Askerî başarıları ve devlet kuruculuğu, Pers-kaplan demek olan adının anlamına çok uyan Bâbür Şah aynı zamanda şâir, bilgin ve mûsikîşinas olarak da çok önemli bir kişiliktir. “Dîvân-ı Bâbür Pâdşah” isimli Türkçe ve Farsça şiirlerinin yer aldığı dîvanındaki Türkçe şiirleri Çağatay Türkçesiyle yazılmış şiirlerin Ali Şîr Nevâî’den sonra en yüksek seviyedekilerini oluşturur.
“Hatt-ı Bâbüriye” denen yepyeni bir hat-yazı tarzı icâd edecek kadar önemli bir hattat olan Bâbür Şâh aynı zamanda zooloji ve botanik uzmanı, mimar, nakkâş, minyatürcü, Fıkıh ve Tasavvuf konularında kitabı olan bir âlim ve mûsikîde nazariyâtçı, sâzende ve bestekârdır. En önemli eseri olan “Bâbür-nâme”, Çağatay Lehçesi ile yazılmış ise de, bütün Türkçe lehçeleri içinde cidden bir şâheser ve düz yazı örnekleri arasında bir anıt-eserdir.
Dünyaca bilinen bu eser; Bâbür Şâh’ın hatıralarını ve aynı zamanda Türk Mûsikîsine ait önemli bilgileri anlatır. Ana dili Türkçe’den başka Arapça, Farsça ve Moğolca’yı da şiir yazacak seviyede bilen Bâbür Şâh’ın Aruz Risâlesi isimli eseri de mûsikî nazariyâtı ile ilgili bilgileri içerir.
II. Gazi Giray Hân
Türklerdeki san’atkâr hükümdârlardan biri de 16. Kırım Hânı olan Ebü’l Feth Gâzi Giray Bora Hân-ı Sâni’dir. Moskova Fatihi “Taht-alan” 13. Kırım Hânı I. Devlet Giray Hân’ın (1517?-1577-Hânlığı 1551-1577) oğludur. Ağabeyi 14. Kırım Hânı Mehmet Giray Hân (1553?-1584-Hânlığı 1577-1589) ve kardeşi 15. Kırım hânı II. İslâm Giray Hân’dan (1559-1588-Hânlığı 1584-1588) sonra Aralık 1588’de 16. Kırım hânı oldu. Ekim-Aralık 1596’daki iki aylık ara (bu arada kardeşi I. Fetih Giray hânlık yaptı) hariç Aralık 1607’deki vefatına kadar 20 yıl hânlık yaptı. En büyük Kırım hânlarından biri -belki birincisi- olan Gazi Giray, öncelikle askeri alandaki başarıları ile göze çarpıyor. Ağabeyi Kalgay (veliaht) Âdil Giray’a yardımcı olarak görev yaptığı Osmanlı-İran savaşlarında (1578-1580) genç yaşta dikkat çekmiştir. Mehmed Giray Hân’ın ünlü Kırım süvarileri ile katıldığı bu savaşlarda ün kazanmış, fakat 1581’de bir öncü görevi sırasında İranlılara esir düşmüş ve ünlü Bâtinî lideri Hasan Sabah’ın (Haşhaşinler) Alamut Kalesinde dört yıl esir kaldıktan sonra kaçarak Osmanlı vezîr-i âzâmı ve Kafkas Fâtihi Osman Paşa ordusuna katılmıştır. Daha sonra İstanbul’a giden Gazi Giray, Osmanlı Devleti tarafından Kırım hânlığına getirilmiş ve bir Osmanlı askerî kuvveti eşliğinde bir Osmanlı Filosu ile Kırım’a dönmüştür. Kırım hânı olarak Rusya’ya karşı kazandığı askeri başarılar sonucu 1593’te Rus Çarlığını yıllık vergiye bağlamıştır. 1594 ile 1602 arasında Almanya (Yanık kale Fethi) Polonya ve tekrar Almanya seferlerinde ve cephelerinde de birçok başarılar kazandı. Son beş yılını Kırım’da san’at ve ilim çalışmaları ile geçiren Gazi Giray Hân Aralık 1607’de Kırım başşehri Bahçesaray yakınlarında vefat etti. Yerine oğlu Toktamış Giray Hân geçti. Öteki dört oğlundan İnâyet Giray Hân (1598-1637) 22. Kırım Hân’ı (1635-1637) (kabri İstanbul Eyüp Sultandadır); Sefer Giray ikinci veliaht olarak görev yapmışlardır. “Ârifî” mahlaslı şâir Saadet Giray ile Nureddin Hüsameddin Giray diğer oğullarıdır. Türk askeri tarihinin en büyük simalarından biri olan II. Gazi Giray Hân; aynı zamanda en büyük Türk bestekârlarından biridir. Eski kaynaklarda “Tatar” diye anılan bestekârın sözlü eserleri bugüne ulaşamamış olup ancak sekiz makamda peşrev ve saz semaisi takımı ile altı makamda ayrı peşrev ve ayrı saz semailerinden oluşan yirmi iki eseri bilinmektedir, ki devrikebir usûlündeki Mahûr Peşrevi bile bestekârlık kudretini göstermeye yeterlidir. Ayrıca birçok sazı çalabilen iyi bir saz icrâcısı idi. Edebiyatta düz yazı ve şiir alanında da yüksek bir san’atkârdı. Osmanlı lehçesi ile yazdığı şiirlerinden oluşan Dîvânı ve “Gül ü Bülbül” isimli bir mesnevîsi ve Türkçe’nin Çağatay ve Kırım lehçelerinde ve ayrıca Arap ve Fars dillerinde de şiirleri vardır. Dinî ilimlerin yanı sıra fen ilimlerini ve özellikle matematik ve astronomiyi iyi bilirdi. Tarih ilmine çok meraklı olup, ünlü ve büyük Türk tarihçisi Peçevî İbrahim Efendi’nin hem koruyucusu ve hem de yakın dostu idi. Tâlîk hatta usta bir hattattı. (Peçevî’ye talik hat meşk etmiştir.)
Kısa sayılabilecek elli üç yıllık ömrü kahramanlıklar ve san’at uğraşıları ile geçen Gazi Giray Hân’ın bir gazelinin şu iki beyti, hem kahramanlık (hamâset) edebiyâtı örneği olarak, hem de kendi kendisini anlatmak yönünden önemlidir:
Râyete meyl ederiz kâmet-i dil-cû yerine
Tûga bel bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine
Olmuşuz cân ile billâh gâzâyâ teşne
İçeriz düşmen-i dînin kanını, sû yerine
Çoban Devlet Giray
Gazi Giray Hân’ın 1596 sonundaki iki aylık ara sürede Kırım hânlığı yapan kardeşi I. Fetih Giray Hân’ın oğlu olan Nûreddin Ahmed Çoban Devlet Giray, hükümdâr değil ise de amca torunu III. Mehmed Giray Hân zamanında (1623-1624) Kırım Hânlığı ikinci veliahdı olarak yüksek bir devlet kademesi işgâl etmiştir. 26. Kırım hân’ı Âdil Giray Hân (1613-1672 Hânlığı 1666-1671) ile Kalgay (Kırım tahtı veliahdı) Fetih Giray’ın babasıdır. (Âdil Giray Hân zamanındaki Kalgay da Fetih Giray’ın oğlu Devlet Giray’dı. Fetih Giray’ın diğer oğlu Nûreddin Gâzi Giray Hân da şâirdir.) Çoban Devlet Giray’ın bugüne ulaşmış tek eseri olan Evsat usûlündeki Uşşak Peşrevi onun iyi bir mûsikîşinas olduğunun delîlidir.
I. Selim Giray Hân
Gazi Giray Hân’ın kızı Hânzâde Hâni Hatun ile amcası oğlu 23. Kırım hânı I. Bahadır Giray Hân’ın (Nisan 1637-Ekim 1641) oğlu Gâzi Hacı Hafız Selim Giray Hân-ı evvel 1634 de doğdu. Otuz yedi yaşında Kırım hânı oldu. Siyasal çalkantılarla geçen yetmiş yıllık ömründe, ayrı ayrı dört kerede toplam 23 yıl hânlık yaptı. En önemli ve büyük Kırım hânlarından biridir. Gerek askerlik ala
nında gerekse bilim ve san’at alanlarında dedesine benzer. Şiirde “Selîm” mahlasını kullanmıştır. Bestelerinden yalnızca bir tane Arapça güfteli (Şugl) Tahir makamında bir eseri bilinmektedir. Selim Giray’ın oğullarından altısı Kırım Hân’ı, dördü Kalgay olmuştur.
Mevlevî tarîkatına mensup olan Selim Giray Hân, Arapça gibi Farsça’yı da bilmesinden başka çok özel bir uzmanlık olan Mesnevî-hân idi ve yedi asırlık Mevlevîlik tarihinde pek sık rastlanmayan ender Mesnevî Hafızlarından (yaklaşık 26.000 beyitlik Hz. Mevlânâ’nın Mesnevîsini ezber bilen) ve yine çok ender hacca gitmiş olan hükümdârlardan biri idi. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’i de hıfzetmişti.
Kırım hânı olarak İstanbul’a sıkça gitmiş İstanbul’daki Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi, Hâfız Post, Sepetçizâde gibi büyük musikîşinaslarla hem dostluk kurmuş hem onlara destek sağlamıştır. Kırım başkenti Bahçesaray’daki hânlık sarayında misafir ettiği Evliya Çelebi, Seyahatnâmesinde I. Selim Giray Hân’dan övgüyle bahseder. Bu büyük devlet adamı, dâhî asker, âlim, san’atkâr, ve san’at koruyucusu hükümdâr 22 Aralık 1704’te âhirete intikâl etti ve Bahçesaray’da kendi yaptırdığı Hacı Selim Giray Hân Camii avlusundaki türbesine konuldu.
Türklerdeki san’atkâr hükümdârlar konusunda sıra Osmanlılara gelince; zaten başka milletlerde hiç rastlanmayan bu yüksek özellik Osmanlılarda iyice belirginleşir. 36 Osmanlı padişahının 14’ü -bestekâr ve icrâcı olarak- mûsikîşinastır bunlardan yedisinin besteleri bilinmektedir. Osmanlı hükümdârlarının bizzat san’atkâr olanlarının dışındakiler ise en azından san’at koruyucusu ve teşvîk edicisi olmuşlardır. (Osmanlı Padişahlarının yalnızca san’at tarafları ele alınacaktır).
San’at, san’atkârla somutlaştığı için bilinen en eski Türk bestekârı Hâce Abdülkadir-i Merâgî (1360?-Mart 1435) ile konuya girilebilir. O devirde, Bağdat’ın başşehri olduğu Celâyir Devleti sınırlarında olan Güney Azerbaycan’da Merâgâ’da doğan Abdülkâdir, büyük bir mûsikîşinas olarak Bağdat Sarayında Hüseyin Celâyir Hân’dan (1374-1382) ilk ilgi ve himâyeyi gördü. Moğol asıllı ama Türkleşmiş Celâyirlilerin diğer hükümdârı Ahmet Bahâdır Celâyir Hân (1382-1410) ki kendi de ressam, Hattat, kakmacı, okçu Türkçe Arapça ve Farsçada şâir ve bestekâr olan bir başka Türk hükümdârıdır-zamanında da bu himaye devam etti. (Merâgi’nin “Devr-i Şâhî” ismi ile icad ettiği usûl Ahmed Hân’a ithâf edilmiştir). Abdülkâdir 1393’den önce Osmanlı Padişahı Sultan (Yıldırım) Hân’ın (1354-8 Mart 1403) daveti ile Bursa’ya gitti. Bayezid Hân’dan iltifat ve teşvik gördü. Bu davet ve teşvik Osmanlıdaki san’at koruyuculuğunun ilk örneği olarak kabul edilebilir. (Yıldırım Hân’ın oğlu Emir Süleyman da Osmanlı’nın Fetret Devrinde Edirne’deki padişahlığında büyük bir san’at koruyucusu olarak dikkat çeker. Kendisi de şâir ve mûsikîşinas idi. “İskendernâme” sahibi Ahmedî (1335-1412) onun himayesindeki san’atkârlardandır).
1393’te Bağdat’ı Celâyirlilerden alan Timurlenk (9 Nisan 1336-18 Şubat 1405) bütün san’atkârlarla birlikte Merâgî’yi de Semerkant’a götürdü ve orada ona mevkî verdi. 1399’da Timur’un oğlu Mîranşah Mirzâ’nın Tebriz’deki sarayında bulundu. Bu sıralarda Bağdat’ı geri almış olan Ahmet Celâyir Hân’ın yanına gitti ise de 1401’de Timur Bağdat’ı tekrar alınca ölüm cezasına çarptırıldı. Fakat, çok yüksek bir mûsikî ve güzel sesi ile okuduğu Kur’an’dan dolayı, Timur onu affetti ve Semerkant’a götürdü. En büyük Türk cihângirlerinden olan büyük Timur’un san’at koruyuculuğunun bir örneği de budur. 1405’te Timur’un vefatı ile tahta geçen torunu Sultan Halil Mirzâ (1405-1409) da kendisine aynı ilgi ve himâyeyi gösterdi. Halil Mirzâ’dan sonra hakan olan Timur’un en küçük oğlu Sultan Şahruh Mirzâ (1409-1447) zamanında Doğu Türk Hakanlığı başşehri Semerkant’tan Herat’a nakledildiğinde Merâgî de Herat’a gitti. 1435 Martı’nda vebâ salgını sırasında vefat etti.
Burada çok önemli bir özellik göze çarpmaktadır. Abdülkadir Merâgî yüksek san’atı ve ilmi ile Celâyirli, Timurlu ve Osmanlı olarak üç ayrı Türk devleti ve hânedanından fevkalâde saygı, teşvik, hizmet ve himâye görmüştür. Büyük Timur ve Yıldırım Hân bir birlerine karşı her türlü siyasi ve askeri mücadeleyi yürütmüşler ise de san’at koruyuculuğunda birer Türk hükümdârı olarak aynı doğru ve yüksek davranışı ortaya koyabilmişlerdir. İşte bu Türklerin san’at ve san’atkâra bakış açılarının ne olduğunu göstermeye yeterlidir.
Osmanlı Devletinin beylikten İmparatorluğa sıçradığı dönemin hükümdârı Sultan II. Murat Hân (Mayıs 1404-Şubat 1451) âlim, şâir ve bestekârdır. Türk mûsikîsi nazariyâtını oluşturan -daha doğrusu ortaya koyan- ilk ilmî eserler bu pâdişah ile oğlu Fatih Sultan Mehmed Hân’ın teşvikleri ve hattâ ricâ yollu
emirleri ile hazırlanmıştır. Hızır bin Abdullah’ın “Edvâr” isimli eseri bunun bir örneğidir. (Edvâr Topkapı Sarayı ve Berlin KütüpHânesindedir). Sultan II. Murad’ın hükümdârlığı döneminde (1421-1451) doğu Türk ellerinde Horasan’da yükselen Doğu Türk Medeniyeti ile Batı Türk Medeniyeti arasında köprü kurulmuş ve büyük bestekâr ve âlim Abdülkadir Merâgî Herât’tan Bursa’ya davet edilmiş ve “Makâsıd’ül elkân” isimli eserini padişaha sunmuştur. (Merâgî’nin kendi el yazısı ile yazılmış bu eser, Hollanda Leiden Üniversite kütüphânesindedir. Şahsî kütüphânemizde mikrofilmi vardır). II. Murad Hân’ın saltanatının ilk yıllarındaki Osmanlı ülkesindeki karışıklıklar ve iç isyanlar yüzünden Meragî tekrar Herât’a dönmüştür. Meragî’nin ebced notasıyla yazılmış yüzlerce eseri kapsayan “Kenzü’ül Elhân” (melodiler hazinesi) isimli eseri elde olabilseydi. II. Murad Hân devri Türk mûsikîsi hakkında en doğru bilgileri elde edebilecektik. Büyük Türk bibliyografyacısı Kâtip Çelebi’nin “Keşf’üz Zünûn”unda kaydettiği bu eser, ne yazık ki elde değildir. Ancak Merâgî’ye ait olduğu kabul edilen otuz kadar mûsikî eseri, II. Murad Hân devri Türk mûsikîsi hakkında fikir vermektedir.
Dünya tarihinin en önemli simalarından biri olan, Fatih Sultan II. Mehmed Hân (30 Mart 1432-3 Mayıs 1481) babasının devrindeki doğu ve batı Türklüğü medeniyeti ilişkilerini aynen devam ettirmenin yanında ve üstünde batı Türk medeniyetine büyük katkılarda bulunmuştur. Babasına kitap sunan Merâgî’nin oğlu Abdülaziz Çelebi’nin “Nakavât’ül Edvâr” adlı eseri (Nûr u Osmaniye Kütüphânesindedir) Sultan Mehmet Hân’a ithâf edilmiştir. Sultan Fatih’in “Avnî” mahlası ile yazdığı şiirleri, basit bir hevesin üstünde asırlık zaman dilimlerine göğüs germiş ciddî eserlerdir. 20. yy.’ın ünlü bestecilerinden büyük hoca Emin Ongan’ın (1906-1985) rast şarkısının ilham kaynağı Avnî’nin mısralarıdır:
“Zülfünün zencîrine bend eyledi şâhım beni
Kulluğundan etmesin azâd Allahım beni
Cevr-i Dilber sûz-i firkat ta’n-ı düşmen za’f-ı dil
Dürlü dürlü derd içün hâlk etmiş Allahım beni”
Karaman Beyliği ile yaptığı mücadeleye bile edebiyatı dahil edebilecek bir Türkçe ustasıdır.
“Bizimle mertlik gavgâsın edermiş Karamânî
Karaman’a gelir isem kara yere karam ânı”
Fizik mühendisliği (havan topu eğik atış formülü), astronomi, matematik, askerlik, dinî ilimler ve tasavvuf, döküm tekniği gibi değişik dallardaki kişisel bilginliği yanı sıra özellikle şiirdeki san’atkârlığı ve döneminde yetişen ilim ve san’at adamlarına karşı gösterdiği yakın ilgi ve himaye yurt dışına bile taşmıştır. İtalyan ressam Bellini bunun yalnızca bir örneğidir.
Abdülkadir Merâgî’nin II. Murad Hân’a; oğlu Abdülaziz’in oğlu II. Mehmet Hân’a kitap ithâfı ve takdimi sanki gelenekselleşmiş ve torun Mahmut Çelebi, “Makasıd’ül Edvâr” (O da Nur’u Osmaniye Kütüphânesinde) isimli eserini II. Murad Hân’ın torunu Sultan II. Bayezid Hân (Ekim 1448-21 Mayıs 1512) ithaf etmiştir. Osmanlık Padişahları içinde -babası Fatih ile birlikte- en büyük âlim kabul edilen Sultan II. Bayezid Hân, Şehzadeliğinde Amasya Sancak Beyliği görevini yürütürken çok mükemmel bir tahsil gördü. Ünlü Türk hattatı Amasyalı Şeyh Hamdullah Efendi’den (1426-30-1520) hat öğrendi ve icâzet aldı. Mûsikî alanında en bilinen eseri Nevâ Peşrevinin yanı sıra elimizde bulunan sekiz saz eseri daha vardır. Arapça ve Farsça ile birlikte Çağatay Lehçesi ve Uygur yazısı da bilirdi. “Adnî” mahlasıyla yazdığı şiirlerden 124’ünü kapsayan (basılı) bir dîvançesi de vardır. Pâdişahlığı zamanında Edirne, Bursa, Amasya ve Manisa Dârüşşifalarında mûsikî ile tedavinin başlatılmış olması çok önemlidir.
Bir bilim ve san’at adamı olmanın yanı sıra bilim ve san’at koruyucusu olan II. Bayezid Hân’ın “İn’amât Defteri”nde (kişilere verilen hediyelerin yazıldığı resmi evrak) pek çok san’atkârın ve âlimin ismi olması O’nun san’at ve bilim koruyuculuğunun kanıtıdır. Ayrıca, Avrupa’daki san’at hareketleri ile de ilgilenmiş, Leonardo Da Vinci ve Michelangelo gibi san’atkârlarla (özellikle İstanbul Boğazı ve Haliç üzerine köprü yapımı konularında) mektuplaşmıştır. Fatih Sultan Mehmet gibi tarihin en parlak şahsiyetlerinden birinin ardından padişah olması, saltanatının ilk yarısında kardeşi Şehzade Cem meselesi, son zamanlarında da oğulları Ahmet, Korkut ve Selim ile olan mücadeleler ve Şah kulu isyanı gibi iç olaylar O’nu gölgede bırakmış gibi
görünse de Sultan Bayezid hattat, bestekâr ve şâir bir san’atkâr ve büyük bir san’at ve bilim koruyucusu ve köprü, yol imâret, medrese, cami, han, dârüşşifa gibi kamu yararına eserler yapmış büyük hayrat sahibi bir Türk hükümdârıdır. Onun hayırlı eli İspanya’da engizisyon zulmüne uğrayan Yahudilere bile uzanmıştır.
San’atkâr Sultan Bayezid Hândan bahsederken şehzadesi Korkut’tan bahsetmemek olmaz. Sultan Bayezid’in üçüncü oğlu Şehzade Mehmet Korkut (1467-17 Mart 1513) “Harîmî” mahlası ile yazan “dîvan” sahibi bir şâir, “Gıda-i Ruh” adında saz icad eden bir saz yapımcısı lutiye, günümüze ulaşmış sekiz saz eseri olan bir bestekâr, “Kitab’ül Harîmî” veya “Da’vet’ün Nefs” adında tasavvuf kitabı yazan bir mutasavvıf, “Hâfız’ül İnsan” adında Arapça akâid (inanç sistemi), “Hâll ü İşkâk-el Efkâr” adında fıkıh (İslam hukuku) kitapları yazan bir din bilgini, Kur’an yazan bir hattat ve ilim ve san’at adamları ile özellikle Türk denizciliğinin gelişmesini sağlayanları himaye eden bir büyük Türk şehzadesidir.
Şehzade Korkut’un üç yaş küçük kardeşi ve II. Bayezid Hân’ın dördüncü oğlu (Yavuz) Sultan I. Selim Hân (1470-22 Eylül 1520) babası ve dedesinden sonraki en bilgin, oğlu ve dedesinden sonraki en idareci, dedesinden sonraki en asker padişahtır. “Selîmî” mahlası ile yazdığı Türkçe şiirleri yanında Farsça bir dîvânı vardır. (“Hûn-i Hüseyn-i Mî-talebem yâ Ali meded” mısraı yeterli örnektir.) Yavuz Selim Hân’ın Çaldıran’dan sonra feth ettiği Tebriz’den özellikle Türk asıllı pek çok mûsikî bestekâr ve icrâcısını İstanbul’a getirmesi kendisinin bir san’at koruyucusu olduğunu da göstermeye yeterlidir. Kahire fethinden sonra da aynı şekilde hareket etmiştir.
Yavuz’un oğlu Osmanlı Padişahlarının en büyüğü kabul edilen (Kanuni) Sultan Süleyman Hân (27 Nisan 1495-7 Eylül 1566) da san’atkâr bir Türk hükümdârıdır. Arapça, Farsça, Sırpça, İtalyanca bilen batılıların “Muhteşem” dediği Sultan Süleyman büyük bir san’at ve bilim koruyucusudur. Kendisi san’atın şiir dalı ile meşgul olmuş ve “Muhibbî” mahlası ile yazdığı şiirleri en büyük padişah dîvanını oluşturmuştur.
“Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi”
beyti, bir darb-ı mesel gibi asırlardır halk hafızasında yaşamaktadır. Oğlu Şehzade Bayezid’in -ki O da şâirdir- isyan etmesi ve İran’a sığınması meselesinde babasına yazdığı;
“Ey ser-a-ser âleme Sultan Süleymân’ım baba
Tende cânım cânımın içinde cânânım baba”
diye başlayan
“Bî-günahım Hakk bilir devletlû sultanım baba”
nakaratlı murabbaya, aynı vezin ve nazım şekliyle;
“Ey dem a dem mazhâr-ı tûğyân u ısyânum oğul
Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermânım oğul”
diye başlayan ve,
“Bî-günahım dîme bari tevbe kıl canım oğul”
nakaratlı murabba ile verdiği cevap cidden şah-eserdir. Hasekisi Hürrem Sultan’a yazdığı:
“Gözlerimden ger nihân oldunsa ey zîbâ-cemâl
Sîneden nakş-i hayâli gitmek olmuştur muhâl
Ger yakarsın âteş-i hicrânına ey Hürrem beni
Aşkın ile can verem dönmeğe yoktur ihtimâl”
mısralarındaki romantik şâir Sultan Süleyman, İran Sefer-i Hümayûnu sırasında ise şöyle der:
Allah Allah diyelim sancak-ı Şahı çekelim
Yürüyüp her yakadan şarka sipahi çekelim
İki yerden kuşanalım yine gayret kuşağın
Bulaşıp toz ile toprağa bu râhı çekelim
Muhibbî’nin torunlarından büyük bestekâr padişah III. Selim Hân’ın Arazbâr makamında bestelediği ilâhîdeki sözleri de şöyle:
Âşıkın gitmez dilinden hiç bu Hû-yü Hây-ı Aşk
Tutsa ger arz u semâyı serteser gavgâ-yı aşk
Bezm-i gâmda çeng gibi hem inlemek kanûn olur
Her kimin gönlünde kala bu sadâ-yı nây-ı aşk
Sultan Süleyman’ın ünlü vezîr-i âzâmı Makbul İbrahim Paşa da klasik kemençe icrâcısı ve bestekâr bir mûsikîşinas idi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan II. Selim Hân (28 Mayıs 1524-15 Aralık 1574) da şâir padişahlardandır. Dedesi Yavuz gibi “Selîmî” mahlası ile yaz
mış, dedesi yaşında (42) padişah olmuş, dedesi kadar tahtta kalmış (8 yıl), dedesi yaşında (50) ölmüş ve dedesinin adını taşımıştır. Devrindeki bütün ilim ve san’at adamları Kıbrıs Fâtihi II. Selim Hân’ın koruması altındaydı.
Sultan III. Murad Hân (4 Temmuz 1546-16 Ocak 1595) da ataları gibi şâirdi. Aynı zamanda da büyük bir bilgin. “Murâdî” mahlası ile yazardı. 20 milyon kilometrekareyi aşan Yemen’den Cezâyir’e, Bakü’den Bosna’ya, Tebriz’den Viyana’ya uzanan topraklarda oturan dünyanın en güçlü süper devletinin hükümdârı Sultan III. Murad Hân şöyle diyor:
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan ey uykusu çok gözüm uyan
Bu dünya fânidir sakın aldanma
Mağrur olup tac ü taht’a dayanma
Yedi iklim benim diye güvenme
Uyan ey uykusu çok gözüm uyan
Sultan III. Mehmed Hân (26 Mayıs 1566-21 Aralık 1603) da âlim ve şâirdir. “Adlî” mahlası ile yazardı. Eğri Fatihi olarak askerlik san’atında da söz sahibidir.
Onun oğlu Sultan I. Ahmed Hân (18 Nisan 1590-22 Kasım 1617) da “Ahmedî” ve “Bahtî” mahlasıyla yazdığı klasik ve tekke tarzı şiirlerinde; kahramanlıktan tasavvufa, siyasetten aşka kadar geniş bir konu yelpazesi kullanmış yetenekli bir şâirdir. Genç yaşına rağmen devlet idaresinde başarı göstermiş (tahta geçme usûlünü büyük erkek evlat yerine, en yaşlı hânedan mensubu olarak değiştirmiştir.) Arapça, Farsça bilen; büyük Türk mutasavvıfı Aziz Mahmud Hüdâyî’den tasavvuf feyzi almış, Türk mîmârisine Sultan Ahmed Camiini kazandırmış san’atkâr ve san’at koruyucusu bir padişah idi. Her gün bir kağıda Hz. Peygamberimizin ismini yazıp ayak izini çizerek kavuğuna sıkıştırması ve tâcı olarak kabul etmesi kişiliğini gösteren bir davranıştır.
N’ola tâcım gibi başımda getürsem dâim
Kademi resmidir ol Hazret-i Şah-ı Rusûl’ün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedî durma yüzün sür kademine o gülün
(ünlü bestekâr Hafız Kumral’ın pençgâh makamındaki ilâhisi)
“Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullah ile” diye başlayan şiirini de Neyzen Osman Bey Hicaz İlahi olarak bestelemiştir. Hz. Peygamberin mübârek kabrinde zeytinyağı kandili yakılmasına gönlü el vermemiş, orada gül yağından kandil yakılması için vakıf kurmuştur.
Oğlu Osmanlı Padişahlarının en genci Genç Osman (Sultan II. Osman Hân 1604-1622) on sekiz yıllık ömrüne “Farisî” (binici) mahlasıyla şiirler yazmayı da sığdırabilmiş, kişilikli bir Gâzi Sultandı. (1621 Hotin Kalesi Seferi).
Tarihlerde Revan ve Bağdat Fatihi olarak anılan ve devlet idâresindeki sertliği, şahsî acı kuvveti, okçuluk ve cirit merakı ile tanınan Sultan IV. Murad Hân (27 Temmuz 1612-8 Şubat 1640) aynı zamanda “Murâdî” mahlası ile şiirler yazan “Şah Murad” mahlası ile de besteler yapan bir san’atkâr padişahtır. Sultan I. Ahmed’in üçüncü oğlu olup, 11 yaşında iken 10 Eylül 1623’te tahta geçti. Annesi meşhur Kösem Mahpeyker Sultandır. 28 seneyi bile bulmayan çok kısa bir ömür içinde iç isyanlardan İran Seferlerine ve Kırım meselesine kadar askerî ve siyasî alanda pek çok başarılı sonuçlar almış, bunların yanı sıra bilim ve san’at mensuplarını himâye etmiş, kendi de bizzat edebiyat ve müzikte eserler vermiştir. Aynı makamdan (hüseynî) altı ayrı peşrev besteleyebilecek çok kudretli bir bestekâr ve müzik bilginidir, bu özelliği ile de müzik tarihinde tektir. Bir yürük semâî ile bir ilâhîsinden başka diğer eserlerinin hepsi saz eseridir ve bilinen besteleri on beş tanedir.
Tebriz’i (2. defa) fethettikten sonra büyük dedesi Yavuz Selim Hân gibi oradaki bütün Türk san’atkârları İstanbul’a getirmesi, İstanbul’da san’at hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır. (İstanbul’un bir semtine -Emirgân- adını veren Tebriz’li Emîr Gûnâ Bey bahçe mimarisinde örnek olmuştur). IV. Murad Hân dönemindeki bu san’at hayatı padişahın yakın dostluğunu da kazanmış ve aynı zamanda mûsikîşinas olan Evliya Çelebi tarafından kayda alınmıştır.
Sultan İbrahim Hân’ın (5 Kasım-1615-18 Ağustos 1648) sekiz buçuk yıllık padişahlık döneminde de san’at korumacılığının devam ettiği hakkında “Safayi Tezkîresinde” ki şu kayıtla yetinilebilir: “Padişah-ı devrân Sultan İbrahim Hân, Yusuf Dedeye (daha sonra Beşiktaş Mevlevi Hânesi şeyhi olacak olan ünlü ney ve çenk üstadı ve şâir) ulûfe ve ta’yinât verile deyû hatt-ı hümayun ihsan edüp…”
Tarihlerde Avcı Mehmet olarak tanınan Sultan IV. Mehmet Hân (1 Ocak 1642-6 Ocak 1693) döneminin Köprülüler
devresi askerî, siyasî ve idarî yönden olduğu kadar, san’at ve ilim yönünden de çok parlak bir devridir. Dâhî bestekâr Itrî, IV. Mehmet Hân’dan (Kırım Hânı Selim Giray ile birlikte) büyük destek görmüştür.
Bu san’at koruyuculuğu daha sonraki padişah Sultan II. Süleyman (Hattattır) (15 Nisan 1642-22 Haziran 1691) ile Sultan II. Ahmed Hân’ların (25 Şubat 1643-6 Şubat 1695) ikisinin de üç yıl yedi ay ondört gün süren kısa saltanat dönemlerinde de aynen devam etmiştir. Ayrıca II. Ahmet Hân bizzat şâir, bestekâr ve hattat (Kur’an da yazmıştır) olarak san’atkâr bir padişahtı. Günlük olarak tuttuğu hatırâ defteri çok önemli belgedir.
II. Ahmet Hân’dan sonra tahta çıkan Sultan II. Mustafa Hân (5 Haziran 1664-29 Aralık 1703) da amcası II. Ahmet Hân gibi şâir, mûsikîşinas ve hattattır (Hat’ta hocaları ünlü hattat Hafız Osman ve Hattat, şâir ve bestekâr Hocazâde Mehmet Efendilerdir). Şiirde mahlası “İkbâlî” ve “Meftûnî” dir. Şiirlerinin çoğu bestelenmiştir.
* “Müstârâk oldum lûtfuna”: Aşiran ve Hüseynî ilâhî (Ali Şir u Gani)
* “Allah Rabbi Layezâl”: Şehnâz ilâhî (Osman Ef.) Eviç İlahi (Ali Şiru Ganî), Suzidil ilâhi (Selahattin Demirtaş)
Dostları ilə paylaş: |