274 / Yrd. Doç. Dr. Muharrem YILDIZ Mehmet Mekin MEÇİN EKEV AKADEMİ DERGİSİ konumuna yükselir. İnsanların kutsal ile olan ilişkileri bu şekilde kutsal olmayan zaman,
mekân, nesne veya ritüellerin kutsallıkla ilişkilendirildikten sonra artık kutsal niteliğini
kazandıkları ve ancak bu sayede kutsal ile bağ kurulduğunu vurgular (Taocu, 2000:13).
Eliade’ın üzerinde durduğu ikinci önemli konu sembollerdir. Ona göre insan sembol türetme gücüne sahip olduğu için insanın ortaya koyduğu her şey semboliktir. Ancak
ona göre herhangi bir dini sembolün yapısının çözülmesi için, yeterli sayıdaki örneklerin analizi şarttır. Bu bağlamda sembolün ilk orijinal örneklerine ulaşmak ve tarihi süreç içerisinde geçirdiği fakirleşme ve zenginleşme aşamalarını dikkate alarak birçok var- yantlarını tahlil etmek araştırmacıyı sembolün şifresini çözmede güçlendirecektir. Eliade
göre Dinler Tarihçisinin yapacağı ilk iş, dünyanın semboller vasıtasıyla konuştuğunu ve kendini onunla ortaya koyduğunu tespit etmektir (Aydın, 2003:104-115).
Eliade’a göre dini semboller, doğrudan tecrübe alanında gözlenmeyen ve dokunul- mayan hakikatleri aşikâr kılmayı hedeflemektedir. Semboller dünyayı canlı bir bütünlük
olarak izah etmeye çalışır. Dünyadaki şifreler olan sembollerin çözülmesiyle dünya sem- boller vasıtasıyla dile gelmekte ve artık hayat olarak anlaşılmaktadır ki bidayette hayat, varoluşun bir maskelenişidir. Hayatın yapısına atıf yapan dini semboller, güncel hayatı-
mızda alışık olduğumuz tecrübeden daha derin ve daha esrarengiz olan hayatı görmeye
imkân tanır. Dini semboller, özellikle harikulade hayatın ifade edilmeyen yönünü ve aynı zamanda insan hayatının sakramental boyutunu meydana çıkarır. Hatta bizzat insan ha-
yatı, dini sembollerin ışığında deşifre olmuş gizli bir yön arz etmektedir. İnsan hayatı, çok uzaktan, başka bir taraftan gelmekte, Tanrı’nın veya başka tabiatüstü bir varlığın eseri olarak “tanrısal” bir mahiyet arz etmektedir (Aydın, 2003:115-116).
Arkaik insan için semboller daima dinidir. Çünkü bu semboller gerçek bir şeye işaret
etmektedir. Zira arkaik kültürlerde gerçek, kutsal ile eş anlamlıdır. Öbür taraftan dünya
Tanrı veya tabiatüstü bir varlığın eseridir. Dünyanın yapısını ortaya çıkarmak, bir sırrın
açıklanmasıyla veya Tanrısal yaradılış eserinin şifreli bir anlamının açıklanmasıyla eş
anlamlıdır. Çünkü din öyle bir olgu ki, kavramlarla ifade edilememiştir ve her zaman
kavramlarla da ifade edilemeyecektir. Dinler ancak bünyelerinde tanrısal parlaklık (saf nur) taşıyan sembollerle anlaşılabilir (Aydın, 2003:116-120).
Mircea Eliade’ın üzerinde durduğu üçüncü önemli konu mitlerdir. Büyük bir din fe-
nomenoloğu olarak tahlil ettiği mitler Eliade’a göre, kutsalın sembolleridir. Diğer bir ifa-
deyle mitler, kutsala verilen cevaplar olan ayinlerle ortaya çıkan, tekrarlanan, yenilenen
arketiplerdir. İnsan ve evrenin kökenine vurgu yapan mitler, beşeri, kutsal olmayan bir
dünyadan kutsal bir dünyaya bağlamakta, Tanrı veya kutsal ile olan eski birlikteliğine
atıfta bulunmakta, kendisi ve içinde yaşadığı evrenin Tanrı kökenli veya kutsaldan kopma
bir hakikat olduğuna dikkat çekmektedir. Mitoloji sayesinde evrensel ve kutsal bir ruhla
birleşen insan, kutsal olmayan dış dünyadan âdeta bir mabedin kapısından içeri girer gibi kutsal bir âlemin içerisine girmektedir (Taocu, 2000: 16-17; 2004: 130-139).
Eliade’ın mitolojiden anladığına göre, her millet köken olarak kutsaldır. Mutlaka
Tanrı ile bir şekilde ilişkilidir. Yaratılırken Tanrı’dan bir parça olarak kopup ayrılmış ve
yeryüzüne düşmüştür. Şintoizm’den Hıristiyanlığa hatta İslam’a kadar her dini mitolo-