teyemmümât (a.i. teyemmüm'ün c.) teyemmümler.
teyemmün (a.i. yümn'den. c. teyemmünât) uğur sayma, uğur olarak kabul etme.
teyemmünât (a.i. teyemmün'ün c.) uğur saymalar, uğur olarak kabul etmeler.
teyemmünen (a.zf.) uğur sayarak, uğur kabul ederek.
teyessür (a.i. yüsr'den. c. teyessürât) 1. kolaylaşma, kolay olma. 2. basan ile bitme.
teyessürât (a.i. teyessür'ün c.) 1. kolaylaşmalar, kolay olmalar. 2. basan ile bitmeler.
te'yîd (a.i.c. te'yîdât) 1. kuvvetlendirme, kuvvetlendirilme, sağlamlaştırma. 2. doğru çıkarma, doğrulama; destekleme.
te'yîdât (a.i. te'yîd'in c.) kuvvetlendirmeler, sağlamlaştırmalar.
te'yîdât-ı samedâniyye Cenâb-ı Hakk'ın bir husus te'yîdi zımnında tazammun eden tecellileri.
te'yîs (a.i. ye's'den) ye'se düşürme, me'yûs etme.
teykin (a.i.c. teykinât) tam olarak iyiden iyiye bildirme, bildirilme.
teykinât (a.i. teykin'in c.) tam olarak bildirmeler, bildirilmeler.
teykîz (a.i.). (bkz. îkaz).
teymîm (a.i.) teyemmüm ettirme, ettirilme.
teymîn (a.i.) "yümünlü, uğurlu olsun!" deme[k].
teys (a.i.c. etyâs, tiyese, tüyûs) teke, erkek keçi. (bkz: büz).
teysîr (a.i. yüsr'den. c. teysîrât) kolaylaştırma, kolaylaştınlma.
teysîrât (a.i. teysîr'in c.) kolaylaştırmalar, kolaylaştınlmalar.
teyyâr (a.i.c. teyyârât) 1. dalga, (bkz: mevc, mevce). 2.s. hazır, tamâmı bitmiş [şey], hazırlanmış.
tezâdd (a.i. zıdd'dan) 1. birbirine zıd olma, birbirinin aksine olma. 2. ed. cümlede birbirine zıd iki mânâ bulunma. 3. terslik, aksilik.
tezâhüf (a.i.) savaşta iki taraf askerlerinin çatışması, karşılaşması.
tezâhüm (a.i. zahm'den. c. tezâhümât) kalabalıktan sıkışma; toplanma, yığılma, etrafını kalabalıkla çevirme, (bkz: izdihâm).
tezâhümât (a.i. tezâhüm'ün c.) kalabalıktan sıkışmalar; toplanmalar, yığılmalar, etrafını kalabalıkla çevirmeler.
tezâhür (a.i. zuhûr'dan. c. tezahürat) 1. meydana çıkma, belirme, [birbirine] görün me, gözükme. 2. belirti. 3. birbirine yardım etme, arka verme.
tezâhürât (o.i. tezâhür'ün c.) 1. yardımlar. 2. gösteri, bir şey hakkında toplu bir halde yapılan gösteri. 3. hek. hastalık belirtileri.
tezâkir (a.i. tezkire'nin c.) tezkereler.
tezâkir-i vâride gelen tezkereler.
tezakkum (a.i. zakkım'dan) lokmayı zahmetle yutma, yutulma, [hakaret olarak kullanılır].
tezârüf (a.i.) zarif olmak isteme.
tezâuf (a.i. zı'fdan) iki kat olma, iki misli olma.
tezâuf-i şahsiyyet psik. benlik ikileşmesi.
tezâvül (a.i.) bir şeyi meydana getirme.
tezâvür (a.i.c. tezâvürât) birbirini ziyaret etme.
tezâvürât (a.i. tezâvür'ün c.) birbirini ziyaret etmeler.
tezâyuk (a.i. ziyâdet'den. c. tezâyüdât) artma, çoğalma, ziyadeleşme.
tezâyüd (a.i.) 1. sıkışma. 2. çoğalma, artma.
tezâyüdât (a.i. tezâyüd'ün c.) artmalar, çoğalmalar, ziyadeleşmeler.
tezâyüf (a.i.) fels. fr. connoter.
teza'zu' (a.i.) 1. önleme, engel olma. 2. deprenme.
tezbîb (a.i.) 1. yaş meyvayı kurutma. 2. bir şeyin içine kuru üzüm koyma.
tezbîh (a.i.). (bkz. zebh).
tezbîl (a.i.) gübreleme [toprağı-].
tezbîr (a.i. zebr'den. c. tezbîrât) yazma, yazılma.
tezbîrât (a.i. tezbîr) yazmalar, yazılmalar.
tezebbüd (a.i. zebed'den) 1. köpüklerime, köpürme. 2. kaymak bağlama, kaymaklanma.
tezebbüd-i leben sütün kaymaklanması.
tezebzüb (a.i. zebzebe'den. c. tezebzübât) l. kararsızlık. 2. karışıklık.
tezebzübât (a.i. tezebzüb'ün c.) 1. kararsızlıklar. 2. karışıklıklar.
tezebzübât-ı beytiye evin karışıklığı.
tezehhur (a.i.) denizin köpürüp taşması.
tezehhüd (a.i. zühd'den) zâhid olma, ibâdete dalma.
tezehhür (a.i. zehre'den. c. tezehhürât) 1. çiçeklenme. 2. kim. çiçeksime, tuzlanma, fr. efflorescence. 3. hek. üst derinin üstünde görünen ufak ufak kabarcıklar.
tezehhürât (a.i. tezehhür'ün c.) tezehhürler, çiçeklenmeler.
tezekkî (a.i. tezkiye'den) temizlenme, temize çıkma.
tezekkür (a.i. zikr'den. c. tezekkürat) 1. hatıra getirme. 2. bir meseleyi konuşma, bir mesele konuşulma.
tezekkürât (a.i. tezekkür'ün c.) tezekkürler.
tezekkürî (a.s.) *oylaşık, bir meseleyi konuşmaya ait, konuşma, görüşme, müzâkere ile ilgili, f r. deliberatif.
tezelluk (a.i. zelk'den) kayma, sürçme.
tezelluk-ı akdâm ayakların kayması.
tezellül (a.i. zillet'den. c. tezellülât) zillete katlanma, kendini hor ve hakir gösterme, alçalma, küçülme.
tezellülât (a.i. tezellül'ün c.) tezellüller, zillete katlanmalar, alçalmalar, küçülmeler.
tezelzül (a.i. zelzele'den. c. tezelzülât) sarsılma, sallanma, ırgalanma.
tezelzül-i esnân dişlerin sallanması.
tezelzülât (a.i. tezelzül'ün c.) sarsılmalar, sallanmalar, ırgalanmalar.
tezelzülât-ı arziyye yer sarsıntıları.
tezelzülî (a.s.) depremsel, depreme ait, fr. seismique.
tezemmül (a.i. zeml'den) bürünme, sarınma, örtünme.
tezemmül-i nebevî Hz. Muhammed'e Hira'da ilk vahy nazil olduktan sonra titreyerek hanesine döndüğü zaman, refikası Hadîcet-ül-Kübrâ tarafından üzerinin örtülmüş olması keyfiyeti.
tezenbür (a.i.) kibirlenme, kurulma.
tezenduk (a.i.) zındıklaşma, hak yolundan ayrılma.
tezerrür (a.i.) hek. 1. polipler, halkaviyeler gibi hayvanların vücutlarında meydana gelen tomurcuğun yavaş yavaş büyüyerek olduğu yerden ayrılıp yeni bir hayvanın doğması. 2. bot. bir tohumdan başka bir tohumun çıkması.
tezerrürî (a.s.) 1. tezerrüre mensup, tezerrürle ilgili. 2. tezerrür suretiyle.
Tenâsül-i tezerrürî tezerrür yoluyla olan üreme, üretme.
tezerv (f.i.) zool. sülün.
tezerv-i zerrîn-per l) altın kanatlı sülün; 2) mec. Güneş.
tezervî (f.i.) zool. sülüne ait, onunla ilgili.
tezevvuk (a.i. zevk'den. c. tezevvukat) l. zevk alma, tad alma. 2. tatma.
tezevvukat ("ka" uzun okunur, a.i. tezevvuk'un c.) zevk almalar, tad almalar.
tezevvüc (a.i. zevc'den. c. tezevvücât) zevce edinme, edinilme, evlenme.
tezevvücât (a.i. tezevvüc'ün c.) zevce edinmeler, evlenmeler.
