rütbe (a.i.c. rüteb) 1. sıra, derece, basamak.
rütbetü'l-ilm a'le'r-rüteb ilim rütbesi, rütbelerin en yükseğidir.
rütbe-i akl aklın derecesi.
rütbe-i esmâ İsimlerin belli bir aşamaya göre sıralanışı. 2. me'murluk mevkii, derecesi.
rütbe-i bâlâ tar. Osmanlı İmparatorluğunda Rumeli ve Anadolu kazaskerliğinden sonra gelen en yüksek rütbe.
rütbe-şinâs (a.f.b.s.) rütbe tanır, derece bilir.
rütbet (a.i.). (bkz. rütbe).
rütbetlü (a.t.s.) Osmanlılar devrinde Hıristiyan, rûhânî reislere ve patriklere verilen ünvan.
rütbî, rütbiyye (a.s.) rütbeye mensup, derece, rütbe ile ilgili.
rüteb (a.i. rütbe'nin c.) rütbeler, dereceler.
rüteb-i askeriyye askerlik rütbeleri.
rüteb-i ilmiyye sarıklılar sınıfında bulunanların rütbeleri.
rüteb-i mülkiyye sivil memurlara mahsus rütbeler, dereceler.
rüteylâ (a.i.) zehirli ve iri bir cins kır örümceği.
rüûs (a.i. re's'in c.) 1. başlar. 2. sadrâzamın verebileceği küçük rütbeler için verilen resmî yazı. 3. ilmiye, sarıklı ulemâ derecelerinden biri. [medrese tahsilini bitirip mülâzim olanlar, yedi senelik mülâzemet müddetini bitirdikten sonra şeyhülislâmın bulunduğu rüûs (yeterlik) sınavına girerken, kazananlar ibtida hariçle müderris tayin olunur.].
rüvâk (a.i.). (bkz. revâk).
rüvâkî (a.s.c. rüvâkıyyûn). (bkz: revâkî).
rüvât (a.s. râvî'den) rivayet edenler, söylentide bulunanlar.
rüveyde (a.s.) 1. hoş, ince, nâzik. 2. kadın adı.
rüveyha (a.i.) 1. incelik, zariflik. 2. fels, fr. elegance.
rü'yâ (a.i.) 1. düş. 2. mec. gerçekleşmesi beklenen şey, umut.
rü'ya-yi kâzibe gerçekleşmeyen yalancı rüya.
rü'yâ-yı sâdık gerçekleşen rüya.
rü'yâ-âmîz (a.f.b.s.) rüya gibi.
rü'yet (a.i.) 1. görme, bakma, görülme.
cihâz-ı rü'yet hek. görme cihazı. 2. idare etme, çevirme, yönetme. 3. araştırma.
rü'yet-i muhâsebe huk. vasiye ait hesabın hâkim (yargıç) tarafından görülmesi.
rü'yet fi-llah fels. Tanrı'da görme.
rüzelâ (a.s. rezîl'in c.) : reziller. (bkz: evbâşân, hazele).
rüzgâr (f.i.) 1. zaman, devir. (bkz: hengâm, vakt). 2. dünyâ. (bkz. âlem). 3. yel. (bkz. bâd, rîh).
rüzgâr-ı küllî koz. (bkz: nikat-ı cihât).
rüzz (a.i.) bot. pirinç, (bkz: erz).
sâ' (a.ha.) "se" harfinin Arapça adı.
sâ-i müsellese üç noktalı "se" harfi.
-sâ (f.s.) benzetme edatı olan "âsâ" nın hafifletilmişi.
anber-sâ anber gibi.
gayr-sâ gayır gibi.
-sâ[y] (f.s.) "süren, sürücü" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.
cebhe-sâ yüz süren.
cebîn-sâ [y] alın süren.. gibi.
sâ' (a.i.c. esvâ) bin dirhemlik bir hububat ölçeği.
saa (a.i.). (bkz. sia).
saâde, saâdet (a.i.) mutluluk.
Bâb-ı saâet (Bâb-üs-saâde) İstanbul'da, Topkapı Sarayında karaağaların beklediği kapı.
Asr-ı saâdet, Vakt-i saâdet, Zemân-ı saâdet Hz. Muhammet zamanı.
saadet-i ebediyye sonsuz mutluluk.
saadet-i tâmme fels. üstün mutluluk, üsmut.
saâdet-i uzmâ fels. üsmut, fr. beatitude.
saâdet-bahş (a.f.b.s.) saadet verici.
saâdet-encâm (a.b.s.) mutlulukla sona eren.
saâdet-hâne (a.f.b.i.) 1. büyük bir zâtın evi. 2. mutlu kimselerin yaşadığı ev.
saâdet-intimâ (a.b.i.) şanslı, talihli.
saâdetlü (a.t.s.) askerlikte mîralay (albay) ile birinci ferik (korgeneral), sivilde vezir ile mîrülümerâlık rütbeleri arasındaki kimselerin resmî ünvanı.
saâdet-meâb (a.f.b.s.) saadet sahibi.
saâdet-mend (a.f.b.s.) mutlu. (bkz. bahtiyar, mes'ûd).
saâdet-mendî (a.f.b.i.) bahtiyarlık, mutluluk.
Saâdet-nâme (a.f.b.i.) 1. İranlı Hüseyin Vâız'ın Kerbelâ faciasını hikâye eden "Ravzat-üş-şühedâ" adlı eserinin çevirmesidir. Çeviren 1505 (H. 911) de İstanbul'da ölen Balıkesirli Mehmed Muhiddin Câmî'dir. 2. XVI. asrın şâir ve bilginlerinden Pirizrenli Şem'î'nin III. Murad'ın yakınlarından Zeyrek Ağa adına Ferîdüddîn-i Attâr'ın Pendnâmesi üzerine yaptığı muhtasar şerhdir.
saâdet-nümûd (a.f.b.s.) saadet, mutluluk gösteren.
saâdet-penâh (a.f.b.i.) bahtiyarlık, mutluluk yeri.
saâdet-unvân (a.b.s.) cennette mutluluğa kavuşmuş.
saâlib (a.i. sa'leb'in c.) tilkiler.
saâlik (a.i. su'lûk'ün c.) 1. dilenciler; dervişler; kalenderler. 2. serseriler.
sâat (a.i.c. sâât) 1. saat. 2. vakit, zaman. 3. muayyen vakit. 4. kıyamet.
eşrât-ı sâat kıyamet alâmetleri.
eşref-i sâat uğurlu zaman.
saat-i hakikî astr. Güneş'ten irtifa alınmak suretiyle bulunan saat ki, bu, ölçünün yapıldığı mahallin hakikî saatidir.
sâat-i muhtâr uğurlu vakit.
sâat-i nücûmî astr. bir yıldızın i'tidâl-i re-bîî noktasından veya mahallin nısf-ün-nehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki geçişi arasındaki zamanın 24 de biri (cideral time).
sâat-i vasatî astr. hakîkî Güneş'e tabî olmamak üzere muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, mahallin nısf-ün-nehâr'ından (meridyen) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın 24 de biri. (mean time).
sâat be sâat saatten saate.
saat zâviyesi astr. her hangi bir yıldızın saat zaviyesi, o yıldızın mürûr-i ulyâ'dan nısf-ün-nehar (meridyen) dâiresine kadar hareketi sırasında meydana gelen açının saat cinsinden ifadesidir. (l saat 15 derecedir).(bkz: mürûr-i ulyâ).
sâât (a.i. sâat'in c.) saatler.
sa'b, sa'be (a.s. suûbet'den c. sıâb) 1. güç, zor, çetin.
umûr-ı sa'be zor, çetin işler, (bkz: asîr).
sa'b-ül-fehm, sa'b-ül-meâl anlaşılması güç olan.
sa'b-ül-husûl meydana gelmesi güç olan.
sa'b-ül-mürûr geçilmesi güç olan. [en çok yalçın dağlar hakkında kullanılır]. 2. kuvvetli, zorlu. 3. mec. söz dinlemez, inatçı kimse.
sabâ (a.i.) 1. gün doğusundan esen hafif ve lâtif rüzgâr.
esb-i sabâ-reftâr rüzgâr gibi uçan at. 2.müz. Türk müziğinin en eski ve mâruf makamlarındandır. Türk müziğinin en orijinal ve karakteristik makamlarından biri olan sabâ, yürekler parçalayıcı, gönüller yakıcı bir hüzün, elem, zühd ve pişmanlık duygusunu gayet net olarak bildirir. Rağbetle kullanılmış bir makamdır. Çargâh'da zengûle (ki bu makam şevk-efzâ'nın terkibinde de mevcuttur) ile sabâ dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh (la) perdesinde kalır. Zengûle'nin durağı çargâh perdesi, sabâ'da çok mühim bir rolü olan güçlüdür. Çargâh'da zengûle'nin güçlüsü olan rast (sol) perdesi gibi ikinci bir güçlünün, fazla kıymeti yoktur. Donanımına "si" koma bemolü ile "re" bakıyye bemolü konulur. Çargâh'da zengûle'nin "la" bakıyye bemolü; nota içinde kullanılır.
sabâ-aşîrân (a.f.b.i.) müz. elde yalnız nümunelik fahte usûlünde "la" bir peşrevle "la" bir saz semaîsi bulunan mürekkep makam. Sabâ ile aşîran'da uşşak'dan ibarettir. Umumiyetle inici olarak seyrettikten sonra, ikinci dizi ile aşîran (mi) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de aşîran'da uşşâk'ın güçlüsü ve sabâ'nın durağı dügâh (la) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi "s" koma bemolü ile "re" bakıyye bemolü konulur. Sabâ'nın "la" bakıyye bemolü, aşîran'da uşşak'ın iki bekar ile "fa" bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır.
sabâ-berâber (a.f.b.s.) sabâ rüzgârı gibi hafif ve lâtif.
sabâbet (a.i.) âşıklık, sevgi.
sabâh (a.i.) sabah.
ale-s-sabâh çin-i sabah, sabahleyin erkenden.
sabâh-ı mahşer kıyamet sabahı.
sabâh meydanı Tekkede çile dolduranların sabahları toplandıkları meydan.
sabâh sabâh sabahın erken saatinde.
sabâhat (a.i. subh'dan) 1. güzellik, lâtiflik, yüz güzelliği.
sabâhat-i sîmâ yüz güzelliği. 2. kadın adı.
sabâh-gâh (a.f.b.i.) sabah vakti. (bkz. bâm-dâd).
sabâh-ül-hayr (a.b.i.) bâzı atların alnında bulunan beyaz leke. [bu beyazlık, alnından burnunun üstüne kadar uzarsa buna "akıtma" derler].
sabâ-pûselik (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahminen bir buçuk asır evvel veya biraz daha yakın bir zamanda Dede Ef. tarafından terkîbedilmiştir. Makam, sabâ'nın sonuna pûselik beşlisi veya tam dizisi ilâvesinden ibarettir. Pûselik ile dügâh (la) perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do), ikinci derecede de pûselik'in güçlüsü hüseynî (mi) perdeleridir. Umumiyetle çıkıcı olarak seyreder. Donanımına sabâ'nın "si" koma ve "re" bakıyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "la" bakıyye bemolü ile pûselik'in iki bekan ve "sol" bakıyye diyezi nota içinde kullanılır.
sabâ-reftâr (a.f.b.s.) rüzgâr gibi hafif ve çabuk giden [ en çok at hakkında kullanılır].
sabâret (a.i.). (bkz. kefalet).
sabâ-uşşâk (a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
sabâvet (a.i.) sabîlik, çocukluk.
sabâyâ (a.i. sabiyye'nin c.) küçük kızlar, kız çocukları.
sabâ-zemzeme(veya sabâ kürdî)(a.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır: sabâ ile kürdî dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh "la" perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın güçlüsü olan çargâh (do), ikinci derecede de neva (re) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi "si" koma ve "re" bakıyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "la" bakıyye bemolü, kürdî dörtlüsünün iki bekan ile "si" küçük mücennep bemolü, nota içinde kullanılır.
sabb (a.i.) dökme, dökülme; boşaltma boşaltılma.
sabbâg (a.s. ve i.) 1. boyayan; boyacı. 2. deri altındaki boyalı madde.
sabbâr (a.i. sabr'dan) bot. 1. atlas çiçeği (kaktüs). 2. frenk inciri.
sabbâr (a.s.) çok sabırlı, sabrı çok olan. (bkz: sabûr).
sabbâre (a.s. sabr'dan) ["sabbâr"ın müen.]. (bkz. sabbâr).
sabbâriyye (a.i.) bot. atlasçiçeğigiller, fr. cactees..
Sâbbe (a.h.i.) tas. bid'at ve delâlet ehli arasındaki "Şîa" şubelerinden biri.
sabg (a.i.) 1. boyama, boyanma. 2. bâzı nebat köklerine ispirto, eter gibi şeyler
karıştırılarak yapılan ilâç.
sâbık, sâbıka (a.s. sebk'den) 1. geçici, geçen, geçmiş.
sene-i sâbıka geçen yıl. 2. şimdikinden bir evvel me'mûriyette bulunmuş olan. 3. ilerde bulunan, zamanca, rütbece önde bulunan.
sâbık-ül-beyân, sâbık-üz-zikrzikri geçmiş, yukarıda söylenilmiş.
sâbık ve esbak eski ve daha eski.
sâbık ve lâhik eski ve yeni.
sâbıka (a.i.c. sâbıkat,sevâbık) 1. geçmiş şey, geçmiş hal ve vak'a. 2. geçmişte işlenmiş suç.
sâbıka-i meşiyyet-i ilâhiyye mukadderat, alın yazısı.
sâbıka-i mükerrere birden fazla suç işleme.
sâbıka-i mükerrere eshâbındanbirkaç kerre mahkûm ve suçlu olmuş kimse.
sâbıkan (a.zf.) evvelce, bundan önce.
sâbıkîn (a.s. sâbık'ın c.) sabıklar, geçmişler, önce gelmiş olanlar, (bkz: sâbikun).
sâbıkîn-i İslâm en önce islâm olan kırk zat. (bkz. sâbıkun-i evvelûn).
sâbi' (a.i. ve s.) yıldızlara tapanlardan sebea'lı.
sabî (a.i.c. asbiye, sıbyân, sıbvân, sabye, sıbye, subye) 1. henüz memeden kesilmemiş erkek çocuk. 2. üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
sabî-i muabbir huk. [eskiden] söyleyen ve söylediğini bilen çocuk.
sabi', sâbia (a.s.) yedinci. (bkz. heftüm).
bâb-ı sâbi' yedinci bab.
sâbi'-aser on yedinci.
sâbian (a.zf.) yedinci olarak, yedinci olmak üzere.
sâbig, sâbiga (a.s.) tam, uzun, tafsilâtlı.
sabîh, sabîha (a.s. subh’dan) 1. güzel, lâtif, şirin. 2. i. [birincisi]erkek, [ikincisi] kadın adı.
sâbih (a.s. sibâhat'den) yüzen, yüzücü.
havz-ı sâbih yüzer havuz.
sâbiha (a.i. sibâhat'den. c. sâbihât) 1. gemi. (bkz. keştî, sefine). 2. s. ["sâbih'in müen.]. (bkz. sâbih).
sâbihât (a.i. sâbiha'nın c.) 1. gemiler. 2. yıldızlar. 3. imanlıların ruhları.
sâbiîn (a.i. sâbi'in c.) yıldıza tapanlar.
sâbikun ("ku" uzun okunur. a.s. sâbık'ın c.) geçmişler, öne gelip geçmiş olanlar, (bkz: sâbıkîn).
sâbikun-i evvelûn ilk defa Müslüman olanlar. [40 kişidir ki ilki erkeklerden Hz. Ebû-bekir; kadınlardan Hz. Hadîce, çocuklardan Hz. Alî; sonuncusu Hz. Ömer'dir].
sâbir (a.s. sabr'dan) sabreden, dayanan, acelesiz bekleyen, dişini sıkan, (bkz: sabûr).
sâbire (a.s. sabr'dan) ["sâbir" in müen.]. (bkz: sâbir).
sâbirîn (a.s. sâbir'in c.) sabırlılar.
fukarâ-i sâbirîn yoksulluğun ıztıraplarına katlanan fakirler.
sâbit (a.s. sebât, sübût'dan) 1. hareketsiz, kımıldamayan, yerinde duran. 2. ispat edilmiş, anlaşılmış. 3. i. erkek adı.
Sâbit (a.h.i.) meşhur Türk şairlerindendir. Bosna'da Öziçe kasabasında doğmuştur; asıl adı Alâeddin'dir; Şâir Nâbi ile muasırdır. Şiirlerinde tâbir ve atasözü kullanmaya çok merak salmıştır, İstanbul'da tahsil görerek Bosna, Konya, Diyarbekir mevleviyetlerine eriştikten sonra (H. 1124) de ölmüştür. Dili tutuk olduğundan doğru dürüst konuşamadığı için münâsebet düştükçe "ben konuşamıyorum, bereket versin kalemim biraz konuşuyor, o da konuşmazsa çatlardım" dermiş. Mürettep dîvânı vardır ve yazmadır. Bilhassa "Derenâme" adlı eserinde argoya da yer vermiştir.
sâbit-fikir saplantı; fr. idee fixe.
sâbitât (a.s. sâbite'nin c.) seyyar (gezegen) olmayan, yerinde durur gibi görünen yıldızlar. [seyyârâtın zıddı].
sabite (a.s.c. sâbitât, sevâbit) 1. seyyar (gezegen) olmayan ve yerinde durur gibi görünen yıldız. [seyyare'nin zıddı]. 2. kadın adı. 3. zool. tulumlular.
sâbit-kadem (a.b.s.) 1. değişmez, devamlı. 2. ayağına sağlam. 3. yerinde veya sözünde duran.
sabiyye (a.i.c. sabâyâ) ergenlik çağına ulaşmamış, pek küçük kız çocuk.
sabr (a.i.) 1. sabır, dayanma, katlanma. 2. tas. nefsine hâkim olma, kendini tutma.
sabr-ı cemîl Allah'dan gelen bir acıya dayanma.
sabr-ı Eyyûb Hz. Eyyûb'un -dillere destan olan- sabrı. 2. bot. Sokatra adasında çıkan, sarı sabır da denilen ve özü hekimlikte kullanılan bir nebat (bitki).
Sabr ü Sebât Abdülhak Hâmid'in 1874'te basılmış bir tiyatro eseri.
sabûh (a.i.) l. sabahleyin sağılan süt. 2. sabah vakti içilen şarap. 3. mahmurluk bozan içki.
sabûhî (a.s.) sabah içkisiyle ilgili.
Sâbûn (a.i.) sabun.
sâbûn-hâne (a.f.b.i.) sabun yapılan yer, sabun imalâthanesi.
sâbûnî, sâbûniyye (a.s.) 1. sabuncu, sabun yapan ve satan. 2. sabunlu, sabun karışık. 3. sabun çeşidinden.
sâbûniyye (a.i.) nişasta helvasının bir çeşidi.
sabûr (a.s. sabr'dan) çok sabırlı. (bkz: sabbâr). [Allah adlarındandır].
sabûr-âne (a.f.zf.) sabırlı olana yakışacak yolda, sabırla.
sabye (a.i. sabî'nin c.) küçük erkek çocukları, oğlancıklar. (bkz. sıbyân) [kelimenin "sıbye, subye" şekilleri de vardır]. (bkz: sıbyân).
sâc (a.i.) Hindistan'dan gelen, kerestesi makbul ve sert bir ağaç.
sâci' (a.s.) 1. seci'li, kafiyeli söz söyleyen. 2. (bkz: mukaddem).
sâcid (a.s. secde'den c. sücced) 1. secde eden, alnını yeren koyan. 2. i. erkek adı. [müen. "sâcide" dir].
sâd (a.s.) 1. (bkz: sâdd). 2. hek. aksu, göz perdesi.
sad (a.ha.) Osmanlı alfabesinin on yedinci harfi olup, "ebced" hesabında doksan sayısının karşılığıdır; "s" sesini verir.
sad-ı mühmele "sad" harfinin bir adı. [noktasızlığından dolayı].
sad (f.s.) yüz [sayı]. (bkz: mie).
sa'd (a.i.) 1. kutluluk. 2. uğur. 3. s. kutlu; uğurlu.
sa'd-ı asgar astr. Venüs (Zühre, Nâhid) gezegeni.
sa'd-ı ekber astr. Jüpiter (Müşteri) gezegeni.
sa'd-üd-dîn dilimizde "sadettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılan bu kelime dînin mübârekliği, dîni uğurlu, kutlu kılan demektir.
sa'd-ullah 1) Allah'ın kutlu, talihli kıldığı "manasınadır". 2) erkek adı.
sâd (a.i.) göz ağrısı, göz hastalığı. (bkz: remed).
sadâ (o.i.) 1. ses. (bkz: savt avaz). 2. a. yankı.
sadâ-yi basît sesin bir defa tekrarı.
sadâ-yi mürekkeb sesin bir çok defalar tekrarı.
sa'd-âbâd (a.b.i.) 1. mutluluğu çok, bol olan yer. 2. h. i. [büyük S ile] istanbul Kâğıthane deresi kıyısında bulunan bir mesîrenin adı olup Lâle Devri'nde büyük bir ün kazanmıştır.
sadak (a.i.) 1. doğruluk, doğru olma. (bkz: sıdk). 2. tasdik edilen, onaylanan şey.
sadak-Allâh-ül-azîm Allah'ın büyüklüğünü tasdik ederim. [Kur'an'da sûre, âyet, aşır gibi şeyler okunup bittikten sonra en son söylenen cümle].
sadaka (a.i.c. sadakat); 1. sadaka. 2. zekât.
sadaka-i fıtr fitre, şeker bayramında aynen 1667 gram buğday, buğday unu; 3334 gram arpa, arpa unu, kuru üzüm, hurma veya rayice göre bunların bedelleri üzerinden yoksullara verilen sadaka.
sadaka-i mahbûse huk. [eskiden] (bkz: sadaka-i mevkufe).
sadaka-i mevkufe huk. [eskiden] vakfı inşâ için kullanılan sarih sözlerdendir. "Vakfettim, hapseyledim" gibi "sadaka-i mevkufe kıldım" da denilebilir ve bu sözle de vakıf inşâ edilmiş olur.
sadaka-i muharreme [eskiden] (bkz: sadaka-i mevkufe).
sadaka-i muhbese huk. [eskiden] (bkz: sadaka-i mevkufe).
sadaka-i müebbede huk. [eskiden] (bkz: vâkıf).
sadaka arz-ı hâli Osmanlı imparatorluğu devrinde sadaka istemek üzere padişaha verilen dilekçe.
sadakat ("ka" uzun okunur, a.i. sadaka'nın c.) 1. sadakalar. 2. fık. Müslümanların ellerinde bulunan ve fakirlere, düşkünlere verilen üç maldan biri.
sadâkat (a.i. sıdk'dan) dostluk, vefâlılık, içten bağlılık; doğruluk, yürek doğruluğu.
sadâkat-kâr (a.f.b.s.) sadakatli, hakikatli, sâdık, doğru.
sadâkat-kârî (a.f.b.i.) sadakatlilik, bağlılık.
sadâkat-perver (a.f.b.s.) sâdık, bağlı.
sa'dân (a.i.c.). (bkz. sa'deyn).
sadâ-nüvîs (o.a.f.b.i.) fonograf.
sadâret (a.i. sadr'dan) 1. başta bulunma, öne geçme. 2. sadrazamlık, sadrâzamın işi ve makamı. 3. Rumeli ve Anadolu kazaskerliği.
sadâret hatt-ı hümâyunu tar. Sadrâzamın değişmesi münâsebetiyle pâdişâh tarafından çıkarılan ferman.
sadâret-penâh (a.f.b.s.) sadrâzam bulunan [kimse].
sadâret-penâhî (a.f.b.s.) sadrâzama ait, sadrâzamla ilgili.
sâdât (a.i. seyyid'in c.) 1. seyyitler, ulular. 2. Hz. Hasan neslinden gelmek üzere Hz. Muhammed'in soyundan olanlar. [Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de "şürefâ" derler].
sâdât-ı kabîle kabilenin ileri gelenleri.
sad-bâr (f.zf.) yüz kere.
sad-berg (f.b.s. ve i.) 1. yüz yapraklı, katmerli.
gül-i sad-berg yüz yapraklı sanılan, katmerli, makbul bir gül çeşidi. 2. g.s. cilt kapaklarının ortasına yapılan şemsenin üzerindeki motif.
sâdd (a.s. sedd'den) 1. kapayan, örten, engel olan. 2. hek. aksu denilen göz perdesi.
sâde (a.i. seyyid'in c.) seyyidler.
sâde (f.s.) 1. düz, basit, yalın, gösterişsiz. 2. süssüz. 3. karışıksız, katkısız. 4. derin düşünemeyen, bön, saf [adam]. 5. zf. yalnız, ancak. 6. arasına, içine peynir, kıyma ve benzeri şeyler konulmamış [hamur].
sâdec (a.i.) "sâde"nin Arapçalaştırılmışı.
saded (a.i.) 1. yakınlık, civar. 2. fikir, niyet, kasid; teşebbüs. 3. konuşulan madde, asıl mevzu.
hâric-ez-saded mevzu dışı.
Sadede gelmek mevzua dönmek, mevzu dışı sözleri bir yana bırakmak.
sâde-dil (a.f.b.s.c. sâde-dilân) 1.temiz yürekli. 2. saf, bön. (bkz. sâde-levh).
sâde-dilân (a.f.b.s. sâde-dil'in c.) temiz yürekliler, saflar, bönler.
sâde-dilâne (f.zf.) saflıkla, bönlükle.
hissiyyât-ı sâde-dilâne ed. saf, laubâlî sözlerle dolu olan ibare.
sâde-dilî (a.f.b.i.) saflık, bönlük.
sadef (a.i.c. esdâf) sedef, inci kabuğu.
sadef-çe (a.f.b.i.) küçük sedef.
sadefe (a.i.) 1. zool. pul, balık pulu, fr. ecaille. 2. anat. kabuk.
sadefe-i üzn anat. kulak çukuru, fr. conque.
sadefî (a.s.) (bkz: sedefi).
sadef-kâr (a.f.b.s.) sedef işi yapan, sedefle süsleme yapan.
sadef-kârî (a.f.b.i.) sedef işi, sedef işçiliği, sedefçilik.
sâdegî (f.i.) sadelik, düzlük, süssüzlük.
sâdegî-i ifâde ifâde sadeliği.
sâdegî-i libâs giyim sadeliği.
sâde-kâr (a.f.b.i.) kuyumcu taslakçısı.
sâde-levh (a.b.s.) saf, bön. (bkz: sâde-dil2).
sademât (a.i. sadme'nin c.) 1. çarpmalar, tokuşmalar, çatmalar. 2. ansızın başa gelen belâlar. 3 . kim. patlamalar.
sâde-rû (a.f.b.s.c. sâde-rûyân) yüzü tüysüz, genç delikanlı.
sâde-rûyân (a.f.b.s. sâde-rû'nun c.) sakalı, bıyığı çıkmamış gençler.
sâdet (a.i.) hek. üzerine aksu denilen perde gelmiş göz.
sa'deyn (a.i.c. sa'd'dan) astr. "iki uğurluları Venüs (Zühre) ile Jüpiter (Müşteri) gezegenleri.
Kırân-ı sa'deyn Venüs ile Jüpiter'in aynı durumda olması ki, kutluluk işareti sayılır.
sad-gûne (f.b.s.) yüz türlü, çeşitlli.
sad-hezâr (f.b.s.) yüz bin.
sâdık (a.s. sıdk'dan. c. asdika) 1. doğru, gerçek, (bkz. sahîh). 2. sadâkati, içten
bağlılığı olan. (bkz. vefâ-kâr).
sâdık-ül-kavl doğru sözlü. (bkz: râst-gû; sâdık-ül-kelâm).
sâdık-ül-kelâm doğru söyleyen. (bkz: râst-gû, sâdık-ül-kavl).
sâdık-ül-va'd va'dinde, sözünde duran. 3.i. erkek adı.
sâdıka (a.s. sıdk'dan) 1. ["sadık" ın müen.]. (bkz. sâdık). 2. i. kadın adı.
sâdıkan ("ka" uzun okunur, a.s. sâdık'ın c.) 1. doğru kimseler. 2. sadakatli, içten bağlılığı olan kimseler.
sâdıkan-ı aşk aşkta sâdık olanlar.
sâdıkane ("ka" uzun okunur. a.zf.) sâdık olana yaraşır yolda.
sâdır, sâdıre (a.s. sudûr'dan) çıkan.
şeref-sâdır şerefle çıkan [pâdişâh emri].
kelimât-ı sâdıre çıkan kelimeler.
sa'dî (a.s.) müz. 1. saadete, uğura mensup. 2. i. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur. 3. i. erkek adı. 4. İran'ın büyük mutasavvıf ve mütefekkir şâiri (Şeyh Sa'di).
sâdic (a.s.) (bkz. sâde).
sadîd (a.i.) hek. irin, yaradan akan sarı su.
sadîd-i seretânî hek. seretan denilen yaradan akan irin.
sadîk (a.s. sıdk'dan. c. asdika, sudeka, sudkan) l. doğru, gerçek dost.
sadîk-ı kadîm eski dost. 2. doğru sözlü [adam]. (bkz. rast-gû).
sâdin (a.i. sedn'den. c. sedene) kapıcı; perdedar, Kâbe-i Mükerreme kapıcısı.
sâdir (a.s.) hayrette kalan, şaşan, (bkz: hâir, hayran, mütehayyir, velhân).
sâdis (a.s.) altıncı. (bkz: şeşüm).
dâire-i sâdise altıncı dâire [Beyoğlu Belediye Dâiresi].
sâdis-aşer on altıncı, on altı.
sâdise (a.s.) ["sâdis" in müen.]. (bkz. sâdis).
sâdisen (a.zf.) altıncı olarak, altıncı olmak üzere, altıncı derecede.
sa'diyye (o.i.) bot. papirüsgiller, fr. cyperacees.
Sa'diyye (a.h.i.) Sa'düddîn-i Cibavî (1336) tarafından kurulmuş olan Rifâî tarikatı
kollarından biri.
sadme (a.i.c. sademât) 1. çarpma, tokuşma, çatma. 2. ansızın başa gelen belâ. 3. kim. patlama.
sadme-i inkılâb inkılâp sadmesi, hayattaki değişiklik darbesi.
sadme-i mün'akise fiz. bir te'sirden sonra onun zıddına aksi taraftan çıkan te'sir.
sadme heyecan psik. sarsma heyecan. fr. emotion choc.
sad-pâ (f.b.s.) yüz ayaklı [olan].
sad-pâre (f.b.s.) yüz parça; parça parça olmuş. (bkz. rîze rîze).
sadr (a.i.c. sudûr) 1. göğüs, (bkz: ber, sîne). 2. yürek. 3. herşeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en baş. 4. oturulacak en iyi yer. 5. baş, başkan, (bkz. reis). 6. kazasker. 7. sadrâzam sözünün kısaltılmışı.
sadre şifâ vermek gönül ferahlatmak.
sadr-ı âlî vezirlerin, vekillerin başı, sadrâzam.
sadr-ı Anatolu Anadolu kazaskeri.
sadr-ı a'zam "sadrâzam" saltanat devrinde] başvekil.
sadr-ı cehân dünyânın en itibarlı mevkiinde bulunan.
sadr-ı Rûm Rumeli kazaskeri.
sadr-ı vustâ anat. ortagöğüs, fr. mesothorax.
sadreyn (a.i.c. sadr'dan) "iki sadır" Osmanlı imparatorluğu devrinde 1845'de ihdas olunan ve imparatorluğun sonuna kadar devam edegelen Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin müsteşarı, Rumeli ve Anadolu kazaskerliği.
sadr-gâh (a.f.b.i.) en mühim yer; tam orta yer.
sadrî, sadriyye (a.s.) 1. göğüse ait, göğüsle ilgili.
emrâz-ı sadriyye göğüs hastalıkları.
sadriyye (a.i.) huk. çocukla anası arasındaki bağ, çocuğun anası ve onun hısımlarıyla olan bağı. [babaya nispetinde sulbî, sulbiyye denildiği gibi].
sadr-nişîn (a.f.b.s.) baş sedirde, üst başta oturan [toplantıda].
sad-sâl (f.b.i.) yüzyıl, asır.
sa'dûn (a.s.) 1. mübarek, kutlu, uğurlu. 2. h. i. erkek adı.
Dostları ilə paylaş: |