Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə176/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   172   173   174   175   176   177   178   179   ...   189

tîz (f. s.) 1. tez, çabuk. 2. keskin. 3. sık.

tîz-âb (f.i.) kezzap.

tîz-bîn (f.b.s.) gözü keskin, çok iyi gören.

tîz-çeşm (f.b.s.) gözü keskin.

tîz-dest (f.b.s.) eline çabuk, çabuk iş gören.

tîz-destî (f.b.i.) eline çabuk olma, çabuk iş görme.

tîz-fehm (f.a.b.s.) çabuk anlayan, çabuk kavrayan.

tîzî (f.i.) 1. keskinlik. 2. çabukluk.

tîz-intikal ("ka" uzun okunur, f.a.b.s.) çabuk sezen, akıllı, zekî.

tîz-meşreb (f.a.b.s.) titiz; aceleci.

tîz-mizâc (f.a.b.s.) titiz, sabırsız, aceleci.

tîznâ (f.b.i.) bıçak, kılıç gibi şeylerin ağzı, keskin tarafı.

tîz-pâ[y] (f.b.s.) ayağına çabuk.

tîz-per (f.b.s.) çabuk, hızlı uçan.

tîz-pervâz (f.b.s.) hızlı uçan.

tîz-reftâr (f.b.s.) çabuk yürüyüşlü, yürüyüşü çabuk, (bkz: tîz-rev).

tîz-rev (f.b.s.) yürüyüşü çabuk, çabuk yürüyüşlü. (bkz: tîz-reftar).

tîz-tâb (f.b.s.) canı tez, aceleci, sabırsız.

tîz-vir (f.b.s.) 1. zekî, çabuk sezen, kurnaz. 2. serî, hızlı. 3. keskin.

tîz-zebân (f.b.s.) güzel ve çabuk konuşan.

töhem (a.i. töhmet'in c.) töhmetler, suçlar, kabahatler, (bkz: tühem).

töhmet (a.i. vehm'den. c. töhem) birine isnâdolunan suç, işlenildiği sanılan fakat gerçekliği henüz meydana çıkmamış olan suç, kabahat.

isnâd-ı töhmet suçlama.

töhmet-i zâhire huk. ispatına lüzum görülmeyecek kadar aşikâr olan töhmet, suç.

töhmet-i zinâ huk. zina şüphesini uyandıran vaziyet.

tû[y] (f.i.) kat, katmer.

Sad-tû[y] yüz katlı, çok katmerli.

tuam (a.i. tu'me'nin c.) 1. yiyintiler, azıklar. 2. tadlar, çeşniler.

tûb (a.i.) 1. tuğla. 2. kiremit.

tûbâ (a.i.) 1. güzellik, iyilik, hoşluk. 2. rahatlık.

tûbâ-leke ne mutlu sana!

Tûbâ (a.h.i.) Cennet'de Sidre'de bulunan ve dalları bütün Cenneti gölgeleyen ilâhî ağaç.

tub'ân (a.i.) mühür mumu.

tubba' (a.i.c. tebâbia) eski çağlarda yemen kıtasında saltanat süren eski Arap hükümdarlarının unvanı.

tû-ber-tû (a.b.s.) kat kat. (bkz: tûy-ber-tûy).

tubûl (a.i. tabl'in c.) 1. davullar. 2. trampetler.

Darb-ı tubûl davul çalma, çalınma.

tûde (f.i.) yığın, küme.

tûde-ber-tûde yığın yığın üstüne.

tûde-be-tûde yığın yığın.

tûf (f.i.) akseden ses, seda; yankı, fr. echo. (bkz: aks-i savt).

tûf-i tesliyet avunma aksisedası.

Túfán (a.h.i.) 1. Hz. Nuh zamanında yoldan çıkmışları tedîbetmek için Allah tarafından hem gökten yağdırılan, hem de yerden kaynayarak bütün dünyâyı kaplayan su. [bunun neticesinde yer yüzündeki bütün canlılar yok olmuş, ancak Hz. Nuh'un gemisine alınmış olan çitflerden ikinci defa olarak canlılar türemiştir].

Ba'de-t-Tûfân Nuh Tufanından sonraki zaman.