tezevvüd (a.i.) yol için yanına azık, yiyecek alma.
tezeyyün (a.i. zeyn'den. c. tezeyyünât) zînetlenme, süsknme.
tezeyyünât (a.i. tezeyyün'ün c.) zînetlenmeler, süslenmeler.
tezfît (a.i. zift'den) ziftleme, ziftlenme, zift sürme.
tezhîb (a.i. zeheb'den. c. tezhîbât) 1. altın sürme, sürülme. 2. yaldızlama, yaldızlanma. 3. süsleme. 4. hek. çürümüş dişleri altınla doldurma, altın dolgu yapma.
tezhîbât (a.i. tezhîb'in c.) tezhîbler.
te'zîn (a.i. ezân'dan) ezan okutma.
tezkâr (a.i.) hatırlama, anma, anılma, ["tizkâr" şekli galattır].
tezkere (a.i. zikr'den. c. tezâkir) 1. tezkere, pusula. 2. hükümetten alınan izin kâğıdı. 3. bazı meslek sahibi kimseler için yazılan biyografi. 4. askerlik görevinin bitirildiğini bildiren belge, [aslı tezkire'dir]. (bkz: tezkire).
tezkere-i sâmiye huk. [eskiden] sadâret makamından resmî olarak yazılan varakanın adı.
tezkîr (a.i. zikr'den. c. tezkîrât) 1. hatıra getirme, hatırlatma, hatırlatılma. 2. gr. bir kelimeyi müzekker (erkek) kılma. 3. vaaz ve nasihat etme.
tezkîrât (a.i. tezkîr'in c.) tezkirler.
tezkire (a.i. zikr'den. c. tezâkir) 1. tezkere, pusula. 2. hükümetten alınan izin kâğıdı. 3. bâzı meslek sahibi kimseler için yazılan biyografi.
tezkire-i sâmiyye sadrazamlık makamından yazılan tezkere.
tezkiret-ül-evliyâ velîlerden birçoğunun biyografisinden bahseden kitab.
tezkiret-üş-şuarâ şâirlerden bir kısmının biyografisini ve şiirlerini içine alan kitap. 4. hatırlamaya vesîle olan şey.
tezkîrî (a.s.) bot. erkeklik organıyla ilgili.
tezkiye (a.i. zekât'dan) 1. temiz etme [kusurdan], temize çıkarma, aklama. 2. soruşturarak birinin iyi halli olduğunu meydana çıkarma.
tezkiye-i meyyit ölüyü kefenledikten sonra orada hazır bulunanlardan cenazenin ahvâlini sorma.
tezkiye-i şuhûd huk. şahitlerin adaletli ve makbul olup olmadıklarını tahkik etme. 3. malın zekâtını verme.
tezkiye-i nefs tas. insan nefsinin Allah sevgisi dışında kalan her türlü tutku ve heveslerden arınması.
tezkiye-i şühûd huk. şahitlik yapanların doğru kimseler olup olmadığını mahkemenin araştırması.
tezkiye varakası *arıtlama "belgesi.
tezkiye-nâme (a.f.b.i.) huk. bir şahidin durumunu öğrenebilmek için mahkemelerden o şahidin bulunduğu yere veya muhtara gönderilen yazı.
tezlîk (a.i.) kaydırma, kaydırılma, sürçtürme, sürçtürülme.
tezlîl (a.i. zillet'den. c. tezlîlât) zelîl etme, edilme, tahkir etme, hor ve hakir görme, görülme.
tezlîlât (a.i. tezlîl'in c.) zelîl etmeler, edilmeler, tahkir etmeler, hor ve hakir görmeler, görülmeler.
tezmîl (a.i.) örtü, sargı içine sarma, sarılma.
tezmîm (a.i. zîmâm'dan) yular takma.
teznîb (a.i. zeneb'den. c. teznîbât) 1. kuyruk takma. 2. ekleme, ilâve etme. 3. ek. (bkz: ilâve, zeyl).
teznîbât (a.i. teznîb'in c.) 1. kuyruk takmalar; ilâveler, eklemeler. 2. ekler.
teznîd (a.i. zend'den) çakmakla ateş çakma.
tezvîb (a.i. zevebân'dan. c. tezvîbât) eritme, eritilme.
tevzîb-bi-t-tahvîl kim. kül içinde yıkayarak kalevî tuzlan ayırmak.
tezvîbât (a.i. tezvîb'in c.) tezvibler, eritmeler, eritilmeler.
tezvîc (a.i. zevc'den. c. tezvîcât) 1. kocaya verme, evlendirme. 2. huk. birine eş olma, nikahlanma, eş kılma.
tezvîcât (a.i. tezvîc'in c.) kocaya vermeler, evlendirmeler.
tezvîd (a.i.) yol için azık, yiyecek verme, azıklandırma.
tezvîk (a.i. zevk'den) 1. zevk aldırma. 2. tattırma, tattırılma.
tezvîr (a.i. zevr'den. c. tezvîrât) 1. yalan dolan. 2. ara bozmak ve bilhassa fenalık kasdıyla yapılan kovuculuk.
Ehl-i tezvîr yalan söyleyip ara bozanlar.
tezvîrât (a.i. tezvîr'in c.) tezvirler, yalan dolan şeyler, kovuculuklar.
tezvîren (a.zf.) tezvir yoluyla.
tezyîd (a.i. ziyâde'den. c. tezyîdât) ziyâdeleştirme, ziyâdeleştirilme, arttırma, artırılma.
tezyîd-i gayret gayreti artırma.
tezyîdât (a.i. tezyid'in c.) ziyâdeleştirmeler, ziyâdeleştirilmeler, artırmalar, artırılmalar.
tezyîf (a.i. zeyfden. c. tezyîfat) 1. züyûfa çıkarma, kalp, sahte, değersiz olarak gösterme. 2. eğlenme, alay etme.
tezyîfât (a.i. tezyifin c.) tezyif yollu sözler.
tezyîl (a.i. zeyl'den. c. tezyîlât) 1. ekleme, katma, ilâve etme. 2. altına devam etme, ilâve suretiyle yazma.
tezyîn (a.i. zînet'den) zînetlendirme, süsleme, süslenme.
tezyînât (a.i. tezyîn'in c.) süs[ler], bezek[ler].
tezyînât-ı mi'mâriyye mîmârî süsler, nakışlar.
tezyînî (a.s.) süsleme ile "ilgili, bezeme üzerine olan, "bezeksel.
tı (a.f.ha.) Osmanlı alfabesinin on dokuzuncu harfi olup "ebced" hesabında dokuz sayısının karşılığıdır, t harfini karşılar.
tıb (a.i.). (bkz. tıbb).
tıbâ' (a.i. tab'ın c.) tabîatler, yaradılışlar, âdetler.
tıbâa, tıbâat (a.i.) 1. kılıç yapma san'atı. 2. kitap ve şâire basma işi.
Dâr-üt-tıbâa matbaa, basımevi.
Dâr-üt-tıbâat-il-âmire devlet matbaası, [sonraları "matbaa-i âmire" olmuştur].
tıbâbet (a.i.) [aslı böyle olmakla beraber bizde "tabâbet" şekli kullanılmıştır]. (bkz. tabâbet).
tıbâhat (a.i.) [aslı böyle olmakla beraber bizde "tabâhat" şekli kullanılır olmuştur]. (bkz. tabâhat).
tıbâk (a.i.) 1. uygunluk, uyma. (bkz: mutabakat). 2. kat, tabaka.
Sipihr nüh tıbâ dokuz kat gök.
tıbâk-ı îcâb ed. aralarında mutabakat olan kelimelerin îcap mânâsını kapalı surette anlatma. Meselâ "Güller safâda hurrem ü handan ve şâdmân / Bülbül belâda bencileyin zar ü bî-karâr".
tıbâk-ı selb ed. aralarında mutabakat olan kelimelerin selb mânâsını îmâ etmesi. Meselâ "Açıldı gonceler bâğ-ı cihanda / Neler oldu açılmaz oldu gönlüm".
tıbb (a.i.) hekimlik, tabiplik, doktorluk.
ilm-i tıbb hekimlik ilmi.
tıbb-ı adlî huk. adlî tıp, hukuk veya ceza mahkemelerinin gerçeği aydınlatmasını kolaylaştırmakla görevli bulunan müessese, tıp kolu.
tıbben (a.zf.) hekimliğe uygun olarak, hekimliğin gösterdiği yolda.
tıbbî (a.s.) 1. hekimliğe, doktorluğa ait, hekimlikle, doktorlukla ilgili. 2. hekimce.
tıbb-ı nebevî Hz. Muhammed'in emir buyurmuş ve tatbik etmiş oldukları sıhhat kaideleri.
tıbbiyye (a.i.) tıb mektebi, tıp okulu.
