ve acıma duygularıyla dolu bir insan olarak bunları hissediyordu. Onlardan uzakta iken onları özlemek ve ağlamak mümkündü. Bir defasında sefer dönüşü onlara şöyle seslendi: Sizi bir gün bıraktım ama bana sanki bir yıl gibi geldi. Sizlerden uzakta size olan özlemimi ve üzüntüyü hissediyorum. Ve yine bir defasında hastalığından şifa bulduktan sonra onlara şöyle dedi: Bana acı veren şey sizlerden ayrı kalmaktır ey sevgili kardeşlerim. Zira size olan sevgim sağlığımdan daha kıymetlidir. Yorgun-luktan zayıf düştüğü bir gün, yakında bulunan manastırlardan birine gidip birkaç gün dinlenmeye karar verdi. Ama halk onu mektuplara boğdu ve onları uzun zaman terk etmemesini, en kısa zamanda dönmesini kendisinden dilediler. Ve Altınağızlı süratle döndü ve vaaz kürsüsüne çıkıp selendi: Siz beni bu şekilde anıyorsunuz ve bende sizi bir an olsun unutamadım. Sohbetlerimi dinleyişinizi, vaazlara ve vaazı verene olan sevginizi anımsıyordum, kısacası bütün güzelliklerinizi görüyordum ve bu da sizden uzakta size olan özlemimi hafifletiyordu. Otururken veya evde dinlenirken veya dışarıda hareket halinde iken size olan bu duygularım beni takip ederdi öyle ki gece uykumda bile gündüzün sevincinde olduğu gibi sizin bu tatlı anılarınızla besle-nirdim. Sizin isteklerinizin direnişine karşı koyamam iyileşmeden önce sizlere gelip sizlerin yanında iyileşmeyi beklemek isterim ama işte kalktım ve size geldim. Cemaatine karşı Altınağızlı’nın nasıl suni olmayan bir samimiyeti ve nasıl şiddetli bir Hristiyanlık gücü fışkırdığını şu sözlerinden de görünüz: Sizi yüreğimde taşıyo-rum ve bütün düşüncelerim sizinle meşgul, sizi büyük halksınız ve sevginizde bü-yüktür. Gönlümde her birinize yer var, gönlüm hepinizi alır. Sizden başka bir yaşan-tım yok. Sizin kurtuluşunuzdan başka bir sorunum yok. Halk da sadık liderine karşı büyük ve hararetli bir sevgiyle cevap veriyordu. Onun korkunç yasaklayıcı ve yara-layıcı azarlama sözlerini itaatle dinlerlerdi. Bu tür yasaklama ve azarlamalar vaaz kürsüsünde diğer konulardan daha fazla duyulurdu. Antakya ahalisinin düşüncesiz-liği ve doğrulukta sebat etmemesi ve eksiklikleri Altınağızlı’nın ağzından adil bir kızgınlığın ve gazabın dökülmesine yol açıyordu. Örneğin: Ben sizin alkışlarınızı istemiyorum bu gürültülerden de razı değilim, diyordu. Altınağızlı ateşli bir şekilde şöyle haykırıyordu: Beni sessizce dinlemenizi ve nasihatlerim doğrultusunda yaşa-manızı istiyorum. Benim istediğim övgü budur. Siz şu anda tiyatroda değilsiniz bende bir oyuncu değilim. Burası ruhani bir okuldur… Vb. Ve bir keresinde şöyle dedi: Neler oluyor, kiliseyi bir tiyatroya çevirdiniz. Kadınlar buraya layık olmayan bir şekilde, utanmadan ve açık kıyafetlerle geliyor ve arkalarından da küstahlar giriyor. Bana öyle geliyor ki kadınlar süslenmek için kiliseden daha iyi bir yer bulamıyorlar, burada alışveriş yapmak sahadan daha elverişli, burada daha iyi dedikodu yapılır ve yeni haberler yayılır düşüncesindeler. Böyle bir şey mümkün mü? Buna sabretmek olası mı? Ben burada her gün yoruluyorum ve size yararlı bir şey vermek için parçalanıyorum ama siz buradan daha beter bir zararla ayrılıyorsu-nuz. İşte Altınağızlı bu ve buna benzer çok acı vaazlar veriyordu. Gerçek yetki sahi-bi ruhani bir pederin ağzından daima bu tür vaazlar dökülüyordu. Islah olmaz ve kararsız ve son derece boş ve vicdansız insanlar vardı ki Altınağızlı’nın bu azarla-malarından dolayı ona kızıyor ve itiraz ediyorlardı. Ama bunların sayıları azdı. Ezici çoğunluk ise ona daima sevgi besliyorlardı. Hatta onun söylediği yaralayıcı sözlerde bile bir samimiyet ve sıcaklık görüyorlardı.Ve yüreklerinde, Altınağızlı'nın bütün vaazlarına hâkim olan sevgi kokusunu soluduklarını hissediyorlardı.
Altınağızlı Kostantiniye’de
Büyük hatip ve olağanüstü konuşmacının şöhreti Antakya kilisesi sınırları dışına yayılmıştı. Ve o zamanın bütün Hristiyanlık âlemine daha geniş ve daha büyük bir şekilde yayılıyordu. 397 yılında Kostantiniye Episkoposluk tahtı boşalınca, Altın-ağızlı gibi bu makama layık ve yaraşır birini bulamadılar. Yeni kral Arkadyos’un veziri Aftrobiyos’un bir işaretiyle bu yüce makama Altınağızlı seçilir.
Altınağızlı, saltanat ve ihtişam sahibi olmayı istemeyen birisi olduğundan kendi isteğiyle, imparatorluğun bu en yüce merkezini işgal etmek istemiyordu. Diğer bir yandan da Antakya halkı onu büyük bir sevgiyle sevdiğinden, Antakya’yı engel ve karışıklık olmadan terk etmesine kolaylıkla izin vermezdi.Bu nedenle Altınağızlı’nın hileyle alınması kararlaştırıldı. İmparator, krallığın bir memurunu bu işle görevlen-dirdi. Bu şahıs Altınağızlı’yı, Aziz şehitler kilisesi ile ilgili tehlikeli bir durum için Antakya dışında görüşmeye davet eder. Ve orada imparatorun adamları tarafından yakalanıp bu iş için hazırlanan bir arabaya bindirilir ve büyük bir koruma eşliğinde Kostantiniye’ye getirilir.
İnsani bir hükümle konuyu araştırırsak, Altınağızlı’nın yaşamında Kostantiniye episkoposluğuna tayin meselesinden daha korkunç ve tehlikeli bir olay başına gelmemiştir. Zira onlar Altınağızlı’nın başına Patriklik tacı değil, dikenden bir taç koymuşlardı. Altınağızlı hiçbir terfiyi düşünmeyen ve temenni etmeyen birisi olarak, hileyle ve zorla yakalanıp bu göreve getirilmesi karşısında hiçbir karşı koymanın fayda sağlayamayacağını derhal anladı. Bu olayda tanrının istediğnii gördü ve ger-çeğe boyun eğdi. Ve 26 Şubat 398 tarihinde episkoposlar kurulu tarafından yapılan bir takdis töreniyle Kostantiniye Patrikliğine atandı. Bu episkoposlar kurulunda bir-çok kişi onu çekemiyor ve onun bu rütbeye atanmasına razı değillerdi, zira bu patrik-lik rütbesine kendileri gelmek ümidindeydiler. Bunlar arasında, hilekâr ve intikam almaya eğilimi ile bilinen İskenderiye Patriği Siyofilos ün salmıştı. Ve bu patrik Altınağızlıya büyük kin besleyerek daha sonraları ona birçok kötülükler yapılmasına sebep olmuştur.
İmparatorluğun merkezindeki bu yüce patriklik mertebesi bir başkasına belki de mutluluk ve rahatlık sağlardı ama Altınağızlı için, onu zamanından önce şehitliğe ulaştıran ağır bir çarmıh idi. Onun hitabet ustalığı ve güzel konuşma yeteneği daha önce yeni merkezine ulaşmıştı. Onu beklediler ve istediler ve daha doğrusu onu aziz bir insan veya bir lider bir öğretmen olarak değil de ender bulunan bir şey ve insanın görmeyi arzuladığı bir şöhret ve faziletlerin duyulmasını teşvik ettiği bir ses olarak beklediler ve istediler. Böylece önünde geniş, ihmal edilmiş ve işlenmemiş yeni bir çalışma alanı açıldı. Yeni inşa edilmiş olan başkent ilk ahalisine sağlamış olduğu imtiyazlar nedeniyle muhtelif dinlerden ve ırklardan insanları kendine çekti. Bundan daha önemlisi Büyük Kostantin’in ölümünden kısa bir süre sonra bu başkenti Ar-yosizm taraftarları ele geçirdi ve hatta patriklik merkezini birçok sapkın episko-poslar işgal etti. Ortodoksluk burada ihanete ve eziyete maruz kalmış ve çaresiz bir duruma düşmüştü. Fikir sapkınlıkları ve irade eksiklikleri bu şehirde büyük bir özgürlük ve geniş bir alan bulmuştu. Büyük mücahit ve aziz Altınağızlı başkentte ahlak anlayışına yabancı ve bozulmuş bir çevrede bulunuyordu. Şimşek misali bir vaiz ve kilise lideri olan Altınağızlı’nın böyle bir ahlak karşısında susması mümkün olamazdı ve susmadı.
Altınağızlı ağır mücadelesine, havariler gibi istekle ve kıskançlıkla başladı. Ve direkt olarak, Allahın kendisine verdiği yeteneğiyle yeni cemaatiyle irtibata girdi. Patriklik türbesine gelmesinden kısa bir süre sonra cemaatine ilk vaazını verdi. Ve bir şanssızlık sonucu bu vaazı elimize gelememiştir. Ama onu dinleyenler üzerinde müthiş ve mucizevî bir etki yarattığı bilinmektedir. Ve başkentin, daha önce bir benzerini görmediği bir hatiple buluştuğu sözleri süratle yayılmaya ve ilan edilmeye başladı. Böyle bir hatip daha önce gelmedi ve dinlenmesi gereken bir patrik olduğu her yerde yayılıyordu. Bundan sonra halk katedrali kelimenin tam anlamıyla abluka altına almaya başladı. Halkın onun sözlerine dikkatle eğilmesi ona sevinç veriyor ve şefkatini arttırıyordu. Vaazlarından birinin başlangıcında şöyle dedi: Size fazla bir şey söyleyemiyorum ve işte ruhum sizin sevginize bağlandı sanki şimdiye kadar ve daima sizinle bağlandığımı hissediyorum. Böylece Altınağızlı’nın, Kostantiniye’nin merkezindeki faaliyetleri başlamış oldu ve birçok yörelere uzandı. Yorulmak bilme-yen bir azim ve bir ordu coşkusuyla çalışıyordu. Çalışmalarındaki bu kahramanlığı kısa kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Ama veciz kelimelerle de olsa Altınağızlı’nın cemaat hizmetlerinden birbiriyle bağlantılı birçok yönleri okuyucuya tanıtmaya çalışacağız.
Önce cemaatle ilgili idari çalışmalarına göz atacağız. Altınağızlı hararetle Kostantiniye’nin, insanları şımarıklık ve eksikliklerle kahreden ruhban sınıfı ve din adamlarını ıslah etmekle işe başladı ve ahlak bozukluğuna karşı iki büyük kitap yazdı. Bu durum din adamları arasında olmaması gereken, günah ve ses veren eksiklik idi. Daha önceki kilise vaazlarındaki aynı konuda olduğu gibi bu iki kita-bında da Altınağızlı utandırıyor, ikna ediyor ve söz alıyordu. Kendisine emanet edilen bu cemaatten Allah huzurunda sorumlu olduğunu saydığı için, birçoklarının aksine korkak değildi. Bu nedenle de çoğu kez hayata zarar veren birçok zayıf vasıtalara tevessül etmekten kaçınmıyordu. Hayatını yazan yazarlardan birinin tari-fine göre cesur bir cerrah gibiydi. Demir ve ateşten çekinmez yani kesin sonuç veren güçlü yollardan korkmazdı. Yeter ki bu yollar hizmetin mertebesini yükseltsin ve ruhban sınıfını layık olmayanlardan temizlesin ve din adamlarını haklı eleştirilerden kurtarsın ve iyi etkilerini halka yöneltsin. Bu duruma düşen ve tövbe edip düzelme-lerinden ümit kesilen birçok ruhban sınıfı mensuplarının, ki bunların aralarında epis-koposlarda vardı, kutsal kıskançlığına bağlı ruhani reisleri olarak haksız yere işgal ettikleri ve davranışlarıyla utanca bulaştırdıkları makamlarını terk etmelerini ısrarla sağladı.
Altınağızlı sevgisiyle, başkentteki ve kendisine bağlı olan bütün çevre kiliselerini bir arada tutuyordu. Episkoposlar ve ruhban sınıfı ile daimi bir irtibat içindeydi. Uzaktan da olsa onları korumada kısıtlı davranmıyordu ve bizzat kendisi onları ziyaret ediyordu. Mesela 400 yılının Şubat ayında, tarihçilerin adlandırdıkları şekli ile elçisel bir seyahate çıktı. Hasta bir halde ve kötü hava şartlarında yüz gün süren bir seyahat. Kış ortasında meşakkatli ve tehlikeli bir deniz seferinden sonra yaya olarak yolu müsait olmayan Efesos’a gitti ve yaklaşık yetmiş episkopos ile buluştu. Ve bu buluşmada birçok problem çözümlendi, kilise yaşamına yakışmayan ve düzeni bozan birçok durumda düzeltildi. Bazı episkoposlar ve ruhban sınıfı men-supları görevlerinden uzaklaştırıldı. Ve Siyodoritos daha sonraları bu seyahati zik-rederken şöyle der: Efesos seni gördü ve ikinci yeni Yuhanna olarak adlandırdı. Efesos seni dinledi ve ilk teolog Yuhanna’nın ağzından çıkan o semavi gürlemeyi anımsadı.
Bundan sonra Altınağızlı'nın çalışmaları müjdeleme idi. Sapkın görüşlere düşmüş olan Aryos taraftarları ile Markyonistler, Nofatinistler, Manhinistler ve benzerlerinin sebebiyet verdiği ve ülkedeki dinsel hayata giren tehlike ve kötülükler nedeni ile Altınağızlı hedefini, hristiyanlığın halkın nezdinde yükselmesine ve daha çok büyü-mesine yöneltti. Ve Kostantiniye’nin alt tabaka halkının dikkatlerini bu hedefe yö-neltti. Bu gaye için kullandığı yöntemlerden yararlı çekici ve mutlu olan özel birini anımsıyorum: Hurafe taraftarları, halkın kafasını karıştırıp bir takım saçma dini törenlerle onları cezp ediyorlardı. Altınağızlı bunlara meydan okuyarak mumlar ve meşaleler eşliğinde ve kutsal ezgilerle ve halk terennümleriyle muhteşem ve gör-kemli Ortodoks törenleri düzenledi. Bütün bu dinsel gece törenleri halkta müthiş bir etki yarattı. Ve Altınağızlı bu gece dua ve ayinlerini çok seviyor ve halkın buna bir aşkla eğilmesini sağlıyordu. Bir defasında şöyle dedi: Gece yalnız uyku için değildir. Mesih’in kilisesi gece yarılarına kadar gözü açıktır. Kalk sende ey hristiyan gecenin bu derin sessizliği ve gizemli ortamındaki göksel meşalelerinde ümitlen ve tat al. Geceleyin nefsin daha çok temiz ve latiftir. Efendimizin inayeti önünde diz çök, böylece yücelere kolaylıkla erişirsin. Karanlık ve sessizlik seni daha çok ümitlenme-ye yöneltir. Bitkiler de geceleyin daha çok gelişir. Nefsinde gecenin serinliğini daha özgürce kabullenir, gündüzün yananları gece diriltir ve geliştirir.
Altınağızlı, imparatorluğun sınırları içinde ve civarında olup üzerine Hristiyanlık nurunun doğmadığı birçok halka ve kabilelere de önem verdi. Onlar arasında gerçek imanın yayılması için etkin yöntemler kullandı. Müjdeleme görevi yapan birçok komiteler ve misyoner guruplar oluşturarak, uzak yörelerdeki barbar topluluklara ve doğuda ve kuzeyde Finike, Araplar, Persler, Gotlar ve İskitler ile bugünkü Rusya’da bulunan topluluklara Donay ve Dinyeper nehri arasındaki bölgede oturanlara gön-derdi. Bu gurupların ve komitelerin geçimleri için iaşe temin etti ve imanın nurunu yeni kabullenen ülkelerde kiliseler kurdu ve episkoposlar tahsis etti. Ve dini ayin-lerde onların dillerini kullandı, örneğin Got’lar da… Vb olduğu gibi.
Altınağızlı’nın Kostantiniye’de yardım faaliyetleri de vardı. Şahsi harcamalarını son derece kısarak, patrikhanenin büyük gelirini hayır işleri için tahsis etti. Bunlara ilaveten yoksullara dağıttığı daima yardımlar ile kendisinden önce Kostantiniye’de kurulmuş olan hayır cemiyetlerine de öncelik verirdi. Ayrıca hamiyetperver gayelere meyilli zenginlerden elde ettiği gelirle kendisi de yeni, büyük ve meşhur hayır ensti-tüleri kurdu. Bunlardan başka, şehirde büyük ve görkemli bir hastane ile aynı özel-liklerde bir de yabancılar ve evsizler için bir barınak yaptırdı. En çok sevdiği ve gönlüne en yakın iş bu kurumların nafakalarının temin edilmesi ve düzenlenmesi işiydi. Bu nedenle vaazlarında sürekli sadaka konusunu işliyor ve zenginleri bu tür hayır işleri için ikna etmeye uğraşıyordu. Ve Hristiyanlık merhametini daima yücel-tirdi. Altınağızlı’nın imparatorluk başkentinden fakirliği ve miskinliği tamamen yok etmek istediği, bilinen bir şeydi. Cemaati içinde öyle karşılıklı ilişkiler oluşturmak istiyordu ki aralarında ne fakir, nede hakir olan bulunsun, tıpkı Yeruşalim’deki ilk hristiyan cemiyeti gibi bir toplum oluşturmayı hayal ediyordu.
Altınağızlı’nın hizmetleri içinde dinsel ayin hizmetlerine ve bu hizmetlerin iyileş-tirilmesi tertibi ve düzenlemesine yönelik çalışmalarını anmak gerekiyor. Bunlar arasında ölümsüz olanı, bütün Ortodokslarca kabul edilen ve her çağda kullanılan ve Altınağızlı’nın çok çaba ve emek harcayarak düzenlediği Kutsal Pazar Ayin hizmeti-dir.
Ama Altınağızlı’nın gerçek büyüklüğe eriştiği ilk işi vaizlik idi. Burada Kutsal Kitabın tefsiri konusundaki konuşmaları zikretmek gerekir. Antakya’da başladığı gibi tanrı sözlerinin yorumuna Kostantiniye’de de devam etti. Burada basit, fikir açısından derin olmakla birlikte anlaşılması kolay örnek bir tefsir sundu. Kutsal Kitabın Resullerin İşleri, Pavlus’un Filipililere, Kolesililere ve İbranilere ve diğerle-rine yazdığı mektuplar konusunda tefsirler yazdı. Vaazlarının en büyük bölümü ah-lak alanındaki ıslahatçı ve terbiye edici vaazlarıydı. Bu alanda da Altınağızlı An-takya’da terbiye ettiği eksiklikleri burada da buldu. Ama bu durumlar Kostantiniye de daha geniş ve daha çoktu. Bu nedenle Altınağızlı’nın Kostantiniye’deki ahlak-sızlık, moda şeytanlık, başıboşluk ile imanda akılsızlık ve benzeri konulara ilişkin vaazlarında sertlik ve sürekli bir duygu olduğunu görürüz.
Altınağızlı’nın çok yönlü hamasetli ve galeyana getirici işleri olağanüstü başarılar ve kazanımlar getirdi, iyi ürünler ve doğru sonuçlar verdi. Başkent sakinlerinin dini ve ahlaki yaşamları yavaş yavaş düzenli bir hal almaya başladı.Altınağızlı'nın gerçek gayretleri ve çabaları basit halkın yüreğinde en azından kahredilmez bir etki yarattı. Altınağızlı’nın buradaki vaazlarının başarısı büyük ve olağanüstüydü. Antakya’da olduğu gibi burada da kilise onu dinlemeye gelenleri sığmıyordu. Konuştuğu kürsü-nün etrafında tarif edilmez bir izdiham yaşanıyordu. Hızlı yazan yazarlar da kilise-nin etrafında onun söylediği sözleri dikkatle izleyip takip ediyor ve hemen yazmaya geçir bunları başkentte ve dışında yayıyorlardı. Birçok alkışlar ve yüksek sesle ağla-yış ve iniltiler, Altınağızlı’yı cennet pınarı misali akan vaazını devam ettirmekten alıkoymuyordu. Bazen Altınağızlı’nın kendi gözlerinden de yaşlar akıyordu. Halk Altınağızlı’ya kilise dışında da refakat ediyor ve sevilen patriğini muhtemel tehlike ve üzüntülerden koruma görevini sevinçle yükleniyordu. Herhangi üzücü bir tehdi-din belirmesi halinde şehrin birçok genci gecelerini Altınağızlı’nın kapısı önünde onu korumak amacıyla geçiriyorlardı. O da bütün bunları görüyor ve halkın samimi sevgisini biliyordu. Bu bilgiye binaen kendisini dinleyenlere şöyle diyordu: Siz benim her şeyimsiniz, siz benim için bir baba, bir kardeş ve bir evlatsınız. Sizler organlarımsınız, siz benim bedenim ve hayatımsınız. Siz benim için bir taç ve tesel-lisiniz, siz benim kutsal yağım ve ışığımsınız. Altınağızlı’nın bütün bu samimi ve heyecan veren sözleri halkı sarsıyor, coşturuyor ve onun etrafına daha çok cezp ediyordu.Altınağızlı’nın Kostantiniye’deki yaşamında öyle özel durumlar ve müstes-na olaylar cereyan etti ki, kendisi ve halkı arasındaki ahlaki bağlantıları güçlendirdi ve halkının gözlerinde yetkisini daha da yükseltti. Altınağızlı’nın Kostantiniye’de hizmete başladığı ilk yıl olan 378 yılının sonunda korkunç bir deprem yaşandı. Yeraltında ürpertici bir gürültü duyuldu ve birçok bölgede yer yarılmaları oldu ve bu yarıklardan sular fışkırdı ve alevler ve korkunç boğucu dumanlar yükseldi. Boğazın suları kaynamaya başladı ve sahillerden şehrin içine doğru akmaya başladı. Göğü kara bulutlar kapladı. Şimşekler oklarıyla her yerde gökleri deliyordu. Binalar ve evler birçok insanı enkazı altında gömüp yıkılıyordu. İmparatorluk ailesi ve görevli-ler ve şehrin idarecileri ve birçok sivil kurtulmak için şehirden kaçtılar. Bu korkunç ve şiddetli deprem sırasında Altınağızlı sükûnetini korudu ve sarsılmadan cesaretle kaldı. Görevlilerin dağılıp kaçmasından sonra başkentte yalnız başına halkı için adeta bir kral ve teselli veren bir lider olarak kaldı. Ve başkentin düzenini tekrar cesaretiyle sağlayarak, korkuya kapılan halkı kilise yakınında topladı onlara cesaret vererek korkularını dindirdi. Ve bu musibet geçince kaçanlar, şehre döndü ve Altınağızlı derhal son günlerde meydana gelen olaylarla ilgili konferanslar vermeye başladı ve ateşli renklerle onlara, ahlaki sebeplerle oluşan tanrının gazabını açıkla-maya çalıştı. Korkuya kapılan halkı dini yönden güçlendirmek için azizlerin ceset-lerini boğazın karşı yakasında şehirden dokuz mil uzakta bina edilmiş olan büyük ve görkemli tapınağa taşınması için bir tören düzenledi. Halktan binlerce kişinin katıldığı mumlar, meşaleler ve dinsel ezgiler eşliğinde geceleyin yapılan bu törenin halk üzerinde büyük bir mutluluk etkisi olmuştu. Müminlerin bu sayılamayan kala-balığına bakan Altınağızlı imanla ve korkuyla haykırdı: Şehirden buraya sanki bir deniz akıyor. Öyle bir deniz ki fırtınalar onu heyecanlandırmıyor, darbeler onu tehdit etmiyor ve su altındaki kayaları tehlike oluşturmuyor. Meşalelerden oluşan bir nehir denize doğru akıyor, denizi geçiyor ama o kara üzerindedir. Şimdi ne söyleyeyim? Sevinçle doluyum, kendimde değilim coşuyorum, bu ruhsal sevinçle sihirlendim, uçuyorum, coşuyorum çünkü bu çöl kalabalık bir şehir oldu, şehir ise çölleşti. Ger-çek ve sevilen çobanın bu sevinci kalabalıkların gönül rahatlığını yükseltti, halkın coşkusu tamdı, etkilenmeler ise ölümsüzdü. Ve halk bu nadir dinsel coşkuya kapıl-mıştı. Altınağızlı’ya yürekten samimi şükürlerini haykırarak ona olan güven duygu-larını dile getiriyordu.
Buna benzer bir olay da, Altınağızlı’nın patrikliğinin ikinci yılı olan 399 yılında meydana geldi. Büyük Paskalya haftasında Kostantiniye’de büyük bir fırtına oldu. Birçok binalar ve evler yıkıldı. Arkasından gökler yarılmış gibi bir yağmur ve sel oluştu, tarlaları süpürdü, bütün ekinleri ve bitkileri darmadağın edip insanların mut-luluklarını yok etti. Daha önce depremde olduğu gibi halk büyük korkuya ve telaşa kapıldı ve saltanatın ileri gelenleri şehirden kaçtılar. Altınağızlı yine şehirde yalnız kalıp normal görevlerini sürdürmeye ve saltanatın tek yetkilisi ve halkın teselli veren babası misali çalışmalarına devam etti. Halk ise geçmişte öğrendiği gibi kendiliğin-den kiliselere aktı genel dualar ve ayinler yapıldı, törenler düzenlenerek büyük kalabalıklar eşliğinde şehrin içinden ve boğazdan karşı kıyılara geçildi. Bu seferde Altınağızlı halkın yersel korkularını yenip bütün dikkatlerini göksel ve dinsel duygu-lara ve ümitlere yöneltmeyi başardı. Fırtına durdu ve halk evlerine döndü ama Altınağızlı’nın bu zor günlerdeki hizmetleri unutulmuyor, halkın ona karşı olan sevgisi gittikçe artıyor ve büyüyordu.
Barbarların başkente yapmış olduğu önemli ve ciddi olan saldırıyı da unutmamak gerekiyor. Bütün halkın yüreğini büyük bir korku kapladı. Şehirde meydana gelecek kötü sonuçları beklemeye koyuldular. Burada da Altınağızlı vatan için bir kurtarıcı olarak ortaya çıktı. Aryos taraftarı bir çılgın ve kötü niyetli biri olan Got kabilesin-den Gayna adlı bir gençlik lideri o zaman sivrilmişti. 398 yılında imparator Arkad-yos onu ordusuyla birlikte Frigya’da meydana gelen isyanı bastırmak üzere görev-lendirdi. Ama Gayna ihanet ederek imparatorluk düşmanlarının safına geçti ve kabilenin yabancı askerleriyle imparatorluk üzerine yürümeye yöneldi. İmparator Arkadyos ise bu barbar insanı aldatmak istedi ve imparatorluk kuvvetlerinin başkanı olarak isimlendirilmesine muvafakat etti. Ama bu durum onun silahını bırakmasına kâfi gelmedi ve imparatordan, her defasında rahatsız edici isteklerde bulunuyordu. Örneğin bazı elçilerin ve vatanın sadık hizmetçilerinin kafalarını istedi. Bazı Orto-doks kiliselerinin Aryos taraftarlarına teslim edilmesini talep etti. Altınağızlı'nın kendini feda etme derecesine varan büyük faaliyetleri ve itirazları bu asi vahşinin iradesini kırdı, baş eğerek daha önce istemiş olduğu şeyleri reddetti. Kısa bir süre sonra Gayna bu rahat ve huzur ortamını zehirledi ve Trakya bölgesinde bir isyan başlattı ve etrafına büyük bir kitleyi toplayarak korkunç bir yıldırım gibi Kostantini-ye’ye yöneldi ve yoluna çıkan her şeyi yakıp yıkmaya başladı. Herkesi büyük bir korku sardı o derece ki liderlerden ve yetkililerden hiçbiri bu barbarların önünde durmaya cesaret edemiyordu. Ülke ve başkent savunmasız ve ihmal edilmiş bir hal-de başına gelecek acı durumları beklemekteydi. Bu durumda da Altınağızlı yalnız başına cesur ve yürekli bir bilge kişi olarak davrandı ve özverileriyle vatanı kurtardı. Bu ahlaksız ve barbar adamdan çekinmeyerek tek başına ve cesaretle onunla görüş-meye ve heyecanını yatıştırmaya ve başkenti ve ülkeyi ve vatanı kurtarmaya gitti. Altınağızlı’nın, barbarlar karargâhında öldürülmesi riskini taşıyan bu tehlikeli sefer Allah’ın inayetiyle ve tam parlak bir başarı ile taçlandı. Hatta bu kötü niyetli barbar ve sapkın Gayna bile Altınağızlı’ya tam bir saygı ve dikkat gösterdi. Ve Altınağızlı-nın onu ziyarete geldiği haberini alır almaz çocuklarıyla onu karşılamaya çıktı. Ve önünde diz çökerek, ülkeyi ve halkı yıkmaması hususundaki öğütlerini kabul etti. Ve kısa bir süre sonra Gayna bu savaş macerasından vazgeçti ve cesur hayatını kaybe-derek helak oldu. Bu hassas zamanda da yüksek ruhsal güç Altınağızlı'nın kişiliğinde güçlü barbar kuvvetlerine karşı galip gelmeyi başardı. Altınağızlı’nın vatanı kurtaran mücadelesi ve büyük ruhsal zaferi buydu.
Altınağızlı’nın kral ve vatan önünde, halk ve kilise nezdinde ki ölümsüz emekleri böyleydi. Genel olarak denilebilir ki Arkadyos döneminde ülkeyi saran tehlikeler ve tecrübeler Altınağızlı’yı yalnız kilise hizmetlerine değil bu tür hizmetlere de koşma-ya mecbur etti. Krallığın irade zayıflığı, Altınağızlı’yı bazı durumlarda siyasi bir faktör olmaya zorlamıştır. Gayna sorununda olduğu gibi Altınağızlı yalnız kilise için mücadele eden bir dini lider değil, hayatını da tehlikeye atarak vatanına ve kralına kendini feda eden bir vatansever olarak davranmıştır.
İşte bu dönemde nefretin kara bulutları ve kin fırtınası yavaş yavaş bu büyük dini liderin başına toplanmaya başlar. Bu andan itibaren de bütün kilise tarihinde Altın-ağızlı’nın kalan yaşamının en hazin sayfaları başlar. Kostantiniye ruhban sınıfı ve din adamlarının ıslahı için almış olduğu keskin ve temkinli tedbirler onun da bekle-diği gibi bu değerli çoban aleyhinde gizli bir hoşnutsuzluk oluşturdu.
Bu ruhban sınıfı mensuplarından Altınağızlı’nın kutsal gayretleri sonucu cezaya maruz kalmış birçok episkopos ve din adamı, bu büyük lidere düşman olan güçlü bir ordu oluşturup onu yok etme araştırma ve çabalarına başladılar. Dinsel otorite men-subu birçok episkopos ve bunların başında İskenderiye episkoposu Teofilos olmak üzere Altınağızlı’nın imparatorluk başkentindeki Patriklik görevini ve onun sahip olduğu emsalsiz şöhreti ve halk üzerindeki olumlu etkilerini çok kötü bir şekilde kıskanıyor ve onun bu kutsal hayatına karşı acı bir nefret besliyorlardı. Zira onun bu yaşamı onlar için her zaman tenkit edici ve kınayıcı oluyordu.
Ve imparatorlukta yüksek tabakaya yakın olmak ile saraydaki kraliyet görevlileri ve mensupları Altınağızlı için ağır ve yeni bir yük ve ayrı bir musibetti. Şerefli kesimin eksiklikleriyle sınırlı refah seviyesi yüksek bir muhitte Altınağızlı gibi aziz, ibadetine bağlı sabit bir şahsiyet onların hoşuna gitmiyordu. Yaşamı ve gelir seviyesi son derece basit ve bir fakir yaşantısıydı. Bu durum ise yüksek tabaka nezdinde garip ve istenmeyen bir durumdu. Her tür şiddete karşı koyan rahip Altınağızlı, bu çevrede adlandırıldığı gibi sevimsiz, sempatik olmayan, yaşamın bütün kahramanlık-larını görmezden gelen, Patriklik tahtı üzerinde olmasına rağmen bir mahkûmun yaşamını süren, yalnız ekmekle beslenen, bütün varlığını yoksullara dağıtan, eğilme-den dik duran adaleti seven bir adamdı. Bu tipte bir şahıs imparatorluk başkentinde ve aristokratlar çevresinde idareyi ellerinde tutan zümre için alışılana aykırı bir görüntüydü. Gözleri hasta olan birisi için güneş ışınlarının muhtemel olmaması gibi, Altınağızlı da bu insanların nazarında olası bir kişi değildi. Bundan daha kötüsü, şiddetten gözü korkmayan ve <> olan bu rahip çevresindekiler üzerinden gözlerini hiç ayırmıyor ve onlara rahat vermiyordu. Yüksek tabaka ve görevliler arasında gördüğü her şeyi acımasızca ender görülen bir güçle ve zeki bir şekilde eleştiriyordu. Zulme, gösterişe ve aç gözlülüğe olan eğilimlerini tenkit ediyordu. Ama Altınağızlı’nın müthiş, güçlü ve güzel tasvirlerle dolu olan vaazları, eleştirdiği bu insanları bile iradelerine rağmen cezp ediyordu. Bu vaazlar günlük olayları konu ediniyordu. Dolayısıyla böyle bir vaaz her yerde konuşuluyor ve yazılıyor ve bütün genel dairelerde yayılıyor ve her zaman okunuyordu. Altınağızlı’nın eleştirilerinden rahatsız olanlar arasında ise ona karşı bir kızgınlık ve öfke oluşup gelişmeye başladı. Ona karşı düşmanlık besleyenlerin sayısı artıyor ve güçleniyordu. Ama basit halk tabakası, ki bunlar saltanat mensuplarının ortamlarından uzak idiler, fakir oldukları için ahlaki eksikliklere ve başıboşluklara en az maruz kalan kesimdi. Antakya’da olduğu gibi burada da bu kesim yeni dini liderini samimiyetle seviyor, vaazlarını sevinçle dinliyordu. Bunların aksine günahkâr ve suçlu olan ve Altınağızlı’ya düş-man olan kesin ise onu tuzağa ve suçluluğa düşürecek fırsatları arayıp kolluyorlardı. Onu itham edecekleri herhangi bir suç veya eleştirecekleri hiçbir tutumu olmadığın-dan, Yahudi liderlerin efendimize yaptığı gibi Altınağızlı’nın sözlerinden onu suçla-yıcı şeyler bulmak istediler. Böylece Altınağızlı’yı seven halk arasında ona düşman olanların casusları yayılmaya başladı. Bu casuslar halk arasında derin olmayan veya birden çok anlama gelen veya en azından bir hatırlatma anlamı taşıyan kelimeler arayıp bulmaya ve dedikodu yoluyla bu sözleri şişirip büyütmeye ve Altınağızlı’yı suçlu duruma düşürme faaliyetlerine başladılar. Böylece Altınağızlı’ya düşman çevrelerde onun hakkında çok çirkin ve ayıp söylentiler yayılmaya başladı. Bunların amacı onun saygınlığını lekelemek ve onu yok etmekti. Söylediği sözler çarpıtılıp yaptığı işler ise hak etmeyenlere mal edilerek, Altınağızlı’yı, açgözlü, cimri ve kibirli bir insan olduğu suçlamalarıyla itham ettiler. Ve ayrıca Altınağızlı’nın halkı galeyana getirdiğini ve idarecilere zorluk çıkardığını ve onun kirli hayatının riyakâr-lık ve yalan olduğu ama gizlilikte içki ve utanmazlığa teslim olduğu ve benzeri asılsız ve alçakça yalanlar ile hiçbir insanın doğruluğuna inanmayacağı aşağılayıcı şayialar yayılmaya başladı. Bütün bunlar bu büyük aziz insanın ismi etrafında örülmeye başlandı. Bundan ayrı olarak da bazı güçlü düşmanları Antakya’ya casuslar göndererek gençliğindeki yaşamında belki de kendilerine yarayacak bir suç veya benzeri bir davranışının olup olmadığını araştırmaya başladılar. Ama bütün bu çabaları boşuna gider ve gayretle bulmaya çalıştıklarından hiçbir şey bulamazlar.
Altınağızlı çevresindeki bu fırtınayı görür ama bu dürüst insan, çoğu zaman olduğu gibi dedikoduya karşı aynı silahla savaşma tenezzülünde bulunmaz. Ve O, adaletli tutumundan ve bütün bu yalanlardan masum olduğundan emindi. Bu nedenle hristiyan ve bir çoban olarak dünyevi hiçbir gazaptan korkmadı. Semavi adaleti korumak ve kazanmak uğruna her şeye katlanmaya hazırdı. Vaazlarından birinde şöyle der: Bana ne korku verebilir? Mademki Mesih benim hayatım ölümden nasıl korkarım? Mal ve mülkün kaybolmasından nasıl korkarım? Bu dünyaya çıplak ola-rak geldim. Giderken de hiçbir şey götürmeyeceğim. Hiçbir şeyim yok. Bütün sahip olduğum tek şey hristiyanların kurtuluşu için yaşamaktır. Ve Altınağızlı, insanların karanlık şehvetlerinin ve onların kin ve nefretlerinin sebep olduğu her tür zorluklara cesaretle ve sebatla tahammül etmeye hazırdı.
İmparator Teodosyos’un ölümünden sonra durumlar daha da kötüye doğru gitti. Kendini inkâr edip insanların noksanlarını müsamahasız bir şekilde kınayan ve eleştiren bu büyük vaiz kendini koruyacak ve savunacak birini bulamıyordu. İmpa-ratorluğun başında genç kral Arkadyos vardı.Dürüst ve Allah’a inanan biriydi. Fakat zayıf ve prensipleri olmayan bir kişiydi. Kendisine yakın olan insanlara bütünüyle teslim olmuştu. Ve yakınında onu istediği gibi yöneten imparatoriçe Efdoksiya vardı Bu kadının aslının ne olduğu takriben bilinmemekteydi. Görünüşü güzel fakat içten kötü bir kadındı. Eğlenceye, şımarıklığa, aç gözlülüğe ve süslenmeye aşırı derecede düşkündü. Bu tür eksikliklerden yararlandığı için de her tür zorbalığı ve zulmü yapmaya hazırdı. Arkadyos’a takdim edildi ve sonra başlangıçta kralın gizli ve daha sonra aleni müsteşarı olan Aftrobiyos’un çabalarıyla kral’a zevce oldu. Aftrobiyos çok alçak ve sefil ruhlu bir kişiliğe sahipti. Gençliğinde defalarca satılıp bir köle gibi elden ele dolaştı. Daha sonra sarayda rolünü oynamaya başladı ve ilk önce kraliyete has aşağılık bir görevde çalışmaya başladı ve hileyle ve utanmazlıkla imparatorun güvenini kazanmayı başardı. Sonra kralın güçlü bir müsteşarı ve komutanı olarak ortaya çıktı. Kraliyeti işgal edince de orayı sahiplenme sahnesinde görülmeye başla-dı ve kendini imparatorluğun en büyük görevlisi olarak görmekten utanmıyordu. Kendine Batristsi Konsolosu << Eski Romalı>> sahte şeref lakabını taktı.
Altınağızlı’nın, Patriklik tahtına Aftrobiyos tarafından davet edildiğini daha önce belirtmiştik.Ama Altınağızlı'nın ne pahasına olursa olsun satın alınması zordu. Onun nazarında Allah’ın adaleti her şeyden üstündü. Buna aykırı görürse hiç kimseden korkmaz, hiçbir şeyi esirgemez kendine bile acımaz ve hayatına böyle bir şeyi ortak görmezdi. Akıllı ve hikmet sahibi olan Yuhanna derhal kendisine böyle şeyleri tak-dim eden şahsın gerçek niyetini anladı ve bu şahısla Altınağızlı arasında hiçbir za-man en ufak bir anlaşma veya görüş birliği olmamıştır. Bu geniş yetki sahibi şahıs, sevmediği şahsi düşmanlarına zulüm eder onları acımasızca cezalandırırdı. Bazen masum insanlar hakkında hiçbir sebep yokken yalnızca onların mallarını alıp kendi mallarına ilave etmek amacıyla kovma ve sürgüne gönderme kararları alırdı. Ve kili-senin eski bir hakkı olan ve herhangi bir sebeple kovulmuş birinin bu kutsal mekâna sığınması halinde kimsenin ona dokunamaması ve onu kiliseden hiçbir yetkilinin çıkaramaması hakkına Aftrobiyos denilen bu alçak şahıs karşı çıkmaya başladı. Çün-kü bu şahsın zulüm ettiği birçok kişi kilisenin bu kutsal hakkından yararlanarak kili-seye sığınmışlardı. İşte bu nedenle kral Arkadyos’tan kilisenin bu hakkının iptal edilmesini ısrarla istedi. Altınağızlı ise bu isteğe şiddetle itiraz ediyordu.
Ve devir döndü ve Allah Aftrobiyos’a kilisenin kutsal haklarını gasp etmesi ve kiliseye saldırılarının cezasını verdi. Bundan kısa bir süre sonra Aftrobiyos kraliçe Afdoksiya’yı kızdırdı. Ve kraliçe çocuklarıyla birlikte kral Arkadyos’un huzuruna çıkıp ona diz çöktü ve gözyaşlarıyla bu hain adamı şikâyet etti. Kraliçe Afdoksiya-nın kral Arkadyos üzerindeki etkisi bu sefer çok şiddetliydi ve Aftrobiyos’u yanın-dan kovdu. Bu olay, Aftrobiyos’un zulmünden etkilenen halk arasında sevinç fırtı-nasıyla karşılandı. Ve halk, sahipsiz kalan bu zalimin kötülüklerinin intikamını almak için sokaklara döküldü. Neler oldu? Korumasından yararlanmak için kiliseye iltica etti. Yüzünde ölüm korkusunun belirtileriyle kutsal sunağın köşesine tutundu.
Büyük insan Altınağızlı onu himayesine kabul etti. Hayatını tehdit eden tehlike artık yoktu. Altınağızlı onu halkın galeyanından ve her engeli aşıp kiliseye giren askerlerin şerrinden koruyarak kurtardı. Bu cesur çoban Aftrobyos’un üzerine kilise-nin koruma gücünü örttü ve halkın önünde durarak onların bu öfke selini sakinleştir di. O gece Aftrobyos kilisede kalır. Sabahleyin ise kilise yine öfkeli insanların kala-balığıyla doldu. Kutsal ayin esnasında Altınağızlı Aftrobyos’a yaklaşarak heykelin perdesini üzerinden kaldırdı ve onun korkudan titremekte olan hakir suratını halka gösterdi. Ve bu canlı örnekten yola çıkarak, vaazları arasında, yersel güç ve heybet-lerin ve övünçlerin nasıl geçici olduğunu konu alan en anlamlı ve en parlak birini yaptı.
Uzun bir zaman geçmeden Altınağızlı’ya kraliçe Afdoksiya’nın düşmanca tutum-ları ortaya çıkmaya başladı. Aftrobyos’un azlinden sonra en güçlü kişi kraliçe Afdoksiya olmuştu. Bu kraliçe Altınağızlı’ya, kendisi için Arkadyos önünde sıkıntı veren biri gözüyle bakıyordu. Ve kral üzerinde Altınağızlı’nın etkisi vardı. Ve bu tesir Arkadyos için ağırdı ve ona baskı yapıyordu. Arkadyos iyi kalpli ve zayıf ira-deli olduğundan Altınağızlı’nın otoritesine tabi oldu. Ve ona her konuda baş eğerek Altınağızlı’nın her istediğini bazen de kilise ve halka ilişkin isteklerini yerine geti-riyordu. Altınağızlı’nın halkın ahlaksızlıkları ve riayetsizlikleri hususundaki eleştiri ve sözlerine kulak veriyordu. Afdoksiya kadın zekâsıyla bu büyük insanın kendisi için tehlike oluşturduğunu anladı. Bu nedenle de bir vesile ile ondan kurtulmanın yollarını ve fırsatını kollamaya başladı. Böylece aleni bir düşmanlığın ilan edilmesi fazla uzun sürmedi. Altınağızlı’nın israf, giyim, fuhuş ve aristokrat kadınlar hakkın-daki yıldırım eleştirileri, Afdoksiya’ya yakın olanlar tarafından sanki kraliçeye ve onun en yakın dostları aleyhine olduğu şeklinde yorumlandı. Bir vesile ile Altınağızlı kraliçe Afdoksiya ile bizzat bir gerçeği konuştu. Kraliçe tamahkârlığıyla yasal bir neden olmadan dul kadının bağını zorbalıkla alarak kendine mal etti. Zaval-lı dul kadın malını kaybettikten sonra gelip pedere sığındı. Yoksullar arasında dini lidere peder diye hitap edilirdi. Altınağızlı dul kadın ve çocuklarını kimsesizler yuvasına yerleştirdi ve kraliçe Afdoksiya’ya ruhani bir baba olarak çok etkili ve ikna edici bir mektup yazar, oysa kraliçe adaletin sesine aldırış etmez ve bu andan itiba-ren de ruhani yetkileriyle güçlü olan bu dini lideri mümkün olan her vasıta ile yolun-dan çıkarmak için açık bir mücadele başlattı.
Altınağızlı’yı çekemeyenler ve ondan nefret edenler bu fırsattan yararlanarak onu koltuğundan uzaklaştırmak için çalışmaya başladılar. Ve bu çalışmalarına yasal bir şekil vermek için, halk tarafından çok sevilen ve sayılan bu dini lidere düşman olan bazı episkoposlardan oluşan yarı bir konsil düzenlediler ve bu komplonun başında Altınağızlı’ya eskiden beri düşmanlık besleyen İskenderiye Episkoposu Teofilos bulunuyordu. Tarihçiler bu episkoposa ahlakına uygun ve işgal ettiği koltuğu hak etmediğini ifade eden lakaplar takmışlardı. Örneğin <>, <>, <> gibi.
403 yılının Ağustos ayında beraberinde birçok çeşitli kumaşlar ve diğer değerli hediyelerle birlikte kendisine lazım olacak kişileri satın almak üzere Kostantiniye’ye
geldi. Bu hediyeler, rüşvetler ve komplimanlar sayesinde bu firavun, ruhban sınıfın-dan ve din adamlarından Altınağızlı’ya karşı olan bir gurubu çevresinde toplamayı başardı. Ve bu durum üzerine konsil oluştu. Fakat halktan korktukları için toplantıyı şehirde yapamadılar, boğazın karşı yakasında Halkidonya bölgesinde toplandılar. Ve bu yalancı konsilde, daha önce Altınağızlı’nın haklı sebeplerle ruhban sınıfından uzaklaştırdığı bazı din adamları ve rahiplerin, Altınağızlı aleyhindeki haber ve söy-lentileri dinlendi. Bu konsili fırsat bilen bu kovulmuş ruhban sınıfı mensupları Altın-ağızlı aleyhindeki bütün kin ve nefretlerini dökmeye başladılar. Ve sonunda bu kon-sil birçok yalan ve komik ve aklı utandıran ithamlarla Altınağızlı’yı itham ederek sona erdi. Örneğin bu büyük lideri, kilisenin mallarını çalmakla itham ettiler ki bu şahıs hiçbir şekilde para ve mal kabul etmeyen ve Kostantiniye’nin en fakir adamı idi. Daha önce bütün varlığını yoksullara dağıtmıştı. Ve gerekçe olarak, her şeyi yal-nız başına yediğini, sofrasına hiçbir misafir davet etmediğini ve kraliyetin hiçbir davetine katılmadığını ileri sürüyorlardı. Oysa herkes onun, evinde ekmekle beslen-diğini yaklaşık olarak bilirdi. Ayrıca Altınağızlı’yı, episkoposlar içinde fesat yapmak kilisede ayin yapmamak ve Aftrobyos’u yakalatmakla da itham ediyorlardı. Ayrıca onu Orijanos sapkınlığıyla itham ettiler. Oysa Altınağızlı’nın düşmanları bu günahtan masum değillerdi ve kendiliklerinden ve başlarında Teofilos olmak üzere Altınağızlı’nın mahkûm edilmesi için seslerini yükseltiyorlardı. Ve bütün bu itham-ların aşağılık ve adice olduğu apaçık belliydi. Ama kral Arkodiyos, kraliçe Afdok-siya’nın etkisinde kalarak bu yalancı konsilin Altınağızlı’yı uzaklaştırma kararını onayladı. Ve onu sürgüne göndermek üzere asker yolladı. Halk galeyana gelip sevi-len bu çobanı savunmaya koştu. Ve Yuhanna’yı mahkûm etmek zulümdür, onu bir şeyle suçlamak mümkün değildir, bütün bu işleri görüşmek üzere yasal ve gerçek bir konsilin toplanması gereklidir gibi sesler yükselmeye başladı. Yuhanna’nın düşman-ları ve ondan nefret edenlerin sebep olduğu bütün bu olaylar ancak bu yolla çözüm-lenebilirdi. Altınağızlı galeyana gelen halkı yatıştırmak ve olması muhtemel kanlı olayları önlemeye çalıştı. Kiliseye gelerek halka bir konuşma yaptı. Çünkü kendisi hiçbir şeyden korkmazdı. Ve şöyle dedi: << Yersel hiçbir tehditten korkmadığım gibi bu dünyanın hiçbir şeyini de istemiyorum. Ben fakirlikten korkmam zenginliği de istemiyorum. Onun için sizden ricam ey sevgili dostlarım sakin olunuz, hiç kimse ve hiçbir şey beni sizden ayıramaz. Zira Allahın bir araya getirdiğini insan ayıramaz. Korkmayınız ve sevginizi bana bu yolla gösteriniz. Rahatsız olmayınız ve en iyisi dua ediniz.>> sevilen çobanlarının bu azim ve sebatını görünce halkın korkusu sakinleşti. Hâlbuki Altınağızlı karşılıklı ebedi sevgiden bahsediyordu. Geçici bir sevgiyi anlatmıyordu. Göksel ülkede ki ebedi buluşmadan söz ediyordu. Bu sözlerle zımni olarak halkına veda etti. Ve o gece gizlice, halka görünmeden evinden ayrıldı. Sahile gidip askerlere teslim oldu.Süratle onu bir arabaya bindirip hızla Kostantiniye sahilinden uzaklaştılar.
İkinci gün Altınağızlı’nın sürgün haberi yayılınca halkta büyük bir heyecan koptu. Ağlayış ve figan sesleri her yerde yükseliyordu. Halkın üzüntüsü tarif edilemeyecek kadar yürekten ve samimi idi. Bu sıralarda Altınağızlı’yı mahkum eden Teofilos ve diğer episkoposlar halkı yatıştırmak için şehre geldiler.Ve halk neredeyse Teofilos’u denize atıyordu.Onunla aynı görüşte olan ve Altınağızlı’nın koltuğuna çıkma cesare-tine yeltenen episkopos Safriyan’ı halk yalnız Altınağızlı’nın koltuğundan değil ay-rıca başkent’ten de kovdu. Bunun üzerine çıkan olaylarda askerler müdahale etmek zorunda kaldılar ve şehir kana bulandı. Halkın gerçek üzüntüsünü ve olayların sonu-cunu gören kraliçe Afdoksiya korkarak paniğe kapıldı ve içinden derin bir pişmanlık duydu.
Suçsuz olduğu halde acı çeken bu büyük dini lideri savunmak için Allah bir
mucize ile ortaya çıkar. Bu sıkıntılı ve tehlikeli gün büyük bir deprem ile sona erer. Bütün Kostantiniye sallanır, binalar yıkılır, ağlama ve inilti sesleri her yerden yük-selmeye başlar. Ve halk bu depremi, aziz bir insana suçsuz olduğu halde zulüm yapılmasına müsamaha göstermenin bir cezası olarak görür. Gecenin karanlıklarında yeraltını vuran sarsıntılar arasından çılgın bir şekilde insan bağırışları geliyordu. << Bu Allahın bize cezasıdır. Eyvahlar olsun eğer çobanımız dönmezse biz hepimiz helak olacağız.>> Ama görünen o ki herkesten çok korkan ve panikten donup kalan kraliçe Afdoksiya idi. Odalarında bulunan her şey çınlıyor, düşüyor ve kırılıyordu. Üzerinde uyuduğu yatak bile sarsıntıdan sallanıp sürükleniyordu. Ve son gününün geldiğini sanarak Arkadyos’a atıldı ve Altınağızlı’yı gecikmeden geri getirmesi için yalvarmaya başladı. Şöyle haykırıyordu: O dürüsttür ve masumdur. Yüce Allah onun intikamını alsın. Ve o sıralarda derhal askerler atlara binip şehrin çevresinde muhte-lif yörelerde Altınağızlı’yı aramaya koyulurlar. Zira başlangıçta onu nerede araya-caklarını bilmiyorlardı. Onu arayanlar ellerinde kraliçe Afdoksiya’nın bir mektubu-nu taşıyorlardı. Afdoksiya bu mektubunda Altınağızlı’yı, halkı bu musibet ve tehli-keden kurtarması için derhal başkente dönmeye çağırıyordu. Mektubunda korku-sundan şöyle diyordu: Senin koltuğundan indirilmene benim karıştığımı zannetme buna inanman için sana yalvarıyorum. Bazı kötü niyetli insanlar sana karşı böyle bir komplo düzenlediler… Vb.
Sürgün edilmesinden üç gün sonra Altınağızlı deniz yoluyla gece Kostantiniye’ye döner. Deniz kıyısı ve sular mucizevî bir şekilde göründüler. Zira bütün şehir onu bekliyordu ve halk sahile koşuştu. Ellerindeki meşalelerden deniz bir ateş yığınını andırıyor, halk bu vaziyette sahili ve şehri doldurmuş aziz Altınağızlı’yı dini teren-nümler ve ezgiler ve ilahiler eşliğinde, zulme uğrayan bu büyük çobanlarını karşılı-yorlardı. Ve Kostantiniye, beklide şimdiye kadar Altınağızlı’yı karşıladığı gibi hiçbir kimseyi bu şekilde karşılamamıştır. Altınağızlı sahile yanaşınca halk onu çok kıy-metli bir mücevher gibi elleriyle havaya kaldırdılar ve katedrale doğru yürüyüp kili-seye geçirdiler ve Patriklik tahtına oturttular. Yorgun olduğundan kısa bir konuşma yaptı ve hristiyanlık sevgisi ve bağışlayıcılığı çerçevesinde kraliçeye teşekkür etti ve cemaatle tekrar birlikte olduğu için sevincini belirtti. Ve geçen iki günün korku ve endişeleri yerine Kostantiniye’de barış ve huzur ve sevinç hâkim olmaya başladı. Bu huzur ortamında birkaç gün geçti. Çünkü Afdoksiya’nın ortaya koyduğu bu barış ve korku ve endişeden dolayı samimi bir duygu idi. Ama bu durum çok kısa ve çabuk bozulmaya yüz tutan bir vaziyetti.
Korku günleri geçti, eski hevesler ve nefretler tekrar eski günlerine döndü. Ama kovulan kibirlik ve ihanetin bu durumu affettiği çok nadir görülen bir şeydi. Ve kısa bir süre sonra böylesi açık ve aleni bir patlamayı kolaylaştıran bir durum ortaya çıktı övünmenin sarhoşluğuna kapılan Afdoksiya kendisi hayatta iken heykelini yaptırma-ya kalkıştı. 403 yılının Eylül ayında,Altınağızlı'nın dönüşünden iki ay sonra başkent-in meydanına, büyük bir sütun üzerinde Afdoksiya’nın heykeli kuruldu. Ve bu me-kân tam Aya Sofya Katedralinin karşısında idi. Ve Altınağızlı genellikle dini ayin-lerini bu katedralde yapardı. Bu heykelin açılış töreninde yarı putperest törenler, eğ-lenceler ve muhtelif oyunlar ve ziyafetlerden sonra heykelin perdesi açıldı. Ve bu törenler birkaç gün bu şekilde sürdü. Müzik sesleri, komedyenlerin gürültüleri ve rahatsız edici bir uğultu, kutsal ayin esnasında kiliseyi tıkıyordu. Altınağızlı, şehrin valisine giderek kutsal kiliseyi herhangi bir yol ile bu çirkin ve kötü eylemlerden korumasını istedi. Ama vali hem sapkın bir hurafe mensubu hem de Afdoksiya taraf-tarı idi. Ve sonraki günlerde bu gürültü ve taşkınlıklar azalacağı yerde artmaya baş-ladı. Bu durum kademeli olarak Altınağızlı’ya karşı idi. Altınağızlı da kendine has bilinen yöntemleriyle vaazlarında bunları şiddetle tenkit etmeye başladı. Ve kilisede bir konuşma yaptı ama bu konuşma elimize geçmemiştir. Ama çağdaşlarının ittifakla belirttiğine göre çok güçlü ve ateşleyici bir vaaz idi. Böylesi sokak eğlencelerinin hiçte yakışık olmadığı ve yerinde bir davranış olmadığını açıklıyordu. Casuslar bunu hemen Afdoksiya’ya ulaştırdılar ve kraliçeye ihanette bulunduğu yönünde bir davayı ortaya sürdüler.
Altınağızlı’nın düşmanı olan dedikoducu ve bozguncular yeniden başlarını kaldır-dılar. Ve 404 yılının Ocak ayında yasal olmayan konsillerini devam ettirmeye başla-dılar. Bu defa Altınağızlı’nın düşmanlarından yalnız Teofilos bu konsile katılmadı çünkü Kostantiniye’ye gelmekten korkuyordu. Ama İskenderiye’deki koltuğundan bu komployu idare ediyordu. Bu sefer durum birkaç ay sürdü. Ama konunun ortaya çıkıp sonuçlanması birkaç kelime ile özetlenebilir. Altınağızlı’yı yargılayanlar bu sefer ilkinden başka suçlar arayışına girdiler. Ama buldukları gerçekler öncekiler gibi alçakça ve adice düzmece yalanlardan ibaretti. Ve sonunda Altınağızlı’nın uzak-laştırılmasına karar verdiler. Yasal olmayan bu konsilin kararını, kral yine ilkinde olduğu gibi Afdoksiya’nın şiddetli etkisiyle onayladı. Karar Altınağızlı’nın zorla koruma altında Kostantiniye’den uzaklaştırılmasını öngörüyordu. Ve o sırada büyük perhizin son haftası yani hristiyanlık aleminin en kutsal hazin haftası idi.Ve gelenek-ler o hafta içinde büyük Cumartesi günü Patriğin, yeni hristiyan olacak olan mümin-lerin vaftiz törenlerini yapmasını gerektiriyordu. Bu defa hristiyanlığa yeni girecek olan müminlerin sayısı çok büyük, yaklaşık üç bin kişiydi. Ve Altınağızlı kilisede iken kutsal vaftiz töreni başladı ve bu esnada korkunç bir olay yaşandı. Askerlerden kalabalık bir gurup ki bunların büyük bir kısmı putperest Trakyalılardan oluşuyordu, kiliseye baskın yapıp bu kutsal mekânı eylemleriyle kirlettiler. Altınağızlı’yı zorla yakalayıp kiliseden çıkardılar ve orada bulunan din adamlarından ve yeni vaftiz olan müminlerden birçoğunu kılıçtan geçirip öldürdüler. O kadar ki vaftiz havuzları kanla doldu. Ve önlerine ne çıktıysa kilise içinde yıkıp döktüler ve kırdılar. Halk bu olay-ları önlemeye çabaladı ama bu durum daha çok kan dökülmesine sebep oldu. Şehrin cadde ve sokaklarında da bu durumlar devam etti. Putperest silahlı askerler sokaklar-da gördükleri hristiyanları acımasızca öldürüyor veya yakalayıp hapse atıyorlardı. Altınağızlı’yı savundukları gerekçesiyle her türlü kötü muameleye maruz kalıyorlar-dı. Hapishaneler bu tip insanlarla dolmuştu. Paskalya gecesini hapislerde terennüm-ler ve ilahiler ile geçirdiler. Kiliseler o gece boş kalmıştı. Zira hiç kimse korkudan cesaret edip kiliseye gidememişti. Hatta kraliyet ailesi geleneklere göre bu gece tam kadro kilisedeki törenlerde hazır bulunurdu. Oysa bu sefer şehirde oluşan bu olaylar ve karışıklıklar nedeniyle bu geceyi evde geçirdiler. 404 yılında Paskalya bayramı-nın karşılanışı Kostantiniye’de böyleydi.
Altınağızlı ikametgâhında askerlerce tevkif edildi. Ve ona sadık sevenleri evinin etrafında nöbet tutuyorlar ve onu koruyorlardı. Ve hiçbir zulme aldırış etmiyorlardı. Satılmış bazı katiller iki defa Altınağızlı’nın odasına girip onu öldürmek istedilerse de onu sevenler tarafından engellenerek linç edildiler. Sonunda Altınağızlı bu duru-ma karşı direnmemeye karar verdi. Çünkü halkı ve şehri yeni musibetlere maruz bırakmak istemedi. Ve kendi iradesiyle yalancı konsilin almış olduğu uzaklaştırma hükmünü uygulamaya karar verdi. Ve Pentakos Pazarı’nda en sadık dostlarına ve kendisiyle birlikte olan bazı ruhban sınıfı mensuplarına kiliseye gidip dua etmeyi teklif etti. Hararetli bir biçimde uzun süre dua etti, sonra da oradakilere şöyle dedi: her şey tamam oldu. Bütün yolumu kat ettim. Ve yakında artık beni göremeyeceksi-niz. Ama size kiliseyi unutmamanızı, sevip saymanızı tavsiye ediyorum. Her ne olursa olsun benim yerime kim geçerse geçsin, bana bağlı olduğunuz gibi ona da öyle bağlı olun. Böylece bana olan sevginizi gösteriniz. Allah bana yardımcı olsun, sizler de beni dualarınızla anımsayın. Daha sonra herkes bir arada olup, üzüntüden ağlamaklı bir halde iken: Biraz burada kalınız, birazcık zihnimi toparlayayım, dedi. Yüzüne haç işareti yapıp çıktı. Kilise meydanında toplanmış olan halkın galeyanı, kiliseden duyuluyordu. Ve halkın dikkatini yöneltmesi için, atın batı kapısına getiril-mesini emretti. Ve bütün halk burada toplandı ve Altınağızlı’nın çıkışını sabırsızlıkla bekliyordu. Ama kendisi gecenin karanlığında doğu kapısından çıkarak limana doğru gitti ve askerlere teslim oldu.
Halk kilisenin batı kapısı önünde uzunca bir süre bekledi. Ve sonunda şüphelene-rek galeyana gelip kilise meydanının kapısını kırdılar ve içeri girdiler. Bu sırada as-kerler ortaya çıkarak kilisede kanlı çarpışmalar başladı ve her yer kana bulanmıştı. Altınağızlı’yı koruyan ve savunan halk ise Altınağızlı’ya kötü bir şey olduğunu zan-nederek karışıklıkları şehrin caddelerine taşıdılar. Ama gerçek halka anlatılınca limana doğru ilerleyip akmaya başladılar ve Altınağızlı’yı başkentten ve ona sadık insanlardan uzaklaştıran gemiyi uzaktan görebilme imkânına sahip oldular.
Ağlama ve feryat sesleri sahilde ve denizin üzerinde yükseliyor ve halkın üzüntü-
sü sınır tanımıyordu. Bu seferde Tanrı gazabının alameti göründü ve Kostantiniye’yi sardı. Gökyüzünde bu güne kadar görülmeyen garip bir kara bulut fırtınası oluştu ve korkunç bir gök gürültüsü meydana geldi ve aşırı irilikte bir dolu yağmaya başladı ki gök gürlemelerinden şehir sallanmaya başladı ve yağan dolu insanları öldürecek ve hayvanları telef edecek hıza yetişti. Katedral üzerinde yoğunlaşan şimşekler kilise üzerinde duman bulutları ve kıvılcımlar oluşturmaya başladı, alevler şehrin ortasın-daki meydana kadar uzanarak şehrin süslü binası olan halk meclisi binasını sarmaya başladı. Kızgın alevlerin ısısından binanın kurşun tavanları erimeye başladı. Ve eriyen kurşun yerlerde akıntılara sebep oldu. Sütunlar, heykeller, mermerler, altın, bronz ve gümüşler eriyerek kırıldı ve alevden kütlelere dönüştü. Ve şehrin en gör-kemli binaları yıkıntıya dönüştü. Kraliyet sarayı da zarar gördü ve özellikle de kraliçe Afdoksiya’nın odaları en çok zarara uğrayan bölümlerdi.
Altınağızlı’ya karşı olan kin ve nefretten dolayı yüreği taşlaşmış olan kraliçe Afdoksiya, ilahi ikazı bu kez de anlamak istemiyordu. Herkes yangınlarla meşguldü özellikle de kraliçe yalnız gece değil bütün gündüz bu karmaşayla uğraştıkları için Altınağızlı’yı unuttular. Ve yangınlar durulunca Altınağızlı Kostantiniye’den uzakta, kraliyet muhafızlarının korumasında boğazın karşı yakasından İznik’e doğru yol alıyordu. 404 yılının yirmi haziran günü Altınağızlı’nın sürgünü tamamlanmıştı ve bir hafta sonra yani 27 Haziran günü onun yerine yeni halefi atandı ve bu evrensel hatip’in koltuğuna Arzak adlı yaşlı ve acemi bir kişi oturdu. Ve çağdaşlarının Altın-ağızlı’ya << Çok konuşkan balık >> lakabını takmaları boşuna değildi. Ve görünüşte Altınağızlı’nın düşmanları zafer kazanmıştı. Ama bu çok uzun sürmedi. Allahın adaleti onların birçoğundan intikam almıştı. Mesela, Altınağızlı’yı mahkûm eden episkoposlardan biri konsil toplantısından dönüşte attan düşerek öldü. Bir diğeri yara akıntısı hastalığına yakalandı ve daha hayatta iken onu kurtlar yedi, bir üçüncüsü bilinmeyen bir hastalıktan ötürü dili şişti ve boğularak öldü. Birisi de konsil toplantı-sında iken ayağındaki çıbana basılır ve bu hafif sebep acıları kangrene çevirir ve sonunda ölümüne neden olur. Ve sonunda Altınağızlı’nın sürgününden üç buçuk ay sonra kraliçe Afdoksiya ansızın doğum zorluklarından ölür.
Sürgüne gönderilen Altınağızlı’ya neler olur? Altınağızlı’nın başına gelen olayları tarih sırasına göre kısaca takip edelim. Ömrünün geri kalan son üç yılı sürekli sıkıntı ve zorluklarla geçer. Onu çekemeyenlerin kin ve nefreti sürgünde bile ona rahat ver-medi. Onu daha uzak yerlere yaşanmaya müsait olmayan vahşi yörelere gönderiyor-lardı. Onu İznik’ten Kokoza denilen yere gönderdiler. Daha sonra Arafis ve sonunda Komana yöresine gönderirler. Böylece Aziz Yuhanna yerden yere götürülüyor ve barbarca bir zulme tabi kalıyordu. Örneğin İznik’te henüz rahatlamadan Kokoza’ya gitmeye zorladılar. Yol uzak ve katlanılması zordu. Ve bir yerden bir yere nakledilir-ken putperest muhafızlar arasında yayan olarak yürümek zorundaydı. Şehrin içinden geçilmiyor fakat dış bölgelerden mesken olmayan yerlerden gidiliyordu. Güneşin yakıcı ışınları altında Altınağızlı kırk gün boyunca yürüdü. Malarya hastalığının acılarıyla ve yolda yalnızca tuzlu suya batırılmış küflü ve kuru ekmek yiyerek Kapa-dokya kayseriyesine vardı. Ve bu şehir Altınağızlı’ya dinlenmek için muhteşem bir yer olarak göründü. Çünkü bu şehirde yaşayanlar Altınağızlı için çok şeyler duymuş-lardı. Bu nedenle onu sevinçle ve saygıyla karşıladılar. Ama şehrin Episkoposu Altınağızlı'nın düşmanlarından biriydi ve derhal onun şehirden uzaklaştırılmasını istedi. Ve bu şehir civarında, Küçük Asya’da büyük bir korku yaratan İsovriler adında bir dağlı kabile yaşıyordu. Denizde korsan, karada ise eşkıyalık yapıyor ve saldırılarda bulunuyorlardı. Bu yolda ilerlemek bu korsan ve eşkıyaların eline düşmek ve ölmek demekti. Bütün bunların üzerine Farstri geceleyin şüpheli şahıs-lardan oluşan bir gurup gönderip evin etrafını sardırdı ve kapıları kırarak evi yak-makla tehdit ettiler. Ve aynı gece Kayseriye’yi terk etmek ve uzaklaşmak zorunda kaldılar. Fakat bu tehlikeli gece yolculuğu Allaha şükürler olsun ki selametle sona erdi. Ve Kayseriye’den birkaç mil uzaklıkta korumlar arasında gündüz dinlenme fırsatını buldu. Sonra geceleyin bu yerden kaçmak zorunda kaldılar. Gittikleri yol dar ve çölde kayalık ve sürekli yuvarlanan taşlarla döşenmiş bir yoldu. Dikkatli ve yavaşça bu yolda ilerliyorlardı. Burada Altınağızlı’ya binmesi için verilen hayvan zorlanarak düştü ve Altınağızlı da düşerek bayılır. Muhafızlar onun öldüğünü sandılar. Oysa Altınağızlı tekrar ayıldı ve yoluna sürünerek de olsa devam etmek zorundaydı.Gittikleri yol çukurlar, vadiler ve sellerin sebep olduğu yarıklarla dolu tehlikeli bir yoldu. Ve otuz gün geçtikten sonra Altınağızlı Kokoza’ya varır. Bu şehir dağlık bir sınır bölgesinde düzlük bir arazi üzerinde idi. Ama Altınağızlı’nın zorluklarını taşıyamayacak ve sağlığını yok edebilecek bir şehirdi. Dinlenmek için gerekli hiçbir şey yoktu. Harami ve hırsızların saldırılarından daima korkulurdu. İnsanların uğrama imkanı olmayan bu gizli mezarda Altınağızlı iki yıldan fazla yaşadı. İzor korsanlarının Kokoz’a saldırılarından dolayı Altınağızlı 405 yılının kışında dondurucu soğukta dağlık Arabis bölgesine sığınmak zorunda kaldı. Yol olmayan bu bölgede karla dolu dağlık çukurlukları aşmak zorundaydı. Bu bölgede birkaç ay saklandı. Bu bölge her tür hapisten daha yorucuydu. Bölge sakinleri unutulmuş, ihmal edilmiş, acılar çeken ve açlıktan ölen insanlardı. Kokoz’da yaşam Altınağızlı için sürekli bir mücadele yaşamı idi. Dostlarından birine yazdığı mektupta şikayet etmek maksadıyla değil ama yaşadığı ortamı belirtmek üzere şöyle der: Ölüm kapısından dönerken sana bunları yazıyorum. Burada çok çetin ve zor bir kış geçirdim ve ölülerden daha beter bir haldeyim. Yalnızca acı ve acı duyuyordum. Haftalarca yataktan kalkamadım. Soğuktan korunmak için eski elbiselerimden ne bulduysam onlara sarıldım ateş yakıp o dayanılmaz duman içerisinde ısınmaya çalıştım. Bundan başka baş ağrıları ve kusmalar bana büyük rahatsızlıklara sebep oldu. Bütün bu olumsuzluklar ve meşakkatlere karşın Altınağızlı yumuşak huylu-luğunu ve sükûnetini muhafaza ederek gazaba gelmedi. Ve kendini tanrının iradesine tam anlamıyla samimi bir şekilde teslim etmişti. Ve ağır haçını sızlanmadan fakat sevinçle taşıdı çünkü o haç, yaşamında refakatçisiydi. O zaman yazmış olduğu mektuplar mucizeleri çağrıştırıyordu. Ve satırları arasında cesaret ve yüreklilik fışkırıyordu. Ve görünüyor ki bu büyük insan dünyanın alışıla gelen en büyük tecrü-belerinden daha yükseklerde durdu. Ve insan nefsinin küçüklüğünden kaynaklanan sıkıntı şikâyetlerine asla mecal vermedi. Mektuplarından birinde şöyle haykırır: Acılar esnasında ümitsizlik neden? Bizler için bizden daha fazla acı çeken efen-dimizin söylediği kutsal kelimelerden metanet ve sebat gücü kapmamak mümkün mü? Zulüm ve işkence esnasında efendimiz İncilini müjdelerken bizler nasıl olurda ümitsizliğe düşüp şikâyet ederiz? Ve bir diğer mektubunda dostlarına şöyle yazıyor: beni başkent’ten kovdular ama hiç önemli değil, beni nereye sürgün ederlerse etsin-ler, her yerin sahibi tanrıdır. Ve bana ne yaparlarsa yapsınlar ben her şeye hazırlık-lıyım. Beni doğramaya kalksalar İşaya emsalimdir. Beni denize atmaya kalksalar fikrimde hep Yunus Peygamber var. Beni yakmak isteseler, yakılmak istenen üç delikanlıyı düşünürüm ve beni vahşi hayvanlara atmak isteseler Daniel Peygamberi anımsarım. Ve Altınağızlı’nın düşmanları her yerde ve her vesile ile onun, açgözlü kibirli ve koltuğuna geri dönme arzusuyla yanıp tutuşan ve kendilerini cezalandır-mak isteyen bir kişi olduğu söylentilerini yaydılar. Oysa Altınağızlı Kokozadan dostlarına yazdığı mektupların birinde şöyle diyor: Beni buradan almak gibi zor bir fikir kimsenin aklına gelmesin ve bunun bana yapılmış bir iyilik olduğunu kimse zannetmesin. Ve bir başka mektupta şöyle der: Kalbim acılarda büyük ve ciddi bir teselli hissediyor. Onun içinde benim hazinem saklı. Ben seviniyorum ve beni bu derecedeki acılarla nimetine layık kılan efendimize yücelikler sunuyorum.
Sürgün edilen bu aziz işsiz kalmadı. Kendini sağlıklı hissettiği günlerde çalışmak için müthiş bir azim ve sevgi ortaya koyuyordu. Bundan daha önemlisi, eski dostları ve bazı episkoposlar ve rahiplik cemiyetleri ile yapmış olduğu geniş yazışmalar ve her kesimden hristiyanların kendisine yöneltmiş olduğu sorulara ilişkin cevaplar hazırlaması çalışmaları ile Altınağızlı sürgünde de kilise yaşamı açısından büyük bir faktör olarak kaldı. (Altınağızlı’nın elimize geçen mektupları yaklaşık olarak 250 tanedir. Ve bunun bir çoğu teolojik konuların açıklamasına yönelik güçlü ve sağlam yazılardır.)
Bu sıralarda meskûn mahallerin etrafında, barbar, yabani ve putperestler arasında yaşarken, bütün itina ve özenini, ölümün karanlığında bulunan bu insanlar arasında müjdeleme faaliyetlerine yöneltti. Tam teşekküllü misyoner cemiyetleri ve gurupları oluşturdu. Ve bunları Finikelilere, Perslere ve Got’lara ve başkalarına gönderiyordu. Ayrıca kendisine yardımlarda bulunanlardan sağladığı birçok geliri bu guruplar için harcıyordu.
Hayatta kalan düşmanlarının kin ve nefreti onu sürgünde de takip etse, bütün hristiyanlık âleminden saygı, sevgi, şöhret ve övgüler Altınağızlı’yı bu uzak ve yaşanmaz olan sürgün yerinde daha çok takip ediyordu. Altınağızlı sürgün hayatına giderken yollarda birçok hristiyanlar onu büyük bir misafirperverlikle ve saygıyla, insanlığın büyük ve yüce bir şahsiyeti olarak karşılıyorlardı. Örneğin: Kayseriye halkı onun suçsuz yere zulme uğramasına ağlıyorlardı ve birçok kez ona şöyle derlerdi: Senin altın ağzın susacağına, güneşin kararması daha evladır. Altınağızlı Kokoza’da yerleşince, onu ziyaret eden kalabalıklar ve özellikle de Antakya ve Kos-tantiniye’den gelenler, bu ıssız ve insanların şimdiye kadar duymadığı bu bölgenin yollarını çizmeye başladılar. Ruhani âlemin insanları ve rahipler, episkoposlar, mü-min kadınlar guruplar halinde Kokoza’ya geliyorlardı. Uzak doğudaki bütün sadık din adamları gizli ve aleni bir şekilde Altınağızlı ile irtibat kuruyor öyle ki, bu aziz kilise lideri sürgünde bile bütün hristiyan âlemi için kilisenin en güçlü temsilcisi ve nüfuz sahibi haline geldi. Ona çok değerli hediyeler ve çeşitli malzemeler gönderi-yor veya kendileri getiriyorlardı. Bütün bunları son kuruşuna kadar hayır işlerinde ve müjdeyi yayma faaliyetlerinde harcıyordu. Ona saygı duyanlar gönderdikleri yüzler-ce mektuplarında Altınağızlı’dan bir nasihat, bir tavsiye ve en azından onları bere-ketlemesini talep ediyorlardı. Kısaca, sürüsünden uzaklaştırılan ve sürgüne gönderi-len bu büyük çobanın nuru sönmedi aksine insanlık için büyük bir nur olarak ortaya çıktı. Ve hakir bir şehir olan Kokoza, Kostantiniye’den daha yüce bir şehir haline geldi. Çünkü büyük insanlardan bir deha’yı barındırıyordu. Fakat Altınağızlı’ya düşman olan kesimin birçok önemli ileri gelenleri ölse de hala kalabalık ve güçlüydü Ve Altınağızlı’nın görünebilen zaferini görmenin ezikliğini hissediyorlardı. Utançla-rından ve korkularından şöyle diyorlardı: Bu mağlup ve ölü adama bakın, yaşayanlar ve onu mağlup edenler için korku veren biri haline geldi. Ve hristiyanların Kokoza-ya Altınağızlı’nın yanına geldiklerini gördükçe de o zamanın meşhur deyimini sık sık dile getiriyorlardı: <>
Altınağızlı’nın bu geniş şöhreti düşmanlarını, <>’ni (O sıra-larda Altınağızlı bu lakapla anılırdı) daha uzak, gidilmesi zor karanlık ve korkunç bir yere saklama çabalarına sevk etti. Bu sayede Altınağızlı’nın ölüm sessizliğine gömü-leceğini ümit ediyorlardı. Bu düşüncelerinde eskiden olduğu gibi kral Arkadyos’un zayıf kişiliğine güveniyorlardı.Ve 407 yılında Altınağızlı'nın Biyton denilen, ülkenin uzaklarında ıssız, korkutucu ve yakıcı bir bölgeye nakledilmesi emri çıkar. Bu böl-geye barbar zorbalar egemendi. Bu karar Altınağızlı’nın düşmanlarınca planlanmış ve hazırlanmış bir idam kararı hükmündeydi. Ve her şey görüldüğü gibi bu barbarca amaca mümkün olan süratle ve yöntemlerle ulaşılması için hazırlanmış ve garanti altına alınmıştı. Yaşı altmışa varmış hastalıklarla ve belalarla mücadele eden bu adamın böylesi zor ve meşakkatli yolculuğa çıplak ayaklarla ve yayan olarak derhal çıkması için emirler hazırlandı. Gücünü aşan bir hızla bu yolculuğa çıkması istendi. Ve kendisine refakat etmesi için iri yarı, şefkat ve acıması olmayan iki putperest muhafız tayin edildi. Ve her ikisine de bu şahsın gidilecek yere sağ veya ölü olarak varmasının önemli olmadığı açık bir dille anlatıldı. Açıkça onun ölümüne karar ver-dikleri anlaşılıyordu. Ama bu kararları cinayet olarak isimlendirilemezdi. Ve Altın-ağızlının onların bu gayesini anladığından şüphemiz yoktu. Buna rağmen bu mazlum ve suçsuz insan yeni şehitlik yolculuğuna ruhsal bir güçle başladı. Bu yolculuk onun için kuvvetli bir ölüm yolculuğu olarak adlandırılabilir. Altınağızlı’nın bu ızdırabı ölümünden üç ay öncesine kadar sürdü. Kuvveti tükenmiş yaşlı bir insan için çok el-verişsiz şartlarda ve yolda hiç durmadan devam eden bu yolculuk doksan gün sürdü ve sonunda Komana adlı bir köye varılır. ( Bu köy Rusya sınırları içinde Kafkas dağları üzerinde ve Kuzey Karadeniz sahillerinden uzak olmayan bir yerdi.) Buraya varıldığında Altınağızlı artık ömrünün son demlerini yaşıyordu. Birkaç fersah ötede Aziz Vasilik’in gömülmüş olduğu bir kilise vardı. İşte bu kutsal yerde Altınağızlı durur. Çünkü artık yolda yürüyecek gücü kalmamıştı. Ama yanındaki iki zorba muhafız onu yürümeye zorladılar ama çok geçmeden bu Aziz pederin ölüm anının yaklaştığını anladılar ve onu elleriyle taşıyarak Aziz Vasilik Kilisesine geri getirdiler
Aziz Altınağızlı geriye kalan gücünü toplayarak kilisede durdu ve beyaz elbiseler isteyerek onları giyindi ve kutsal kominyonu aldı ve duasını uzattı ve duyulacak bir sesle efendisine yeryüzündeki son yalvarış ve yakarışlarını dile getiriyordu. Ve hızla sesi zayıflamaya başladı sonra durdu ve bedeni kilisenin zeminine eğildi. Ve yavaşça ve alçak sesle şöyle dedi << Her şey için Allaha şükürler olsun >> Ve haç işaretini yaptı ve yavaşça fısıldayarak <<Âmin>> dedi. Ve bu kutsal son sözler ile Altınağız ebedi olarak kapandı. Ve bu aziz şehidin ruhu, hastalık, acı ve kederin olmadığı göksel evine uçtu.
Bu olay on dört Eylül 407 yılında oldu. Bu günde hristiyanlar Kurtarıcının acı ve ızdırabını ve ölümünü anarak Mesih’in kutsal haçına secde ederler. Bu büyük dini liderin ölüm haberi süratle her yere yayılır. Her yöreden birçok insanlar Aziz Altın-ağızlının cesedine secde etmek üzere Komana bölgesine koşarlar. O kilise pederleri için büyük bir öğretmendi. Ve Altınağızlı’nın cesedi, mutlu sona erdiği Aziz Vasilik Kilisesinde şehit Aziz Vasilik’in kemikleri yanında gömülür.