Kable-t-Tûfân Nuh Tufanından önceki zaman. 2. erkek adı.

tûfân-zede (a.f.b.s.) tufana tutulmuş, tufan görmüş.

tufeyl (a.i.) 1. dalkavuk zümresinin pîri sayılan kimsenin adı. 2. küçük çocuk. 3. yemeğe gelen misafir.

tufeylâniyyet (a.i.) başkasının sırtından geçinme fr.commensalisme.

tufeylât (a.i.c.). (bkz. tufeyliyyât).

tufeylî (a.s.) 1. dalkavuk, çanakyalayıcı. (bkz: kâselîs). 2. ekti, sığıntı. 3. bot. asalak, parazit, fr. parasite.

tufeyliyyât (a.i.c.) kendi başlarına beslenemeyip başkalarının kökleriyle veya kanlarıyla beslenen nebatlar (bitkiler), hayvanlar, fr. parasitologie.

tufeyliyyât-ı nebâtiyye bot. kara yosunları.

tufeyliyyât-ı hayvâniyye zool. kehle, uyuz böceği, solucan ve benzerleri gibi hayvanlar.

tufeyliyye (a.s.) ["tufeylî"nin müen.]. (bkz. tufeylî)."

tufeyliyye-i üşne zool. yosun hayvanları.

tufeyliyyet (a.i.) asalaklık, fr.parasitisme.

tuffâh (a.i.c. tefâfîh) elma.

tuffâh-i Lübnán Cebel-i Lübnan'da yetişençok nefis bir elma.

tuffâh-ı âdemî âdemelması.

tuffâh-ül-arz yerelması.

tuffâhî, tuffâhiyye (a.s.) elmaya ait; elma cinsine mensup, elma ile ilgili.

tuffâhiyyet (a.i.) kim. tuffâh asidinin esaslardan biriyle birleşmesinden meydanagelen bir tuz.

tufû (f.n.) 1. "tuh!" mânâsında kullanılır. 2. i. tükrük.

tufû' (a.i.) ateşin sönmesi.

tufûh (a.i.) ağız ağıza dolma [kab].

tufûl (a.i.) güneşin guruba yaklaşması.

tufûl (a.i. tıfl'ın c.) çocuklar.

tufûl-âne (a.f.zf.) çocukcasına. (bkz: gûdek-âne, tıfl-âne).

tufûlet (a.i.) çocukluk, küçüklük, (bkz: tufûliyyet).

tufûliyyet (a.i.) 1. çocukluk, küçüklük, (bkz: sabâvet).

tufûliyyet-i sâniye çocuğun bir buçuk yaşından on iki veya on beş yaşına kadar olan zamanı. 2. tazelik, körpelik.

tufûliyyet-i ûlâ çocuğun doğduktan bir buçuk yaşına kadar olan zamanı.

tufû-zen (f.b.s.) birisinin tu! diye yüzüne tüküren.

tuğ (f.i.) tuğ.

tûg-i şâhî bir lâle çeşidi.

tugat ("ga" uzun okunur, a.i. tâgî'ninc.) âsîler, azgınlar, serkeşler, (bkz: tâgun).

tuğrâ (t.i.) tura.

tuğrâ-yi garrâ parlak tuğra.

tuğrâ-yi hümâyûn pâdişâh tuğrası.

tuğrâî (t.a.s.) 1. tuğraya mahsus, tuğra ile ilgili. 2. "Lâmiyyet-ül-Acem" diyeanılan Arapça kasideyi yazan Türk şâiri veveziri.

tuğrâ-keş (t.f.b.i.) tuğra işaretiyapan me'mur; nişancı vekili, sarayda resmîkâğıtlara tuğra çeken görevli.

tuğra-nüvîs (t.f.b.i.) beraat, ferman v.b. vesikalara tuğra çeken me'mur.

tuğrâyî (a.i.) tuğra işareti yapanme'mur.

tuğyân (a.i.) taşma, taşkınlık; azgınlık, coşkunluk.

Ehl-i tuğyân Allah'ın emirlerine aykırıharekette bulunan günahkârlar.

tuhaf (a.i. tuhfe'nin c.) 1. hediyeler. 2. az bulunur, hoşa giden şeyler. 3. garip iş, şey. 4. s. gülünç, eğlenceli. 5. s. münasebetsiz, hoşa gitmeyen [hal]. 6. anlaşılmaz, anlaşılması güç.

tuhfe (a.i.c. tuhaf) 1. hediye, armağan. (bkz: bergüzâr). 2.- yeni çıkma, hoşa gider, güzel şey.

