Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə181/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   ...   189

vech-i hâl bir kimsenin hâli, durumu.

vech-i hüseynî müz. hüseynî aşîran makamına bâzı eski eserlerde (meselâ muradnâme'de) verilen isimdir.

vech-i iğbirâr gücenme hâli.

vech-i mâaş geçim vasıtası.

vech-i maîşet geçim vasıtası.

vech-i mergûb beğenilen tarz, şekil.

vech-i meşrûb üzere anlatıldığı gibi.

vech-i mülâhaza nokta-i nazar, fr. point de vue.

Min vechin bir bakımdan.

vech-i müvecceh doğru davranış.

vech-i pûselik müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

vech-i şebeh ed. teşbihin dört rüknünden biri olup müşebbehün-bih ile müşebbeh arasında müşterek olan ma'nevî emir. [meselâ"şu bağ cennet gibidir" cümlesindeki bağ müşebbeh, cennet müşebbehün-bih olup aralarındaki müşterek olan ma'nevî emir de"letafet, zînet" dir].

vech-i şehnâz müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Sûz-i dil, şehnaz, eviç ve araban makamlarından veya bu makamların muhtelif dizi parçalarından ibaret karışık bir mürekkeptir. Dügâh (la) perdesinde kalır. A. A. Konuk'un kâr-ı nâtık'ının 52 numaralı ağır düyek parçası makama misâldir.

vech-i şer'î kanunî yol.

vech-i tafsîlî dolaylı üslûp.

vech-i tesmiye ad vermedeki münasebet.

vech-ül-hakk tas. her şeyin hakikati.

veçhe (a.i.) 1. yüz. (bkz: rûy). 2. yan, taraf, semt. (bkz: cânib). [kelimenin aslı"viche" dir].

veche-i azîmet gidiş tarafı.

veche-i maksûd kasdolunan, varılmak istenilen yer.

vechen (a.zf.) 1. bir veçhile, bir suretle; yüzce, yaz bakımından. 2. bir yönden, bir bakımdan.

vechen min-el-vücûh vecihlerden biri olarak; her ne suretle olursa olsun.

vecheyn (a.i.c.) iki yan, iki yüz, iki taraf.

Zü-l-vecheyn 1) iki yüzlü, iki cihetli; 2) mürâî.

vechî, vechiyye (a.s.) yüze mensup, yüz ile ilgili.

Zâviye-i vechiyye alın zaviyesi, açısı.

vecî, vecîa (a.s. vecâ'dan) ağrıtıcı, sızlatıcı.

vecîbe (a.i.c. vecâib) vacip olan şey, borç hükmünde olan vazife.

vecîbe-i nezâket nezâket borcu.

vecîbe-i zimmet boyun borcu.

vecîh, vecîhe (a.i.c. vücehâ) 1. bir kavmin ulu'su, büyüğü, başkanı. 2. s. güzel, hoş, lâtif. 3. uygun, münâsip.

Tevcîh-i vecîh iyiye, güzele yorma.

Vech-i vecîh en uygun şekil. 4. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

vecîhî (a.s.) 1. şefle ilgili. 2. güzelle ilgili. 3. i. erkek adı.

vecîz, vecîze (a.s. vecâzet'den) kısa, derlitoplu. (bkz: muhtasar).

vecîze (a.i.) ed. özdeyiş, îcazlı söz, lâfzı az, mânâsı çok ifâde.

vecne (a.i.c. vecenât) yanak yumrusu;elmacık.

vecr (a.i.c. evcâr) mağara, (bkz: kehf).

vecûr (a.i.) ; hek. hayvanların boğazına dökülen bir çeşit ilâç.

ved (a.i.). (bkz. vedd).

veda' (a.i.) beyaz boncuk.

vedâ' (a.i.) ayrılma, ayrılış, Allah'a ısmarladık, Allah'a emânet olun!

El-vedâ Allah'a ısmarladık, Allah'a emânet olun!, [kelimenin aslı"vidâ"' dır].

vedâ-ı mülk-i vücûd varlık ülkesine veda etmek, ölmek.

vedâat (a.s.) 1. emanet olunan şey. 2. sakinlik, durgunluk, rahat.

vedâatiyle (a.t.zf.) vasıtasıyla, aracılığı ile.

vedâd (a.i.) 1. sevgi, dostluk, (bkz: vidâd). 2. erkek adı.

vedâ-nâme (a.f.b.i.) kendisinin veya selefinin vazifesinin sona erdiğini bildirmek için devlet başkanına elçi tarafından sunulan mektup, fr. lettres de rappel.

vedâyi' (a.i. vedîa'nın c.) vedialar, emânetler, [aslı"vedâi"' dir].

vedd (a.i.) dostluk, (bkz: vidd, vüdd).

ve'd-duâ (a.cü.) "dualarımız sizinle beraberdir" mânâsına gelen bu kelime evvelce mektupların altına yazılırdı.

vedî (a.i.) 1. küçük aptes bozulduktan sonra çıkan su. 2. Arabistan'ın bâzı yerlerinde alınan vergi

vedî' (a.i. veda'dan) başkasının malını saklamaya me'mur kimse.

vedîa (a.i. vedî'den. c. vedâyi') 1.emânet.

vedîat-ullah (Allah'ın emâneti) ruh, can. 2. kadın adı.

vedîd, vedîde (a.i.c. eviddâ) 1. dost. 2. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

vedûd (a.s.) çok muhabbetli, çok şefkatli. [Allah'ın sıfatlarındandır].

vedûk (a.s.) kösnük, kösnümüş, çiftleşme zamanı gelmiş [hayvan].

vefâ (a.i.) 1. sözünde durma, sözünü yerine getirme. 2. dostluğu devam ettirme. 3. yetişme, yetme, kâfi gelme. 4. ödeme.

Bey'bi-l-vefâ bir malı, alınan para ödenince geri vermek üzere satma.

Bî-vefâ vefasız, sözünde, sevgisinde durmayan. 5. erkek adı.

vefâ-bîgâne (a.f.b.s.) vefasız, sözünde sevgisinde durmayan.

vefâ-dâr (a.f.b.s.) vefalı, sözünde, sevgisinde duran.

vefâ-dârâne (a.f.zf.) vefâdar olana, sözünde sevgisinde durana yakışacak yolda.

vefâ-dârî (a.f.b.i.) vefâdarlık, vefâlılık, sözünde, sevgisinde durma.

Vefâiyye (a.h.i.) tas. Şâzelî tarîkati şubelerinden biri. [kurucusu Muhammed Vefa bin Muhammed bin Necmüddîn-ül-magribîy-yil-İskenderî'dir].

vefâ-kâr (a.f.b.s.c. vefâ-kârân) vefalı, (bkz: vefâ-dâr).

vefâ-perver (a.f.b.s.) sözünde, sevgisinde duran.

vefâ-perverâne (a.f.zf.). (bkz. vefâ-dârâne).

vefâ-peyvest (a.f.b.s.). (bkz.vefâ-dâr, vefâ-perver).

vefâ-şiâr (a.b.s.) vefa huylu, vefalı.

vefâ-şiârî (a.b.i.) vefâlılık, vefa huyluluk.

vefât (a.i.) ölüm, ölme. [yalnız insan hakkında].

vefd (a.i. vâfid'in c.) elçiler; temsilciler, (bkz: vüffed; vüfûd).

vefd (a.i.) 1. gelme, varma, ulaşma, erişme, (bkz: vürûd, vusûl). 2. husûsî bir iş ile birinin yanına gitme; elçi gibi gönderilen insan topluluğu.

Nezd-i maalî-vefd yüceliklerin toplandığı yer.

vefeyât (a.i. vefât'ın c.) ölümler.

vefî (a.s.) 1. vefalı, sözünün eri, sözünde duran. 2. tam, mükemmel.

vefîk, vefîka (a.s.) 1. uygun, kafadengi, aynı fikirde. 2. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

vefîr, vefîre (a.s. vefret'den) çok, bol. (bkz: kesîr).

Sinîn-i vefîre çok yıllar.

vefk (a.i.) 1. uyma, uygun gelme, uygunluk. 2. s. uygun, (bkz: muvâfık). 3. tılsımlı dua; muska.

Ber-vefk göre, uygun olarak.

Ber-vefk-i merâm merama, isteğe uygun olarak.

Ber-vefk-i dil-hâh isteği gönlüne uygun olarak.

vefk-i murâd dileğe uygun.

vefk-i rübâî dört çizgi ile çizilmiş dört kelimelik tılsım.

vefk-i südâsî altıya bölünmüş tılsım veya remil karesi.

vefk-i sülâsî kenarı üç köşeli tılsım.

vefret (a.i.) çokluk, bolluk, (bkz: kesret).

vega ("ga" uzun okunur, a.i.) gürültü, patırdı, kavga; savaş.

vegadet ("ga" uzun okunur, a.i.) 1. alçaklık, bayağılık, adîlik. 2. akılsızlık.

ve gayrühâ (a.zf.) ondan gayri, ondan başka, [müfret müennes için].

ve gayrühû (a.zf.) ondan gayri, ondan başka, [müfret müzekker için].

ve gayrühümâ (a.c.zf.) ikisinden gayri.

ve gayrühüm (a.c.zf.) ondan gayri olanlar, ondan başkaları.

veh (a.n.) vah!, yazık, ay. (bkz: vâh).

vehak (a.i.) kemend.

vehâmet (a.i.). (bkz: vahâmet).

vehb (a.i.) vergi; bağışlama; hediye, bağış, (bkz: atiyye, ihsân).

vehbî, vehbiyye (a.i.) 1.Allah vergisi. 2. erkek adı; [ikincisi] vehbiye şeklinde kullanılan kadın adı. 3. fels. fr.inne, inneisme.

vehbiyyet (a.i.) fels. fr. inneite.

vehc (a.i.) ateşin alevlenmesi.

vehd, vehde (a.i.c. vihâd) uçurum, derin vâdî.

vehecân (a.i.). (bkz. vehc).

ve helümme cerrâ (a.cü.) ötekileri de buna kıyas eyle, onlar gibi çek.

vehf (a.i.) nebatın (bitki) yapraklanması; çoğalma; uzama.

vehhâb (a.s.vehb'den) çok hîbe eden, fazla bağışlayan. [Allah'ın sıfatlarındandır]. (Abdülvehhâb'dan kısaltılmış erkek adı).

vehhâbî (a.i.c. vehhâbiyyûn) Abdülvehhâb adında birinin bir buçuk asır kadar evvel Arabistan'da kurduğu mezheb ve bu mezhebden olan kimse.

vehhâbiyye (a.i.) tas. XVIII. asır ortalarında Abdülvehhab adından alınarak Arabistan'da ortaya çıkan bir Müslüman mezhebi, [kurucusu Abdülvehhab bin Muhammed'dir (1745)].

vehhâbiyyet (a.i.) vehhâbîlik, Abdülvehhâb'ın kurduğu mezhebden olma.

vehhâbiyyûn (a.i. vehhâbî'nin c.) vehhâbîler.

vehhâc (a.s. vehc'den) 1. çok, parıltılı. 2. çok alevli.

vehhâm (a.s. vehm'den) çok vehimli, pek kuruntulu.

vehîc (a.i.) ateşin sıcaklığı.

vehîl (a. vehl'den) çok korkak, tabansız.

vehle (a.i.) 1. dakika, an, lâhza.

vehle-i ûlâ ilk başlangıç, birdenbire. 2. irkilme, ürkme.

vehleten (a.zf.) birdenbire, ansızın; ilkin.

vehm (a.i.c. evhâm) 1. kuruntu, yersiz korku. 2. şüphe, tereddüt.

vehm-i havass psik. yanılsama, fr. illusion.

vehm-âlûd (a.f.b.s.) vehim dolu, vehimle karışık.

vehmî, vehmiyye (a.s.) gerçekte olmayan, fakat olduğu sanılan, kurulan, kuruntu ile ilgili olan.

vehmiyyât (a.i. vehmiyye'nin c.) gerçekte olmayıp var sanılan şeyler, kuruntular.

vehm-nâk (a.f.b.s.) kuruntulu.

vehn (a.i.) gevşeklik, kuvvetsizlik.

vehn-i umûmî hek. umûmî dermansızlık.

vehs (a.i.) 1. ayak altında çiğneme. 2. kırma, (bkz: kesr).

vehûb (a.s.) vergisi, verimi çok.

vehy (a.i.) yıprama, gevşeme; yırtma.

ve-illâ (a.e.) olmadığı halde, olmazsa, yoksa.

ve-illâ felâ böyle olmazsa olmaz.

vekahat ("ka" uzun okunur, a.i.) hayâsızlık, utanmazlık, edepsizlik.

vekâlet (a.i.) 1. vekillik, başkasının işini görmeye me'mur olma. 2. biri, başkasını kendi yerine geçirme. 3. birinin yerini tutma. 4. nezâret, bakanlık. 5. vekîlin vazife gördüğü bina.

Da'vâ vekâleti avukatlık. Ders vekâleti Şeyhislam kapısında öğretim işleriyle uğraşan dâire [imparatorluk zamanında-].

vekâlet fi-d-nâm huk. nefis hakkında vuku bulan bir cinayeti isbât için müddeî ve müddeâaleyh tarafından bir kimseye verilmiş olan vekâlet.

vekâlet-i âmme umumî vekâlet.

vekâlet-i devriyye bir başkasına devredilecek, yânî bir başkasını vekîl edecek şekilde birine vekîl olma, her azl edildikçe yenilenen vekâlet.

vekâlet-i hâssa husûsî vekâlet.

vekâlet-i hümâyûn tar. pâdişâhların nikâhlı haremleri ile hasekilerin yahut müstefrişelerin çocuk doğurmaları.

vekâlet-i muallaka huk. [eskiden] şarta muallak, şarta bağlı olarak verilen vekâlet, [meselâ"filân tacir buraya gelirse benim şu ineğimi satmak üzere seni vekil ettim" gibi].

vekâlet-i mukayyede huk. bir kayıt ile mukayyet olan vekâlet [meselâ"şu saatimi bin kuruşa satmaya seni vekil ettim" gibi].

vekâlet-i mutlaka 1) sadrâzaamlık [Osmanlı İmparatorluğu'nda-]. 2) bir kayıt ile mukayyet olmayan vekâlet; "şu kadar liraya sat" demek gibi bir kayıtla bağlı olmayan vekâlet.

vekâlet-i muzâfa huk. bir vakte muzâf olan vekâlet [meselâ "nisan ayında benim hayvanlarımı satmaya seni vekîl ettim" gibi].

vekâlet-i umûmiyye bir kimsenin umûmî vekilliğini üzerine alma.

vekâlet-i uzmâ sadrazamlık (başvekâlet).

vekâleten (a.zf.) vekil olarak, başkasının adına.

vekâlet-nâme (a.f.b.i.) vekillik kâğıdı, verilen vekâletin noterce tasdik edildiği kâğıt [birine-].

vekâlet-penâh (a.f.b.i.) sadrâzam (= başvekil).

vekâlet-penâhî (a.f.b.i.) 1. sadrazamlık (= başvekillik). 2. sadrâzama mensup, onunla ilgili.

vekeb (a.i.) bir işe özenme.

ve-kıs (a.e.) "var kıyâs et!" mânâsına.

ve kıs alâ hâzâ (a.cü.). (bkz. kıs).

vekîl (a.i.) 1. birinin, işini görmesi için yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse.

vekîl-i devlet devlet vekili, Osmanlılarda önceleri veziriazam, sonralara sadrazam denilen devletin en büyük, en yetkili memuru.

vekîl-i harc vekilharç, masraf görmekle vazîfeli kimse, kâhya.

vekîl-i musahhar mahkemeye gelmeyen, getirilemeyen hakkında dâva olunan kimse için hâkim tarafından tâyîn olunan vekil. 2. vekâlet makamının en üstün âmiri; bakan.

Baş-vekil başbakan.

Da'vâ vekîli avukat.

vekîl-i mukayyed huk. vekilliği bir kayıt ve şarta bağlı olan vekil, yetkileri sınırlı vekil.

vekîl-i mutlak huk. vekilliği hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmayan vekil, yetkileri sınırlanmamış genel vekil.

vekîl-i saltanat tar. sadrazam.

vekîre (a.i.) yeni yapılan veya satın alınan bina için eşe dosta verilen ziyafet.

vekkad ("ka" uzun okunur, a.s.) parlak, aydınlık, ışıklı.

Fikr-i vekkad parlak bir fikir, [aslı"pek alevli" manasınadır].

vekn (a.i.c. vükûn) kuş yuvası, (bkz: vekr).

vekr (a.i.c. evkâr, vükûr) kuş yuvası. (bkz. vekn).

vekz (a.i.) vurma, kakma.

velâ (a.i.) 1. yakınlık, sahiplik. 2. efendisinin, azat ettiği köle ve cariyesi ile olan münâsebeti ve onlar üzerindeki hakkı.

velâ-yi atâka huk. [eskiden] mevlâ ile memlûkü arasında azat netîcesi olarak vücûda gelen bir velâ'dan, bir tenâsurdan ibarettir ki, azâdedilen bir cinayet îka ettiği takdirde diyetini mevlâsı verir. Vefat edip de derecesi mukaddem vâris bırakmadığı takdirde mirasına mevlâsı nail olur. Kölesini azat eden mevlâ ile köle arasındaki bağ.

velâ-yi mevkuf huk. [eskiden] mu'tikı taayyün etmeyen memlûk hakkındaki velâ; azat edilmiş olduğu tartışmalı köleyle ilgili velâ. [meselâ bir kimse satın aldığı bir kölenin evvelki mevlâsı tarafından azledilmiş olduğunu iddia ve ikrar, mevlâ ise inkâr eylese vâki olan ikrara binâen köle azâd olursa da velâsı bu iki mevlâdan hiç birine ait olmayıp mevkuf bulunur].

velâ-yi müvâlât huk. [eskiden] nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti dâhilinde başkasıyla akdetmiş olduğu bir velâ'dan bir tenâsur rabıtasından ibarettir, [meselâ nesebi malum olmayan bir şahıs bir kimseye "sen benim velâ'msın, ben bir cinayet işlersem diyetini sen verirsin, vefat ettiğimde de vârisim olursun!" dese, o kimse de bunu kabul etse aralarında müvâlât mün'akit olur].

velâ-yi nâfiz huk. [eskiden] mu'tikı ma'lûm olan memlûk hakkındaki velâ, kimin tarafından azat edildiği belli olan köleyle ilgili velâ [velâ-yi nâfiz, hakkında tartışmaya yer verilmeyen bir velâdır].

velâ-yi ni'met huk. [eskiden], (bkz: velâ-yi atâka).

velâdet (o.i.). 1. (bkz. vilâdet). 2. ed. Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inde Hz. Muhammed'in doğuşunun anlatıldığı bölüm.

velâdet-i âliye vukuu resmi tar. Osmanlı pâdişahlanndan doğan çocuklar için yapılan tören.

velâdet-i hümâyûn tar. pâdişâhın doğum günü.

velâdî (o.s.). (bkz. vilâdî).

velâid (a.i. velîde'nin c.) cariyeler.

velâim (a.i. velîme'nin c.) 1. düğün ziyafetleri. 2. evlenmeler, düğünler.

velâ-kârâne (a.f.zf.). (bkz. dost-âne, muhibb-âne).

velâkin (a.e.) amma, fakat, (bkz: lâkin, lîk,velîk, velîkin).

velâkinne (a.e.). (bkz. velâkin).

velâ-perver (a.f.zf.) dostluk besleyen, gösteren.

velâ-siyyemâ (a.zf.). (bkz. lâ-siyyemâ).

velâyâ (a.i. veliyye'nin c.) ermiş kadınlar.

velâyet (a.i.) 1. velilik, ermişlik. 2. velî ve ermiş olan kimsenin hâli ve sıfatı. 3. başkasına sözünü geçirme. 4. dostluk, sadâkat. 5. tas. Tanrı dostluğu.

Şâh-ı velâyet Hz. Alî.

velâyet-i âmm huk. [eskiden] umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet, [yargıç ve vâlî misillü devlet uzuvlarının velayetleri gibi].

velâyet-i cerâim huk. [eskiden] halk arasında tahaddüs eden cürümler, cinayetler hakkında idâri, siyâsî bâzı zecrî tedbirler alınmasına mezuniyet ve salâhiyet (yetki) tir ki buna"velâyet-i mezâlim" de denir.

velâyet-i gayr-i zâtiyye huk. [eskiden] velînin zâtından çıkmayıp haricî bir muamele ile vücûda gelen velayet [vekîl, vasî, mütevelli, yargıç ve vâlînin velayetleri bu kabildendir] ; velayet görevinin doğum sebebine ve velinin şahsiyetine değil velayetin verilmesini gerektiren bir muameleye dayanması durumunda verilen velayet.

velâyet-i hâssa huk. [eskiden] husûsî mâhiyeti (özel niteli) hâiz olan velayet [babanın çocukları ve vasinin kasırlar ve mütevellinin vakıf mallan üzerindeki velayeti gibi]; kamunun canı veya malıyla ilgili olmadan muayyen bir kişinin yararına kurulu olan velayet.

velâyet-i kazâ huk. [eskiden] davacılar arasında şer'î usûlü dâiresinde hüküm ve teffîze me'zûniyet ve yetki; uyuşmazlıklara, şer'î kurallara ve adalete uygun bir şekilde çözüm yolları bulmakla görevli olan hâkimin taşıdığı yetki.

velâyet-i kısâs huk. [eskiden] kısas ettirmek hakkına mâlikiyet.

velâyet-i te'dib huk. [eskiden] bir kimsenin başka bir kimseye karşı hâiz olduğu te'dip salâhiyeti.

velâyet-i zâtiyye huk. [eskiden] velînin zâtından çıkan velayet, [babasının evlât üzerindeki velayeti gibi].

veled (a.i.c. evlâd) 1. çocuk, erkek evlâd. 2. oğul. (bkz: ibn, püser). [eskiden Hıristiyan künyelerinde oğul yerine kullanılan bir kelime idi].

veled-i benât huk. kız çocukların erkek ve kız çocukları.

veled-i benîn huk. erkek çocukların kız ve erkek çocukları.

veled-i fücür huk. aralarındaki kan ilişkisi yüzünden şer'an nikâhlanmalan mümkün olmayan bir erkekle bir kadının birleşmesinden doğan çocuk, [iki kardeşin birleşmesinden doğan çocuk gibi].

veled-i gayr-i meşrû, veled-i mâder-bî-hatâ, veled-i zinâ nikâhsız evlenmeden dünyâya gelen çocuk.

Bilâ-veled evlât bırakmadan, evlâtsız olarak.

Ümm-i veled sahibinden azâdedilmeden çocuğu olan câriye.

veled-i hâdis vak. vakfın vukuundan sonra meşrût-ün-leh olarak doğan çocuk; yararına yapılan vakfın kuruluşundan sonra doğan çocuk.

veled-i kul tar. Yeniçeri, topçu, top arabacı, kumbaracı, kul oğlu, lâğımcı vesâir kapıkulu ocağı mensuplarının çocukları [buna "kuloğlu" da denir].

veled-i ma'nevî 1) evlâdlığa kabul edilen ahret evlâdı; 2) [şeyhe göre] mürit.

veled-i mülâane huk. [eskiden] mülâaneden sonra nesebinin babasından nefine hüküm olunan çocuk, "kan" yüzünden babasıyla nesep ilişkisinin bulunmadığı hâkim tarafından kararlaştırılan çocuk.

veled-i müvâlât fık. nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti dâhilinde başkasıyla akdetmiş olduğu velâ.

veled-i sadrî huk. bir ana babadan doğan çocuğa, anası gözönünde bulundurularak verilen ad.

veled-i sulbî öz oğul.

veleh (a.i.) [kederden gelen] şaşkınlık, sersemlik.

veleh (f.i.) kahır ve hışım.

ve lehu (a.cü.) bu da onun.

ve lehu eyzan bu da onun gibi, bu da öyle.

veleh-zâ (a.s.) şaşırmış.

veleh-zede (f.b.s.) sevgilinin hışmına uğrayan ve kahır çeken âşık.

velev (a.e.) olsa da, bile, hattâ, ister, isterse.

velev süllim öyle olduğu teslim ve kabul olunsa bile.

ve-l-hamdü li-llâhi veliyyü-l-hamd (a.cü.) hamd, Allah'a mahsustur, hamd'ın asıl sahibi de O'dur.

velhân (a.s.) şaşkın, sersem.

ve-l-hâsıl (a.s.) sözün kısası, kısacası, (bkz: el-hâsıl, hâsıl-ı kelâm).

velî (f.e. velâyet'den) velâkin, amma, fakat, (bkz: lîk).

veliyy (a.i.c. evliyâ) 1. Allah'ın 99 adından biri. 2. sahip. 3. bir çocuğun her türlü hareketinden ve hâlinden sorumlu olan kimse. 4. ermiş, eren. 5. erkek adı.

veliyy-i akreb huk. velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakın olan kimse.

veliyy-i eb'ad huk. velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en uzak olan kimse.

veliyy-i cinâyet işlenen bir suçun intikamını almaya hakkı olan yakın akraba.

veliyy-i dem kan dâvası gütmeğe hakkı olan kimse.

veliyy-i nâsır yardım eden arkadaş; Allah.

veliyy-i ni'met nîmet sahibi, velînîmet, besleyen; birine, yaşadığı müddetçe, tesiri devam edecek olan iyilik ve bağışlarda bulunan kimse.

veliyy-üd-dîn 1) dîne sımsıkı bağlı; 2) dilimizde "veliyettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılır.

veliyy-ül-emr emir sahibi, âmir.

veliyy-ül-hakk, velî-d-dem, velî-l-kasâs fık. kasas veya diyet istemeye hakkı olan.

veliyy-ün-niam 1) dînine sımsıkı bağlı bulunan kimse; 2) tar. şeyhülislâm.

velî-ahd (a.b.i.) bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse, [aslı veliyy-i ahd'dır].

velîd (a.i.c. vildân) 1. yeni doğmuş çocuk, (bkz: sabî). 2. köle, kul.

Ümm-ül-velîd tavuk.

velîde (a.i.c. velâid) câriye.

velîk, velîkin (f.e.) lâkin, amma, fakat, ancak, şöyle ki.

velîme (a.i.c. velâim) 1. düğün ziyafeti, şölen. 2. evlenme, düğün.

veliyye (a.i.c. velâyâ) ermiş kadın.

veliyy-ullah (a.b.i.) ermiş kimse; Allah'ın sevgili kulu.

velsân (a.i.) birbirlerinin boyunlarına el atarak yürüme.

velû' (a.i.) bir şeye fazla düşkün olan. (bkz: harîs)

velûd (a.s.) 1. doğurgan, çok doğuran. 2. mec. çok eser veren.

velvâl (a.i.) ağlayıp inleme.

velvele (a.i.) 1. şaşkınlık, (bkz: hayret). 2. gürültü, patırdı, yaygara, şamata, (bkz: gulgule). 3. müz. Türk müziğinde usûlün darp parçacıklarına ayrılarak vurulma şekli. Meselâ"düm te ke düm tek tek" şeklinde vurulan aksak, velveleli olursa her darbı bir kaç darp halinde olur. Bu şekilde usûlün fazla hareket ve canlılık kazandığı muhakkaktır. Yalnız gelişigüzel velvele yapılamaz; ince bir zevk-i selîm'e ve derin bir bilgiye müstenid olması lâzımdır. Velvele, hassaten Mevlevi âyîn-i şeriflerinde kullanılır; kudüm, usulleri velveleli olarak vurur, semâ böylece fevkalâde bir hareket ve halâvet kazanır.

velvele-endâz (a.f.b.s.) gürültücü, yaygaracı.

velvele-engîz (a.f.b.s.) gürültü çıkaran, gürültü koparan.

vely (a.i.) birbiri ardı sıra gelme, çıkma, olma. (bkz: taâkub, tevâlî).

ve mâ fihâ (a.i.) ve onun içindekiler.

vemîz (a.i.) bulut arasından görünen ışık. (bkz: vemz).

vemye (a.i.) sıkıntı, meşakkat; belâ.

vemz (a.i.) hafifçe çakma, parlama [şimşek].

veny (a.i.) iş hususunda gevşeklik gösterme.

ver (f.e.) ve, eğer; "ve er" den kısaltma. (bkz: er).

-ver (f.s.) "sâhib, mâlik; usta" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Dâniş-ver âlim;

Suhan-ver şâir, edip., gibi.

verâ' (a.i.) 1. arka, geri, öte.

Mâ-verâ bir şeyin arkasında, ötesinde bulunan şey.

verâ-i cebel dağın arkası. 2. başka, gayri. 3. kıç, geri, dübür.

ver'a (a.i.) korkaklık, (bkz: bîm, havf, ru'b, ters).

verâ (a.i.c. verâyâ) halk, mahluk; âlem, kâinat.

Ahkar-ül-verâ halkın en âcizi.

Efkar-ül-verâ halkın en fakiri.

Hayr-ül-verâ (mahlûkların hayırlısı) Hz. Muhammed.

vera' (a.i.) haramdan kaçınma.

Ehl-i vera' dîne bağlı, dindar, (bkz: müttekı, verâ', verâat, zâhid).

verâ, verâat (a.i.) (bkz: verâ').

verâkı (a.i. verka'ın c.) güvercinler.

verâset (a.i.) varislik, mirascılık, mirasta hak sahibi olma. [aslı"virâset" dir].

verâset-i ırkıyye doğanın ecdadına benzemesi.

verâset-i selefiyye geçmişlerin irsî kudreti.

verâset-i şahsiyye iki canlının yaklaşmasından doğan yavrunun, ya anasının veya babasının vasıflarından bâzısını almış olması.

verâyâ' (a.i. verâ'nın c.), yaratıklar, (bkz: maflûkat).

verb (a.i.) yabani hayvan ini.

verd (a.i.) 1. doru at. 2. Hz. Muhammed'in yedi atından birinin adı. 3. rengi doru olan arslan.

verd-i ağbes doru at.

verd (a.i.c. evrâd, virâd, vürd) bot. gül.

Mâ-ül-verd gül suyu.

verd-i nâz 1) naz gülü, nazların gülü; 2) kadın adı.

verd-i riyâh coğr. rüzgâr gülü.

verdâne (a.i.) 1. toplu oklava. 2. koca başlı kertenkele.

verdene (f.i.) 1. börekçi merdânesi, oklava. 2. dolap oku.

verdî (a.s.) bot. güle ait, gül ile ilgili.

verdiyye (a.i.) bot. gülgiller, fr. rosacees.

verek (a.i.c. evrâk) anat. kalça kemiği.

verekî (a.s.) kalçaya ait, kalça ile ilgili.

verem (a.i.c. evrâm) 1. şiş, yumru. 2. şişme. 3. hek. verem, Koch basilinin yol açtığı bulaşıcı hastalık. 4. bu hastalığa tutulmuş kimse.

verem-i ebyaz hek. büyük mafsallarda cildin rengini değiştirmeksizin meydana gelen şişkinlik.

verese (a.i. vâris'in c.) mirasçılar.

Beyn-el-verese mirasçılar arasında.

verîd (a.i.c. evride, vurûd) hek. siyah kan daman, toplardamar, fr. veine.

verîd-i bâb anat. kapı toplardamarı, fr. veine porte.

verîd-i ecvef-i süflâ anat. alt ana toplardamar, fr. veine cave inferieure.

verîd-i ecvef-i ulyâ anat. üst ana toplardamar, fr. veine cave superieure.

verîd-i fevk-al-kebed anat. karaciğer üstü toplardamarı, fr. veine sus-hepatique.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin