Ö N S Ö Z Kostantiniye Patriği Altınağızlı Aziz Yuhanna 14 Eylül 407 tarihinde ağlayış ve gözyaşı diyarı olan bu fani dünyadan ölümsüzlük ve istirahat diyarına intikal etmiş-tir.
14 Eylül 1907 yılında ise ölümü üzerinden 1500 yıl geçmiştir. Hristiyanlık âlemi mezheplerine göre bu ebedi hatıra anısına bin beş yüzüncü yıl jübile törenleri düzen-leyerek ve Altınağızlı azizin kişiliğini büyüklük ve ölümsüzlük görkemi ile çevrele-miştir. Rusya’nın Kazan şehri Teoloji Fakültesi bu anıyı kutlayan ve düzenlenen törenlerde verilen tezleri ve konferansları özel bir kitapta toplayan Akademi idi.
Dinsel ve tarihsel araştırmalar konusunda öğrenme isteğinde olan gençlerimizin bu rağbetine binaen bizlerde bu alandaki iki makalenin, içerdiği doğru dinsel ve tarihsel gerçekler açısından faydalı olması, edebi ve teolojik dersler ihtiva etmesi nedeniyle Arapça diline tercüme edilip yayınlanması görevini üstlendik.
İlk makale Prof. Tsarifeski’nin olup, okuyucu bu makalede Altınağızlı’nın yaşa-dığı çağdaki yaşam ve çalışma sıkıntılarını bulur. İkincisi ise Prof. Liyonid Bise-rof’a aittir. Bilgiler, bunda da ilk makalede mevcut olan bazı durumların tekrar edildiği yönündedir, oysa Arapça dilini okuyanlar için yeni ve sağlam teolojik fikirler içermektedir.
Bu iki makaleye Prof. Libidev’in <> adlı, insanların fikir-lerini meşgul eden dinsel bir sorunun çözümüne uğraştığı ve çeşitli asırlarda araş-tırmalara sebep olan makalesini ilave ediyoruz.
Eğer okuyucu bu makaleler içinde bir fayda ve lezzet bulursa teselli bulacağım.
Altınağızlı Aziz Yuhanna ve Antakya’daki Kilise Hizmeti
Tarifeski
Altınağızlı Aziz Yuhanna’nın kilise hizmetleri çağdaşları olan diğer ruhanile- rin hizmetlerinden cevher açısından farklıdır.Bilindiği üzere Altınağızlı’nın yaşa-mının ve hizmetinin büyük bir bölümünü geçirdiği, İsa’dan sonraki dördüncü yüzyılın ikinci yarısı, büyük teolojik mücadelelerin yaşandığı bir asırdır. Bu asır-da hristiyanlar genellikle yalnız teologlar değil fakat teolojiden ziyade dünyevi bilimlerden habersiz olanlar da ihtilaflı olan dinsel konuların çözümüne ilişkin bilgilenmeyi kendileri için en sevimli iş olarak görürlerdi. İmanın anlatılması ve savunulması ile görevleri icabı sorumlu olan kilise ruhanileri de, dikkatlerini teo-lojik gerçeklere ve sorunlara yönelttiler. Zira hizmetlerinin ilk amacının, yaşadık-ları zamandaki bu teolojik sorunların çözümü olduğunu varsayarlardı.
Hâlbuki Altınağızlı, kendine ayrı bir program tasarladı, o da edebi vaaz idi. O asırda edebi vaazlar dini vaazlar gibi zaruri idi. Zira Antakyalılarda göreceğimiz gibi Hristiyan âlemi, edebi ilkelerden vazgeçip Hristiyanlık dininin esaslarını ih-mal etti ve çirkin işlerin kızgınlığına daldı. Dördüncü asırda, hristiyanların iç ya-şamları putperestlerin yaşamlarına benziyordu. Altınağızlı bu konuda << Hristi-yan topluluklarda gerçek hristiyan bulmak zordu>> diyordu.
Hristiyanların ahlakı ve adetleri ve ahlaki anlayışları esaslı bir reforma muh-taçtı. Altınağızlı, kendini bütünüyle bu hizmete tahsis eden ilk ruhani idi.
Evet, Aziz Büyük Basiliyos ve özellikle teolog Aziz Gregoryos vaazlarında, çoğunlukla hristiyanların yaşam biçimlerinin Hristiyanlık dininin isteklerine uy-madığı hususunda dikkatleri çekerlerdi. Ama vaazları Hristiyanlık inancının özel bir şekilde anlatılması olup ve teorik görüşlerin konuya hâkim olması nedeniyle de toplumun edebi eksiklikleriyle mücadelede arzu edilen başarıyı getirmemek-teydi.
Aziz Altınağızlı bütün gayretini hristiyanların ahlaki hayatlarına ve iç yaşam-larına ve karşılıklı ilişkilerine yöneltmiş olduğundan ahlaki öğretilerde onları etkileyebilen tek vaiz olabilir. Altınağızlı, kendi özel düşüncesi ve benliği ile bir çoban idi. Bu nedenle, bütün inayetini cemaatine ve ahlaki yaşamlarına yöneltti. Ve bütün yaşamını ve gücünü cemaatinin ahlaki ıslahına adadı. Bunun için Kili-senin bütün pederlerinden ayrı olarak <> diye ad-landırılmalıdır. Tek hedefi çağdaş hristiyan topluluklarını yalnızca terbiye etmek değil, ahlaki yaşamda yenilemektir. Bunun için halkı, Hristiyanlık dininin ruhuna aykırı olan davranışlardan arındırmak ve yaşamlarını İncilin ahlak ilkeleri esas-larına göre bina etmeye gayret etti. Altınağızlı bu amaçtan asla vazgeçmedi. Ve ahlaki eğitimden başka kendine bir hizmet edinmedi.
Bu nedenle Altınağızlı, inanç sistemlerini öğreten bütün çağdaş pederler ör-neğini takip etmedi, kendine yaşam öyküsünde göreceğimiz gibi fiili bir hizmet seçti.
Altınağızlı Aziz Yuhanna, Miladi 347 yılında doğdu. Ve Allah ona, fiili hiz-met ve özellikle de ahlaki eğitim vaizliği için gerekli akli mevhibeleri vermişti. Ve o derin bir akli feraset, ender görülen zihni çabukluk ve çevresindeki her şeyi kontrol edebilme yetisiyle sivrildi. Güzel bir hafıza, ahlaki eğitimdeki gerekli özellikler Altınağızlı’nın sahip olduğu akli özelliklerdi. Buna ek olarak sahip ol-duğu özellikten kaynaklanan ve fikirlerini cazip bir yol ile açıklama yeteneğini söyleyebilirim.
Konuşma mevhibesi en önemli yeteneği idi. Bu yeteneğine rağmen inanç sistemi öğretimine meyilli değildi. Çünkü bu alandaki eğitim, teorik düşünmeyi gerektiriyordu. Oysa Allah Altınağızlı’ya güzel ve açık düşünmeye eğilimli bir akıl ihsan etmişti. Bu nedenle kendini kendiyle sınırlayıp yalnız kendi için yaşa-yamıyordu. Kendi özelliğinden dolayı dış hayata ve başkaları arasında ve başka-ları için çalışma yapmaya meyilliydi. Altınağızlı’nın, sosyal hayat ve bu hayatın mutluluğu için çalışma hususundaki ısrarlı gayesi buradan çıkmıştır ve bu özel-liğiyle de sivrilmiştir. Kendine önem vermemesi ve kendine ait menfaatleri unut-masının sebebi budur. Cemaatine söylediği şu sözlerden de açıkça görülmekte-dir: <> Buradan onun sosyal bakışı anlaşılmakta ve doğruluğa olan eğilimi ona gençliğinde ve yaşlılığında sadık dostlar edinmeyi sağlamıştır.
Altınağızlı’nın ahlakı ve akli mevhibelerinin tamamen uygun şartlarda geliş-mesi şansı mümkün olmuştur. Yetiştiği çevre ve edindiği terbiye ve içinde yaşa-dığı cemiyet onun doğal yeteneklerinin ve kişisel eğilimlerinin kendi şahsiyetine ve çalışma yaşamına uygun bir şekilde gelişmesine yardım ediyordu.
Antakya, Suriye’nin başkenti ve Altınağızlı’nın doğum yeri ve rahip rütbesiyle ruhani hizmetlerinin merkezi idi. Ve halkı şeref mertebesi ve zenginlik bakımından iki kesime ayrılırdı. Birinci kesim, Makedonya’dan göçüp burayı fetheden ve şehri kuran Yunanlılardı ve bunlar yerel servete sahip Eşraf tabakasını oluştururlardı. İkinci kesim ise şehrin fakir, yorgun ve yenilmiş Suriyeli halkıydı. Her iki kesim de Altınağızlı’nın zamanına kadar bağımsızlıklarını korudular. Ve dördüncü yüzyıla kadar öncesinde olduğu gibi farklı durumlarında kaldılar ve genellikle imtiyaz sahibi zenginler Yunan asılıydı. Ve fakirler de Suriyelilerdendi. Altınağızlı’nın zamanına kadar çoğunluğu aralarında kendi dilleriyle anlaşırlardı, zira hepsi Yunanca dilini tamamen anlarlardı. Bunlar ne kadar hor görülse de ne kadar kıt gelirli ve esnaf olsa-lar da güven, çalışma sevgisi ve dua etme ve tahammülkar olmakla bilinirlerdi. Fakat Makedonyalı göçmenler ise hızlı ve hareketli huylarla bilinseler de çalışmaya eği-limli değillerdi.
Yunanlılar yerli Suriyelilerin yumuşak huylu ve çalışmaya meyilli olmalarından yararlanarak, Suriyeliler hesabına tembel bir hayat sürdüler ve zevk ve eğlenceye teslim oldular. Şehrin kuruluşundan birkaç on yıl geçtikten sonra yani ikinci halife Lantiyohos Epifanis döneminde Filistin’den gelen Yahudilerden oluşan üçüncü bir kesimin temeli kuruldu ki bunlar şehirdeki Tüccar ve esnaf tabakası idi. Ve bu taba-ka, birçok yerden gelen göçmenlerin ve şehirde zevk ve eğlence hayatına kapılmış olanların hesabına zenginlik ve kısmetlerini aramak için gelenlerin katılımıyla yavaş yavaş büyümeye başladı. Doğunun başkenti olmaya başlayan Antakya şehrine muh-telif yerlerden ve kesimlerden insanlar gelmeye başladı. Tüccar ve sanat erbabından ayrı olarak birçok sebeplerle daimi veya geçici yerleşmek amacıyla gelenler de var-dı. Bunlardan bazılarını, bu şehirdeki eğlence hayatının kendi bölgelerinde bulunan-lardan daha fazla olması cezp etmişti. Bazıları da Antakya’ya çalışmak ve zanaatla uğraşmak veya hizmet ve benzeri işlerle uğraşmak için gelmişti. Bu nedenle An-takya’da birçok yöreden değişik sosyal konumlu değişik menşeli yaşam biçimi muhtelif çalışmaları ve huyları değişik birçok çeşitli insana rastlamak mümkündü. Bu sebeple şehir işsizlik ve tembellikle ve aynı zamanda çalışma ve gayretlerle kay-nıyordu. Böylesi bir şehirde doğan, Hristiyanlık ahlakının sancağını taşıyan ve gele-cekteki vaizi olan Altınağızlı’nın, insanların ahlakını araştırmak ve çağdaş yaşamın tam bir araştırmasını yapmak için seyahat yapmaya ihtiyacı olmaması büyük bir önem arz eder. Bütün bunlar onun doğum yerinde bir arada toplanmıştı. Bütün gö-rüntüleriyle güçlü bir yardımcı gibi, çağdaşlarının yaşamı sanki bir arazide gömül-müş ve patlıyordu. Böyle bir durumda herhangi bir kişide o çağın gerçekleriyle tanı-şabilirdi. Kaldı ki Altınağızlı gibi çok dikkatli öğrenmeye meyilli, her an ve her adımda muhtelif kesimlerden değişik durumlarda ve görüşlerde ve huylarda olan insanlarla karşılaşıyor ve öyle bir zekâya sahipti ki süratle en ince ve en uzak görün-tüleri inceliyor ve çağdaşlarının yaşamlarını ve durumlarını ve tercihlerini, ihtiyaç ve eksiklerinin ve karşılıklı ilişkilerini ve toplu olarak esaslı bir bilgi edinmek Ahlak öğretmeni ve ahlaki terbiye sancağını taşıyan için öğrenmenin gereğidir. Bu etki altında, bu hizmetin ehemmiyeti fikrine yalnız kendisi ulaştı.
Altınağızlı, Antakya’da doğması nedeniyle yüksek tabakaya mensuptu. Babası Saykond, Suriye Ordusu başkanının birinci yardımcısıydı. Oğlunun doğumundan iki yıl sonra öldü. Annesi Ansosa oğlunun terbiyesi görevini üstlendi ve bu inayet onu Hristiyanlığın büyük ahlakının vaizi olmaya hazırladı. Ömrünün ilk yirmi yı-lını kesintisiz olarak annesinin yakınında geçirdi. Bütün ahlaki sıfatlarının en gü-zellikleriyle gelişmesini yalnız annesine borçluydu. Bütün bu yıllarda vaftiz ol-mamıştı. Fakat gerçek bir hristiyan olan annesinin ona çocukluğundan beri Kitabı Mukaddesi öğretmesi ve sevdirmesi sayesinde yüksek ahlaklı yaşamında ve inan-cında gayretli bir hristiyandı.
Terbiye yollarını araştırıp ortaya koydu ve dünyanın aldatmacalığından bekle-diği her şeye karşı güçlü bir koruma oluşturdu. (Gelecekteki faydalarına da kefil olmakta) O, zenginliğin varisi olan tek adamdı. Eylem sahasına onu ilk yönlen-diren şahıs annesi Ansosa idi. Yumuşak huylu bir yaratılışla süslü olan Ansosa bununla birlikte mahir bir faaliyet kadınıydı. Genç yaşta dul kalmasına rağmen gelecekten korkmadı, kocası Saykond’un ölümünden sonra bıraktığı birçok em-lak ve zenginliği kendisi idare etmeye başladı.
Bu işler zeka,akıl,emek ve faaliyet ister. Büyük evi içerisinde (Kendi beyanına göre) birçok özgür hizmetçileri arasında gerçek bir hanımefendiydi. Kendisine teslim edilenleri ölen kocasının yakınlarının açgözlülüklerinden koruyabildi. Zira onlar kocası Saykond’un bıraktığı zenginliklerden faydalanmak istiyorlardı, ayrı-ca sivil otoritelerden gelen saldırılara da cesaretle karşı koydu. Buradan, Altın-ağızlı Azizin sadık, hikmet sahibi deneyimli bir annenin idaresinde oldun ve faal bir insan olarak gelişmesi gerektiği açıktır. Kişiliğiyle faal bir hayata meyilli ol-duğu ve gelecekte de anlaşılacağı gibi annesi Ansosa oğlunu sosyal toplum içinde faydalı hizmetler için hazırlamıştır.
Altınağızlı yirmili yaşlarda evrensel bilimleri öğrenmeye başladı. Yaşamının bu döneminde, annesinden başka kişiler onun kişiliğini etkilemeye başlar. Ama en büyük tesir yine annesinin idi. Bu zamanlar da bütün Hristiyan okulları Kral Yulyanos’un emri ile kapalı idi. Hristiyanlar evrensel bilimleri öğrenmeleri için çocuklarını putperestlerin okullarına ve öğretmenlerine göndermek zorunda kaldılar.
Hristiyanlardan zeki düşünceliler çocuklarını, putperest öğretmenlerin, onları putperest inanca cezp etmelerinden korktukları için çocuklarını yirmi yaşlarından önce bu okullara vermiyorlardı. Ve Ansosa da oğlunu bu yaşa kadar kendi terbiyesi altında bulundurdu ve onu ancak Hristiyanlık inancı içine tam yerleştikten sonra putperest öğretmenlere teslim etti. Antakya’da en güzel okul Libanyos Okulu idi. Altınağızlı bu okulun talebelerine katılır. Bu okulun ilk eğitimci ve lideri de kariz-matik, samimi, vatansever Libyanos’un kendisiydi. Yulyanos’un hararetli dostu idi. Onunla birlikte putperest dininin tekrar geri gelmesini hayal ederlerdi. Ve bu amaca yönelik bir okul kurdu, yeni gelişimin putperestlik ruhu üzerine terbiye edilmesi amacına yönelik bir okul idi. Ve kendisi de putperestler arasında onur ve doğruluk ilkeleriyle tanınmış birisi olduğundan, onu dinleyenlerden, putperestlik inancının eksikliklerini saklamak istemiyordu. Ve putperestliğe ilişkin savunma-larında, onların gözü kapalı bu inanca katılmalarını kastetmiyordu. Ve putperest-liğe samimi bir saygı duyardı. Dini ve ahlaki ilkelerden ziyade görkemli geçmişin buna bağlı olması ve bu temele dayanarak doğan ve himayesinde gelişen bilim ve teknik için putperestliğe saygı duyardı. Onu dinleyenlerin dikkatlerini bu yöne çekerdi. Cezbeden derslerinde putperestliği en mükemmel görüntülerle temsil et-meye çalışırdı. Öldüğü güne kadar bu eğitimi sürdürmesine rağmen bu konudaki başarısı düşüktü. Bu işlerinde kendisine yardımcı seçmek amacıyla talebelerini dikkatle izlerdi ve kendisinde zekâ ve güç bulduğu öğrencilerine özel bit ihtimam gösterir ve onları özlemini çektiği putperestliğin yenilenmesi hedefine hazırlardı. Bütün öğrenciler arasında yalnız Altınağızlı Libanyos’un dikkatini çekmişti, O’nda yalnız kendisine yardımcı olacak değil fakat kendisine halife olabilecek yetenekler görmüştü. Libanyos Altınağızlıdaki tanrı vergisi hitap etme yeteneğinden emin olunca, bütün özenini bu yeteneğin yüksek dereceye gelişmesi hedefine yöneltti ve bunda büyük başarı elde etti. Altınağızlı’nın, düzgün konuşma konusundaki ders-leri öğrenmek üzere bütün benliğini vermesi Libanyos’a bu konuda yardımcı ol-muştu. Ve öğretmeni Libanyos’un eli altından meşhur bir konuşmacı olarak çıktı, o kadarki öğretmeninin tanıklığına göre asrının iftiharı olacak derecedeydi. Liban-yos’un İmparator Birinci Valentinyanos’a yazdığı övgüde Altınağızlı için söylediği sözler şöyle: <<İmparatoru bu şekilde yüceltmeyi başaran yazar mutludur. Ama böylesi müthiş bir yazarın bulunduğu çağda hükmeden imparatorlarda mutludur.>> Ancak Libanyos esas hedefi olan ve putperestlik inancı algılamasından sonra Altınağızlı’nın kendi okulunda kendisinin halefi olması isteğine erişemedi. Altın-ağızlı özünde hristiyan olarak kaldı. Annesinin etkisi, öğretmeninin etkisinden daha güçlüydü. Ve Libanyos hristiyanların Altınağızlı’yı kendisinden kaçırdık-larını açıkladığında Altınağızlı'nın annesinin kedisine karşı galip geldiğini itiraf etti. Bu kaçırma olayında en etkili faktörün Ansosanın etkisi olduğu şüphe götür-mez. Doğrusu şöyle söylenmeli: Annesi Altınağızlı’yı kaçırmadı ama eli altından kaçmasına izin vermedi. Ve öğretmeni Libanyos’a onu kaçırma fırsatı vermedi. Bu nedenle onun için doğru bir söz söyledi: Acayip Kadın (Müthiş). Ve Libanyos’u özellikle hayrete düşüren şey annesinin oğluna olan etkisi ve ona verdiği terbiye idi. Ansosa oğlu üzerindeki büyük etkisinden emin olmasaydı,oğlunun eğilimleri herkesçe bilinen Libanyos’un okuluna girmesine izin vermezdi. Altınağızlı’ya ve gelecekteki hatiplik işlerine Libanyos’un etkisi gayet açıktır. Kısaca Libanyos’un Altınağızlı’nın onunla beşeriyetin yenilenişini tekrarlamaya azimli olduğu bir sistemi kemale erdirmiş olduğunu söyleyebiliriz.Tarihçiler, Altınağızlı’nın öğret-menleri arasında Filozof Andragasosun adını zikrederler. Ama bu filozofun kişi-liği hususunda, Libanyos’un okulunda bir eğitimci mi yoksa başka bir özel okuldan mı olduğu konusunda ve bu filozofun Altınağızlı üzerindeki etkilerinden söz et-mezler. Ancak sonradan gelen bazıları, bu filozofun özellikle nesnelerin açık bir şekilde tarifi ve anlaşılması ve onlar hakkında isabetli hükmün verilmesi ve dü-şüncelerin kolay bir yol ile anlatılması konularında Altınağızlı üzerinde etkili olduğunu söylerler. En doğrusu bu durumların gelişmesini öğretmeni Libanyos’a atfetmektir. Çünkü düzgün konuşma ve hitabet öğretmeniydi. Zira bu özellikleri ile tatlılaşan ve bunları kendisinden sonra hitabet sanatında halefi olmasına uğraştığı öğrencisine anlatmada geri kalmadı. Mademki Andragasyos öğrencisine felsefe sevgisini ve onun büyüklerine saygıyı özümsetemedi, Altınağızlı üzerindeki etkisi, basit felsefi bilgileri edindirmekten ileriye gitmesi mümkün olamaz.Altınağızlı’nın filozof Andragasyos’un derslerinde hazır bulunmasının yalnızca felsefe dersleri için olmayıp belkide kültürlüler nezdinde yüksek bir mertebe işgal eden bu konular hakkında cahil kalmamak için bulunduğu ihtimalini de uzak tutmamak gerek. Eğer Andragasyos Libanyos’un okulunda felsefe öğretmeni idiyse Altınağızlı onun derslerine okulun programı uyarınca katılmıştır. Çünkü program öğrenciye bunu zorunlu kılar. Bu durumda Andragasyos’un Altınağızlı üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Keza, Altınağızlı’nın hayatını yazan eski tarihçilerin yazılarında da buna ait bir işaret bulamıyoruz.
Altınağızlı evrensel eğitimini tamamladıktan sonra avukatlık mesleğine katıldı. Bu mesleğin, gelecekteki vaizlik hizmetine ilişkin güzel sonuçları vardı. Çağdaş hayatı yüz yüze tanımayı bu meslekle elde etti. Bu mesleğin gereği insan topluluk-larının arzuları, ihtiyaçları, eksiklikleri ve zulümlerini öğrenmek zorundaydı. Ve özel bir şekilde, şehirde tanınmış bazı şahısların ihtiyaçlarını ve zulümlerini öğren-di. Bundan ayrı olarak da mesleği kendisine, güçlü ve zenginleri baskısı karşısında ezilenlerin ve yoksulların savunucusu olmayı öğretti. Güzel hatipliği açısından bu onun için en iyi tecrübe idi. Ancak bu meslek az kalsın onun ahlakını zedeleyecek-ti. Zira avukatlık mesleği icabı yüksek tabakayla tanışmak onlarla bağlantılı olmak zorundaydı. Bu da onun laik bir yaşama dönmesinin sebebi olacaktı. Eğlence me-kânlarından tiyatroya ve başkalarına yönelmeye ve neredeyse kutsal kitabı öğren-mekten korkmaya başladı. Evet, bunun sonuçları Altınağızlıya fayda sağladı. Zira bu sayede insanın kendi deneyimi ile dünyanın hilelerine karşı koymanın ne kadar zor olduğunu anlayabilme imkânına sahip oldu ve ahlaki bozulmaların sebeplerinin gizlenmiş olduğu bu yerleri tanımasını kolaylaştırdı. Ve aynı zamanda Altınağızlı-nın ahlakını da korkunç bir tehlikeye düşürdü ancak mutlu bazı olaylar sayesinde bundan kurtuldu ve başka şartlar vasıtasıyla da bu kurtuluşa sahip olabildi zira uçu-rumun kenarındaydı. Altınağızlı’nın ince ahlaklarıyla bilinen sadık dostları vardır. Ona ricayla ısrar da bulundular. Ve bu halinin sebep olacağı geleceğini düşünmeye başladı. Altınağızlı’nın doğru yola dönmesini dostlarına bağlayan tarihçiler, annesi Ansosa’nın oğlunun bu korkunç yaşamına ilişkin herhangi bir itirazından bahset-mezler. Annesi Ansosa oğlunun bu yaşamdan dönmesinin, onu bu yaşam biçimine cezbeden yüksek tabakayla olan bütün bağlarının kopması anlamına geldiğini şüp-hesiz biliyordu. Ve aynı zamanda onun bugün bulunduğu yere varmasının sebe-binin onların olduğu ortaya çıkıyordu. O bozulmuş çağda eğlence hayatı, yüksek tabaka için yaşamın gereklerindendi. Bu yaşamdan uzak kalmak, eşrafın muhitin-den çıkma ve onların saygısından yoksun kalma anlamındaydı. Hizmetleri sayesin-de edindiği mevkiyi kaybetmekte işin cabasıydı. Altınağızlı’nın başına gelenlerde bunlardı. Bu yaşamdan uzaklaşmak, Altınağızlı'yı avukatlık mesleğini terk etmek zorunda bıraktı. Annesi Ansosa bu durumu istemiyordu. Mümin bir hristiyan ve güçlü bir anne olduğu halde oğlunun bu gidişatına itiraz etmiyordu. Kaçınılması mümkün olmayan kötülüklere razı oluyordu çünkü oğlu insanlara yararlı şeyler sunuyor ve onun sahip olduğu faydalı ve yüksek mertebeyi gördükçe yaraları büyük bir teselli ile doluyordu. Ama Altınağızlı’nın dostlarını bu tür düşünceler etkilemiyordu. Çünkü onlar, avukatlık mesleğinin kaybedilmesinin Altınağızlı’nın sahip olduğu yetenekler yanında bir anlamı olmadığını ve mahkemelerdeki savun-ma görevinin Altınağızlı’nın gücünü daralttığını görüyorlardı. Bu nedenle ona bu yaşamdan uzaklaşması için nasihatte bulunmaktan korkmuyorlardı. Ve onlarda Ansosa gibi onun bu yaşamdan uzaklaşmakla, yüksek tabaka için bir yabancı gibi olacağını ve bununla da dünyevi mertebelerde yükselmesi için yardımcı olacak bütün yolları kaybedeceğini de biliyorlardı. Tarihçiler bu dostların, Altınağızlı’yı yalnız bu hayattan uzaklaştırmaya çabalamakla kalmayıp, ona dünyevi hizmetleri tamamen terk etmeyi de süslediklerine tanıklık ediyorlar. Çünkü onlar, böylesi nadir görülen tanrı vergisi yeteneklere sahip birisinin dünyevi hizmetler yerine ruhani hizmetler vermekle insanlığa büyük yararlar sağlayabileceğine inanıyorlar-dı. Ve ona ya Antakya Kilisesi ruhaniler sınıfına katılmayı veya rahipliğe geçmesi hususunda nasihatte bulundular. Rahipliğe girmesi konusunda en iyi arkadaşı Basi-liyos özel bir şekilde gayret ediyordu. Fakat Annesi Ansosa oğlunun rahipliğe gir-mesini istemiyordu. Ve görüleceği gibi bunun ölümünden sonraya kalmasını arzu ediyor ve onu baba evinde kalmaya ikna etmek için devamlı ona şöyle hitap edi-yordu: <> ve açıkça ona <> demiyordu. An-laşılan odur ki Ansosa için oğlunun rahip olmasını düşünmek zordu. Ve Altınağızlı Yuhanna annesini üzmek istemediğinden onun evinde kaldı. Dünyevi hizmetleri bıraktıktan kısa bir süre sonra, Antakya Episkoposu Melatyos’a yakınlaştı ve sıkça ona gidip geliyordu. Bu Episkopos’un etkisi ve annesinin arzusunu yerine getirmek isteğiyle Melatyos’un eliyle vaftiz oldu.Altınağızlı’nın gelecekteki hizmetleri konusunda haber veren Beladyos’un nasihati ile Melatyos, Yuhanna’nın gelecek-teki ruhanilik görevini kendi ruhanileri içinde hazırlamaya başladı ve onu zorda olsa okuyucu sıfatı ile Antakya Kilisesi görevlileri arasına almayı başardı.
Yuhanna, ruhaniler sınıfına girmesinden sonra Teoloji eğitimine başladı. Bilin-diği gibi o zaman bugünkü bilinen şekliyle teoloji eğitimi ile ilgili okullar yoktu. Ama ruhaniler muhitinde yaşamak ruhani hizmetlere hazırladığı gibi ilahiyat bilimini edinmek içinde iyi bir okuldu. Burada yaşamlarını ruhani hayata adamış olan gençler yetenekli ruhanilerin kontrolünde terbiye ediliyor ve başkalarını Hristiyanlık bilinci ve iman ruhuyla nasıl terbiye edeceklerini öğreniyordu. Altın-ağızlı döneminde Antakya ruhanileri, güzel bir düzene ve bilgi kapasitesi ile yük-sek ahlaklı birçok ruhaniye sahip olmakla ün saldı. İkinci guruptan Melatyos’un kendisi şöhret sahibi oldu. Fakat bu ruhani çalışmayı söz söylemekten çok ve iba-deti de hatiplikten daha çok severdi. Ve Altınağızlı onun için şu tanıklığı yapar: <> Ve Antakya ahalisi ona kutsallığı nedeniyle saygı duyardı. Adının dahi söylenmesi anında yürekleri sevinçle dolardı. VE herkes oğlunun Melatyos adıyla çağrılmasını isterdi. Çünkü bunun aile için süs ve bu ismi taşıyan herkes için bir mutluluk ve kurtuluş sembolü olduğuna inanırlar-dı. Ve bu sevilen episkoposun adının yüzüklere, pullara, kupalara ve evlerin duvar-larına yazıldığı görülürdü. Ve Melatyos’un Antakya halkı üzerindeki büyük etkisi-ni ispat için şunu söyleyebiliriz: Antakya sakinlerinin birçoğu Aryos inancından dönüp Melatyos’un Ortodoks olması nedeniyle Ortodoksluğa girdiler. Ve bu ruha-ni liderlerinin gerçeğin ve güzel tapınmanın büyük savunucusu olduğuna inanırla-rdı. Sapkınlıklara yönelmekten vazgeçmek için Melatyos’un Antakyalılara kendi görüşünü ilan etmesi yeterliydi. Altınağızlı’nın belirttiğine göre Melatyos hatipliği olmayan fakat eğitimde sadık bir kişiliği olan bir ruhani idi.Yani maharetli bir çoban gibi eğitimi iyiydi. Ve yalnızca terbiye için yararlı olan şeyleri konuşurdu.
Tarihçiler, bu yüksek ahlaklı dini liderin yaşamında faziletli hayata ne kadar saygılı olduğunu izah eden iki olayı zikrederler. Liderlik hizmetlerine başlar başla-maz ahlaki eğitim yoluyla halkı etkilemeye başladı. Ve bu sayede onları gerçek iman eğitimine çekiyordu. Tarihçi Tiyodoris ve Sozomin, Melatyos’un Antakya Episkoposluk tahtına çıktığı gün kralın vermiş olduğu emir gereği kendisi ve diğer episkoposların, Süleyman’ın Meselleri kitabının 8/22–23 ayetleri hakkında irtica-len bir vaaz vermeleri gerekirdi. Bu ayetler hikmetin yaratıcılığından bahsederdi. Ve bu ayetler yüzünden Ortodokslar ve Aryos taraftarları arasında şiddetli mücade-leler olmuştu. Hatta bu ayetlere ilişkin mücadele Kutsal Kitabın bütün ayetlerine ilişkin çıkan mücadelelerden daha çetindi. Konferans konusu olarak tespit edilen konular net olarak inanca ait akidesel olmalarına rağmen, imparator özellikle kon-feransı aynı amaca yönelik olan bu abidesel konuya münhasır olmasını sağladı. Episkopos Melatyos konuşmasına, Mesih’le olan içsel birliğe ilişkin ve hristiyan-lıkta ahlaki yaşamın temeli olan ahlak kurallarına ait fikirlerle başladı. Dinleyici-lerin bu konuda gönüllü ve dikkatli olduklarını görünce inanca ait konulara geçti. Ve burada, dinleyicileri tecrübe yöntemleriyle algılanamayacak konulara yönel-memeleri hususunda basit yollarla ikna etmeye yoğunlaştı. Aziz Melatyos Antakya Episkoposluk tahtına çıkarken bu yöntemi takip ederken, imparator ise ondan inanç akidesini açıklamasını talep ediyordu. Dinleyicilerde ondan bunu bekliyorlardı. Çünkü ondan önceki Episkoposların da yaptığı gibi adetler bunu gerektiriyordu. Ona verilen konu da inanç akidesinin açıklanması yönündeydi. Bütün bu sebeplere karşın vaazında ahlaki sistemi takip ettiyse de geriye kalan hizmetlerinde, halkı inanç konusundaki tartışmalardan men etmeye ve halkından her bir ferdi, doğru imanın iyi işler yapılmadan kurtuluş sağlayamayacağı konusunda ikna etmeye çalıştı.