Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə22/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   32

Yemini: 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın ilk yarısında Tuna Irmağı civarında yaşamıştır. Asıl adı Ali‘dir Akyazılı İbrahim Dede zaviyesinde hizmet etmiş “Yemini“ mahlasını almıştır. Demir Baba velayetnamesinde adı “Hafız Kelam Yemini“ olarak geçer. İmam Ali‘nin mitolojik yaşamının konu edinen “Faziletname“ adlı kitabı 7300 beyitten oluşur. İmam Ali‘nin erdemlerini, Ehli-beyt sevgisini anlatır. Bu eseri Kitab-ı Erdem (iyi Ahlak Kitabı) olarak da nitelenir ki, yemini doğruluğu, dürüstlüğü, alçakgönüllülüğü bir yaşam biçimi olarak öğütler.

Virani: Doğum ve ölüm tarihi tam belli olmayan Virani‘nin 16. yüzyılda Eğriboz adasında doğduğu söylenir. Hurufiliği benimsemiş bir Bektaşi ozandır. Bir süre Necef‘te imam Ali türbesinde türbedarlık yapmıştır.

Virani, Balkanlar‘da Demir Baba‘dan Babalık icazeti almış, İmam Ali‘ye bağlılığını anlatan pek çok şiir yazmıştır. Çok az öğrenim görmesine rağmen aruz vezniyle 300‘e yakın şiir söylemiş, büyük bir divan oluşturmuştur.

KUTU: PİR SULTAN ABDAL OZANLIĞI GÜCÜNÜ HALKIN İSYANINDAN ALAN BİR ÖNDER

Pir Sultan Abdal, bir Alevi dedesi, ozanı ve halk önderidir. Şiirleri ve söylenceleri dışında yaşamından günümüze çok fazla bir bilgi kalmamıştır. Bu nedenle doğum ve ölüm tarihleri tam belli değildir. Ama 16. yüzyılda, yani Anadolu halklarının Osmanlı‘ya karşı isyan ve direnişlerinin en yoğun olduğu buna karşılık da katliamların, sürgünlerin baskıların arkasının kesilmediği bir dönemde yaşamış ve bu süreci sazıyla sözüyle en güzel şekilde yansıtmıştır.

Gelin canlar bir olalım

Münkire kılıç çalalım

Hüseyin‘in kanın alalım

Tevekkeltü taalallah

Özü öze bağlayalım

Sular gibi çağlayalım

Bir yürüyüş eyleyelim

Tevekeltü taalallah

Açalım kızıl sancağı

Geçsin Yezit‘lerin çağı

Elimizde aşk bıçağı

Tevekkeltü taalallah

Mervan Soyunu Vuralım

Hüseyin‘nin kanın soralım

Padişah’ın öldürelim

Tevekelltü taalallah

Pir Sultanım geldim cüşa

Münkirlerin aklı şaşa

Takdir olan gelir başa

Tevekkeltü taalallah (184) Aktaran:Pir Sultan/ Asım Bezirci/ Syf261/ Evrensel / yay.

Araştırmacılara göre Yunus Emre gibi, Pir Sultan Abdal ismini kullanan birden fazla kişi vardır. Çoğu 16.yüzyılda yaşamış olmak üzere Pir Sultan, Pir Sultan‘ım Haydar, Abdal Pir Sultan, Pir Sultan Abdal gibi farklı mahlaslar kullanan pek çok halk ozanının şiirleri bir birine karışmıştır. Dolayısıyla şiirleriyle birlikte yaşamları da karıştığı için şiirlerde geçen olayların hangi dönemi, hangi tarihi olayları, ayaklanmaları anlattığına ilişkin farklı savlar öne sürülmüştür.

Kesin olan, Pir Sultan‘ın şiirlerinden açık anlaşıldığı gibi, onun büyük bir Alevi ayaklanmasının propagandacılarından olduğu ve içinde yer aldığı, bu yüzden Hızır Paşa tarafından asıldığıdır. Ama Osmanlı kayıtlarında Pir Sultan adına bir ayaklanmaya da, onun asılarak cezalandırıldığını gösteren bir kayda rastlanmaz. Araştırmacılar, Pir Sultan’ı astığı bilinen Hızır Paşa‘nın Sivas valiliği yaptığı yılları tespit ederek, Pir Sultan’ı yaşadığı dönemi netleştirmeye çalışmıştır. Böylece Pir Sultan‘ın yaşadığı döneme ilişkin iki güçlü olasılık ortaya çıkar.

1- Pir Sultan‘ı astıran 1548-50 yıllarında Sivas‘ta Valilik yapan Hızır Paşa‘dır. Pir Sultan şiirlerinde 70‘li yaşlarda olduğundan söz ettiğine göre 1475-1480 ile 1548-50 yılları arasında yaşamıştır.

2-Pir Sultan, 1588-1590 yılları arasında Sivas‘ta valilik yapan Hızır Paşa tarafından astırılmıştır. Dolayısıyla da 1510‘larda doğmuştur.

Pir Sultan‘ın yaşadığı dönemi tespit etmek şundan önemlidir: Pir Sultan‘ın kendi adına örgütlediği, önderlik ettiği bir ayaklanma yoktur. Onun şiirlerinde propagandasını yaptığı büyük Alevi ayaklanması yaşadığı döneme göre 1527‘de ki Kalender Çelebi ayaklanması ya da 1577‘deki Düzmece Şah İsmail Ayaklanmasıdır.

Şiirleri ve yaşamları birbirine karışmış birden çok Pir Sultan Abdal tespit edildiğine göre, bu ozanların 16. yüzyıl boyunca Şah İsmail‘den Kalender Çelebi‘ye Düzmece Şah İsmail‘e kadar tüm Alevi ayaklanmalarını görmüş, yaşamış ve farklı tarihlerde şiirlerine yansıtmış olduklarını düşünebiliriz.

Hakkındaki söylencelere göre Pir Sultan, Sivas‘ın Yıldızeli ilçesinin Çıncır bucağına bağlı Banaz köyündendir. Hacı Bektaş dergahına bağlı bir Alevi dedesidir. Şiirlerinde “Ayn-ı cem‘in bülbülüyüm“ dediği için saz çalıp deyiş okuyan zakirlik postuna oturduğu anlaşılmaktadır.

Pir Sultan‘ım gerçek Veli

Erenlerden çekmem eli

On iki İmam serveri

Hünkar Hacı Bektaş Veli

Asıl adı Haydar olan Pir Sultan, yedi yaşında Yıldız dağında koyun güderken, düşünde aksakallı bir ihtiyar görür. İhtiyarın bir elinde dolu bir elinde elma vardır. Haydar önce doluyu içer, ardından elmaya uzanır. Bu sırada aksakallı ihtiyarın avucunda pırıldayan yeşil bir ben görür, Onun, Hacı Bektaş-ı Veli olduğunu anlayarak sarılıp elini öder. Hacı Bektaş-ı Veli, ona “Pir Sultan“ adını verir ve ününün dört bir yana yayılmasını sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmemesini diler. Böylece Pir Sultan‘ın can gözü açılır, sevilen, sayılan bir Alevi dedesi olur. Söylence de Pir Sultan‘ın ayaklandığı için değil, zulme ve sömürüye karşı çıktığı, inancından dönmediği için asıldığı anlatılır. Müritlerinden Hızır, bir gün Pir Sultan‘dan izin ister; “Pirim bana himmet edin, İstanbul‘a gidip bir makam sahibi olayım, öyle hizmet edeyim“ der Pir Sultan düşünür; “Bozuk düzende sağlam çark olmaz Hızır“ der, “Gidersin Paşa, Vezir olursun, sonra gelip beni asarsın!“ Ama yine de Hızır‘a izin verir. Bir süre sonra Paşa olan Hızır, Sivas‘a Vali tayin edilir. Artık iyice düşkünleşmiş, fakir-fukaranın hakkını yiyen, karşı koyanı asıp kesen bir Osmanlı paşası olmuştur. Pir Sultan‘ı huzuruna getirtir. İkramda bulunmak ister. Ama Pir Sultan haram sofraya oturmaz dahası “benim köpeklerim bile haram lokma yemez“ diye Hızır Paşa‘nın düşkünlüğünü yüzüne vurur.

Alevi halkı asimile etmeye, Aleviliği yok etmeye çalışın Osmanlı kadıları, yeni bir fetva vererek Şah‘ın adını anmayı yasaklar “Şah“ diyenin dilinin kesilip öldürüleceğini ilan ederler. “Şah“ Aleviler‘de “Ali“ dir, “Mehdi“ dir. “Umut“ tur. Ki Pir Sultan, umudundan, inancından vazgeçmez aksine her yerde Şah‘ı övmeye, Osmanlı‘yı ve Hızır Paşayı yermeye devam eder.

Fetva vermiş kocabaşlı kör müftü

Şah diyenin dilin keseyim deyü

Satır yaptırmış Allah‘ın laneti

Ali‘yi seveni keseyim deyü

(…)

Hakk seven aşık geçmez mi candan

Korkarım Allah‘tan korkum yok senden

Ferman almış “Hızır“ paşa Sultan‘dan

Pir Sultan Abdal‘ı asayım deyü (185) Aktaran: Pir Sutan/ Asım Bezirci/ syf 47

Bunu duyan Hızır Paşa, Pir Sultan‘ı yakalatıp zindana attırır. Bağışlanmak için ondan, içinde Şah geçmeyen üç siir söylemesini ister. Ama Pir Sultan, “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan“ diyerek Şah demeye devam eder;

Hızır Paşa bizi berdar etmeden

Açılın kapılar Şah‘a gidelim

Siyaset günleri gelip çatmadan

Açılın kapılar Şah‘a gidelim

Pir Sultan‘ı, tüm Alevilere ibret olsun diye meydanda kurdurduğu darağacında astıran Hızır Paşa bununla da yetinmez, asılırken herkesin taşlamasını şart koşar. Herkes taş atarken, musahibi Ali Baba‘nın eli varmaz. Hızır Paşadan korkusuna taş atar gibi yaparak bir gül atar. Bu korkak tavrı Pir Sultan‘a çok dokunur:

Şu kanlı zalimin ettiği işler

Garip bülbül gibi zareler beni

Yağmur gibi yağar başıma taşlar

Dostun bir fiskesi yaralar beni



Pir Sultan Abdal‘ım can göğe ağmaz

Hak‘tan emrolmazsa ırahmet yağmaz

Şu ellerin taşı hiç bana değmez

İlle dostun gülü yaralar beni (186) Ataran: Pir Sultan/ Asım Bezirci/ syf 50

Halkın gerçeklerle harmanlayarak bilincinde ölümsüzleştirdiği Pir Sultan‘ın bu efsaneleşmiş yaşamı, şiirlerinde anlattığı olaylarla, duygu ve düşüncelerle iç içe geçmiştir.

Tarihsel olarak da Pir Sultan büyük bir kavga ozanı ve eylem adamıdır. Yaşadığı bölge Alevi Bektaşi dergahlarının yoğun olduğu isyan merkezlerinden biridir. Şiirlerinde geçen “Şah“ imgesi ise daha önce belirttiğimiz gibi sadece İran Şahlarını değil, İmam Ali‘yi, Mehdi‘yi, kurtuluşu simgelemektedir. Örneğin Anadolu tarihinin en büyük ayaklanmalarından birine önderlik eden Kalender Çelebi de Alevi halk tarafından “Şah Kalender“ olarak sahiplenilmiş, Şiirlerinde “ Mehdi“ olarak “Sahib-i zaman“ olarak anılmıştır. Pir Sultan‘ın Şiirlerinde geçen “Şah“ ın da Şah Kalender olması büyük ihtimaldir. Pir Sultan‘ın taliplerinden Aşık İsmail, bir deyişinde bu “Şah “ın Banaz‘a geldiğini ve Pir Sultan‘la buluştuğunu anlatıyor.

Şah Yıldız dağında semah eyledi

Ayaküstü binbir kelam söyledi

İndi Banaz‘ı hoş vatan eyledi

Hayli devrü zaman geçti orada

Koca Şah Urum‘a bir elma saldı

Dolandı Urum‘u Banaz‘a geldi

Pir Sultan elmaya bir tekbir kıldı

İnsan teacüpte kaldı orada (187) Kaynak: Şah Kalender İsyanı/ Ali Haydar Avcı

Şah İsmail‘in yerine geçen Şah Tahmasb‘ın Anadolu‘ya hiç gelmediği, dahası giderek Anadolu Alevileri ile ilişkilerinin zayıfladığı bilinmektedir.

Yine Pir Sultan‘ın şiirlerinin, Kalender Çelebi Ayaklanmasın ile birlikte çözümlemesi yapıldığında, olayların geçtiği yer isimlerine kadar birçok bakımdan örtüştüğü görülmektedir. Ayaklanmanın propagandasını yaptığı pek çok şiirinde şahın yanında serçeşme‘den Hacı Bektaş-ı Veli‘den de söz eder;

Hazreti Ali‘nin devri yürüye

Ali kim olduğu bilinmelidir

Alay alay gelen gaziler ile

İmamların öcü alınmalıdır.

Kendini teslim et bu serçeşme‘ye

Er odur ki birisinden şaşmaya

Bin gaziye bir münafık düşmeye

Din adına kılıç çalınmalıdır.

Yeryüzünde kızıl taçlar bürüye

Münafık olanın bağları eriye

Sahib-i zamanın emri yürüye

Mehdi kim olduğun bilinmelidir. (188) Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/Syf:309

Yine bir başka deyişinde Kalender Çelebi‘yi İmam Ali ile Özdeşleştirdiği anlaşılmaktadır.

Kuş olup güvercin donunu giyen

Uyan dağlar uyan Ali‘m geliyor

Mucizatın cümle aleme bildiren

Uyan dağlar uyan Ali‘m geliyor



Pir Sultan Abdal‘ım cisminde cansın

Gönlümün evinde kurulu hansın

Urum‘un içinde sen bir Sultansın

Uyan dağlar uyan Ali‘m geliyor. (189) Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ ismail Kaygusuz/ Syf:305

Kısacası Pir Sultan‘ın, Osmanlı‘ya karşı İran Şahlarına bel bağladığı propagandası, gerçekleri çarpıtmak Pir Sultan‘ı karalamak için kullanılmaktadır. Kuşkusuz Pir Sultan, Alevi halkın umut olarak gördüğü Şah İsmail ve oğlu Tahmasb‘a şiirler yazmış “gel halkın başına geç, Osmanlı‘nın zulmünü yıkıp, hak ve adaleti kur“ demiştir. Başı dara düştüğünde ayaklanma ve ardından gelen katliamlardan kaçanların yaptığı gibi “ Bende bu yayladan Şah‘a giderim“ demiştir. Çünkü Pir Sultan halktır. Halkın sesidir, duygusu, düşüncesidir. Ve Anadolu‘yu “talan edilecek düşman toprağı“ olarak gören Osmanlı, onun için yabancıdır. Kızılbaş aşiretlerin Erzincan‘da 1501‘de kurduğu Safevi devleti ve Şahları ise kanıyla, canıyla var ettiği bir yöntemdir.

Ayhan Songar gibi 12 Eylül Faşizminden beslenen Türk-İslam sentezi profesörleri için Pir Sultan, Alevilik tarihinin en tehlikeli kişiliklerinden biridir. Faşist Ayhan Songar, Sivas katliamı sonrası Türkiye Gazetesindeki köşesinde “ inatçı bir Osmanlı ve Türk düşmanı ve işi gücü Anadolu halkını tahrik etmek olan… Pir Sultan, mutasavvit şair, halk ozanı gibi gösterip adına şenlikler düzenlemeyi...“(190) Katliamın gerekçesi olarak sunmuştur. (190) Kimlik Mücadelesinde Alevilik/ Erdoğan Aydın/Syf: 315

Yıllarca Pir Sultan‘a “İran ajanı“ diyerek saldıran devletin çabaları, 1993‘te Sivas katliamını doğurmuş, hem Aleviler hem de Aleviliğin en büyük kavga ozanı yok edilmek istenmiştir

Pir Sultan‘ın Şiirleri açık bir ayaklanma çağrısıdır.

Müminleri bir katara düzelim

Gürüh gürüh şu alemi gezelim

Münkirlerin sarayını bozalım

Yıkalım bakalım nic‘ olursa olsun

Pir Sultan‘a Hüda yardım etmez mi

Müminler bağında bülbül ötmez mi

Bunca yattığınız gayrı yetmez mi

Kalkalım bakalım nic‘ olursa olsun (191) Pir Sultan Asım Bezirci/ Syf:331

Pir Sultan‘ın şiirleri umutludur. İnancından, düşüncesinden taviz vermez, uzlaşmaz, asla dönmez, ikrarı imanı tamdır. Ve son nefesine kadar özlediği toplumsal düzenin propagandasını yapmış ve halkı kızıl sancak altında toplanmaya çağırmıştır.

Dünyanın üzerinde kurulu direk

Emek zay olmadan sızlar mı yürek

Bu yolu kim kurmuş bizler de bilek

Söyle canım söyle dinlesin canlar

Pir Sultan Abdal‘ım farz ile sünnet

Yola gelmeyene edilmez minnet

Cümlenin muradı dünyada cennet

Söyle canım söyle dinlesin canlar (192) Osmanlı Gerçeği/ Erdoğan Aydın/ Syf: 198

Sanat ve sanatçı, döneminin toplumsal koşullarının bir ürünüdür. Pir Sultan, Osmanlı‘nın bir isyan odağı olarak Aleviliği yok ederek, Anadolu‘yu tümden teslim almaya çalıştığı, Alevi halkın da bu ardı arkası kesilmeyen baskı ve katliamlara karşı her fırsatta ayaklandığı bir dönemin ozanıdır. Saflar keskin, çatışma amansızdır. Nasıl ki Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre işgal ve yağmalarla perişan olmuş halka sevgiyi, kardeşliği, dayanışmayı örgütleyerek önder olmuşsa, Pir Sultan da “ Sancağımız Kozova‘ya Dikilsin!“ Çağrısıyla halkın Piri, Sultanı olmuş, ölümsüzleşmiştir.

KUTU: DEDE KUL HİMMET

Kul Himmet, Şeyh Safiyüddin soyundan gelen Erdebil ocağında bir Alevi dedesidir. Pir Sultan‘ın yanında yetişmiş ve mürşit olarak ona bağlanmıştır.

Hatayi‘m(e) Kul Himmet eder niyazı

Pir Sultan yolundan ayırma bizi

Ol mahşer gününde isteriz sizi

Muhammed’e önünde car Hacı Bektaş (193) Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/ Syf:356

Kul Himmet de Pir Sultan gibi dönemin Alevi ayaklanmaları, baskı-katliam ve direnişler içinde yetişmiştir. Şiirlerinde, Erdebil‘den elinde Buyruk‘la geldiğini söyler. Anadolu‘da, Tokat‘ın Almus ilçesi Varzıl (Görümlü) köyüne yerleşmiştir. Mezarı da oradadır. Soyu, Ocağı da orada sürdürülür.

Dede Kul Himmet, şiirlerinde Alevi yolunu, inancını anlatmıştır. Alevi erkanına da katkısı olmuş, duazı imamları, nefesleri cem törenlerine getirmiştir. Pir Sultan‘a bağlılığının yanında Şah Hatayi‘den de çok etkilenmiş, pek çok şiirinde adını anmıştır. Uzun bir nefesinde, üçünün bir araya geldiklerini söyler:

Kul Himmet Hatai Pir Sultan geldi

Kur‘an Muhammed’e Kandilden indi

Mucizatın gören bu dine girdi

Yetiş car günleri Ali Muhammed (194) Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/ Syf:362

Yine “Bugün bize pir geldi“ diye başlayan meşhur nefesinde de Hacı Bektaş-ı Veli‘yi ve On iki imamları ile özdeşleştirerek, Kelime-i Şahadet‘in Alevi inancındaki biçimini kullanır.

Bugün bize pir geldi gülleri taze geldi

Önü sıra kamber-i Ail el-Murtaza geldi

La ilahe illallah illallah Şah illallah (195)

Hurufilik ektisiyle Aleviliğe giren Ali‘nin tanrısallığını işleyen pek çok nefesi vardır.

Ali ismi dört kitapta okunur

La ilahe illa Ali yazılı

Zikr edenler azazil‘den* sakınır

La ilahe illa Ali yazılı (196)Kimlik Mücadelesinde Alevilik/ Erdoğan Aydın/ Syf:43

(*) Azazil: Şeytan

Pir Sultan‘a kul olduğunu söyleyen Dede Kul Himmet, döneminin baskı ve katliamlarından da nasiplenmiştir. Bir şiirinde tutsak düştüğünü söyleyerek erenlerden yardım ister:

Bugün tutsak oldum kollarım bağlı

Ayn-i cem‘de oturan erenler mürvet

Erenler serveri Erdebil oğlu

Ayn-i cem‘de oturan erenler mürvet(197) Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/Syf:338

Osmanlı fermanlarında yer alan “ Yanık Kitap“ olayında ise Rafizi kitaplar bulundurduğu gerekçesiyle 1576‘ da Kul Himmet‘in köyü basılır. 1583 tarihli ikinci bir fermanda da Kızılbaş olduğu için köy tekrar basılıp dağıtılmış ve Kul Himmet‘in aile üyeleri de katledilmiştir.

OSMANLI‘DA ŞERİAT‘IN KURUMSALLAŞTIRILMASI

Osmanlı‘da 16. yüzyıla kadar örfi hukuk yani geleneksel hukuk hakimdi. Osmanlı kendine has bir hukuk oluşturamadığından geçmişten devraldığı hukuku işgal ettiği bölgelerdeki kanun ve uygulamalarla bütünleştirecekti. Dolayısıyla Osmanlı kanunlarında Akkoyunlular’dan Memlüklülere, Bizanslılardan Macar krallığına kadar çeşitli ülkelerin izleri görülür. Prof. Ömer Lütfi Borkan bu durumu şöyle açıklıyor:

“Osmanlı imparatorluğunda her kanun, üzerindeki tarih ne olursa olsun, çok defa diğer daha eski kanunların ve bu arada Fetih ve işgali müteakip mahallinde yapılan tahkikate göre derlenmiş olan eski nizam ve ananelerin devamından başka bir şey değildir“ (198)Aktaran: Osmanlı Toplumsal Düzeni/ Taner Timur/ Syf:206-419

Osmanlı hukukuna 16.yüzyıldan itibaren şeriat hukuku hakim oldu. Toprak düzeninde örfi hukuk varlığını korusa da toplumsal yaşam şeriat hukukuna göre düzenlendi. Bu düzenlemeyi üstelenen ulemaydı. Böylece yönetimdeki ağırlığı ve gücü iyice artan mollalar, müftüler, şeyhülislamlar, halkın yaşamını Sünni şeriata göre düzenlemek için iktidar sopasını kullandılar.

Osmanlı‘da şeriatın kurumlaştırılması, arda arkası kesilmeyen ayaklanmaları bastırmanın ideolojik boyutuydu. Anadolu‘nun dağlarında, bozkırlarında kılıçlı, topuzla yürütülen katliamın, din adına emir ve yasaklarla desteklenmesiydi. Saltanatını korumak için Alevi halkın üstüne sefer üstüne sefer düzenleyen Osmanlı‘nın uleması, bunun dini zeminini oluşturuyordu. Verdikleri fetvalar, yazdıkları kitaplarla Aleviliği en büyük sapıklık, din düşmanlığı ve bozgunculuk ilan ederek suç haline getirdiler. Aleviliğin kökünü kazımak için tedbir üstüne tedbir aldırdılar.

1537 tarihinden itibaren alınan bazı tedbirler şöyleydi:

1-) Dini gelenekleri yerine getirmeyen, ya da dine karşı saygısızlık gösterdiği ileri sürülenlere ağır cezalar verilmesi öngörülmüştür. Örneğin peygamberin sözlerine şüphe ile bakanlar inançsız sayılacaklar ve öldürüleceklerdir.

2-) Her köye bir cami yaptırılması ve halkın cuma namazlarına katılmalarının sağlanmaları istenmiştir.

3-) Devletin benimsemiş olduğu Sünni görüşün güçlendirilmesine yardımcı olmak amacıyla bazı eğence yerleri, özellikle de meyhaneler kapatılarak sapık inançlı oldukları ileri sürülen bazı dervişler İstanbul dışına sürülmüşlerdir.

4-) Bütün bu tedbirlerin en önemlisi, bir bakıma en korkuncu, dine zara verdiği gerekçesi ile matematik, felsefe ve kelam gibi müspet bilim ve düşünce hayatı ile ilgili derslerin medrese programlarından çıkartılmasıdır.

5-) Ve Nihayet, daha da acı olarak belirtmek gerekir ki, ileri sürdükleri bazı düşünceler yüzünden, bu düşünceler halkın dini inançlarını sarsıcı kabul edilerek 1527 yılında öldürülmüş olan molla Kabız‘dan sonra 1529 yılında Şeyh İsmail Maşuki, 1550‘de Şeyh Muhiddin Karamani ve 1561 yılında Şeyh Hamza Bali gibi bazı tarikat ileri gelenleri mutasavvıflar, Kemelpaşazade ve Ebusuud Efendi gibi Şehülislamların fetvalar ile öldürülmüşlerdir“ (199) Türkiye Tarihi 2. Osmanlı Devlet 1300-1600/ Sina Aşkin/ Syf:224-226/cem yay.

Din adına bu gerici baskı ve katliamların yürütücüsü ulemadır. Ulemanın başında, Yavuz Sultan Selim‘in Şehzadeliği döneminde Kızılbaşlar için “Katli Vaciptir“ fetvası veren Sarı Görez namlı müftü Hamza, Şeyhülislam Kemalpaşazade ve onun yetiştirmesi Şeyhülislam Ebusuud Efendi gelir. Örneğin Yavuz Sultan Selim, müftü Hamza‘ya şu fetvayı verdirmiştir: “Kızılbaş taifesi kafirdir, öldürülmesi vacip ve farzdır. Hatta öldürülenlerin ileri gelenlerin malları, kadınları, çocukları öldürenlerin kısmetidir“ (200) Aktaran: Alevi Sorunu üzerine Düşünceler/ Cemal Şener/ Syf:81 Ant yay.

Devlet görevi kabul etmeyen ve Ebusuud gibilerini fazla esnek bulan, Birgevi Mehmet Efendi’nin (1522-1573) görüşleriyle ortaya çıkan “kadızadeliler“ ise ulema içinde daha katı şeriatçı ve katil bir akımı temsil ettiler. Birgevi Mehmet Efendi şeriat açısından insan organlarının günahlarını sayacak kadar bağnazdı. Ona göre kulağın günahı müzik aletlerini dinlemektir. Gözün günahı namahreme bakmak, dilin günahı yalan söylemektir…

Bu dönemde ulema, yürüttüğü tartışmalarla halkın tüm yaşamını Osmanlı‘ya biat edecek bir disiplin ve kontrol altına almaya soyunmuştu. Tütünün, içkinin, kahvenin yasaklanması, müziğin, semanın, ilahilerin sapkınlık ilan edilmesi; Yezid‘e lanet edilip edilmeyeceği, Hızır Peygamberin sağ olup olmadığı Arabi’nin İslam düşünürü olup olmadığı sert biçimde tartışılan konulardı.

Ulema içinde güç kazanan kadızadeliler, Alevi Bektaşi düşmanlığı bir yana, Mevlevilik, Halvetilik gibi Sünni tarikatlara da saldırıyorlardı. IV. Murat döneminde sarayın da desteğini alarak İstanbul‘da terör estirip, tekkeleri bastılar, dervişleri öldürdüler.

Osmanlı, saltanatı ile ezdiği Anadolu halkları arasındaki sınıf çatışmasının keskinleşmesine çare olarak şeriata daha sıkı sarılıyordu. Yarı çıplak Kalenderi dervişlerin dolaştığı İstanbul, şeriatçıların tekkeleri basıp dağıttığı bir İstanbul‘a dönüştü. 15. yüzyılda Otman Baba, müritleriyle birlikte İstanbul‘un orta yerinde Ramazan‘da sofra açıp yemek yiyebilirken, 16. yüzyılda Ebusuud Efendi, oruç tutmayanın, namaz kılmayanın katline fetva veriyordu.

İstanbul Tophane‘de İbni Maruf Takiyaddin tarafından kurulan ilk rasathane de gerici ulemanın gazabına uğradı.“ meleklerin eteklerinin altına bakıyorlar“ diyerek halkı kışkırtan mollalar, 1578‘deki veba salgınını bahane ederek Sultanı ikna ettiler. Ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın başını çektiği bir “cuma Alayı“ ile rasathaneyi yıkıp yağmaladılar.

İstanbul‘da terör estiren ulema, Anadolu ve Rumeli’nin de ihmal edilmemesi için sürekli Aleviler hakkında saraya raporlar hazırlamakta, öneriler sunmaktaydı:

“Sofyalı Bali Efendi, Kanuni‘ye bir rapor sunarak tüm Alevi dinsel Hareketlerin ve Dobruca ile Deli Orman olaylarında yaygın olan Bedreddiniliğin, geniş kamu yığınlarını harekete geçirmeden bastırılmasını istemişti“ (201) Osmanlı da Alevi Ayaklanmaları/ Baki öz Syf:28

Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra tahta çıkan II. Selim ve III. Murat dönemleri ise “cem ve cemaat yaptıkları“ “Saz ve çalgı çaldıkları“ “Yezid‘e lanet ettikleri“ için tek tek köylere kadar Alevilerin tespit edilip katledilmesi için verilen fermanlarla doludur. Yavuz Sultan Selim‘in başlattığı “defter etme“ geleneği sürdürülüyor, Aleviler sürekli izleniyor, kayıt altında tutuluyor ve en ufak bir şüphede katledilip sürülüyorlardı. Örneğin 1577 Bozok Beylerbeyi‘ne gönderilen hüküm şöyleydi:

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin