Ayet ve hadislerle esmâÜ'l-hüsna



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə4/48
tarix05.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#76828
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48

ER-RAHÎM (C.C.)

“Çok çok merhamet edici. Verdiği nimetlere şükür edenleri ve kendisine iman edenleri daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı. Âhirette sadece mü'minlere rahmetle, merhametle mua­mele edici.”

Cenâb-ı Kibriya'nın “Er-Rahîm” ismi daha çok irade sa­hiplerine bakar. Yani irade sahipleri için İlâhî rahmeti ifâde eder. Âlemde beşerden başka her mahluk, kendisi için tâyin edilen huduttan dışarı çıkamaz, o hudut içinde nimetlerden faydalanırken, irâdeye mâlik olan insanlara terakki imkânı bahşedilmiştir. Öyle ki, bir insan burada Cennete gül dikebilir. Yani yaptığı güzel amel ve hareket­ler mukabilinde ona Cennet vardır.

Daha evvelce de ifâde edildiği gibi: “Er-Rahmân, Er-Rahîm” isimleri yine iki rahmeti ifade eder. “Er-Rahmân” ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet, hiçbir şeye, bir şarta, kesb ve irâdeye bağlı değildir. Bu ilâhî rahmet, bütün mahlûkata şâmildir. Çalışan da, çalışmayan da, imanlı ve imansız, velî ve deli hepsi buna gark olmuşlardır.

Er-Rahîm: Bu mübarek ismin ifade ettiği rahmet ise bambaşka. Rahmân'ın lütfü ve keremi olan rahmeti iyiye, güzele, hayıra kullanarak çalışanlara bir mükâfat, bir bahşiş olmak üzere verilen rahmettir. Kulun niyeti ve ihlâsı nisbetinde alacağı mükâfata hudut yoktur. En azı bire ondur.

Meselâ: Kur'an-ı Kerim okumak böyle. En azından bir harfine on hasene verilmektedir. İhlâs sûresini üç kere okumanın mükâfatı bir hatim sevabıdır.

Resûl-i Ekrem (s.a.v) efendimi­zin ifadesiyle: “Her namazın sonunda Âyetü'l-Kürsî'yi okuyan kimse cennetteki yerini görmeden ölmez.” Yani öldüğünde cennete dahil olur.

İşte “Er-Rahîm” isminin ahirete bakan ciheti. Yine bu ismin bereketiyle insanların, bilhassa annelerin kalbinde rahmet ağaçları yeşermiştir ki, bir anne ne kadar âsî olsa da evlâdını ateşe atmaz.

Allahü Teâlâ'nın rahmetinin yanında ise bütün insan­ların merhameti denizde bir damla gibi bile olamaz. O'nun rahmeti o kadar büyük ve geniş...

Şimdi şu hale bakınız: Abdullah ibn Ömer (Radıyallahü Anh) hikâye eder:

“Resûl-i Ekrem ile birlikte bir gazaya gidiyorduk. Bir kavme uğradık. Allah'ın Resulü: “Bu hangi kavimdir?” diye sordu. Müslüman olduklarını söyledik. Bu arada bir kadın tandırını yakıyordu, yanında da küçücük yavrusu bulunuyordu. Tandır iyice alevlenip kızınca, kadın kalkıp Peygamber-i Zîşanın mübarek huzuruna geldi ve dedi:

“Siz Allah'ın Resulü müsünüz?”

Evet, dediler, ben Allah'ın Resulüyüm!” Kadın şevk ve saadetle:

“Babam, anam size feda olsun, dedi, Allah merha­met edenlerin en çok merhamet edeni değil midir?” Fahri Âlem:

Evet, öyledir!” buyurdu.

Kadın tekrar dedi ki:

“O halde Allah'ın kullarına karşı olan merhameti, ananın evlâdına olan merhametinden daha üstün değil midir?”

“Evet, daha merhametlidir!”

“(Ey Allah'ın Resulü!) Bir anne hiçbir zaman çocuğunu ateşe atmaz!”

Bunun üzerine Rahmet Nebî (s.a.v.) yere kapanıp ağladı ve sonra başını secdeden kaldırıp şöyle buyurdu:

“Allah, kullarından ancak mârıd mütemarrıd (Şerir, fesâd çıkaran, inatçı, Hakkı inkâr eden âsî) olup “Lâ ilahe illallah!” demiyen kimseye azab eder.” 43

Meali:


(Habibim) Sen, Allah'dan gelen bir merha­metle, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın elbette onlar etrafından dağılıp giderlerdi.” 44

Er-Rahîm ism-i şerifi bulunmaz, tükenmez, sonu gel­mez bir hazinedir ki, ahirette mü'minlere, takva ve verâ ehline akla ve hayâle gelmez nimetler sunacaktır.

Cihanın en cömert, en zengin insanları bir araya gelse, bütün servetlerini hayır yoluna dökse, beşerin eteğine ırmaklar gibi altınlar akıtsa, nihayet bunların servetlerinin ve zenginliklerinin sonu gelecektir. Allahü Teâlâ'nın rah­metinin yanında bu dünya dolu servet belki bir damla bile tutmayacaktır. Bir düşününüz ki, binlerce senedir hiç ek­silmeden, bir lâhza ara vermeden Allah'ın rahmeti, mahlûkatı üzerine inmektedir. Âhiretteki rahmeti ise akılların alamayacağı kadar büyüktür...

Gönülden, tam bir ihlâsla ömründe bir kere “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlüllah” diyen bir kimse, günahı olsa bile netice itibariyle ve Allah'ın rahmetiyle Cennete dahil olacaktır. İşte bu, Er-Rahîm isminin bir tecellîsidir.

Şu hadîs-i şerif bize bu hususta ışık tutacaktır: Câbir bin Abdullah (r.a.)'dan. O dedi ki:

“Nebî (Sallaîlâhü Aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:

Az önce dostum Cebrail benimle idi. Bana:

Ey Allah'ın Resulü, dedi, seni Peygamber olarak gönderenin hakkı için söylüyorum. Allah'ın kullarından biri, beşyüz seneden beri bir dağ başında bulunuyordu. Genişliği ile uzunluğu otuzar arşın olan ve etrafı denizle çevrili bulunan dağın tepesinde oturuyordu. Bu adam orada tam beşyüz sene Rabbine ibadet etmişti. Rahman olan Allah da, orada ona parmak kalınlığında akan bir tatlı kaynak su ile, her gün bir nar yetiştiren bir nar ağacı ihsan buyurmuştu. Adam, her akşam suyun başına iniyor, yıkanıp abdestleniyor, o bir tek narı da alıp yiyerek tekrar ibadetine koyuluyordu.



Bu arada Rabbinden, ruhunu kendisi secdede iken kabzetmesini, kıyamet günü tekrar dirilinceye kadar, bulunduğu adaya ve cesedine hiç kimsenin muttali olma­masını ve kendisi öyle secde halinde iken diriltilmesini temenni ediyordu.

Şanı pek yüce olan Allah onun bu arzusunu da yerine getirdi. Hatta biz melekler, yeryüzüne inip çıktığımız zamanlarda onu secde halinde öylece görürdük. Tâ ki Allahü Teâlâ'nın ilminde durum şöyle tezahür etti:

Kıyamet kopmuş, bütün insanlar gibi o da dirilerek Rabbinin huzuruna getirilmişti. Sonsuz kerem ve rahmet sahibi Allah, o kulu için şöyle buyurdu:

Kulumu rahmetimle Cennete koyunuz!”



O kul:

Hayır, dedi, amelim mukabilinde Cennete koyunuz!”



Allahü Teâlâ meleklere ferman etti:

Kuluma vermiş olduğum nimetlerle kulumun amellerini tartınız!”



Kulun amelleri nimetlerle karşılaştırıldı. Sadece, göz nimetinin, kulun yaptığı 500 senelik ibadetten ağır geldiği görüldü.

Bunun üzerine Hâlik-ı Kerim hazretleri:

Ey meleklerim, buyurdu, kulumu Cehenneme atınız!”



Ve o kul derhal Cehenneme doğru sürüklendi... Baktı ki kurtuluş yok, feryadı bastı:

Ey Rabbim! Rahmetinle beni Cennete koy!”



Allah Azze ve Celle buyurdu:

Getirin onu!”



Kul tekrar İlâhî huzura getirildi ve Yüce Allah:

Ey kulum, buyurdu, söyle, seni yoktan kim var etti?”



Kulun dudakları saadetle açıldı:

Sen Yâ Rabbi!”

Seni yoktan var etmem senin amelin sebebiyle mi oldu, yoksa benim rahmetimle mi?”

Senin rahmetinle ey Rabim!”

Beş yüz sene ömrü ve ibadet etme gücünü sana kim verdi?”

Sen, ey Rabbim!”

Peki, dağlar arasındaki adada dağın tepesinde seni kim iskân etti? Dört bir tarafı denizlerle çevrili şu küçük adada sana tatlı suyu kim fışkırttı? Âdet olarak senede bir kere meyve veren nar ağacına her gün bir meyveyi kim verdirdi? Ve sen, ruhunu secde halinde iken kabzetmemi dilemiştin. Seni muradına kim erdirdi de secdede iken ru­hun kabzedildi?”

Bu da senin ikramın, ey Rabbim!”

İşte ey kulum! Bütün bunlar benim rahmetimle oldu. Ve ben rahmetimle seni Cennete koydum!”

Cebrail (a.s.) bütün bu hadiseyi anlattıktan sonra dedi ki:

Bu işler ancak Allah'ın rahmetiyle olur!” 45

Bu hususta misalleri çoğaltmak mümkün. Fakat arif olan bir kelime ile de her şeyi anlar.

Bilelim ki, Allah'ın rahmetinin sonu yoktur. Allah'ın hiç bir sıfatının da benzeri yoktur. O, sultanların sul­tanıdır. O'nun rahmeti kendisine ulaşmayan hiçbir Mahlûk düşünülemez. Her zerrenin varlığı onun kudreti­min eseridir. Bizim gözlerimiz görmese, kulaklarımız duymasa dahi her şey kendi hâl diliyle O'nu zikretmektedir.

İnsan ise Allahü Teâlâ'yı zikretmeye en layık varlıktır. Rabbi ile olana ne mutlu!..

Buraya Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin sözleriyle nokta koyacağız. Yirmi Dördüncü Sözden:

“... Kâinatın herbir âleminde, her bir taifesinde, Esma-i Hüsnâ'dan bir ismin unvanı tecellî eder. O isim, o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tabidirler, belki onun zımnında bulunur.

Hem, mahlûkatın herbir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm (umuma ve herkese ait) herbirisinde, has bir tecellî, has bir Rubûbiyet, has bir isimle cil­vesi vardır. Yani, o isim herşeye muhît ve âmm olduğu halde, öyle bir kast ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güya o isim yalnız o şeye hastır. Hem, bununla bera­ber, Hâlık-ı Zülcelâl herşeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nurânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin mahlûkiyetindeki cüz'î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın halikı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı azama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin.

Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla, mahlûkiyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişir­sin, daire-i sıfata yanaşırsın. Madem perdelerin birbirine temaşa eder pencereleri var; ve isimler birbiri içinde görünüyor; ve şuunât birbirine bakar; ve temessülât birbi­ri içine girer; ve unvanlar birbirini ihsas eder; ve zuhurat birbirine benzer; ve tasarrufât birbirine yardım edip it­mam eder; ve Rubûbiyetin mütenevvi terbiyeleri birbirine imdat edip muavenet eder; elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvan ile, bir rubîbiyetle ve hâkezâ, tanısa, başka unvanları, rubûbiyetleri, şe'nleri, içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden şâir esmaya intikal etmezse, zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık ismi­nin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. Belki, lâzım gelir ki, onun nazarı dâima “Hû, Hüvallahü - Allah, O Allah'tır.” okusun, görsün, onun kulağı herşeyden:

“De ki: O Allah birdir!” dinlesin, işitsin; onun lisânı, “Lâ ilahe illâ hû!” desin, ilan etsin. İşte Kur'an-ı Mübîn:

O Allah ki, O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir İlâh yoktur. En güzel isimler O'nundur.” 46

Fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder.

Eğer o yüksek hakikatleri yakından temaşa etmek is­tersen, git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette,

“Ya Celil, Yâ Celîl,

Yâ Azîz, Yâ Cebbar”

dediklerini işiteceksin. Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor, “Ne diyorsunuz?” de; el­bette:

“Ya Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm!” diyecek­ler.

Semâyı dinle; nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza (yeryüzüne) kulak ver; nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl” diyor. Ve hayvanlara dikkat et; nasıl “Yâ Rahman, yâ Rezzâk” diyorlar.

Bahardan sor; bak nasıl “Yâ Hannân, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin!” gibi çok esmayı işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor, bak nasıl Esmâ-i Hüsnâ'yı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dik­kat etsen, okuyabilirsin.

Güya, kâinat azîm bir mûsika-i zikriyedir; en küçük nağme, en gür nağamata karışmakla, haşmetli bir letafet veriyor. Ve hâkezâ (böylece), kıyas et. Fakat, çendan 47 in­san bütün esmaya mazhardır; fakat kâinatın tenevvüünü ve melâikenin ihtilâf-ı ibâdatını intaç eden tenevvü-ü es­ma, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuş­tur.

Enbiyânın ayrı ayrı şeriatları, evliyanın başka başka tarîkatleri, asfiyânın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neş'et etmiştir. Meselâ İsa Aleyhisselâm; sair esma ile beraber Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyâde hâkimdir.

İşte, nasıl eğer bir adam hem hoca, hem zabit, hem ad­liye kâtibi, hem mülkiye müfettişi olsa, onun herbir dai­rede birer nisbeti, birer vazifesi, birer hizmeti, birer maaşı, birer mesuliyeti, birer terakkiyâtı ve muvaffakıyetsizliğine sebep birer düşman ve rakipleri oluyor; ve padişaha karşı çok unvanlarla görünüyor ve görür; ve çok lisânlarla on­dan medet ister; ve âmirinin çok unvanlarına müracaat eder; ve düşmanların şerrinden kurtulmak için muavenetini çok suretle talep eder. Öyle de, çok “Esmâ” ya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara mübtelâ olan insan, münâcâtında istiâzesinde çok isimleri zikre­der. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakî­ki insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhisselâtü Vesselam, Cevşenü'l-Kebîr nâmındaki münâcâtında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiâze ediyor: İşte şu sırdandır ki, sûre-i Nâs'da buyuruluyor:

De ki: Sığınırım insanların rabbine. İnsanların mâlikine. İnsanların ilâhına. İnsanların kalbine vesvese verenlerin şerrinden.”

(Sûre-i Nâs)’ta üç ünvan ile istiâzeyi emrediyor ve “Bismillâhirrahmânirrahîm” de, üç ismiyle istiâneyi gösteriyor.” 48

İşte Yüce Allah'ın güzel isimlerini zikrederken ruhu­muza başka başka kapılar açılmaktadır. Gönül uyanıklığı ve kalb safası ile bu isimlere devam edenler muradının in­cisini elde edecektir. Allah diyen mahrum kalmaz. Dünya sultanlarından, insanlardan bir şey istendiğinde çok defa memnun olmazlar, yüzlerini ekşitirler. Allahü Teâlâ ise kendisinden bir şey talep etmeyenlere gadap eder. O'nun rahmeti o kadar geniştir ki, şeytan bile ümitlenir.

Şimdi kendimizi şu şiirin nağmelerine ısmarlayalım. Görelim nice hakikatler vardır:


Arılar bal vermezdi,

O Rahîm zât olmasa!..

Ağaçlar dal vermezdi,

O Rahîm zât olmasa!..


Ne sevinç, ne haz vardı,

Ne bahar, ne yaz vardı,

Ne de bir niyaz vardı,

O Rahîm zât olmasa!..


Yeşil nice, ak nice?

Yakın ve uzak nice?

Bilinmezdi Hak nice,

O Rahîm zât olmasa!..


Her zerre ondan eser,

Gül bülbüle gülümser,

Mazlumlar ümit keser,

O Rahîm zât olmasa!..


Ne kış görürdün, ne yaz,

Ne sıcak, ne bir ayaz,

Yüreğin kıpırdamaz,

O Rahîm zât olmasa!..


Hayat biter, dal kurur,

Peteklerde bal kurur,

Dünya, bu masal kurur,

O Rahîm zât olmasa!.. 49




Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin