Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə19/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   32

İlk Celalilerden olan Şah Veli Yavuz Sultan Selim iktidarının son yıllarında Yozgat-Kayseri yöresinde ayaklandı. Bu ayaklanma Erzincan yakınlarında müritleriyle kılıçtan geçirilen Şeyh Celal ayaklanmasının devamı niteliğindeydi. Osmanlı‘nın zulmü Ferhat Paşa ve Dulkadirli beyi Şeyhsuvaoğlu Ali Bey eliyle dayanılmaz bir hale gelmişti. Yavuz Sultan Selim‘in Veziri Ferhat Paşa Sivas‘ta mal toplamakta halka sürekli baskı yapmaktaydı. Amasya‘da sevilen tarikat Şeyhlerinden Gümüşlüoğlunu ve 500-600 civarında Alevi‘yi Kızıl taç giyerek Şah İsmail safına geçen şehzade Murat‘la ilişkileri olduğu gerekçesiyle öldürüldü. Ardı arkası kesilmeyen katliamlar üzerine çevresinde 4 bin kadar insan toplayan Şah Veli ayaklandı. Ayaklanmacılar ilk olarak Şeyh Celal Ayaklanmasını kanla bastıran Şeyhsuvaroğlu Ali Beyin Bozok(Yozgat) Valisi olan oğlu Üveyş Beyin evini bastılar. Böylece Şeyh Celal‘in ve katliamların öcünü almak istediler Üveyş beyi öldürdükten sonra Sivas beylerbeyi Şadi Paşa‘nın üzerine yürüdüler. Şadi paşa ayaklanmayı bastırmak için asker toplamaktaydı. Ayaklanmacılar fırsat vermeyip Zile‘de saldırdılar ve iki günlük bir savaş sonucunda Osmanlı ordusunu dağıttılar. Şadi Paşa yaralı olarak kaçarak kurtuldu.

Şah Veli‘ye Zile ,Turhal, Amasya ve Erbaa yörelerinde yaşayan keçeci ve çanağılı olarak adı geçen Alevi Türkmenler katıldılar. Şadi Paşa‘yı yenince Şah Veli‘nin ünü yayıldı, halk desteği arttı. Yavuz Sultan Selim güçlerinin baldırı çıplak bir Alevi ayaklanmasına yenilmesine çok öfkelendi ve Şah Veli üzerine Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa‘yı gönderdi. Dulkadirli Ali Bey, Karaman Beylerbeyi ve Sivas Beylerbeyi‘de İstanbul’dan gelecek Ferhad Paşa‘yı karşılayacak ve ona destek olacaktı. Ama Ali Bey ve diğerleri Ferhat Paşa‘yı beklemeden ayaklanmacılara saldırdılar. Kızılırmak üzerindeki Şahruh Beğ köprüsü civarında çok kanlı bir savaş yaşandı. Ayaklanmacılar yenildi. Bu savaşta Şah Veli Zile yöresinde oturan ulu Yörük topluluğuna bağlı Cungar oymağınca yakalanarak Şeyhsuvaroğlu Ali Bey‘e teslim edildi. O da Şeyh Celal gibi Şah Veli‘nin de başını keserek Yavuz Sultan Selim‘e gönderdi.

Dulkadirli beyi Şeyhsuvaroğlu Ali Beyin Osmanlı‘ya yaranmak için gösterdiği bu gayretkeşlik başına bela olacaktı. Ferhat Paşa “kendine övünç payı bırakmayan“ Ali Beye kinlenmişti. Sultan Süleyman devrinde intikamını alma fırsatını yakalayacaktı. Kanuni Sultan Süleyman‘ın tımarlar yeniden dağıtmasını fırsat bilen Şeyhsuvaroğlu Ali Beyi ve ailesini 1522‘de ortadan kaldıracaktı.

Şeyhsuvaroğlu Ali Bey işbirlikçi tımarlı sipahilerin örneklerinden biridir. Yavuz Sultan Selime Çaldıran Savaşı’nda ve sonrasında sadakatle hizmet etmiş, Osmanlı Paşalarından önce saldırmıştı Kayseri‘den Maraş‘a uzanan Dulkadirli ülkesi Alevi Kızılbaş halkın yoğun olduğu, tekke ve dergahlar çevresinde örgütlendiği bir bölgeydi. Hacı Bektaş‘taki ana dergah da bunlardan biriydi. Şehysuvaroğlu Ali Bey de Hacı Bektaş‘taki dergaha görünüşte hep hürmet etmişti. Çıkarları gereği Şah İsmail‘in düşmanı Yavuz Sultan Selim‘in yandaşıydı. Ama diğer yandan kendisinin de Alevi inancından olduğu anlaşılıyor. Ama görüldüğü gibi işbirlikçi bir Aleviydi. Diğer tımar sahibi beylerde de olduğu gibi bağlılığı halkına değil çıkarlarınaydı, egemenlereydi. Buna rağmen, egemenlere hizmetlerindeki gayretkeşliğine rağmen katliamcılığına rağmen egemenler ilk fırsatta onu yok ettiler.

1516‘da ölen Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı postnişini Balım Sultanın türbesini Şeyhsuvaroğlu Ali Bey yaptırmıştı Yavuz Sultan Selim‘in uzak durduğu ama babası Bayezit‘le yakın ilişkisi olduğu bilinen Balım Sultan‘a türbe yaptırması da çıkarları gereğiydi. Ki 1519‘da yani Şeyh Celal Ayaklanmasını katliamla bastırdıktan sonra Şeyhsuvaroğlu Ali Bel‘in bu bağışını kabul etmesi Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı‘nın o günkü işbirlikçi konumunu gösteriyor.

Yine de Yavuz Sultan Selim bu “siyasetten uzak kalma “tavrını yeteri görmemiş ve bazı tarihçirere göre 1519‘da Hacı Bektaş-ı Veli Dergahını kapatmıştı. Yani Balım Sultan ve dervişlerinin gönlü Osmanlı ile uzlaşmadan yana da olsa Osmanlı-halk çatışmasının keskinliği ve Serçeşmenin Alevi halkın gözündeki konumu uzlaşmaya izin vermedi.

Şeyhsuvaroğlu Ali Bey‘in böyle bir bağışta bulunma ikiyüzlülüğü yaparak Şerçeşme‘de ellerindeki kanı yıkamaya çalıştığı açıktır. Kalender Çelebi 1527‘de Osmanlı işbirlikçiliğine isyan ederek Dergah‘ın sesizliğini sona erdirecek ve siyasi itibarını yeniden kazandıracaktı.

Osmanlı‘nın ekonomik ve askeri olarak en güçlü olduğu 16. yüzyıl halk için ayaklanmalar ve katliamlar yüzyılı oldu. Osmanlı “Cihan imparatorluğu“ olmanın formülünü keşfetmişti. İşgal, Yağma, Talan… Dizginsiz bir zulüm ve sömürü…. Sömürgecilerin Güney Amerika‘da ağır çalışma koşullarına ve açlığa dayansın diye yerlileri koka bitkisi ile uyuşturduğu gibi Osmanlı da halkı dinle uyuşturuyordu. İslam’ı afyon gibi kullanıyordu. Kuşkusuz bunu yapabilmek için İslam’ı halkın elinden alıp tam anlamıyla bir zulüm ve sömürü dini haline getirmesi yani Emevi İslam’ı biçimine sokması gerekiyordu. 16. yüzyıl boyunca halka yönelik katliamlara ek olarak ideolojik olarak da İslam’ın ezilenleri, yoksulları gözeten eşitlikçi yanları tasfiye edilmiştir. Öncelikli hedef İslam dininin bu yanlarını siyasi mücadelesine bayrak edinen Alevilik olmakla beraber düzenin sınırlarını aşan Sünnilik de bu tasfiyeden nasibini alacak “halk dini“ tasfiye edilecekti.