Tıphâne-i âmire ve Cerrah-hâne-i ma'-mûre(a.b.i.) [eskiden] tıp tahsili için açılmış olan mektep. [II. Sultan Mahmud'un hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi'nin gösterdiği lüzum ve verdiği takrir üzerine 1242 (1827) de açılmıştır].
tıbk (a.i.) tıpkı, aynı.
tıbkan (a.zf.) aynen, benzeyerek.
tıfl (a.i.c. etfâl) küçük çocuk, (bkz: gûdek).
tıfl-ı bî-dâr uyumayan çocuk.
tıfl-ı bî-haber hiç bir şeyden habersiz olan çocuk.
tıfl-ı cân-rübâ gönlü alan çocuk.
tıfl-ı cihel-rûze Hz. Âdem.
tıfl-ı ebced-hân 1) yeni okumaya başlayan çocuk; 2) çok az okumuş.
tıfl-ı Hindî gözbebeği.
tıfl-ı mahrûm yoksul çocuk.
tıfl-ı ma'sûm günahsız çocuk.
tıfl-ı melek-çihre melek yüzlü çocuk.
tıfl-ı muhabbet sevgi çocuğu.
tıfl-ı nâdân cahil, toy çocuk.
tıfl-ı nâ-tuvân zayıf çocuk.
tıfl-ı nev-zâd yeni doğmuş çocuk.
tıfl-ı sirişk gözyaşı çocuğu, [akıtılan gözyaşlarının çocuğa benzetilmesi].
tıfl-ı şîr-hâre süt emen çocuk.
tıfl-ı uryân çıplak çocuk.
tıfl-ı zâr ağlayan çocuk.
tıfl-ı zebân-dân akıllı çocuk.
tıfl-âne (a.f.zf.) çocukça, çocuk gibi.
tıfliyyet (a.i.) çocuk sapaklığı, küçük çocuk hâlinde kalma, fr. infantilisme.
tıhâl (a.i.) hek. dalak.
tıhl (a.s.) 1. dalağı büyük adam. 2. hiddetli [adam],
tıksâr (a.i.) halka şeklinde tâc.
tılâ' (a.i.) 1. sürülecek şey. 2. mâdeni parlatacak mayi (sıvı) yaldız. 3. sürülecek merhem, yağ, ilâç. 4. cila verecek boya.
Zer-i tılâ' yaldız altını, (bkz: saykal). 5. altın yaldız. 6. sırma. 7. altın yaldızla süsleme veya yazı yazma. 8. saf altın.
tılâ-dûz (a.f.b.s. ve i.) sırmacı, altın yaldızla nakış yapan.
tılâ-kâr (a.f.b.s.) yaldızlı, (bkz: saykal-kâr; saykal-zen).
tılâ-kârî (a.f.b.i.) yaldızcılık, (bkz: saykal-kârî, saykal-zenî).
tılavet (a.i.) güzellik, sevimlilik.
tılısm (a.i.c. telâsim, tılısmât) 1. tılsım, esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan şey, kimse. 2. çâre, tedbir. 3. sihir, büyü. (bkz: efsûn, rukye).
tılısmât (a.i. tılısm'ın c.) tılsımlar, (bkz: telâsim).
tımâr-hâne (f.b.i.). (bkz. timâr-hâne).
tınâb (a.i.c. tunub) kazığa bağlanan çadır ipi.
tınnet (a.i.) çınlama.
tırâd (a.i. tard'dan) 1. [savaşta] ileri atılma, saldırma. 2. vahşî hayvanları kovalayarak av yapma. 3. kısa mızrak, harbe.
tırâz (a.i.) 1. ipek ve sırma ile işleme. 2. elbiselere nakışla yapılan süs. 3. süs. 4. üslûp, tutulan yol. 5. döviz, fr. devise.
-tırâz (f.s.) "donatan, süsleyen" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.
Şükûfe-tırâz çiçek süsleyen.
Yâve-tırâz yalanla süsleyen., gibi.
tırâzende (f.s.) süsleyen, süsleyici, donatan, donatıcı, bezeyici.
tırâzende-i arûsân gelinleri süsleyen.
tırcihâle (a.i.) anat. Hançerenin yukarı ve arka tarafında bulunan iki küçük
kıkırdağın herbiri.
tırcihâlî, tırcihâliyye (a.s.) tırcihâleye mensup, bununla ilgili.
tırrîh (a.i.) tuzlu balık, sardalya.
tırs (a.i.) âbâdî ve aharlı yazı kâğıdı.
tıvâl (a.s. tavîl'in c.), (bkz: tavîl).
tıyere (a.i.) uğursuz sayılan şey.
tıyn (a.i.) çamur, balçık.
tıyn-ı ahmer kızıl aşıboyası.
tıyn-ı asfer jeol. sarı aşıboyası.
tıyn-ı ebyaz tebeşir.
tıyn-ı hadîdî jeol. aşıboyası.
tıyn-ı hikmet tebeşir, [eskiden] hattatların verdiği bir ad.
tıynet (a.i.) yaradılış, mizaç, maya.
tıynet-i pâk temiz yaradılış; saf tabîat.
tıynî (a.s.) 1. tabîî, yaradılıştan. 2. çamurla, balçıkla ilgili.
tıyre (a.i.) 1. gücenme, darılma. 2. gücenen, darılan.
tîb (a.i.c. etyâb) güzel koku, güzel kokulu nesne, güzel kokusu için sürülen şey. (bkz. galiye).
tibn (a.i.c. etbân) saman, (bkz: tebn).
tibnî (a.s.) saman renkli, (bkz: tebnî).
tibr (a.i.) 1. toz hâlinde altın, altın tozu. 2. altın külçesi.
tibyân (a.i.) açık anlatma, bildirme.
tîc (a.i. tâc'ın c.) taçlar, (bkz: tîcân).
tîcân (a.i. tâc'ın c.) taçlar, (bkz: tîc).
Tîcânî (h.i.) 1. şimalî (kuzey) Afrika'da gelişen bir muahhar tarikat. 2. Ticânî tarikatine mensup kimse. 3. dîne aşırı ölçüde bağlı bulunan, yobaz kimse.
Ticâniyye (a.i.) Ahmed el-Ticânî adından alınarak Halveti tarikatının kollarından birine verilen bir ad. [bu tarikata "Tarîkat-ı Ahmediyye, Tarîkat-ı Muhammediyye, Tarîkat-ı İbrâhimiyye-i Hanîfiyye" de denilir].
ticâret (a.i.) ticâret, alım-satım.
ticâret-gâh (a.f.b.i.) ticâret yeri, ticârete elverişli olan yer.
ticâret-geh (a.f.b.i.). (bkz. ticâret-gâh).
ticâret-hâne (a.f.b.i.) ticâret yeri, ticâret edilen yer.
ticarî, ticâriyye (a.s.) ticârete ait, ticâretle ilgili.
tîg (f.i.) kılıç, (bkz: husâm, seyf).
tîg-i abdâr sivri, keskin kılıç.
tîg-i âteş-bâr ateş yağdıran, keskin kılıç.
tig-i bâtın kitap kenarlanna, başlık üzerlerine yapılan motifler, çizgiler.
tîg-i bend tas. Bektaşi tarîkine girecek olan talibin intisap günü kurban edilmek üzere gönderdiği koyunun tüylerinden, mensup kadınlar, muhibbeler tarafından örülmüş ince bağ. [Bektaşi tâbirlerindendir].
tîg-i bürrân keskin kılıç.
tîg-i dûdestî kuvvetli ışık.
tîg-i Efrâsyâb (Efrasyâb'ın kılıcı) şarap kâsesinin parıltısı.
tîg-i gûştîn (etten kılıç) dil.
tîg-i Hindî Hind çeliğinden yapılmış kılıç.
tîg-i kûh dağın tepesi.
tîg-i sitem sitem, zulüm kılıcı.
tîg-i teber şâh-ı merdan elinde, avucunda hiç bir şey kalmamış olan, meteliğe kurşun atan.
tîg-i tîz (bkz: tîg-i bürrân).
tîg-i zebân yaralayıcı söz.
tîg-bend (f.b.s.) kılıç bağlayan, kılıç kuşanan.
tîg-dâr (f.b.s.) kılıçlı, kılıç taşıyan.
tîg-zebân (f.b.s.) dili kılıç gibi olan, te'sirli söz söyleyen.
tîg-zen (f.b.s.c. tîg-zenân) iyi kılıç kullanan.
tîg-zenân (f.b.s. tîg-zen'in c.) iyi kılıç kullananlar.
tîh (a.i.c. etyâh. c. etâviye) 1. çöl. (bkz. beyâbân). 2. (h.i.) Mısır ile Şam arasında, Sînâ dağının bulunduğu yarımadada bir çöl. [Hz. Musa, Mısır'dan çıktıktan sonra halkı ile birlikte bu çölde kırk yıl dolaşmıştır]. 3. biy. dolambaç.
Tihâme (a.h.i.) Mekke-i Mükerreme'nin bir adı.
Arz-ı tihâme Hicaz toprağı.
tîhû (f.i.) çil kuşu.
tîkan ("ka" uzun okunur, a.i. tak'ın c.) taklar, (bkz. tâkat).
tilâl (a.i. tell'in c.) tepeler, kümeler, yığınlar.
tilâmîz (a.i. tilmîz'in c.), (bkz: tilâmize).
tilâmize (a.i. tilmîz'in c.) 1. talebeler, öğrenciler, (bkz: tilâmîz). 2. çıraklar.
tilâvet (a.i.) Kur'ân-ı, güzel sesle ve usûlüne göre okuma, okunma.
tilka' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. taraf, yön; hiza. 2. görüşme; buluşma.
tille (a.i.) 1. basamak. 2. sıradağ.
tille (f.i.) işlenmemiş altın.
tilmiz (a.i.c. telâmîz, telâmize) 1. talebe (öğrenci). 2. çırak.
tilmîz-âne (a.f.zf.) talebeye (öğrenciye) yakışacak yolda.
tilmîziyyet (a.i.) talebelik (öğrencilik).
tîmâr (f.i.) 1. yara bakımı. 2. ağaç bakımı. 3. hayvanı temizleme, tımar. 4. tar. beslediği sipahilerle harbe giden beylere -öşrünü almak üzere- ayrılan arazî.
tîmâr-hâne (f.b.i.) tımarhane, akıl hastahânesi.
timsâh (a.i.c. temâsîh) timsah.
timsâhiyye (a.i.) zool. timsahlar, fr. crocodiliens.
timsâl (a.i.c. temâsîl) 1. suret, resim. 2. sembol, simge.
timsâl-i mücessem 1) heykel; 2) örnek.
timsâl-i kehkeşân-sâkin kehkeşanda oturan sembol.
timsâlî (a.s.) sembolik.
tîn (a.i.) incir.
tín sûresi (bkz: sûre-i tîn).
tinbâl (a.s.) kısa, bodur [kimse].
tinnîn (a.i.) 1. büyük yılan, ejderhâ. 2. astr. yedi burç boyunca uzanan hafif beyazlık. 3. astr. Ejderhâ burcu, semânın kuzey yarım küresinde Küçükayı burcunu çepeçevre saran ve S gibi kıvrılıp bir yıldız dörtgeniyle nihayet bulan zincirvâri bir burç, Draco; fr. Dragon,
tinnîn-i felek astr. Samanyolu, (bkz: kehkeşân). [bu ad, yanlış olarak verilmiştir].
tîr (f.i.) 1. ok.
tîr-i kazâ [ok gibi gelen] kaza ve kader.
tîr-i mâh hazíran.
tîr-i seher, - -i seheri seher vakti çekilen ah, edilen inkisar.
tîr-i terâzû terazi kolu.
tîr ü kemân ok ile yay [sevgilinin kirpiği ve bakışı]. 2. astr. Utarit (Merkür, Arzıtilek).
tîrâje (f.i.) gökkuşağı, eleğimsağma. (bkz. âdyende, alâim-üs-semâ, kavs-i kuzah).
tirâs (a.i. türs'ün c.) ask. kalkanlar [âlet], (bkz: etrâs, tirâse, türûs).
tirâse (a.i. türs'ün c.) ask. kalkanlar, (bkz: etrâs, tirâs, türûs).
tirâş (f.i.) 1. tıraş. 2. üstten ve düz olarak yontma. 3. s. üstten yontan ve yontarak düzelten.
Büt-tirâş put yontan, put yapan.
Ser-tirâş berber, (bkz: hallâk).
Seng-tirâş taş yontucu [aslı "teras" dır].
tirâşân (f.s. tirâş'ın c.) tıraş edenler, yontanlar.
Sâz-tirâşân tar. Osmanlı Sarayında saz örgüsüyle hasır eşya yapan usta işçiler.
tirâşe (f.i.) yonga, talaş, [aslı "terâşe"dir].
tirâşende (f.s.) tıraş edici, tıraş eden. [aslı "terâşende" dir].
tirâşîde (f.s.) 1. tıraş olmuş, tıraş edilmiş, (bkz. mahlûk). 2. yontulmuş.
Nâ-tırâşîde yontulmamış; mec. kaba saba (kimse), [aslı "terâşîde" dir].
tirbân (a.i. türâb'ın c.) topraklar, (bkz: türbán).
tîr-bârân (f.b.s.) ok yağdıran.
tîr-dân (f.b.i.) sadak, ok mahfazası, ok kabı. (bkz: tîr-keş).
tîre (f.s.) bulanık; kara; karanlık.
Şeb-i tîre karanlık gece.
tire-baht (f.b.s.) kara bahtlı, talihsiz.
tîre-dil (f.b.s.) kalbi kara, fena kalbli.
tîre-dilî (f.b.i.) kara kalblilik.
tîregî (f.i.) 1. bulanıklık. 2. karalık.
tîre-gûn (f.b.s.) rengi bulanık, bulanık renkli, kara renkli.
tîr-endâz (f.b.s.) 1. ok atıcı, ok atan. 2. meç. şık giyinmiş, güzel görünüşlü [kimse], tırandaz.
tîr-endâzân (f.b.s. ve i. tîr-endâz'ın c.) ok atıcılar, ok atanlar.
tîr-endâzî (f.b.s.) okçuluk, ok atıcılık.
tîre-re'y (f.a.b.s.) tedbirsiz.
tîre-re'yî (f.a.b.i.) tedbirsizlik.
tîre-şeb (f.b.s.) karanlık gece.
tîre-ger (f.b.i.) ok yapan san'atkâr.
tîr-gerân (f.b.i.) ok yapan sanatkârlar.
tîr-gerî ok yapma işi, ok yapıcılık.
tirhâl (a.i.) yola çıkma; göç etme.
tîrîz (f.i.) kalıba koyma, biçim, şekil verme.
tîr-keş (f.b.i.) 1. ok atan kimse, okçu. 2. ok kabı, okluk, kuburluk, sadak. (bkz. tîr-dân).
tiryák (a.i.c. tiryâkat) 1. zehirlenmeye ve bâzı hastalıklara karşı kullanılan macun. 2. panzehir. 3 . afyon.
tiryâk-ı farsî panzehir taşı.
tiryâk-ı farûk, -ı farûkî panzehir.
tiryâk-ı rustaiyân bot. sarmısak.
tiryâk-ı Türkî mâden zifti.
tiryák (f.i.). (bkz: tiryák).
tiryâkat ("ka" uzun okunur. a.i. tiryâk'ın c.) 1. tiryaklar, zehirlenmeye ve bâzı hastalıklara karşı kullanılan macunlar. 2. panzehirler. 3 . afyonlar.
tiryâkî (a.s.) 1. afyon düşkünü. 2. keyif verici şeylerden birine düşkün olan. 3. mec. huysuz, titiz, aksi [Türkçe şekli "tiryaki"].
tîr-zen (f.b.s. ve i.c. tîr-zenân) ok vuran, okçu.
tîr-zenân (f.b.s.i. tîr-zen'in c.) ok vuranlar, okçular.
tis'a (a.s.) dokuz.
Âbâ-i tis'a, Eflâk-i tis'a astr. Güneş manzumesini meydana getiren seyyareler (gezegenler) ile Ay.
tis'în (a.s.) doksan 90. (bkz: neved, tis'ûn).
tis'ûn (a.s.) doksan 90. (bkz: neved, tis'în).
tîşe (f.i.) 1. balta, nacak, külünk. 2. keser.
tîşe-i Ferhâd Ferhad'ın dağ açmada kullandığı külüngü.
tiyese (a.i. teys'in c.) tekeler, erkek keçiler.
tiyîs (o.i.) hek. kokan bir keçi hastalığı.
Dostları ilə paylaş: |