Tuhfe-i Âsım (Asım'ın armağanı) Mütercim Âsım'ın Arapça'dan Türkçe'ye manzum sözlüğü.

Tuhfe-i Vehbî (Vehbî'nin armağanı) Sünbülzâde Vehbî'nin Farsça'dan Türkçe'ye manzum sözlüğü.

Tuhfet-üI-Kibâr fî Esfâr-il-Bihâr (deniz seferlerinde büyüklerin armağanı) değerli bilgin Kâtip Çelebi'nin denizciliğe dâir eseri.

Tuhfet-ül-Letâif XV. asır bilginlerinden Abdülcebbar Oğlu Ahmed adında bir zâtın eseridir; mevzuu, ahlâk ve mev'izeden ibarettir.

tuhla (a.s.) gökçil, boz ile kara arasındaki renk.

tuhm (f.i.) tohum.

tuhm-i mürg yumurta.

tuhm-i ömr-i câvid ebedî hayat tohumu.

tuhm-dân (f.b.i.) tohum döşeği, fidanın başka yere alınmazdan önce ilk dikildiği yer.

tuhme (a.i.) mîde dolgunluğu, hazımsızlık. (bkz: imtilâ-i mi'de).

tuhr (a.i.) 1. temizlik, paklık, (bkz: taháret). 2. huk. [eskiden] kadının iki hayız arasındaki temizlik devresi [en az 15 gündür. En çoğu için müddet yoktur. "Temizlik" tâbir olunur].

tukye (a.i.) sakınma, (bkz: ihtiráz).

tûl (a.i.) 1. uzunluk, boy. 2. zaman çokluğu, uzun müddet. 3. astr. *boylam, fr. longitude.

tûl-i belde astr. herhangi bir yerin üstünden geçen tul dâiresi.

tûl-i belde ta'yîni jeod. top. her hangi bir mahalde kronometrik ölçülere dayanan hesaplarla o mahallin túlünün tâyini.

tûl-i emel hırs, tamah, tükenmez arzu.

tûl-i garbî 180 dereceye kadar olan batıdaki yerlerin boylamı.

tûl-i hayât ömür uzunluğu.

Tûl-i mevc a) fiz. dalga boyu; b) coğr. tul derecesi üzerinde olma hâli.

tûl-i müddet uzun zaman.

tûl-i ömr ömür uzunluğu.

tûl-i rakkas fiz. sarkacın boyu.

tûl dâiresi astr. meridyen.

tûl saati kronometre.

tûlâ (a.s.) daha (pek, çok, en) uzun. ["atvel" in müennesi].

Yed-i tûlâ tam ihtisas ve vukuf, büyük kudret.

tulâ' (a.i.) hek. ense kökü.

tûlânî (a.s. tûl'den) boyuna, uzunluğuna.

tûlen (a.zf.) 1. boyca, boyuna, uzunluğuna. 2.coğr. boylam bakımından,* boylamca.

tul-hâne (a.i.) süthâne, yağhane.

tullâb (a.s. ve i. tâlib'in c.) 1. talipler. 2. öğrenciler.

tulleb (a.s. tâlib'in c.) talipler, isteyenler, istekliler.

tulû' (a.i.c. tulúát) doğma, doğuş.

tulû-i fecr tan atması, güneşin doğması.

tulû-i gâile huk. [eskiden] vakıf varidatının husule gelmesi demek olup vakfına göre değişir, [şöyle ki mezrûattan olan gallenin tulûu zerin yetişip tane bağlaması veya mütekavvim bir hâle gelmesiyle olur].

tulû-i haşr kıyametin doğması; kıyamet kopması.

tulû-i kamer ayın doğuşu.

tulû-i şems güneşin doğuşu.

tulû-i zihn zihne, akla doğma.

tulûât (a.i. tulû'un c.) 1. doğmalar, doğuşlar. 2. yazılı olmayıp ana hatları önceden tespit edilmiş ve sahnede oyuncular tarafından yapılan nükte ve taklitlerle tamamlanan oyun.

tu'm (a.i.) 1. yiyinti; azık. 2. tad, çeşni, (bkz: çâşnî).

tuma'nînet (a.i.) gönlü rahat olma, emîn olma, inanma, (bkz: ıtmi'nân, itmînân).

tûmâr (a.i.c. tavâmîr) tomar, durulmuş nesne.

tu'me (a.i.c. tuam) 1. yiyinti, azık. 2. tad, çeşni. 3. lokma [bir].

tumeâ (a.i. tâmi'in c.) tamahkârlar.

tumturak (f.i.) gösteri, debdebe; söylenişi parlak görünen [ibare].

tumûh (a.i.) yüksek bir şeye göz dikip bakma.

tumûm (a.i.) su baskını.

tumûr (a.i.) göz kapağı gibi uzuvların seğirmesi.

tumûs (a.i.) bir şeyin mahvolması.

tunbûr (a.i.c. tenâbîr) [kelimenin aslı bu olduğu halde, bizde "tanbur" şeklinde kullanılır]. (bkz: tanbur).

tunbûrî (a.s.). (bkz. tanbûrî).

tûnî (f.i.) 1. külhanbeyi. 2. s. sefih, rezil, alçak, (bkz: evbâş). 3. s. hırsız, (bkz: sárık).

tunub (a.i. tınâb'ın c.) çadır ipleri.

tûr (a.i.) 1. (bkz: cebel, kûh).

Tûr-ı Sînâ Sînâ dağı. [Sînâ yarımadasında Allah'ın tecellî ve Hz. Musa ile tekellüm ettiği dağ]. 2. Kur'ân'm 52. sûresi. 49 âyettir, Mekke'de nazil olmuştur.

turâbiyye (a.i.) zool. kara kaplumbağaları, fr. testudo.

Tûrân (f.h.i.) 1. eski iranlılar tarafından Türk diyarına verilen ad. 2. erkek adı.

Tûrânî (f.h.i.) Túranlı, Türk kavimlerinden birine mensup olan.

turfe (a.s.) 1. turfa; görülmemiş, yeni, tuhaf, şaşılacak şey. 2. Yahudilerce yenmesi haram olan. 3. kaçınılması gereken.

turfe-gî (a.f.b.i.) 1. gariplik, tuhaflık. 2. az görülmüşlük.

turfe-güzâr (a.f.b.s.) nâdir şeyler söyleyen.

turfe-kâr (a.f.b.s.) garip, şaşılacak işler yapan.

turfe-nevâ (a.f.b.s.) görülmemiş, ahenkli [şey],

turre (a.i.) 1. alın saçı. 2. kıvırcık saç lülesi, (bkz. ca'd). 3. kumaşın etrafına çekilen kılaptandan süs.

turş (f.s.) ekşi. (bkz: hámız, turuş, türş, türüş).

turuk (a.i. tarîk'ın c.) tarîkler, yollar.

turuk-i aliyye ma'nevî yollar, tarikatlar.

turuk-ı ihtilâtiyye coğr. erişim yolu.

turunc (f.i.) bot. turunç.

turuncî (f.s.) 1. turunca mensup, turunçla ilgili.

Çin turuncu mandalina. 2. turuncu renk.

turuncî şeyh meşhur bir çeşit lâle.

turuncî uşşâkî zâde meşhur bir çeşit lâle.

turuş (f.s.) ekşi. (bkz: hámız, turş).

tûsen (f.s.) serkeş, sert, harın [at].

tûşe (a.i.) ölmeyecek kadar yenecek şey, azık. (bkz. kut-i lâ-yemût).

tûşe-i râh yol yiyeceği, yol azığı.

tút (f.i.) dut.

tût-i şevkî bot. böğürtlen.

tûtî (f.i.c. tûtiyân) dudu, papağan cinsinden taklit yapan bir kuş.

tûtî-i gûyâ konuşan papağan.

tûtî-i mu'cize-gûy mu'cize söyleyen papağan.

tûtî-i şekker-hâ (şeker çiğneyen papağan) güzel söz söyleyen sevgili.

tûtî-nâme (f.b.i.) 1. tûtî hikâyelerinden bahseden manzum veya mensur eser. 2. asılsız mânâsız uydurma sözler, hikâyeler.

tûtiyâ (a.i.) 1. kim. çinko. 2. kadınların gözlerine çektikleri sürme.

tûtiyân (f.i. tûtî'nin c.) dudular, papağanlar.

tûtiyye (a.i.) bot. dutgiller.

tutuk (a.i.) perde, örtü, peçe. (bkz: bürka').

tuûm (a.i. ta'm'ın c.) 1. yemeler. 2. tadlar, lezzetler, zevkler.

tuveys (a.i.) küçük tavus kuşu.

tûy-ber-tûy (f.b.s.) kat kat. (bkz: tû-ber-tû).

tuyûf (a.i. tayfın c.) 1. uykuda görülen hayaller. 2. korkudan karanlıkta görünen hayaletler. 3. fız. tayflar, fr. spectres.

tuyûr (a.i. tayr'ın c.) kuşlar, (bkz: mürgan).

tuyûr-ı asâfîr (fırkası) zool. ötücü kuşlar.

tuyûr-ı câriha-i leyliyye zool. gece yırtıcıları.

Tübbet (a.h.i.) Tibet ülkesi.

tücâh, tecâh, ticâh (a.i.) karşı yön, karşı taraf.

tüccâr (a.i. tâcir'in c.) tacirler, satıcılar.

tüccârân (a.i. tüccâr'ın c. tâcir'in cc.) tacirler.

tüfeng (i.) tüfek.

tüfeng-endâz (f.b.s. ve i.) tüfek kullanan.

tüfeng-hâne (f.b.i.) silâh deposu.

tüffâh (a.i.c. tefâfîh). (bkz: tuffâh).

tühem (a.i. töhmet'in c.) töhmetler, suçlar, kabahatler, (bkz: töhem).

tükme (f.i.) düğme.

tünbân (f.i.) tuman, don, iç donu.

tünbek (f.i.) dümbelek; darbuka.

tünbek-zen (f.b.i.) darbukacı.

tünd (f.s.) sert, şiddetli, haşin.

tünd-bâd (f.b.i.) kasırga, sert rüzgâr.

tünd-çihre (f.b.s.) asık suratlı, (bkz: tünd-rû).

tünd-hû[y] (f.b.s.) sert huylu, titiz, (bkz: tünd-meşreb, tünd-mizâc).

tündî (f.i.) sertlik, katılık, hiddet ve şiddet.

tünd-inân (f.a.b.s.). (bkz. tünd-reftâr).

tünd-licâm (f.b.s.) başı sert [hayvan], (bkz: tünd-ligâm).

tünd-ligâm (f.b.s.) başı sert [hayvan], (bkz: tünd-licâm).

tünd-meşreb (f.b.s.) sert tabiatlı, titiz, (bkz: tünd-hû[y], tünd-mizâc).

tünd-mizâc (f.a.b.s.) sert huylu, (bkz: tünd-hû, tünd-meşreb).

tünd-reftâr (f.b.s.) çabuk giden.

tünd-rev (f.b.s.). (bkz. tünd-reftâr).

tünd-rû[y] (f.b.s.) sert yüzlü, yüzü gülmez, (bkz: tünd-çihre).

tünd-zebân (f.b.s.) düzgün söz söyleyen.

tünte (f.i.) eşek arısı. (bkz: zünbûr).

türa' (a.i. tur'a'nın c.) 1. suyun taştığı yerler. 2. kanallar, (bkz. türüât).

tür'a (a.i.c. tura', türüât) 1. suyun taştığı yer. 2. kanal.

türâb (a.i.c. etribe, tirbân) toprak.

Ebû-türâb Hz. İmâm-ı Alî'nin lâkabı.

türâb-ı nebâtî l)bot. humus; 2) bitkisel toprak.

türâbî, türâbiyye (a.s.) l. toprağa mensup, toprakla ilgili. 2. topraktan.

Evânî-i türâbiyye topraktan yapılmış kap, kaçak.

türb (f.i.) turp.

türb (a.i.) (bkz. türâb).

türbân (a.i. türâb'ın c.) topraklar, (bkz: tirbân).

türbe (a.i.) 1. mezar [genellikle ünlü bir kimse için yaptırılan]. 2. mezar üzerine çatılmış yapı.

türbe-dâr (a.f.b.i.) türbeyi bekleyen ve ona hizmet eden kimse.

türbe-dârî (a.f.b.i.) türbedarlık.

türbet (f.i.) türbe, [nazımda kullanılır].

Türk (t.h.i.) Türk. [ bu kelime Araplara ve Parslara Türk şeklinde geçmiş, Araplar, kelimeyi "etrâk", Farslar ise "Türkân" olarak cemîlendirmişlerdir ].

Türk-i aşkar astr. Mars gezegeni.

Türk-i çeşm güzel söz.

Türk-i çîn l) güneş; 2) göz.

Türk-i nîm-rûz astr. güneş.

Türk-i rüstâyân bot. sarmısak.

Türk-i sultân-şükûh dünyayı aydınlatan güneş.

Türk-i tâze genç ve güzel kız ve oğlan.

Türkân (t.f.i. Türk'ün c.) 1. Türkler. 2. kadın adı.

Türkân-i cerh astr. yedi gezegen.

türkânî (a.i.) [eskiden] Türk kadınlarının giydikleri bir çeşit ferace.

türkcûş (f.b.s.) yarı pişmiş et.

Türkî, Türkiyye (t.f.s.) 1. Türk'e mensup, Türk'le ilgili. 2. Türkçe yazılmış [eser, makale].

Türkî-i basît 15. asrın sonlarında ortaya çıkan ve Aydınlı Visâlî ile başlayan, aruz vezniyle sâde dil kullanarak şiir söyleme akımı.

türkî müz. türkü.

Türk-istân (t.f.b.i.) Türklerin anayurdu olan ve Taşkent, Hîve, Fergana, Semerkand, Buhara, Kırgız şehirlerini içine alan büyük bölge.

Türkiyyât (t.a.i.) türkoloji, Türk kültürünü (dil, edebiyat, târih ve etnografyasını) tetkik eden ilim.

Türkmân (t.f.h.i.) Türkmen, Türkistan'da dağınık halde yaşayan ve bir zamanlar Azerbaycan'da saltanat sürmüş olan bir Türk boyu olup bir kısmı bugün memleketimizin Toros havâlisinde göçebe suretinde yaşarlar.

Türkmânî müz. Çağatay ve Azerî halk müziği şekillerinden biri.

türktâz (t.f.i.) 1. koşup seğirterek yağma etme; koşma, hücum. 2. çapul, çapulcu.

türktâzí (t.f.i.) çapul, yağma için yapılan ansızın hücum, baskın.

türmüs (a.i.) bot. acı bakla.

türrehât (a.i. türrehe'nin c.) saçmasapan sözler, (bkz: terârîh).

türrehât-ı bî-ma'nâ mânâsız, saçma sözler.

türrehe (a.i.c. terârîh, türrehât) saçmasapan söz.

türs (a.i.c. etrâs, tirâs, tirâse, türûs) ask. kalkan [âlet].

türşî (a.i.) 1. ekşilik. 2. turşu.

türûs (a.i. türs'ün c.) ask. Kalkanlar [âlet], (bkz. etrâs, tirâs, tirâse, türs).

türüât (a.i. tür'a'nın c.) 1. suyun taştığı yerler. 2. kanallar, (bkz. tür'a).

türüş (f.s.) ekşi. (bkz: hámız, turş, turus, türüş).

Rûy-i türüş mec. ekşi yüz, asık surat.

türüş-bâ (f.b.i.) limonlu veya sirkeli çorba.

türüşe (f.i.) bot. kuzukulağı.

türüş-mizâc (f.a.b.s.) "ekşi huylu", geçimsiz kimse.

türüş-rû[y] (f.b.s.c. türüş-rûyân) ekşi yüzlü, asık suratlı, suratı asık.

türüş-rûyân (f.b.s. türüş-rû'nun c.) ekşiyüzlüler, suratı asıklar, asık suratlılar.

türüş-rûyî (f.b.i.) ekşi yüzlülük, asık suratlılık.

türüş-şîrîn (f.b.s.) ekşi tatlı karışık.

türüş-tâd (f.b.s.) tadı ekşi olan.

tüs' (a.s.c. etsâ') dokuzda bir 1/9.

tütuk (f.i.) çadır, büyük perde; örtü.

tüvân (f.i.) güç, takat.

Tâb ü tüvân güç.

Nâ-tüvân güçsüz, takatsiz.

tüvânâ (f.s.) güçlü, kuvvetli, ["tevânâ" şeklide vardır].

tüvân-fersâ (f.b.s.) yoran, güçsüz, takatsiz bırakan.

tüvân-ger (f.b.s.) zengin, paralı.["tevân-ger" şekli de vardır].

tüvân-ger ü dervîş zengin, fakir (herkes).

tüvân-gerî (f.b.i.) zenginlik, paralılık. ["tevân-gerî" şekli de vardır].

tüveyc (a.i.c. tüveycât) 1. küçük taç, taccık. 2. bot. çiçek tacı, fr. corolle.

tüveyc-i ceresî bot. çan şeklinde olan çiçek tacı.

tüveyc-i cülcülî bot. çıngırak şeklinde olan çiçek tacı.

tüveyc-i firâşî bot. sedir şeklinde olan çiçek tacı.

tüveyc-i kam'î bot. huni şeklinde olan çiçek tacı.

tüveyc-i karanfülî bot. yaprağının uçları kertikli olan çiçek tacı.

tüveyc-i miğferî bot. miğfere benzeyen çiçek tacı.

tüveyc-i munfasılat-ül-vüreykat bot. birbirinden ayrılabilen iki veya daha çok yaprakçığı olan çiçek tacı.

tüveyc-i salîbî bot. put şeklinde olan çiçek tacı.

tüveyc-i şefevî bot. birbirinden ayrı iki dudak şeklinde olan çiçek tacı.

Hâmil-üt-tüveyc bot. tüveyci olan, taçlı.

Zât-üt-tüveyc tüveyci olan. (bkz: hâmil-üt-tüveyc).

Vahîd-üt-tüveyc bot. tek taç yapraklı.

Zât-üz-zehret-it-tüveyciyye bot. taçyapraklılar.

tüveycât (a.i. tüveyc'in c.) tüveyçler, çiçek taçları

tüveycî (a.s.) 1. tüveyce, çiçek tacına mensup, tüveycle ilgili. 2. tüveyce, çiçek tacına benzeyen.

tüyûs (a.i. teys'in c.) tekeler, erkek keçiler (bkz. etyâs, tiyese)

u (a.ha.) Osmanlı alfabesinin "elif ve "ayın" ile başlayan kelimelerinden kalın zammelilerinin sesini verir.

ubâb (a.s.) 1. pek taşkın, coşkun. 2. pek taşkın sel suyu.

ûbâr (f.i.) inilti, ağlama.

ubeyd (a.i. abd'den). (bkz. übeyd).

ubeydâne (a.f.zf.) kulcağıza, köleye yakışır yolda, (bkz: übeydâne).

ubûd (a.i. ebed'in c.) ebedler, sonsuzluklar.

ubûdiyyet (a.i. abd'den) 1. kulluk, kölelik. 2. aşırı bağlılık [birine].

Arz-ı ubûdiyyet bağlılığını bildirme.

ubûr (a.i.) 1. bir suyun öte yakasına geçme. 2. bir başka tarafa geçme, geçilme, atlama.

Mürûr ü ubûr gelip geçme. 3.astr. "Şi'râ-yi yemânî" denilen çok parlak bir yıldız.

ubûs (a.i.) yüz ekşiliği, çatık çatıklığı, somurtkanlık.

ubûset (a.i.) yüz ekşiliği, çehre çatıklığı; somurtkanlık.

ucâb, uccâb (a.s. ucbe'den) çok şaşılacak, fazla gülünç şey.

ucâle (a.i.) 1. acele olarak yapılan şey. 2. kolayca hazırlanmış elkitabı. (bkz: ucle, icâlet, ucâlet).

ucâlet (a.i.). (bkz. icâlet, ucle).

ucâleten (a.zf.) aceleyle, acele olarak, çabuk çabuk, (bkz: icâleten).

ucâm (a.i.) çekirdek.

ucb (a.i.) kendini beğenmişlik.

ucbe (a.i.) şaşılacak şey. (bkz: acîb).

ucle (a.i.) acele ile, çabucak yapılan iş. (bkz: icâlet, ucâlet).

ucm (a.s. acmâ'ın c.) dilinde tutukluk olanlar.

ucme (a.i.) dil tutukluğu; tutuk tutuk konuşma.

u'cûbe (a.i.c. eâcîb) pek acayip şey, garip, şaşılacak şey.

u'cûbet-ül-garâib Ayasuluğ'da müderris bulunduğu sırada Malkaralı Bahâeddin tarafından, Arapça ve Farsçadan Türkçeye çevrilmiş 400 beyitlik manzum bir lügat kitabıdır.

ûd (a.i.c. a'vâd, îdân) 1. ağaç, odun. (bkz. haşeb). 2. ödağacı. 3. müz. ut.

ûd-ül-karh hek. bir çeşit yara.

udâl (a.i.) 1. zorluk, çaresizlik. 2. hek. çaresiz, tedavi edilemeyen [hastalık].

Dâ-i udâl, Derd-i udâl çaresiz dert.

udhiyye (a.i.c. edâhî) 1. kuşluk vakti kesilen kurban. 2. kurban.

îd-i udhiyye kurban bayramı, (bkz: îd-i adhâ).

udhûk, udhûke (a.i. dahk ve dıhk'den) gülünç şey, gülünecek şey, komedi.

udhûke-perdâz (a.f.b.s.) güldürücü, komik.

udhûme (a.i.) bohça, yastık, [eskiden bâzı kadınlar, bellerini ince göstermek için kıçlarının üzerine bağlarlarmış].

ûdî (a.s.) 1. müz. ut çalan. 2. bot. ut biçiminde olan yapraklar, bitkiler.

udlûle (a.i.) doğru yoldan sapma, sapıtma ["hidâyet" in zıddı].

udûl (a.i.) 1. sapma, yoldan çıkma. 2. geri dönme, vazgeçme, (bkz: nükûl). 3. (âdil'in c.) âdil, adalet sahibi olanlar, hakdan ayrılmayanlar, hakkı yerine getirenler.

Hey'et-i udûl huk. jüri.

udvân (a.i. adüv'den) 1. düşmanlık. (bkz. adâvet, zahl). 2. haksızlık, zulüm.

ufka (a.i.) 1. ince deri. 2. sünnet edilen deri. (bkz. gulfe).

ufkî (a.s.) yatay, bir satha muvâzî olan, fr. horizontal.

ufkî zelzele jeol. yatay deprem, fr.seisme horizontal.

ufkıyye (a.s.) ["ufkî" nin müen.]. (bkz: ufkî).

ufuk (a.i.) 1. ufuk. 2. astr., top. her hangi bir yerin şâkul hattına amut (dikey) olan ve rasat âletinin "objectif" merkezi seviyesinde bulunan mevhum düzlemle ona paralel olan düzlemler. [Arapçadaki asıl mânâsı"nahiye, taraf dır].

ufk-ı a'lâ tas. ruh makamının son mertebesi. [Hazret-i vâhidiyye ve Hazret-i ülûhiyye'den ibarettir].

ufk-ı hakîkî astr., top. Arz'ın merkezinden geçmek üzere her hangi bir yerin şakulî hattına amut (dikey) düzlemin semâ küresi ile ara kesiti.

ufk-ı hayât hayat ufku, görüş açısı.

ufk-ı hissî astr., top. râsıdın bulunduğu noktadan Arz sathına "tangente" olarak geçen ufuk düzleminin semâ küresi ile ara kesitidir.

ufk-ı mer'î astr. râsıdın gözünden çıkan ışık hatlarının Arz sathıyla temas ettiği noktalardan geçip şakulî hatta amut (dikey) bulunan mevhum düzlemin semâ küresi ile ara kesiti.

ufk-ı meserret sevinç ufku.

ufk-ı mübhem belirsiz ufuk.

ufk-ı mübîn tas. kalb makamının son mertebesi.

ufk-ı münevver parlak ufuk.

ufk-ı saâdet mutluluk ufku.

ufk-ı sevda sevgi ufku.

ufk-ı şâm akşamın ufku.

ufk-ı zâhirî astr. (bkz: ufk-ı mer'i).

ufûnet (a.i.) 1. pis koku. 2. iltihap,yangı.

ufûset (a.i.) kekrelik.

uglûta (a.i. galat'dan. c. egâlît, uglûtât) yanıltmaca, bilmece, bulmaca, (bkz: uhciyye, uhcüvve).

uglûtât (a.i. uglûta'mn c.) yanıltmacalar, bilmeceler, bulmacalar, (bkz: egalît).

ugniyye (a.i. gınâ'dan. c. eganî) şarkı, türkü; nağme, ilâhi.

ugniyyet-ül-eganî (şarkıların şarkısı) Hz.Süleyman'ın kitabı.

uğtûbe (a.i.) azar, tevbih, tekdir.

ugviye (a.i.) belâ, musibet, (bkz: beliyye, dâhiye).

uhbûşe (a.i.) türlü kabilelerden meydana gelen cemaat.

uhciyye (a.i.) bilmece, yanıltmaca, (bkz: lugaz, uglûta, uhcüvve).

uhcüvve (a.i.) bilmece; yanıltmaca, (bkz: lugaz, uglûta, uhciyye).

uhde (a.i. ahd'den) 1. söz verme, bir işi üzerine alma. (bkz: taahhüd, tekeffül, va'd). 2. vazife, birinin üzerinde bulunan iş. 3. yapma, becerme. 4. sorumluluk, (bkz: mes'ûliyet).


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   172   173   174   175   176   177   178   179   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin