4-Tinea pedis: Ayaklarda özellikle ise ayak parmak aralarında sıklıkla görülmektedir.Özellikle toplu olarak yaşanan askeriye gibi yatılı okul gibi yerlerde temizliğe özen gösterilmezse ortaya çıkar.Celal Muhtar tarafından belirtildiğinden “Celal Muhtar Hastalığı” da denmektedir. En çok üçüncü ve dördüncü parmak aralıklarında görülür ve tabanda da kendini gösterebilir.Deriyi tahriş eder ve çok kaşıntılıldır.Mikrop kapmamasına özen gösterilmezse iltihaplar oluşturabilir.Sıcak ve nemli yerlerde ayakta oluşan maserasyon hastalığının oluşumunda da etkilidir. Tedâvî sürecinde öncelikle ayak temizliğine oldukça özen gösterilmesi gerekmektedir. Naylon çorap giymekten kaçınılmalı ve pamuklu çoraplar giyilmelidir.Ayaklar sık sık havalandırılmalıdır.Tedâvide, griseofulvin hapları, kurutucu toz ve solüsyonlar ve antimikotik pomadlar hekim tavsiyesiyle kullanılmaktadır.
5-Tinea ungium: Tırnaklarda oluşan bir mantar türüdür.Uzun süre devam eden ayak mantarı hastalıklarında tırnaklara kadar yayılış gösterebilir.El tırnaklarında çok sık görülmez.Tırnaklar canlılığını yitirir,tahrip olur ve tırnak plağı ayrılabilir.tırnağın rengi koyulaşarak gittikçe sararır ve tırnak kalınlaşır.Bazı tedavi durumlarında tırnağın çekilmesi gerekebilir. 6
Patojenite; patojenlerin hastalık yapabilme yeteneğidir.
-Tınea versikolar: Bu mantar enfeksiyonu Malassezia furfur adlı türünden meydana gelir. Malassezia furfur, çürükçül, maya benzeri bir tür olan pityrosporumların ( P.ovale ve P.orbiculare) patojen hale gelemsiyle oluşur. Bu mantarın patojen oluşuna sıcaklık, ph, nem ve karbondioksitin fazlalığı neden olur. Nohut büyüklüğünde lekelerle ve beyazdan kahverengiye değişen renklerle kendini gösterir. Enfeksiyon gövdenin üst kesimlerinden, kollara ve karın bölgesine kadar dağılabilir.Çocuklarda ve gençlerde yüzde ve saçta da görülebilir. Hafif şekilde pullanmalar görülür.Bu lekeler güneşte esmerleşmediğinden görünüş açısından yaz mevsiminde daha dikkat çeker.Bu enfeksiyon pek kaşıntıya neden olmaz. İlgili bölgeden kazınarak alınan parçanın mikroskopta gözlenmesi le hastalığa tanı koyulur.Teşhis aşamasında Wood ışığındanda yararlanılabilir. Tedavi aşamasında ise hekim tavsiyesiyle olmak kaydıyla selenyum sülfür şampuanı 3-4 gün boyunca geceleri hastalıklı bölgeye sürülerek ertesi sabah yıkanır. Topikal antifungal bir pomadın günde iki kez, iki hafta kullanımı yeterlidir. Etkisini önlemek için pamuklu giysiler tercih edilmeli, sık sık banyo yapılıp iyi kurulanılmalıdır.
7-Candidias: Candida grubu mantarlar deri ve mukozalarda bulunan saprofit mayalardır.Ancak bazı faktörler ile patojenite kazanarak hastalık etmeni haline gelirler. Candida’lar içinde hastalık yapıcı olan en önemlisi Candida albicans’tır.Candidalar fizyolojik ve patolojik etkenlerle patojenite kazanır.Fizyolojik olarak gebelik ve yenidoğan dönemindeki faktörler, patolojik olarak ise diabet, ateşli hastalıklar, kollajen doku hastalıkları, , AİDS, kortikosteroid kullanımı,antibiyotik, kemoterapötikler, radyoterapi gibi bağışıklığı baskılayan nedenlerle ortaya çıkar.Ağız mukozasında pamukcuk olarak adlandırılan, beyaz renkte görülürler. Lezyonlar dil özerinde ise kirli beyaz bir katman gösterirler.Ayrıca tırnak etrafında da görülerek tırnak şekil bozukluğuna yol açabilirler. Candida enfeksiyonlarında tomurcuklanan maya hücreleri görülür. Bunlar çok kolay ve çabuk üreme gösterirler. Bu sebeple candidiasislerde kültürel yolla incelenir.Kültürde hızlı üreyen kolonilerde tip tayini ve patojenite testlerinin yapılması tedavi ve açısından önemlidir.
intertriginöz bölgeler, derinin birbirine sürtünen yüzeylerinin bulunduğu bölgedir.
immünosupressif ilaçlar; bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlardır.
Tedavide ilk olarak hazırlayıcı etkenlerin bulunup, ortamdan kaldırılması gerekir. Hastalıklı bölgelerin kuru tutulabilmesi için pamuklu çamaşırlar giyilmesi tavsiye edilir.
Candidalar oral mukozada, parmaklarda, intertriginöz bölgelerde, bağırsaklarda ve vajinada saprofit olarak bulunabilir.Candida enfeksiyonlarına yakalanmamak için gebelikte,diyabetik durumlarda ,uzun süreli antibiyotik kullanımında, kortikosteroid, immünosupressif ilaçların kullanımında, aşırı terleme gösterildiğinde, sabun ve deterjanların kullanırken dikkat etmek gerekir
RİKETSİYALAR
Riketsiyalar virüs ve bakteri arasında bir geçiş formudur.Hem virüslere benzeyen hemde bakterilere benzeyen yönleri vardır. Hücre dışında kristal olmaları, çok küçük boyutları, zorunlu parazit yaşamları yüzünden virüslere benzerlik gösterirler.Bunun yanında tüm bakteri organellerini, DNA ve RNA içermeleri, enzim bulundurmaları ve amitoz bölünme yetenekleriyle de bakteriye benzetilmektedir. Bit, pire ve kene gibi asalakların bağırsaklarında ve sindirim sistemlerinde yaşarlar.Bu canlıların insan kanını emmesi ile tifüs,lekeli humma ve q humması gibi bir takım hastalıklar yaparlar. Riketsiyalara karşı civcivin vitellüsünden oluşturulan aşı kullanılmaktadır.
TİFÜS ( LEKELİ HUMMA )
Bitler aracılığı ile bulaşır. Tifüslü insanların kanını emen insan bitinin enfeksiyonu diğer insanlara taşımasıyla bulaşır.Bit, diğer insanlardan kan emerek beslenirken riketsiyaları cilt üzerinde bırakır. Bu kişiler saçlarını ovalarken, riketsiyaları ya da bit parçacıklarını bitin ısırdığı yerin içine sokarak enfekte olurlar.Çok tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalıktır.Tifüsü doğuran nedenler; pislik, aşırı kalabalık yerlerde yaşamak ve açlıktır. Tifüs 12-14 gün devam eder. Derinin üzerinde ufak kırmızı lekeler belirir.Bazı hastalarda, sayıklama, bağırma ve tuvaletini altına kaçırması görülür.Hastaya sağlıklı kişilerden ayrı bir yerde bakılır ve eşyaları, bulunduğu yer dezenfekte edilir. Sulu ve sindirimi kolay yiyecekler yedirilerek iyi beslenmesi sağlanır.
PROTOZOA (TEK HÜCRELİLER )
Protistalar çok küçük su birikintileri, nemli topraklar, hayvanların vücut sıvıları gibi farklı ortamlarda yaşayabilen mikroskobik canlılardır.Bu canlıların tüm hayati olayları bir hücre içinde geçmektedir. Bu canlılar hem bitkisel hem de hayvansal özellik taşır.Terliksi hayvan, amip, öglena, çan hayvanı protistalar grubundaki canlılara örnektir.
Plazmodyum; sıtmaya sebep olan parazittir.
Sularda bulunan Entamoeba histolytica kanlı ishale (amipli dizanteri) sebep olduğu gibi, değişik dokulara da yerleşerek amip apselerine sebep olmaktadır. Bazı protozoalar sıtma hastalığına sebep olur.Sıtma kan parazitidir ve kan hücrelerini patlatarak nöbetler şeklinde hastalık oluşturur.Anofel cinsi sivri sinek, sıtma etkeni olan plazmodyumu insanlara bulaştırır. Şark çıbanı, Leishmania tropica adı verilen bir protozoondur. Tatarcık aracılığı ile bulaşır.Bu mikrop kemirgenler, köpek, çakal gibi bazı hayvanlar tarafından insanlara aktarılmasıyla oluşuyor. Mikrop insana bir sinekle bulaşır. Nadiren insandan insana geçtiği de görülen hastalık, ciltte sivilceye benzer oluşumların derin ve çukur yaraya dönüşmesiyle kendini gösteriyor.
Protozoalar 4 Grupta incelenir:
a)Kamçılılar(Flagalletlar): Bir veya birden çok kamçıları bulunan ve kamçılarını hareket organeli ve besin almada kullanan protistlerdir.Bunlar denizlerde,tatlı sularda ve parazit olarak omurgalı hayvanlarda yaşarlar.Öglena gibi bazı türleri kloroplast taşır.Bunlara bir diğer örnek Trypanosoma gambies verilebilir.Çeçe sineği tarafından taşınan Trypanosoma gambienses paraziti insan kanı içine yerleşerek, merkezi sinir sistemini tahrip ederek uyku hastalığına neden olur.Yani çeçe sineği Trypanosoma gambienses'e konukçuluk eder.
b)Kök Bacaklılar(Rhizopoda): Hareket ve besin almak için yalancı ayakları vardır.Bazı türleri kabuklu ya da iskeletli olabilir.Tatlı sularda , denizlerde ve bazıları da omurgalılarda parazit olarak yaşarlar.Amip örnek gösterilebilir. İnsan bağırsaklarında yaşama ortamı bulan amipler dizanteri yapabilirler.Amipli dizanteri de vücuda mikrop girmesinden 10-21 gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkar. Hastada kanlı ishal, ateş, karın krampları, kilo kaybı ve halsizlik görülür.
c)Sporlular(Sporozoa):Parazit olarak yaşayan canlılardır.Hareket organelleri bulunmaz. Kofulları yoktur.Üremelerinde ise bir konukçuya ihtiyaç duyarlar.Örnek olarak; sıtma plazmodyumu ‘anofel’ denilen sivrisineklerin tükürük bezinde yaşar. Sivrisineğin insanın kanını emmesiyle insana bulaşır. İnsanda ‘sıtma hastalığı’ yapar. Sıtma hastalığı ‘kinin’ denilen ilaçla tedavi edilir.
d)Silliler (Ciliata): Vücutları kısmen veya tamamen sillerle kaplı canlılardır. Hareketlerini ve besinlerinin alımını silerle gerçekleştirilirler. Tatlı sularda serbest yüzer şekilde veya sabit olarak yaşarlar.Bazıları parazit ve bazıları da koloni şeklinde yaşamlarını sürdürürler.Çan hayvancığı buna örnek gösterilebilir.
BAKTERİLER
Bakteriler bağımsız yaşama özelliğine sahip küçük organizmalardır. Prokaryot yani tek hücreli yapıları ile diğer mikroorganizmalardan ayrılırlar. Bakerilerin boyları çok çok küçüktür. Ayrıca bakteri boyları türlerine göre değişiklik göstermektedir. Bakteriler her ortamda bulunmaktadırlar. Deniz suyunda, toprakta, deride, bağırsaklarda asitli sularda dahi bakteriler yaşamaktadırlar. Bakteriler dünya biyokütlesinin çoğunu oluştururlar. Bir gram toprakta bulunan bakterin sayısı kırk milyondur. Toplu olarak bakteriler dünyada beş milyondur. Gıdaların geri dönüşümünde, atmosferden azot salınımı gibi birçok olay da bakteriler görev alırlar. Ancak bakterilerin birçoğu hali hazırda tanımlanamamıştır. Bunun yanı sıra bakteri şubelerinin laboratuvar ortamında kürtürlenebilenlerinin sayısı bakteri şubelerinin sadece yarısı kadardır. Bakterileri araştıran bilim dalı mikrobyolojinin bir dalı olan bakteriyolojidir. Büyük bakteriler çoğunlukla saprofit olarak bulunmaktadır. Prokaryot hücre tipine sahip olan bakterilerin kendilerine özgü bir hücre yapıları bulunmaktadır.
BAKTERİLERİN TARİHÇESİ
Bakteriler tarihte ilk defa 1676'da Antonie van Leeuwenhoek tarafından, kendi tasarladığı tek mercekli bir mikroskopla gözlemlenmiştir. Bakterileri hayvancık (animalcules) olarak tanımlamış ve gözlemlerini bir mektup ile Kraliyet Derneği’ne yollayıp yayımlamıştır.
B
Bilim tarihinde pek az bilim adamı Louis Pasteur ölçüsünde insan yaşamım doğrudan etkileyen buluşlar ortaya koymuştur. Günlük dilimize bile geçen "pastörizasyon" terimi onun buluşlarından biridir.
acterium sözcüğü daha sonra kullanılmaya başlanmış ve Yunanca ‘’küçük asa’’ anlamına gelmektedir.
Louis Pasteur 1859'da fermantasyonun mikroorganizmaların büyümesi sonucu meydana geldiğini ve fermantasyonun yoktan varoluş yoluyla olmadığını gösterdi. Ayni dönemde yaşayan Robert Koch ile birlikte Pasteur, Hastalık-Mikrop Teorisi' nin erken bir savunucusu olmuşlardır. Robert Koch tıbbi mikrobiyolojide bir öncü olmuş, kolera, şarbon ve verem üzerine çalışmalar yapmıştır. Verem üzerindeki araştırmalarında Koch mikrop (germ) teorisini kanıtlamış, bu başarısından dolayı da kendisine Nobel Ödülü verilmiştir. Koch postülatları' nda bir canlının bir hastalığın nedeni olabileceğini belirlemek için gereken testleri ortaya koymuştur, bu postülatlar günümüzde hâlâ kullanımını sürdürmektedir.
1
Vücudumuz farklı enfeksiyon ve toksik ajanlarla savaşmak için bağışıklık sistemine sahiptir. Bizi enfeksiyonlardan, çevresel zararlardan korur, yanık ya da ameliyat sonrası iyileşmeyi çabuklaştırır.
9. yy la gelindiğinde birçok hastalığa bakterilerin sebep olduğu bilinmesine rağmen hala bir tedavi yöntemi bulunmuş değildi.1910'da Paul Ehrlich Treponema palidum 'u (frengiye neden olan spiroket) seçici olarak boyamaya yarayan boyaları değiştirerek bu patojeni seçici olarak öldüren bileşikler elde etti, böylece ilk antibiyotiği geliştirmiş oldu. Ehrlich, bağışıklık üzerine yaptığı çalışmalar ile 1908 Nobel ödülünü kazanmış, ayrıca bakterilerin kimliğinin saptanması için boyaların kullanılmasına öncülük etmiştir; çalışmaları Gram boyasının temelini oluşturmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ
Monera alemini oluşturan prokaryot canlıların en yaygın olanları ve en çok bilinenleri bakterilerdir. Bugün dünyamızda bakterinin bulunmadığı yer yok denecek kadar azdır. En çok organik atıkların çok olduğu yerlerde ve sularda yaşarlar. Bununla beraber, -90 oC olan buzullar içinde ve +80 oC olan kaplıcalarda yaşayabilen bakteri türleri de bulunmaktadır. Hava ve su damlaları ile çok uzaklara taşınabilirler. Bakteriler bütün hayatsal olayların meydana geldiği en basit canlılardır. Tüm bakteriler mikroskobik ve tek hücrelidir. Büyüklükleri normal çekirdekli hücrelerin mitokondrileri kadardır.
HÜCRE YAPISI
Bakteri hücresi hücre zarı adı verilen lipit bir zarla çevrilidir. Hücre zarı, hücrenin dışındaki maddeleri hücrenin içine alıp, besinler, protein gibi sitoplazmanın gerekli bileşenlerini hücrenin içerisinde tutar. Bakteriler prokaryot olduklarından zarla çevrili çekirdek, mitokondri, kloroplast, endoplazmik retikulum, golgi gibi sitoplazmalarında zarla kaplı organeller yoktur. Sadece zarla kaplı olmayan ribozom organelini bulundururlar.
Bir zamanlar bakterilerin sadece sitoplazmadan ibaret basit torbalar olduğu düşünülürdü ama artık karmaşık bir yapıları olduğu tespit edilmiştir. Örneğin prokaryot hücre iskeleti ve bazı proteinlerin bakteriyel sitoplazmanın belli konumlarında sabit olarak durması gibi.
Hücre içi organizasyonun bir diğer kısmı da mikrokompartmanlaşmadır. Bunun bir örneği olan karboksizom, lipit membran yerine, polihedral bir protein kabukla çevrili olan bir bölmedir. Bu polihedral organeller, ökaryotlardaki zarla kaplı organellere benzer bir şekilde, bakteri metabolizmasının bölümlerinin hücre içinde kalmasını ve birbirlerinden ayrı durmalarını sağlamaktadır.
Ribozom bütün bakterilerin temel organelidir. DNA, RNA, canlı hücre zarı ve sitoplazma da bütün bakterilerin yapısında bulunmak zorundadır. Bunların yanı sıra bütün bakterilerde hücre, cansız bir çeperle (murein) çevrilidir. Çeperin yapısı, bitki hücrelerisi çeperinden farklıdır. Selüloz içermez. Bazı bakterilerde de hücre çeperinin dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin direncini ve hastalık yapabilme (patojeliğini) özelliğini artırır.
Bakterilerin genetik şifreleri tek bir dairesel kromozomdan oluşur. Bakterilerde zarla çevrili bir çekirdek olmadığı için, kromozom sitoplazmada yer alan nükleoit olarak adlandırılabilir. Düzensiz şekilli bir cismin içinde yer alır. Nükleoitte DNA, onunla ilişkili proteinler ve RNA yapıları bulunmaktadır. Planctomycetes ordosu, bakterilerde ökaryot yapılı canlılarda olduğu gibi zarlı yapıların bulunmadığı kuralının bir istisnasını oluşturur.
B
Ökaryotik hücrelerin nükleolusuna eşdeğerdir. Nükleotid de onu saran bir zar ve nükleus bulunmaz.
unlarda bulunan nükloit zarla çevrilidir, ayrıca bu bakteriler başka zarla çevrili hücresel yapılara da sahiptirler.
Bazı bakteriler, hücre içinde glikojen, polifosfat, kükürt gibi besinler için depo granülleri oluştururlar. Bu granüller bakterinin daha sonradan kullanabilmesi için bu bileşiklerin depolanabilmesini sağlar. Bazı bakteri türleri; fotosentetik, siyanobakteriler gibi, kalıcı gazlar oluştururlar, bunlar sayesinde de hafifliklerini ayarlayıp, farklı miktarlarda ışık ve besin bulunan su seviyelerinde alçalıp yükselebilirler.
Mitokondri iç zarında bulunan proteinlerdir. Bunlar sırasıyla FP sitokrom b, koenzim Q, sitokrom b ve sitokrom a dır. Elektronlar NAD ve FAD gibi elektron taşıyıcı moleküllerle ETS proteinlerine getirilirler ve bu tepkimeler sonucu açığa çıkan enerjinin bir kısmı ısı olarak ortama verilir .Büyük kısmıyla da ATP sentezlenir.
Bakterilerde hücre duvarının iki çeşidi bulunmaktadır. Bunlar Gram-negatif ve Gram-pozitif olarak adlandırılmaktadır. Bu boyalar adlarını, hücrelerin Gram boyasıyla tepkimesinden alırlar. Bu, bakterilerin sınıflandırılmasında çok eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. Gram-pozitif hücreler, pek çok peptidoglikan ve teikoik asit tabakasından oluşan kalın bir hücre duvarına sahiptir, Gram-negatif bakterilerde ise birkaç peptidoglikan tabakası bulunur, bunun etrafını ikinci bir hücre zarı sarar ve bu zarda lipopolisakkaritler ve lipoproteinler bulunur. Bakterilerin büyük çoğunluğu Gram-negatif bir hücre duvarına sahiptir, sadece Firmicutes ve Actinobacteria'lar (bunlar daha evvel düşük G+C ve yüksek G+C Gram pozitif bakteriler diye bilinirdi) Gram-pozitif yapıya sahiptir. Yapılarındaki bu farklılık, antibiyotiklere karşı gösterdikleri duyarlılıkları ortaya çıkarır. Örneğin vankomisin Gram-pozitif bakterileri öldürmesine karşın, Haemophilus influenzae veya Pseudomonas aeruginosa gibi Gram-negatif patojenlere karşı etki gösterememektedir.
Bazı bakteriler kamçılarıyla aktif hareket edebilirken, bazıları kamçıları olmadığı için ancak bulundukları ortamla beraber pasif hareket edebilirler. Buna göre bakteriler, kamçısız, tek kamçılı, bir demet kamçılı, iki demet kamçılı ve çok kamçılı olarak gruplandırılır.
Bazı bakteriler "mezozom" denilen zar kıvrımları bulundurur. Burada oksijenli solunum enzimleri (ETS enzimleri) vardır. Oksijenli solunum yapan, ancak mezozomu bulunmayan bakterilerde ise solunum zinciri enzimleri hücre zarına tutunmuş olarak bulunur. Bakterilerde genel yapının % 90'ı sudur. Suda çözünmüş maddeler hücre zarından giriş-çıkış yaparlar.
ENDOSPORLAR
Bazı Gram-pozitif bakteri cinsleri, örneğin Bacillus, Clostridium, Sporohalobacter gibi endospor adı verilen çok dayanıklı, 'dormant' yapılar oluşturabilir. Üremeyle ilişkili olmayan bir süreçtir. Sonucunda bir hücreden bir endospor oluşur; ancak Anaerobacter durumunda bir hücrenin içinde oluşabilecek endospor sayısı yediyi bulabilir. Endosporların merkezinde, içinde DNA ve ribozomlar olan bir sitoplazma, bunun etrafında ise korteks tabakası, en dışta ise su geçirmez ve sert bir örtü kısmı vardır.
Endosporlar bir metabolizma belirtisi göstermezler. Aşırı kimyasal ve fiziksel baskılara dayanıklıdırlar, morötesi ışın, gama ışını, deterjanlar, dezenfektanlar, ısı, basınç ve kurutulma vb. Bu uyuşuk halden sonra bakteriler milyonlarca yıl boyunca tekrar yaşama geri dönebilirler. Endosporlar bakterilerin uzaydaki boşluk ve radyasyona dayanmalarını sağlar. Endospor oluşturan bakterilerin bazıları hastalık da yapabilir örneğin şarbon hastalığı buna örnek verilebilir.
METABOLİZMA
Yüksek yapılı organizmalardan farklı olarak bakterilerde görülen metabolik tipler büyük bir çeşitlilik sergiler. Metabolik özelliklerin bir bakteri grubu içinde dağılımı onların taksonomisini tanımlamak için kullanılmaktadır. Bakteriyel metabolizmayı besinsel gruplara göre ayırırken üç ana kıstas kullanılmaktadır. Bunlar büyüme için kullanılan enerji türü, karbon türü ve elektron vericisidir. Solunum yapan mikroorganizmalar için kullanılan bir diğer kıstas da, aerobik veya anaerobik solunum için kullanılan elektron alıcılarıdır.
Beslenme tipi
|
Enterji kaynağı
|
Karbon kaynağı
|
Örnekler
|
Fototroflar
|
Güneş ışığı
|
Organik bileşikler (fotoheterotrofler) veya karbon fiksasyonu (fotoautotroflar)
|
Siyanobakteriler, Yeşil kükürt bakterileri, Chloroflexi, veya Mor bakteriler
|
Litotroflar
|
İnorganik bileşikler
|
Organik bileşikler (litoheterotroflar) veya karbon fiksasyonu (litoautotroflar)
|
Thermodesulfobacteria, Hydrogenophilaceae, veya Nitrospirae
|
Organotroflar
|
Organik bileşikler
|
Organik bileşikler (kemoheterotroflar) veya karbon fiksasyonu (kemoototroflar)
|
Bacillus, Clostridium
|
B
Aerobik solunum: Hücre içerisinde yalnızca moleküler oksijenin kullanıldığı solunum şeklidir.
Anaerobik solunum: Moleküler oksijenin kullanılmadığı solunum şeklidir.
akterilerde karbon metabolizması ya heterotrofiktir, organik bileşikler karbon kaynağı olarak kullanılır veya ototrofiktir, yani hücresel karbon, karbon dioksitin karbon fiksasyonu elde edilir. Ototrofik bakteriler arasında fototrofik siyanobakteriler, yeşil kükürt bakterileri ve bazı mor bakteriler sayılabilir, ama pek çok kemolitrofik türler de, örneğin azotlayıcı ve kükürt yükseltgeyici bakteriler de bu grupta yer alır. Bakterilerin enerji metabolizması ya fototrofiye, yani ışığın fotosentez yoluyla kullanımına, ya da kemotrofiye, yani enerji için kimyasal bileşiklerin kullanımıdır ki bu bileşiklerin çoğu oksijen veya ona alternatif başka elektron alıcıları yoluyla yükseltgenir (aerobik veya anaerobik solunum).
Bakteriler ya inorganik ya da organik bileşikler elektron vericileri kullanmalarına göre, sırasıyla, litotrof veya organotrof olarak sınıflanırlar. Kemotrofik organizmalar, hem enerji korunumu (solunum veya fermantasyon ile) hem de biosentetik tepkimeler için bu elektron vericilerini kullanır, buna karşın fototrofik organizmalar onları sadece biyosentetik amaçla kullanılmaktadır.
S
Denitrifikasyon: Nitrat bileşiğinin azot gazına ya da organik azot bileşiklerine indirgenmesi olayıdır.
olunum yapan organizmalar enerji kaynağı olarak kimyasal bileşikleri kullanırlar, bunun için elektronlar bir redoks tepkimesi ile indirgenmiş bir substrattan bir son elektron alıcısına taşınır. Bu tepkimenin açığa çıkardığı enerji ile ATP sentezlenir ve böylece metabolizma yürütülür. Aerobik organizmalarda ise oksijen elektron alıcısı olarak kullanılır. Anaerobik organizmalarda nitrat, sülfat veya karbondioksit gibi başka inorganik bileşikler elektron alıcısı olarak kullanılmaktadır. Bunlar sonucunda da ekolojide büyük önem taşıyan denitrifikasyon, sülfat indirgenmesi ve asetogenez süreçleri meydana gelmektedir.
Mayalanma ya da fermantasyon, bir maddenin bakteriler, mantarlar ve diğer mikroorganizmalar aracılığıyla, genellikle ısı vererek ve köpürerek kimyasal olarak çürümesi olayıdır.
Kemotroflarda, bir elektron alıcının yokluğunda, diğer bir yaşama yolu fermantasyondur. Burada indirgeniş substratlardan elde edilen elektronlar, yükseltgenmiş ara ürünlere aktarılarak fermantasyon ürünlerini meydana getirir. Örneğin laktik asit, etanol, hidrojen vb. Substratların enerji seviyesinin ürünlerinkinden daha yüksek olması nedeniyle fermantasyon gerçekleşmiş olmaktadır. Böylece organizmalar ATP sentezlerler ve metabolizmalarını çalıştırırlar. Bu süreçler, çevre kirlenmesine neden olan biyolojik tepkimelerde de önemlidirler. Örneğin sülfat indirgeyici bakteriler, cıvanın çok toksik şekillerinin atmosfere salınmasında büyük ölçüde sorumludur. Solunum yapmayan anaerob bakteriler fermantasyon yoluyla enerji üretip indirgeyici güç elde ederler. Bu sırada metabolik yan ürünleri (biracılıkta etanol gibi) atık olarak salgılarlar. Fakültatif anaeroblar, içinde bulundukları çevresel şartlara göre fermantasyon ile farklı elektron alıcıları arasında seçim yaparlar. Litotrofik bakteriler enerji kaynağı olarak inorganik bileşikleri kullanmaktadırlar. Elektron vericileri olarak çoğunlukla hidrojen, karbonmonoksit, amonyak ve bazı indirgenmiş kükürt bileşikleri kullanılmaktadır. Metan gazı metanotrofik bakteriler tarafından hem bir elektron kaynağı hem de karbon anabolizmasında bir substrat olarak kullanılmaktadır. Hem aerobik fototrofi hem de kemolitotrofide, oksijen elektron alıcısı olarak kullanılır, anaerobik durumlarda ise inorganik bileşikler kullanılır. Çoğu litotrofik organizmalar otortorfiktir, buna rağmen organotrofik organizmalar heterotrofiktir.
Dostları ilə paylaş: |