16.YÜZYIL: DİZGİNSİZ BİR ZULÜM VE SÖMÜRÜ DÖNEMİ

Resmi tarihçiler Yavuz Sultan Selim‘in Osmanlı hazinesini ağzına kadar doldurduğunu söylerler. Hazinenin nasıl doldurulduğuna ise hiç değinmezler. 16. yüz yıl Osmanlı zulüm ve sömürüsünün halk için dayanılmaz boyutlara vardığı bir dönemdi. Yavuz Sultan Selim ve ardından oğlu Kanuni Sultan Süleyman bir dizi yeni vergi ve yükümlülük getirmişlerdi. Göçebe aşiretlere yerleşik düzene geçmeyi dayattılar. Başlarına şeriat yasalarını uygulayacak kadılar, vergilerini toplayacak subaşları, sancak beyleri tayin ettiler. Serbest ve özgür yaşamalarını kısıtlayan, ağır vergiler ve kanunlarla köleliği dayatan bu düzene halk sık sık isyan etti. Diline, kültürüne inancına yakın gördüğü Safevilere sığınmak için İran’a göç etti.

Osmanlı Emevileri örnek olarak kırbaç gibi halkın sırtından eksik etmeyeceği bir Sünni İslam anlayışını kuramlaştırdı. Emevi İslamı dizginsiz bir zulüm ve sömürü demekti. Altınlar, ipekler içinde görkemli bir saltanat demekti. Rüşvet, yolsuzluk ve çürüme demekti. Gericiliğin, bağnazlığın en koyusu demekti. İşte 16. yüzyılda Osmanlı‘nın başlıca özelikleri de bunlar oldu.

Divan-Hümayun mühimme defterlerinden vereceğiniz bir kaç başlık göçebe halka dayatılan iskanı, zorunlu çalışmayı, sömürüyü göstermeye yeter:

“Kocacıç Yörüklerinin Rundik madeni hizmetine tayın olduklarına dair“

“Kocacıç Yörüklerinin hizmete girmekten imtina ettiklerine (kaçındıklarına) dair“

“Kütahya‘ya tabi Akkeçeli Yörüklerinden rahat durmayanların Kıbrıs‘a sürgün edilmelerine dair“

“Maden hizmetinden kaçan yörüklerin tecziyelerine (cezalandırılmalarına )dair“

“Cuma pazarında tahrılerine (yazılmalarına-kayda geçirilmelerine) mübaşeret edilen (boşanılan) yörüklerin isyan ettiklerine dair.??

“İçil‘den (içel-mersin) çıkıp Aliyye‘ye gelen yörük taifelerinin(topluluklarının) tedip (yola getirilme/cezalandırılma) ve iskanına dair.“

“Zülkadiriye Türkmenlerinin şekavetle meşgul olduklarına, rüsüm (vergi) vermediklerine ve kendilerinin tedip edilmelerine dair.“

“Kıbrıs‘a sürülen yörüklerin şefine reislerini (gemi kaptanlarını) öldürerek gemilerden firar ettiklerine dair.“

“Recepli Afşarı Cemaatı‘nın recalinden (ilerigelenlerinden/önderlerinden) çoğunun idam edilmelerine dair“

(153)Aktaran: Türk Halk Eylemleri ve Devrimleri /Çetin Yetkin Syf:130

16.yüzyılın ilk çeyreğinde nüfusun yüzde 25‘ini konar göçerler oluşturmaktaydı. Osmanlı‘nın göçebe aşiretlere zorunlu iskanı dayatması 19.yüzyıla Toroslar‘da Kozanoğlu beylerinin isyanlarına kadar sürdü.

Osmanlı‘nın kuruluşundan beri göçebe boyların yerleşik düzene geçmesinde Alevi dervişlerin, Abdalların kurduğu tekke ve dergahların çok önemli bir rolü olmuştu. Uzun bir süre Osmanlı‘da ele geçirdiği topraklarda bu Alevi dervişlere araziler bağışlayarak vakıflar vererek yerleşik düzene geçişi teşvik etmişti. Yerleşik düzene geçirdikleri aşiretlerin, köylerin vergileri bu dergahlara tahsis etmişti. Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Seyit Ali Sultan, gibi büyük dergahlara vakıf olarak geniş araziler tahsis edilmesi, onlarca köyün vergisinin bağışlanmasının bir nedeni de buydu. Ama dergahlar kuran bu Alevi dervişlerin halkın dini sosyal liderliğini üstelenerek sağladığı yerleşik düzene geçişle, Osmanlının baskı ve terörle göçebeleri tımar sistemine dahil etmesini karıştırmamak gerekir.

“Osmanlılar başlangıçta tanımak zorunda kaldıkları feodal hak ve yükümlülükleri zamanla askeri bir düzen içinde bütünleştirmeye çalışmışlardır. Bu temayül, merkezi iktidarın kurulmasından XVI. Yüzyıl sonlarına kadar “…...arazi “ rejiminin genişlemesi ve başlangıçta askeri yükümlükleri olmayan bir çok mülk ve vakıfların tımar sistemi içine sokulması şeklinde somutlaşmıştır...“ (154) Osmanlı Toplumsal Düzeni/Taner Timur/ Syf:217

Göçebe halkı tımar sistemi içine dahil etmenin yollarından biri zorunlu iskandı:

“II.Murat döneminde Arnavut Sancağı‘nın tetkikinden anlaşıldığına göre , bu bölgede mevcut 335 tımardan 100 kadarı Saruhan‘dan, Canik’ten, Bolu‘dan ve Engürü‘den sürüp getirilmiş Türk Suyundan sipahilerin elindedir. Trabzon Rum İmparatorluğunun fethinden sonra da, yerli Hıristiyan beylerin hemen hepsi Rumeli‘ye sürülmüştür. Bu bölgede de sadece eski Gürcü beylerine ait bir miktar toprak sahiplerinin elinde bırakılmıştır. Aynı şekilde Kıbrıs‘ın iskânı Anadolu Rum(Sivas) Karaman ve Zülkadiriye‘den on da birinin sürülmesi ile mümkün olmuştur.“ (155) Osmanlı Toplumsal Düzeni/ Tamer Timur/ Syf:219

Tımar sistemine dahil edilen göçebe halk, tımar sahibi sipahilerin sömürü ve zulmü altında inim inim inliyordu. İşte Yavuz Sultan Selim, bu tımarlı sipahilerin her türlü zulmü yaparak reayadan topladığı vergilerle hazineyi doldurmuştu. 16.yüzyıl sonların doğru baskı ve sömürü öyle dayanılmaz seviyelere ulaştı ki Anadolu‘nun her yerinde halk dağlara çıktı, çiftini çubuğunu terk edip eşkiyalığa başladı. Celali ayaklanmaları olarak adlandırılan bu halk hareketleri Osmanlı‘nın ekonomik düzenini sarstı, üretimi felç etti. Osmanlı padişahları Kanuni Sultan Süleyman‘dan başlayarak tımarlı sipahilerin reaya, üretime zarar verecek kadar zulmetmemesi için “Adalatname“ ler yayınlayacaklardı.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahlarının yayınladığı bu “Adaletname“lerin incelenmesi bile halkın ne korkunç bir zulüm ve sömürü altında yaşadığını göstermeye yeter! “Örneğin XVII. Yüzyılda çıkarılmış bir adaletnamede önce köylünün sipahilere karşı olan ve adaletli sayılan bazı yükümlülükleri sıralamakta, bundan sonrada sipahilerin bunların dışında kalan istekle de bulunmamaları gerektiği bildirilmektedir. Köylülerin sipahilere karşı yerine getirmeleri gereken yükümlülükleri şunlarmış: Köylerine gelen sipahileri üç gün süreyle ve ücretsiz olarak konuk edip ağırlamak bu sipahilerin hayvanlarına bakıp beslemek, sipahilerin buyruğunda bekleyip kendi işine gitmemek sipahi isterse köylüler ona bir ev ve ahır yapmalıdır. Tarlasını da ekip biçmelidirler. Ayrıca sipahinin malları için bir ambar yapılması, malların pazara taşınması da zorunludur. Köylü bunları yerine getirmezse sipahi ona dayak atabilecektir. Bu yükümlülükler yalnız kendi tımarında oturan sipahi için de değildir, burada her hangi bir sipahinin istekleri söz konusudur. İşte tüm bunlar adildir, geçerli düzenin gerekleridir. Ancak sipahiler de köylerde üç günden çok kalmamalı, köylülerin evlerine zorla girmemelidirler!“ (156)Türk halk Eylemleri ve Devrimler /Çetin Yetkin syf:120

Tımarlı sipahilerin, sancak beylerinin, subaşıların, kadıların, mültezimlerin köylüye yaptıkları 16. yüzyıl boyunca peş peşe ayaklanmalara neden olduğu için padişahlar böyle “Adaletname“ler yayınlamak zorunda kaldılar. Böylece halk üzerindeki sömürü ve zulme sadece çeki düzen vermek istemiş, kendine bağlı egemenleri uyarmışlardı. Çünkü köylüye hayvan kadar değer vermeyen, canını malını namusunu gasp eden beylerin yaptıkları Osmanlı çıkarlarına zarar verir hale gelmişti. Örneğin bir “Adaletname“de: Tosya kadısı Hasan‘ın halktan zorla para topladığı, rüşvet aldığı bununla da yetinmeyip 500‘den fazla reayanın ölümüne neden olduğuna dair bir bildirim var! Yine 1565 tarihli başka bir “Adaletname“de “Kudretli olan kimseler“in köylülere karılarını zorla boşaltıp başka kimselere nikahladıklarından bahsediyor!(157) A. g.e /Syf:121

Bu zulme dayanamayan halkın ayaklanmasından çiftini çubuğunu terk ederek toprakları boş bırakmasından çekinen padişah beylerin kulağını çekiyor:

“….her diyarda beyler beyi ve sancak beyi nasb olunup(atanıp) her birine müstakil haslar tayin olunmadan murad, vilayet üzerine çıkıp(vilayeti dolaşıp) Cem-i emval eyleyip (mal mülk toplayıp) memleket ve vilayeti viran (harap) etmek için değildir.“ (158) A.g.e Syf: 221

Tımar sahibi beyler, ezilen reaya ile Osmanlı egemenleri arasında yer alan bir sömürücü sınıftı. Arada kaldıkları için kimi zaman halka yakın olmuş, ayaklanmalara katılmış, çoğu zaman ise Osmanlının halk üzerindeki kırbacı olmuşlardır. Saflarını sınıfsal çıkarlarına göre belirlerlerdi, tımarları ellerinden alındığındı saraya isyan eder, tımarlarını geri aldıklarında ise ayaklanmaya ihanet ederlerdi.

Alevi- Kızılbaş inancına sahip olan güçlü beylerin birçoğu Yavuz Sultan Selim tarafından Şah İsmail‘e verdikleri için tasfiye edildiler. Geriye kalanlar ise ya küçük toprak sahipleri ya da işbirlikçilikte kusur etmeyenlerdi. Alevi ya da Sünni tüm halkın canını, malını namusunu talan eden Osmanlı beyleri, kadıları 16. yüzyıldan itibaren egemenlerin işleminin en katı uygulayıcıları oldular.

Ezilen Sömürülen Yalnızca Alevi halk değildi. Ama daha örgütlü olduğu, ideolojik olarak daha güçlü olduğu için ayaklananlar Aleviler oldu. Sünni halktan bu ayaklanmalara katılanlar da olmuştu 16. yüz yılın sonlarından itibaren daha dağınık ve örgütsüz de olsa ezilen Sünni halkın Osmanlı‘ya karşı ayaklanmaları artmaya başlayacaktı.

“MUHTEŞEM YÜZYIL“

1520‘ de Yavuz Sultan Selim ölünce tahta oğlu Sultan Süleyman geçti. 46 yıl padişahlık yapacak olan Süleyman‘ın devri, resmi tarihçiler tarafından Osmanlı‘nın en ihtişamlı zamanı olarak kabul ediliyor. Viyana kapılarına dayanan Osmanlılar Avrupa‘ya diz çöktürmüştü. Doğu da ise Safevilerin gücü kırılmış, rakipleri kalmamıştı. Osmanlı‘nın bu devirdeki en büyük rakibi Anadolu’ydu Sultan Süleyman‘ın hükümdarlığı boyunca Anadolu tam 54 kez ayaklandı. Her ayaklanmada defalarca kırımdan geçirildi. Halk düşmanlığını babası Yavuz Sultan Selim‘den miras alan Sultan Süleyman ondan kat kat fazla Alevi katletti. Osmanlı tarih yazıcısı Solakzade bu düşmanlığı şöyle anlatıyor:

“Dünya Padişahı, sürekli kızılbaş taifesinin sövüp saydıklarına kalben perişan olup, bunlardan öç almaya her zaman hazır bulunmakla, o yanlara hareketi, küçük bir bahaneye bağlarlar idi. “Bu dinsizlerin pisliklere bulaşmış vücutlarını zaman sayfasından ne zaman çıkarırız diye“ diye çoğu kez söylerler“ idi. (159)Aktaran Osmanlı da Alevi Ayaklanmaları. / Baki Öz Syf:128

Nitekim her İran seferinde Anadolu‘daki tüm Alevi Kızılbaşların katledilmesini emrediyordu. 1551‘de Diyarbakır beyler beyi Ayas Paşa‘ya gönderdiği Ferman da şöyle diyor: “...Kızılbaş lekesi olanlar hapis ile yetinilememeli, bu gibi isabetli tedbirlerle elde edilecek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır. Kızılbaşlığa eğilim duyanlara gecikmeden fırsat ve mecal vermeyesin“ (160) Aktaran: Alevilik ile ilgili Osmanlı Belgeleri / Baki Öz Syf:26

Anadolu halkının Osmanlı‘ya bakışı da sınıfsal temeldeydi örneğin egemenlerin “Muhteşem“ namıyla andığı Sultan Süleyman Anadolu‘daki köylü için lanetlenmiş uğursuz bir insandır! Sultan Süleyman döneminden bir yabancı elçinin anlattığına göre padişah seferden dönerken bir köylünün evinde misafir olur ve geceyi orda geçirir. Ertesi gün Padişah gidince köylü; “böyle bir misafirin vücudu ile evinin mundar olduğunu düşünerek onu sular, tütsüler ve bir takım ayinlerle“ temizler! Sonradan köylünün yaptığını gören padişah ise adamın katledilmesi ve evinin de yıkılmasını buyurur. (161) Türk Halk Eylemleri ve Devrimler/ Çetin Yetkin / Syf:127

İstanbul halkı da dönmelerle devşirmelerle dolu olan Sultan Süleyman‘ın Divan‘ından “esir pazarı“ diye söz etmekteydi! Tabii ki bu nefretin çok haklı ekonomik- sosyal- siyasal nedenleri vardı. Sömürü ne kadar ağırlaşmışsa şeriat uygulamaları da o derece artmıştı. Örneğin Sultan Süleyman döneminde Ramazan orucu tutma zorunluluğu getirildi. İçki yasaklandı. Ramazan ayında şarap içenler ağızlarına kurşun dökülerek cezalandırıldı. Ebusuud Efendi “Ramazan orucu tutmayanların öldürülmeleri gerektiği“ ne dair fetvalar verir. Yürürlüğe koydukları bir yasaya göre: “sipahiler sık sık reayalarını denetleyerek, namaz kılmayanların tetkik ve onların her türlü durumlarıyla ilgilenip içlerinde şarap içenler ve sarhoş olanlar varsa“ cezalandırmakla görevlendirilmiştir. (162) Osmanlı da Alevi Ayaklanmaları/ Baki Öz Syf: 127

Halk için tam anlamıyla bir soygun düzenine dönüşen vergilerin yanında dini baskılarda iyice artmış, halk tam bir cendere altına alınmıştı.

Osmanlı yönetimi halktan 72 çeşit şer‘ri, 96 çeşit ise örfi vergi almaktaydı. Köylünün kazancının en az yüzde 20‘sine vergi olarak el konurken Şehirde bu oran yüzde 10‘du Köy-Şehir ayrımının yanında müslim, gayri-müslim ayrımı da vergilendirme miktarının etkilemekteydi. 1520 tarihli Karaman eyaleti defterlerine göre; 900 akçe ortalama geliri olan bir köylü hanesinden. Müslüman olan 164,15 akçe, gayri müslim olan 216-281 akçe vergi veriyordu. Toplanan bu gelirler de saray ve çevresinin zevk ve sefahatı için harcanıyordu. Örneğin 1527-28 mali yılında toplanan 537.929,006 akçe gelirin 403,338,324 akçesi saray ve çevresinin giderlerine harcanmış.

Yavuz sultan Selim ve ardından Sultan Süleyman devrinde devlet hazinesi altınla dolmuş, gelirler artmıştı. Osmanlı Akdeniz ticaretini tam denetimine almış Avrupa‘nın en güçlü devletlerinden; Avusturya‘dan, Venedikliler‘den haraç almaya başlamıştı. Zamanın Venedik Balyosunun deyişiyle Osmanlı‘nın “boyuna altın akan bir pınarı“ vardı. Ama lüks ve ihtişam nedeniyle devletin giderleri de sürekli artmaktaydı. Servet saray ve çevresindeki vezirlerde paşalarda toplanırken halk sefalet içindeydi. Osmanlı egemenleri mal biriktirmek için birbirleri ile yarışa girmiş gibiydiler:

“16. yüzyılda Ayos paşanın haslarından elde ettiği yıllık gelir 487.309, Kasım paşanınsa 432.990 akçedir. Kanuni döneminde ırak seferine serasker kethüdasi olarak katılan İskender Çelebi‘nin 6200 kölesi vardı. Bunların giydirilmesi için Trabzon‘dan bir gemi yükü bez getirtiyordu. İskender Çelebi Irak seferine kendisinin donattığı 1200 kişilik bir güçle katılmıştı. Kanuni‘nin sadrazamlarından Sinan Paşa‘nın binden çok uşağı vardı: Öldüğünde bıraktıkları: 600 bin kese meskuk kuruş (bir kese beş altın lira) 20 nüskal altın tozu, 2 elmas gerdanlık, 600 bin duka altın, 2 milyon 900 bin akçe ve daha birçok şeyler… Geniş malvarlığına sahip devlet adamlarından bir de tarihçilerin Osmanlı devletinde “rüşvetçiliği başlatan“ olarak niteledikleri Kanuni‘nin Sadrazamlarından Rüstem Paşa‘ydı. Rüstem Paşa’nın mal varlığı arasında 170 köle, 2900 halis kan at, 1160 deve, 100 yük çeşitli meskukat, 780 bin kese akçe, Anadolu ve Rumeli‘de 1000 çiftlik, 476 çarklı değirmen ve daha bir çok değerli şeyler“ (163) Osmanlı da Alevi Ayaklanmaları/ Baki Öz/ Syf 54

Osmanlı’da egemen sınıf aynı zamanda yönetici zümreyi oluşturmaktaydı. Yani paşalar, Vezirler yönetimdeki görevleri gereği halkı ezerken kendi çıkarlarını, servetlerini korumaktaydılar. Ne kadar çok kan döker ne kadar çok yağma ve talan yaparlarsa yönetimdeki ve egemen sınıflar içindeki korumaları o kadar yükselmekteydi. Örneğin Osmanlı tarih yazıcılarının “en tehlikelisi“ dediği Kalender Çelebi Ayaklanmasını bastıran İbrahim Paşa‘nın yıllık geliri Sultan Süleyman tarafından 1.200.000 akçeden 2.000.000 akçeye çıkartılmıştı.

Sultan Süleyman döneminde veziri Pargalı İbarahim Paşa geniş yetkilerle donanmış adeta ikinci bir Sultan gibi hareket etmişti. İbrahim Paşa‘nın iktidarı aynı zamanda devşirme kapıkullarının da saltanata büyük ölçüde egemen olmasını sağlamıştı. Bu devirde Türkmen beylerinin daha ziyade Anadolu‘ya dirliklerinin başına çekildiği görülüyor, Sultan Süleyman 1548‘deki Nahçıvan savaşından sonra 20 bin ve daha çok akçe gelir getiren dirliklerin kapıkullarına verilmesini yasalaştırmıştı. Böylece toprak da devşirmelerin tekeline geçti. Dolayısıyla saltanattan aldıkları payları iyice küçülen zaman zaman ellerindeki tımarları da kaybeden Anadolu‘daki beyler sık sık ayaklandılar. 16. yüzyılın sonlarında yoğunlaşan Celali ayaklanmalarına tımarlarını geri isteyen bu beyler öncülük ettiler. “Zorba Osmanlı‘ya Anadolu‘dan el çektirmek“ için ayaklandıklarını söylüyorlardı. Onlardan çok daha kötü durumdaki aç, perişan, çaresiz halkın desteğinde Anadolu‘yu bir birine kattılar.

Sultan Süleyman dönemi, savaş ve seferlerle geçti. Lüks ve ihtişam içinde gününü gün eden Osmanlı bürokrasisinin sürekli artan giderleri, devasa ordunun uzak diyarlara sefer masrafları para ihtiyacını arttırıyordu. Hazineyi doldurmak için vergiler daha da artırıldı ve köylüye yeni vergiler yüklendi Sultan Süleyman “arazi tahriri“ni yenileyerek beylerin kiminin elinden tımarları alındı, kimininkini küçülttü. Ve hazineye nakit para sağlamak için toprağın “iltizam“a verilmesi usulünü getirdi. Iltizam usulü tımar sisteminden farklı olarak devletin gelir kaynaklarının en çok parayı verene belli bir süreliğine vermesiydi. Bu da köylü üzerinde iltizamı olan sömürücü asalakların baskısını kat kat artırdı. İltizamı alanlar devlete verdikleri parayı misliyle çıkarmak için köylünün kanını iliğini emmekteydiler.

SÜLKÜN KOCA -BABA ZÜNNÜN AYAKLANMASI

Sultan Süleyman‘ın hazineyi doldurmak için getirdiği vergi düzenlemesi sancak beylerine bildirilmişti. Bozak sancağında kimin ne kadar vergi vereceği Hersekzade Mustafa Beyin emri ile kadı Müslihüddin ve katibi Mehmet tarafından belirleniyordu. Halkın ödemeyeceği aşırı vergiler istenmekteydi. Alevi Türkmen sülkün oymağının dedesi Sülkün Koca‘ya 200 akçe vergi yazılmıştı. Sülkün Koca bunun çok olduğunu söyledi. 100 akçeye indirilmesini istedi. Bu isteğe öfkelenen beyin adamları Köylüye göz dağı vermek ve Sülkün Koca‘yı cezalandırmak için makas vurmadığı bıyığını sakalını kestiler. Bir Alevi dedesinin Osmanlı tarafından böyle aşağılanması Alevi halkta büyük bir öfke yarattı. Böylece ayaklanmanın ilk kıvılcımı çakıldı.

Çağlar değişse de halkı ezmek için egemenlerin kullandığı yöntemlerin değişmediğini gösteren bir örneğe de geçerken değinelim: Sülkün Koca‘ya yapılan bu aşağılamadan yüzyıllar sonra 1937-38 de Dersim katliamı sırasında asker tarafından Ağucan ocağından Seyit Turabi‘ye de sakalını-bıyığını kesmesi dayatılacak ve kesmediği için ailesi , köylüleri ile beraber bir Köme doldurulup yakılarak katledilecekti. Amaç Alevi halkı, inancını, kutsal değerlerini ayaklar altına alarak onursuzlaştırmak, sürü haline getirmektir.

Sülkün Oymağı ile başlayan ayaklanma kısa sürede yayıldı. Ayaklanmanın başına köylünün sevip saydiğı Dulkadirli Türkmenlerinden Baba Zünnun geçti. Ayaklanmacılar ilk olarak Bozak Sancakbeyi Hasekzade Mustafa Beyi‘n konağını bastılar. Onu, Kadı Müslihüddin ve katibi Mehmet‘i öldürdüler Böylece halkı aşağılayan asalaklardan hesap sordular. Baba Zünnun’un halkın adalet özlemine cevap veren bu eyleminden sonra yoldaşları çoğaldılar. Tokat-Sivas bölgesindeki Alvi merkezi olan Artova ve Kozova‘ya doğru ilerlediler. Amaçları daha sonraki ayaklanmalarda da görüleceği gibi isyan ağacını dikerek tüm Alevi halkı Osmanlı‘ya karşı birleştirmekti.

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin