Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə178/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   174   175   176   177   178   179   180   181   ...   189

usûl-i terbiye-i mevâşî zir. zootekni.

usûl erkân yol yöntem.

Usûl ve fürû fık. bir kimsenin kendinden öncekileriyle sonrakileri, ataları ve çocukları.

usûlî, usûliyye (a.s.) usûle ait, usulle ilgili, fr. methodique.

usûliyyât (a.i.c.) usul, metot bilgisi, fr. methodologie.

usûliyyûn (a.i.c.) 1. usûl-i fıkıh veya usûl-i hadîs bilginleri. 2. metoda bağlı kalanlar, fr. methodistes.

Usûr (a.i. asr'ın c.) yüzyıllar, (bkz: a'sâr).

us'us (a.i.) anat. kuyruk sokumu,

u (a.i.). (bkz: uşş).

uak (f.i.) kim. amonyak.

uşb (a.i.) taze ot.

uşeyyâ (a.i. eşyâ'dan) eşyâcıklar, küçük eyler.

uşîr (a.i.) taze ot, taze çayır.

uşş (a.i.) kuş yuvası.

uşşâk (a.i. âşık'ın c.) 1. âşıklar.

uşşâk-ı dil-figâr yüreği yaralı âşıklar. 2. müz. Türk müziğinde 5 numaralı basit makam (inici şekline beyâtî denmiştir). Çok tabîî bir dizi arzeden uşşak, en eski ve esas makamlardandır. Aşk, garâm, tasavvufî hissiyet için iyi kullanılırsa en yüksek bir ifâde vâsıtası olabilir. Asırlardanberi en çok kullanılmış olan uşşak, bugün elimizdeki Türk müziği eserleri içerisinde birinci gelmektedir. Makam, uşşak dörtlüsüne pûselik beşlisi ilâvesinden ibarettir. Durak dügâh "la" ve güçlü -dörtlü ile beşlinin birleştikleri dördüncü derece olan- neva "re" perdeleridir. Makam çıkıcı olarak seyreder. Donanımına "si" için koma bemolü konulur (uşşak dörtlüsünün segah perdesi için). Dizisinde niseb-i şerîfe'den 8 tane olmakla mülayimdir. Pestden tîze doğru orta sekizlisin-deki sesleri şöyledir dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, acem, gerdaniye ve muhayyer.

uşşâk-aşîrân (a.b.i.) müz.Türk müziğinin tahminen üç asırdan daha eski bir mürekkep makamıdır. Kantemiroğlu'nun darb-ı fetih peşrevi elimizdeki tek nümûnesidir. Uşşak ile onun şeddinden bir parçanın birleşmesinden ibarettir.

uşşâk-gerdâniyye (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

uşşâk-geveşt (a.f.b.i.) Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

Uşşâkıyye (a.h.i.) tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden biri. [XVI. asır başlarında Hasan Hüsâmettîn-il-Buhârî tarafından kurulmuştur, (d. 880 - (1475) - ö. 1001 (1592)].

uşşâk-mâye (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

uşşâk-nevrûz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

uşşâk-selmek (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

uşşâk-şehnâz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

uşve (a.i.) geceleyin uzaktan görünen ateş.

Utârid (a.h.i.) astr. Arzıtilek (Merkür).

Kalem-i utârid-rakam Utârid gibi yazan kalem. [Bu seyyareye (*gezegen) pazar gecesi ile çarşamba hâkimdir. Bunun altında doğanlar, anlayışlı, kavrayışlı, zekî, kurnaz olurlar].

utât (a.i. âtî'nin c.) âsîler, serkeşler.

uteka ("ka" uzun okunur, a.s. atîk'in c.) azatlılar, azat olmuş köleler, cariyeler.

utm, utüm (a.i.) bot. yabanî zeytin ağacı.

utme (o.i.) bot. zeytinimsi meyve.[hünnap, iğde., v.b. gibi].

utrûfe (a.i. turfe'nin c.) tuhaf, az bulunur şey.

utrûş (a.s.) sağır, (bkz: ker1).

utûfet (a.i.) lütuf, nezâket; şefkat. (bkz. atûfet).

utum (a.i.) 1. köşk. (bkz: kâh, kasr). 2. taş duvar; taş yapı.

utüvv (a.i.) 1. kibir ve azametle karışık serkeşlik. 2. ayaklanma, (bkz. isyân).

uvvâr (a.i.c. avâvîr) 1. dağ kırlangıcı. 2. s. korkak [adam].

uyûb (a.i. ayb'ın c.) ayıplar, kusurlar.

Setr-i uyûb ayıpları örtme, gizleme.

Settâr-ül-uyûb (ayıpları örten) Allah.

uyûn (a.i. ayn'ın c.) 1. gözler. 2. pınarlar, kaynaklar.

uyûn-ül-bakar iri ve siyah taneli bir çeşit üzüm.

uyûn-üt-tevarîh tarihlerin kaynakları.

uzbet (a.i.) bekârlık, ergenlik, gençlik. (bkz: uzûbet).

uzemâ' (a.s. azîm'in c.) büyükler, şeref ve mevki bakımından büyükler.

uzemâ-yi devlet devletin büyük adamları.

uzeym (a.i.c. uzeymât) kemikçik.

uzeymât (a.i. uzeym'in c.) kemikçikler.

uzeymât-ı sem'iyye anat. kulaktaki sandûka-i tabl'ın (davul sandığının) etrafında bulunan dört küçük kemik.

uzeyvât (o.i. uzeyve'nin c.) uzuvcuklar, küçük uzuvlar.

uzeyvât-ı hurde-bîniyye hek. hurdebinle (mikroskop) görülebilen uzuvlar; bakteriler.

uzfûr (a.i.) 1. tırnak, (bkz: zufr). 2. asma filizi.

uzîmâ (a.i.) hek. vücudda bir yerin, ağrısız ve ateşsiz olarak şişmesi.

uzîmâ-i mizmâr anat. nefes borusunun yukarıki deliğinin şişmesi.

uzlet (a.i.) bir yana çekilip kendi kendine tenhada yaşama, yalnızlık köşesine çekilme, (bkz: inzivâ).

uzlet-gâh (a.f.b.i.) yalnızlık köşesi, tenhada oturulan yer.

uzlet-geh (a.f.b.i.). (bkz. uzlet-gâh).

uzlet-güzîn (a.f.b.s.) yalnızlık köşesine çekilen, tenhada yaşayan, (bkz: uzlet-nişîn)

uzlet-nişîn (a.f.b.s.) tenhaya çekilip yalnız yaşayan, (bkz: uzlet-güzîn).

uzlûfe (a.i.) yalçın kaya, kayalık.

uzm (a.i.c. a'zâm) kibirlenme; ululanma.

uzmâ (a.s.a'zâm'dan) daha (en, pek, çok) büyük, [a'zam'ın müennesi].

Beliyye-i uzmâ çok büyük dert.

Sadâret-i uzmâ yüce sadrazamlık mevkii.

uzme (a.i.) 1. birinin mensûb olduğu aile. 2. akraba. 3. aşîret.

uzret (a.i.) önde olan perçem, saç. (bkz: perçem).

uztumme (a.i.) 1. her şeyin aslı. 2. insanın ırk ve nesebi, (bkz. ustumme).

uzûbet (a.i.) tatlılık, şirinlik, lâtiflik.

uzûbet-i lisân dil tatlılığı, tatlı dillilik.

uzûbet (a.i.) bekârlık, ergenlik, (bkz: uzbet).

uzv (a.i.c. a'zâ) 1. organ, vücûdun müstakil parçası. 2. bir topluluğu, bir bütünü meydana getiren üyelerden her biri.

uzv-i hiss duyak.

uzv-i te'nîs bot. 1) dişi organ; 2) arkegon.

uzv-i tezkîr bot. erkek organ.

uzv-i zâika anat. tadalma organı.

uzvâniyye (a.i.) fels. örgencilik, fr. organicisme.

uzvî, uzviyye (a.s.) uzva ait, uzuvla ilgili, canlı, organik.

Kimyâ-yi uzvî uzvî, organik kimya, fr. chimie organique.

Gayr-i uzvî cansız, inorganik, fr. inorganique.

uzvî sahrâ jeol. organik külte.

uzviyyet (a.i.) 1. canlılık. 2. organizma.

uzzâl (a.i.) müz. Türk müziğinde 10 basit makam. Hicaz ailesi denilen 4 basit makamdan biridir. Hicaz ile pek yaklaşır (Uzzâl'den başlıca eserler de hicaz'da gösterilmiştir). Uzzâl, hicaz beşlisine uşşak dörtlüsü ilâvesinden ibarettir. Umumiyetle çıkıcı, nadiren inici olarak kullanılmıştır. Dügâh "la" perdesinde durur. Güçlüsü -beşli ile dörtlünün birleştiği beşinci derece olan- hüseynî "mi" perdesidir. Niseb-i şerîfe'den dizisinde 7 tane olmakla mülâyim'dir. Donanımına "si" bakıyye bemolü ile "fa" ve "do" bakıyye diyezleri konur. Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tîze doğru olmak üzere- şöyledir dügâh, dik kürdî, nim hicaz, neva, hüseynî, eviç, gerdâniyye ve muhayyer.

uzzâl-acem (a.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir nümunesi yoktur.

uzzâl-hüseynî (a.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir nümunesi yoktur.

ü (a.ha.) Osmanlı alfabesinin "elif" ve "ayın" ile başlayan kelimelerinden hafif zammelilerin sesini verir.

ü (f.e.). (bkz. ve).

übâb (a.i.) şiddetli, taşkın sel suyu.

übbehet (a.i.) büyüklük, ululuk, (bkz: azamet, mehâbet, übhet).

übbehetlü sadrazamlıktan ayrılmış olanların resmî ünvanı.

übeyd (a.i. abd'den) ; 1. kulcağız, kölecik. 2. erkek adı.

Umm-i übeyd kurak çöl.

übeyd-âne (a.f.zf.) değersiz kula yakışır surette.

Ma'rûzât-ı übeyd-âne değersiz kulunuzun bir ma'rûzâtı olarak..

übhet (a.i.) büyüklük, ululuk, [aslı "übbehet"dir]. (bkz: übbehet).

übüvvet (a.i. ebb'den) babalık, atalık, (bkz: pederî).

übüvveten (a.zf.) babalık cihetiyle, atalık sıfatıyla.

ücâc (a.i.) acı su, tuzlu su. (bkz: âb-ı şor1, şûrâb, şûrâbe).

ücem (a.i. ecme'nin c.) sık ağaçlıklar.

Şîr-i ücem gayet kükremiş yırtıcı arslan.

ücret (a.i.c. ücûrât) 1. hizmet karşılığı verilen para veya mal.

Bilâ-ücret parasız, (bkz: meccânen).

ücret-i kademiyye ayakteri adı altında verilen para. 2. nakliye, posta, telgraf, demiryolu ve sâireye verilen para.

ücret-i sukûk [eskiden] kadılar tarafından alınan harç ve resim, [hüccetten 25 akçe, sicilden 7 akçe, nikâhtan 12 akçe, ölünün taksim edilen terekesinden binde yirmi olması kanun ile tâyin olunmuştu].

ücûm (a.i.) kale, palanka.

ücûn (a.i.) suyun rengi ve tadının bozulması.

ücûr (a.i. ecr'in c.) ecirler, sevaplar.

ücûr-i cezîle bol sevaplar.

ücûrât (a.i. ücret'in c.) ücretler.

üdebâ' (a.i. edîb'in c.) edîbler, yazarlar.

üdre (a.i.) anat. kasık yarıgı.

üfçe (f.i.) bostan korkuluğu.

üff (a.n.) of!

üfhûd (a.i.) yetişmiş, serpilmiş çocuk.

üfkûhe (a.i.) şaşılacak, şaşıp kalınacak şey. (bkz: u'cûbe).

üfnûn (a.i.c. efânîn) 1. hal, nevi, çeşit, cins. 2. saçmasapan söz, dedikodu. 3. karışık dallar.

üftâde (f.s.c. üftâde-gân) 1. düşmüş, düşkün; biçâre. 2. âşık. 3. i. kadın adı.

üftâde-gân (f.s. üftâde'nin c.) 1. düşmüşler, düşkünler; biçâreler. 2. âşıklar.

üftâde (f.i.) 1. üftâdelik, düşkünlük, zavallılık. 2. âşık olma.

üftân (f.s. ve zf.) düşen; düşerek.

üftân ü hîzân düşe kalka [gitme].

üfûl (a.i.) 1. batma, kaybolma, görünmez olma. 2. mec. ölme.

üfûl-i nâ-be hengâm genç yaşta, çalışabilecek bir halde iken ölme.

üf'ûle (a.i.) vazife, görev, fr. fonction.

üf'ûlevî (a.s.) vazifeye ait, vazife ile ilgili, fr. fonctionnel.

üf'ûlevî terbiye ped. görevsel eğitim, fr. education fonctionnelle.

ühbe (a.i.) yolculuğa veya askere mahsus elbise, malzeme.

ühciyye (a.i.) hicvetmeye, yermeye sebebolan şey; yerme, (bkz. ühcüvve).

ühcüvve (a.i.) hicvetmeye, yermeye sebebolan şey; yerme, (bkz. ühciyye).

ühkûme (a.i.) alaycı hal ve söz.

ükâf (a.i.). (bkz. ikâf).

ükel (a.i. ükle'nin c.) lokmalar.

ükeyrâh (a.i.) ayazma, [Hıristiyanlarca makbul olan] su kaynağı.

ükl (a.i.) 1. meyva. 2. yiyecek, azık. 3.zekâ. (bkz. ükül).

ükle (a.i.c. ükel) lokma.

ükre (a.i.) 1. çukur, (bkz: hufre). 2. top, yuvarlak şey.

ükrûme (a.i.) kerem, lütuf; bahşiş.

üksûm (a.i.) çayırı, çimeni çok güzel olan bahçe.

üksûs (a.i.) bot. sarmaşık.

ükşûş (a.i.) bağ sarmaşığı, tohumsuz sarmaşık. [Araplar, hırsızı buna benzetirler].

ükül (a.i.) 1. meyva. 2. rızık, azık; nasip.3. zekâ. (bkz. ükl).

Zû-ükül zekâ sahibi, zekî.

ükzûbe (a.i.) yalan, uydurma söz.

ülbe (a.i.) 1. açlık, (bkz: cû'). 2. kıtlık.

ülbûb (a.i.) kiraz çekirdeği.

ülfetcu (a.i.) 1. alışma, kaynaşma. 2. görüşme, konuşma. 3. ahbaplık, dostluk. 4.huy etme.

Germ-ülfet sıfı fıkı, içli dışlı.

ülfet-ger (a.f.b.s.) ülfet edici, eden.

ülfet-gerî (a.f.b.i.) ülfetgerlik, ülfet edicilik.

ülgûze ("gu" uzun okunur, a.i. lugaz’dan) kapalı söz, bilmece, yanıltmaca, (bkz: uglûta, uhcüvve).

ülhiyye (a.i.) oyuncak, çocuk oyuncağı, (bkz: bâzîçe, ülhüvve).

ülhüvve (a.i.) oyuncak, çocuk oyuncağı, (bkz: bâzîçe, ülhiyye).

ül-il-ebsâr (a.b.i.). (bkz: ülü-l-ebsâr).

ül-il-emr (a.b.i.). (bkz. ülü-l-emr).

ül-in-nühâ (a.b.i.) akıllı kimseler.

ül'ûbe (a.i.) oyun, piyes.

ülûhiyyet (a.i.). (bkz ; ulûhiyyet).

ül'übân (a.i.) oyuncu, aktör.

ülü-l-ebsâr (a.b.i.) görüş kabiliyetinde olan kimseler.

ülü-l-elbâb (a.b.i.) sağduyu sahibi olan kimseler.

ülü-l-emr (a.b.i.) 1. pâdişâh, kanun vâzıı. 2. Müslümanların yetkili olan âmirleri, [halîfelere, kadılara, kumandanlara şâmildir].

ülüm (f.i.) bölük, cemaat, takım.

ülüm ülüm bölük bölük, takım takım.

üm (a.i.). (bkz: ümm).

ümdûd (a.i.) âdet, usul, görenek.

ümdûha (a.i.) övülmeye sebebolan şey, iş, hal.

ümem (a.i. ümmet'in c.) ümmetler.

Hayr-ül-ümem Müslümanlar, (bkz: ümmet-i Muhammed).

Şefî-ül-ümem Hz. Muhammed.

ümem-i kadîme, ümem-i sâbıka eski, geçmiş zaman ümmetleri.

ümenâ' (a.s. emîn'in c.) 1. güvenilir kimseler. 2. eminler, alay hesaplarının veya sandık muamelelerinin kendilerine bırakıldığı kimseler.

ümenâ-yi kavm bir kavmin emniyet ve güvenini kazanmış olan büyük kimseler.

ümerâ (a.i. emîr'in c.) 1. emirler, beğler. 2. ask. binbaşı, yarbay, albay rütbelerinde bulunan fermanlı subaylar, (bu rütbelerin altında bulunanlara "zâbitân", üstündekilere "erkân" denirdi].

Emîr-ül-ümerâ tar. beylerbeyilerin lâkabı [Tanzimat'tan önce], [Tanzimat'tan sonra ıstabl-i âmire ile mîr-miranların arasında sivil rütbe olup unvanı "izzetlü paşa" dır].

ümerâ-yı askeriyye ask. yüksek rütbeli kumandanlara verilen bir ad.

ümerâ-yı aşerât ask.. tar. Memlûk sultanlarından askerî sınıf ümerâsına verilen bir ad. 10'lar emîri, onbaşı. [Bunlar 10 asker (memlûk) beslemek zorundaydı].

ümerâ-yı bahriyye ask. eskiden deniz subaylarının emîrülma (=amiral) denilen büyük rütbede bulunanlarına verilen bir ad.

ümerâ-yı hamâset-intimâ yiğit emirler.

ümerâ-yı hemsevâî ask.. tar. memlûk sultanlığında askerî sınıf ümerâsına verilen bir ad.

ümerâ-yı işrianî ask. tar. memlûk ümerası arasında yirmi asker besleyen ve onları kumandası altında bulunduran emirlere verilen bir ad.

ümerâ-yı mieîn (yüzler emîri) ask., tar. en yüksek dereceli ümerâya verilen ad.

ümerâ-yı mukaddimîn tar. Memlûk sultanlığında XV. asırda yüzler emîri sınıfından olan birinci derecedeki ümerâya verilen bir ad.

ümerâ-yı tabl hanah ask., tar. Memlûk sultanlığında bando emirlerine verilen bir ad.

ümerâ-yı ulûf ask., tar. Memlûk teşkilâtında binbaşı rütbesindeki ümerâya verilen bir ad.

Ümeyye (a.h.i.) Emevî Hanedânı'nın atası (VI. yüzyılın sonu), Hz. Muhammed'in büyük dedesi olan Hâşin Ümeyye'nin amcası.

ümhûd (a.i.) 1. çömlek. 2. tuzluk.

ümîd (f.i.) 1. umut, umma.

Kat'i ümîd ümit kesme.

ümîd-i cânân sevgilinin ümîdi, onun gelmesi, ona kavuşma ümîdi.

ümîd-i istikbâl yarının ümidi. 2. erkek ve kadın adı.

ümîd-bahş (f.b.s.) ümit veren, ümitlendiren.

ümîd-bahşâ (f.b.s.) ümitlendirecek surette.

ümîd-bahşâne (f.zf.) ümid-bahş olana, ümit verene, ümitlendirene yakışacak surette.

ümîd-bahşî (f.b.i.) umdurma, ümitlendirme.

ümîd-beste (f.b.s.) ümit bağlamış, ümitlenmiş.

ümîd-gâh (f.b.i.) ümit yeri, bir şey umulan yer, makam.

ümîd-geh (f.b.i.). (bkz. ümîd-gâh).

ümîd-vâr (f.b.s.) uman, ümitli.

ümîd-vârâne (f.zf.) ümitli olana yakışacak surette.

ümîd-vârî (f.b.i.) ümitvarlık, ümitlilik.

ümlûc (a.i.) 1. selvi yaprağına benzeyen uzun, karışık bir ot. 2. yaprak, (bkz: berg).

ümlûd (a.i.). (bkz. ümüldân, ümüldânî).

ümm (a.i.c. ümmât, ümmehât). 1. ana, anne.

Li-ümm ana tarafından, (bkz: mâder, vâlide). 2. yol. 3. kaynak, çıkış noktası.

ümm-i dünyâ Mısır, Kahire.

ümm-i sulbe anat. beyin zarlarından en kalını ve en dışta bulunanı, fr. Dure-mere.

ümm-i veled çocuk anası bulunan satılmaz câriye.

ümm-üd-dem anat. kırmızı kan damarlarında görülen şişme, kabarma.

ümm-üd-dünyâ Mısır, Kahire ve Bağdat. (bkz: ümm-i dünyâ).

ümm-ül-bilâd Mekke-i Mükerreme.

ümm-ül-ecdâd (vücutların anası) kim. cıva.

ümm-ül-fazâil ilim.

ümm-ül-habâis (kötülüklerin anası) şarap, içki.

ümm-ül-hatt (bkz: ümm-ül-hutût).

ümm-ül-hulûl (sirkede bulunan kurtçukların anası) zool. midye.

ümm-ül-hutût (hatların anası) bütün yazı çeşitlerinin nesihten çıkması dolayısıyla nesihe verilen ad.

ümm-ül-hücre anat. anagöze, fr. cellulemere.

ümm-ül-kitâb tas. 1) akl-ı evvel; 2) arşın üstündeki kaza ve kader levhası, (bkz. levh-i mahfuz); 3) Kur'an'da Fatiha sûresi, (bkz. seb'ül-mesânî).

ümm-ül-kurâ Mekke-i Mükerreme.

ümm-ül-Kur'an Fatiha sûresi.

ümm-ül-mü'minîn Hz. Muhammed'in zevceleri, (bkz: ezvâc-ı tâhirât).

ümm-ül-müslimîn Hz. Muhammed'in zevceleri. (bkz: ezvâc-ı tâhirât, ümm-ül-mü'minîn).

ümm-ül-veled çocuğu olan câriye, (bkz: ümm-i veled).

ümm-ün-nücûm astr. saman uğrusu, (bkz: kehkeşân).

ümm-ür-re's dimağ.

ümm-ür-rezâil (rezaletlerin anası) bilgisizlik, cehalet.

ümm-ür-Ruhm Mekke (bkz: ümm-ül-bilâd, ümm-ül-kurâ).

ümmehât (a.i. ümm'ün c.) 1. analar, anneler. 2. esaslar, asıllar. 3. değerli, ilmî kitaplar.

ümmehât-ı esmâ' Allah'ın dört esas adı.

ümmehât-ı kütüb ana kitaplar.

ümmehât-ı mü'minîn Hz. Muhammed'in refikaları, (bkz. ezvâc-ı tâhirât).

ümmehât-ı müslimîn Hz. Muhammed'in refikaları, (bkz. ezvâc-ı tâhirât, ümm-ül-müslimîn, ümm-ül-mü'minîn).

ümmehât-ı ulviyye insan için gerekli olan temel unsurlar [akıl, ruh, tutku gibi-].

ümmehât-ül-evlâd [ümm-ül-veled'in c.]. huk. [eskiden] müstevledeler; mevlâlarının fîrâşından ikrarlarına mukarin olarak çocuk doğurmuş olan cariyeler, doğurdukları çocukların kendilerinden olduğu efendilerince kabul edilen cariyeler.

ümmet (a.i.c. ümem) 1. bir peygambere inanıp bağlanan cemaat, taife. 2 . bir dille konuşan insanların hepsi.

ümmet-i cemâat, -i icâbet bir taifenin kendilerine gönderilen peygambere inanan kısmı.

ümmet-i da'vet bir taifenin kendilerine gönderilen peygambere inanan kısmı.

ümmet-i icâbet ümmetin, peygamberine inanan kısmı.

ümmet-i İsâ Hıristiyanlar.

ümmet-i Muhammed 1) İslâm dîninde bulunanlar. 2) herkes, bütün halk.

ümmet-i Mûsâ mûseviler.

ümmet-ullah bütün insanlar, halk.

ümmî (a.s. ümm'den) anasından nasıl doğmuş ise öyle kalıp okuma yazma öğrenmemiş [kimse].

ümmî-i sâdık Hz. Muhammed.

ümmîd (f.i.), (bkz: ümîd).

ümmîd-i nîm-hande gülümseme ümidi.

ümmiyâne (a.zf. ümm'den) ümmî olana yakışacak yolda, ümmîce.

ümmiyye (a.s.) anaya, anneye ait, ana ile ilgili.

Salât-ı ümmiyye salavâtın bir nev'i.

ümmiyye (a.s. ümm'den) ["ümmî" nin müennesi].

ümmiyyet (a.i.) ümmîlik, cahillik, okuyup yazma bilmeme.

Ümmühânî (a.h.i.) Hz. Ali'nin ablası. [Mi'rac gecesi Hz. Muhammed, bunun evinde bulunuyordu].

ümniyye (a.i.c. emânî) 1. ümit, umut. 2. istek, arzu. 3. niyet, kuruntu.

ümsûle (a.i.) ed. örnek olarak verilen beyit, mısra.

ümûmet (a.i. ümm'den) analık, annelik.

Hukuk-ı ümûmet analık hakları.

ümûmet ve übüvvet analık ve babalık sıfatları.

üm'ûz (a.i.) 1. keçi; karaca, (bkz: ma'z). 2. keçi ve karaca sürüsü.

ümüldân, ümüldânî (a.i.) 1. taze fidan, dal. 2. ince, narin vücut. 3. s. güzel; genç.

ünân (a.i.) inleme.

ünâs (a.i. nüs'den) halk, insanlar, (bkz: nâs).

ünbûb, ünbûbe (a.i.c. enâbîb) 1. boğum, kamış boğumu. 2. anat. ince boru, borucuk.

ünbûbe-i bevliyye anat. sidik borucuklan.

ünbûbe-i gırbâliyye anat. kalbur damar, eleksi boru.

ünbûbe-i hazmiyye anat. ağızdan kalın bağırsağın nihayetine kadar uzanan hazım borusu.

ünbûbe-i şa'riyye anat. *kılcal boru, fr. tube capillaire.

ünbûbe-i tal'iyye bot. çiçektozu borusu.

ünbûb-ı mi'devî hek. mîde yıkamak veya mîde tübajı yapmak üzere kullanılan lâstik boru.

ünbûb-ül-habl ince yol, patika yolu.

ünbûbî (a.s.) borumsu, boruya benzer.

ünbûse (a.i.) çocukların oyunu.

ünbûş, ünbûşe (a.i.) bot. nebat kökü, kökü yerden takımıyla çıkarılan fidan, ağaç.

ünmâ (a.i.) içi saman, ot doldurulmuş şey.

ünnâb (a.i.) bot. (bkz: unnâb).

ünnâbî (a.s.). (bkz. unnâbî).

ünnâbiyye (a.i.). (bkz. unnâbiyye).

üns (a.i.) 1. alışıklık, alışkanlık, alışma.

üns tutmak alışmak; düşüp kalkmak. 2.tas. kalbde, Cemâl-i Hazret-i Ilâhiyye müşahedesinin eseri, Allah'ın insan gönlünde görünmesi.

ünsâ (a.s.i.c. inâs) dişi, kadın, kız.

ünsâ-üns (a.i.) sıkıfıkı konuşma.

ünsî, ünsiyye (a.s.) 1. alışmış, sokulgan. 2. i. arkadaş. 3. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı. 4. ünsî, [eskiden] kamış kalemin iki kısımdan meydana gelen kesik kısmının alt parçası, [üst parçasına "vahşî" denilirdi].

ünsiyyet (o.i.) alışkanlık, ahbaplık, arkadaşlık.

ünşûde (a.i.c. enâşîd) okunmuş, söylenmiş şiir.

ünşûta (a.i.) ilmik, düğüm.

ünûf (a.i. efn'in c.) anat. burunlar.

Tergim-i ünûf 1) burunlarını kırmak, kibirlerini kırmak; 2) hakaret etmek.

ünûset (a.i.) dişilik.

ünûşe (a.i.). (bkz: unûşe).

ünvân (a.i.) l. kitap, mecmua, makale başlığı, (bkz: ser-levha). 2. ad, isim, lâkab, san. 3. şöhret.

Sâhib-i ünvân yüksek mevki sahibi, ("bir şâir-i sâhib-i ünvân" -Lâtîfî).

ünzûha (a.i.) kibir, gurur; büyüklük.

ürbe (a.i.) 1. düğüm, (bkz: ukde). 2. büklüm. 3. hîle.

ürbûn (a.i.) pey akçesi.

ürcûfe (a.i.c. erâcîf) yalan, uydurma söz.

ürcûha (a.i.) salıncak.

ürcûze (a.i. recez'den) ed. Mısraları kafiyeli, kısa vezinli nazım.

ürd (f.e.) gibi.

ürd-i Behişt "Cennet gibi, Cennete benzer" Nisan.

ürmûle (a.i.c. erâmil, erâmîl) ergen [delikanlı].

ürûme (a.i.) 1. (bkz: erûme). 2. Ad kavminin mezarları.

üryân (a.i.). (bkz. uryân).

üs (a.i.). (bkz: üss).

üsârâ (a.i. esîr'in c.) esirler, (bkz: üserâ).

üsbû' (a.i.c. esâbî') hafta, yedi günlük süre.

üsbûbe (a.i.c. esâbîb) küfür, sövme.

üsbûî, üsbûiyye (a.s.) haftalık.

Cerîde-i üsbûiyye haftalık gazete.

üsbüş (f.i.) kehle.

üserâ' (a.i. esîr'in c.) 1. esirler, tutsaklar. 2. kullar, köleler.

üskûb (a.s.) 1. eşik bekleyen, papuççu, kunduracı. 2.i. dökülüp akan, dökülmüş olan su. 3.i. sıra ile dikili ağaçlar. 4.i. demirci.

üskûbe (a.i.) ağırşak, tapa.

üskuf (a.i.) papaz, (bkz: râhib).

üskutuss (a. [rumcadan]. i.c. üskutussât) asıl, cevher, madde, unsur.

üskutussât (a. [rumcadan] i. üskutuss'un c.) üskutuslar.

Üsküdâr (f.i.) konak yapılan yer.

üsküffe (a.i.) eşik tahtası.

üskür (f.i.) kirpi, (bkz: uşgur).

üslûb (a.i.c. esâlîp) 1. farz, yol, biçim, usul. 2. ifâde yolu. (bkz: selîka).

üslûb-i âdî ed. alelade ifâde tarzı.

üslûb-i âlî ed. üstün ifâde tarzı.

üslûb-i hakîm ed. hikmetli söz söyleme tarzı.

üsr (a.i.) sidik zoru, sidik tutulması.

üsre (a.i.) 1. söz ve hadîs nakletme. 2. seleflerden gelen şan ve şeref.

üsrûş (f.i.) 1. güzel ses. 2. melek. 3. her güneş ayının on yedinci günü.

üsrüb (f.i.) kurşun.

üsrübî (f.i.) tar. bina ve kubbeler için lâzım olan kurşunlan döküp hazırlayan san'atkâr.

üss (a.i.c. esâs) 1. aşk. üs, herhangi bir saldırışa esas olmak üzere önceden donatılmış olan yer. 2. esas, asıl, kök, temel.

üss-i bahrî ask. deniz üssü.

Üss-i Zafer aşk. Yeniçeri ocağının lağvı hakkında Esad Efendi'nin yazdığı kitap ["Ebced" hesabına göre onun zamanına rastlayan 1241 (1825) yılını gösterir].

üss-ül-hareke ask. askerî harekâtın başlangıcına esas olan yer. 3. mat. üs, bir sayının kaçıncı kuvvete yükselebileceğini gösteren ve o sayının biraz yukarı sağında yer alan sayı 73 gibi.

üss-i mîzân mat. talebenin (öğrenci), sınıf geçmek için bütün derslerden almak zorunda kaldığı notların ortalama miktarı.

üssî (a.s.) mat. üstel, fr. exponentiel.

üstâ (f.i.). (bkz. üstâd) [nazımda kullanılır].

üstâd (f.i.) 1. muallim, öğretmen; usta, sanatkâr. 2. bir ilim veya san'at alanında üstün yeri olan kimse. 3. üniversite profesörü. 4. mason locasının başkanı.

üstâd-ı a'zam 1) en büyük üstâd, en büyük usta. 2) üstadlar teşkilâtının başkanı.

üstâd-ı küll birçok şeyleri çok iyi bilen.

üstâd-üd-dâr tar. Memluk sultanlarının hususî işlerine bakan kimse.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   174   175   176   177   178   179   180   181   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin