zende (f.i.) çakmak demiri, (bkz: zend).
zendeka (a.i.) kâfirlik, dinsizlik.
zen-dost (f.b.s.) kadınlardan hoşlanan, zampara.
zen-dostî (f.b.i.) kadınlardan hoşlanma, zamparalık.
zeneb (a.i.c. eznâb) kuyruk.
Bî-zeneb kuyruksuz [hayvan].
zeneb-i âmm bot. birleşik yaprakların sapı.
zeneb-i varak bot. yaprak sapı.
zeneb-i zehre bot. çiçek sapı.
zeneb-üd-Dücâce astr. Dücâce burcunun sonundaki yıldız.
zeneb-ül-esed bot. arslan kuyruğu.
zeneb-ül-feres, zeneb-ül-hayl 1. bot. atkuyruğu denilen püsküllü bir ot. 2. astr. at kuyruğu şeklinde görünen ve semânın kuzey yarımküresinde bulunan kuğu burcunun en parlak yıldızı, lât. alpha Cygnus.
zeneb-ül-hayliyye bot. *atkuyruğugiller, fr. equisetacinees.
zeneb-ül-kaytus astr. balina burcu.
zenebî (a.s.) zenebe, kuyruğa, sapa ait, bunlarla ilgili.
zenebiyyât (a.i.c.) bot. yapracıkların her birine mahsus ufak saplar.
zeneb-ül-hayliyye (a.b.i.) bot. atkuyruğugiller.
zenek (f.i.) küçük kadın, kadıncağaz, kadıncık.
zenen (a.i.) insanın sümüklü olması, sümüklülük.
zeng (f.i.) 1. zenci, (bkz: zenc). 2. pas. (bkz: jeng). 3. zil, çalpara.
zengâr (f.i.) bakır pası nevinden göztaşı.
zengel, zengele, zengûle (f.i.) 1. çan. 2. çıngırak. 3. tef pulu. 4. şark müziğinde bir makamın adı. (bkz: zengûle).
zengî (f.i.) l. zenci, siyah adam. 2. XIV ve XV. (hicri VIII ve IX.) asırlarda Şiraz ve havâlisinde hüküm süren beğliğin adı.
zengûle (f.i.) 1. çıngırak. 2. müz. Türk müziğinin, Hicaz ailesinden, en eski basit makamlarından biridir. Bu makam az kullanılmış, fakat şedleri pek çok istîmâl olunmuştur (çargâhdaki şeddi şevk-efzâ makamında, yegâhdaki şeddi şedaraban, ıraktaki şeddi evcara, rasttaki şeddi hicazkâr ve zengüleli sûznâk, hüseynî aşîran'daki şeddi sûz-i dil, nevadaki şeddi araban). Zengûle, hayal ve esrar telkin eden bir makamdır. Hicaz beşlisi ile hicaz dörtlüsünden müteşekkildir. Beşli ile dügah (la) perdesinde durur. Güçlü, beşlinin dörtlü ile birleştiği ses olan hüseynî (mi) perdesidir. Umumiyetle çıkıcı olmakla beraber inici ve çıkıcı-inici şekilleri de kullanılmıştır. Niseb-i şerîfeden 7 tanesini muhtevi bulunmakla dizisi mülayimdir. Donanımına "si" bakıyye bemolü ile "do" ve "sol" bakıyye diyezleri konulur (ilk iki ânza hicaz beşlisi, sonuncusu hicaz dörtlüsü içindir; dörtlü için "fa" koma diyezi de kullanılabilir). Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tîze doğru- şöyledir dügâh, dik kürdî, nim hicaz, neva, hüseynî, acem (veya dik acem), nîm şehnaz ve muhayyer. Remzi şudur 6 + VI.
zengûle-gerdâniyye (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.
zengûle-geveşt (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.
zengûle-mâye (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
zengûle-nevrûz (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
zengûle-pûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
zengûle-selmek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
zengûle-şehnâz (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
zen-hâne (f.b.i.) 1. genelev, (bkz: umûm-hâne). 2. Hindistan Türklerinin saray-lanndaki harem dairesi.
zenîm (a.i.) 1. bir kavime sonradan katılan, aslında onlardan olmayan. 2. soyu bozuk, soysuz, aşağılık.
zenîn (a.i.) sümük.
zenne (o.i.) [Farsça "zenân" dan]. 1. kadın kısmı. 2. ortaoyununda kadın rolünde ve kılığında bulunan erkek.
zennûbe (a.i.) 1. günahkâr kız. 2. kadın adı.
zennûn (a.s.) sümüklü.
zen-pâre (f.b.s.) zampara.
zen-perest (f.b.s.) kadına düşkün [erkek].
zer (f.s.) sarı. (bkz: asfer, zerd).
zer (f.i.) 1. altın, (bkz: zeheb). 2. akçe, para.
Pûte-zer altın potası.
Sîm ü zer gümüş ile altın.
zer-i deh-pencî yarısı bakır olan altın [onda beşi].
zer-i dest-efşâr Husrev-i Pervîz'in dâima elinde oynadığı yumuşak altın.
zer-i gül çiçektozu.
zer-i kamer-tâb üzerinde ay resmi bulunan bir altın para.
zer-i kâmil tam, hâlis, ayarı tamam altın.
zer-i mağribî hâlis ve iyi altın. zer-i mahbûb [eski] yirmi beş kuruş değerinde bir altın para. [1202 (1787) de üç buçuk kuruş değer konulmuş ve II. Mustafa devrinde çıkartılmıştı].
zer-i maklûb kalp altın.
zer-i müşt-efşâr (bkz. zer-i dest-efşâr).
zer-i sâv, zer-i sâve ayarı tam altın veya kırıntısı.
zer-i şeş-serî hâlis altın.
zer-i vîje hâlis altın, (bkz: asced). 3. tas. nevbet, oruç; çile.
zer' (a.i.c. zürû') 1. ekme, tohum saçma. 2. ekilmiş ekin.
zer-i ıbtî bot. yan tomurcuğu, fr. bourgeon axilaire.
zer-i re'sî bot. tepe tomurcuğu, fr. bourgeon terminal.
zer-âb (f.b.i.) 1. yaldız mürekkep. 2. beyaz şarap.
zerâbî (a.i. zürbî'nin c.) güzel mefruşat, döşemeler.
zerâf (f.i.) zürâfâ.
zerâfe, zerrâfe (a.i.c. zerâfî) zürâfâ.
zerâfî (a.i. zerâfe ve zerrâfe'nin c.) zürâfâlar.
zerak (a.s.) mavi, gök renkli.
zerâre (a.i.) saçıntı, saçılan şey.
zerârî (a.i. zürriyyet'in c.) zürriyetler, nesiller, kuşaklar, soylar, döller.
zerârîh (a.i. zerrâh ve zürrâh'ın c.) zool. kuduz böcekleri.
zerâvend (f.i.) bot. ilâçlarda kullanılan bir cins bitki, loğusa otu, fr. aristoloche.
zerâvendî (f.i-) yaprakları ve çiçekleri zerâvende benzeyen bitkiler.
zerbâ (f.i.) zırva.
zer-bâf (f.b.i.) ustufacı, sırmalı kumaş dokuyan kimse.
zer-bâft (f.b.i.). (bkz. zer-beft).
zer-bâfte (f.b.s.) ustufa, sırmalı kumaş, sırma ile işlenmiş, (bkz. zer-beft).
zer-beft (f.b.i.) ustufa, sırmalı kumaş, (bkz: zer-bâfte).
zer-cedvel (f.a.b.i.) g. s. sahife kenarlarına altınla çekilen çizgiler.
zerd (f.s.) 1. sarı. (bkz: asfer). 2. solgun, soluk.
Rûy-i zerd sararmış, solgun yüz.
zerd, zered (a.i.c. zürûd) halka halka örülmüş savaşçı zırhı.
zerd-âb (f.b.i.) 1. beyaz şarap. 2. safra. 3. cerahat, irin.
zerd-âlû (f.b.i.) "zerd = sarı + âlû = erik = sarı erik" zerdâli.
zerde (f.i.) 1. zerde; safran, pirinç ve şekerle pişirilen bir tatlı. 2. yumurta şansı. 3. safran.
Pilâv ü zerde (pilâv ve zerde) düğün yemeği.
zerde-çâv (f.b.i.) zerdeçal boyası.
zerde-çûb (f.b.i.). (bkz. zerde-çâv).
zerd-fâm (f.b.s.) sarı renkli.
zerd-gûş, zerd-gûşe (f.b.s.) 1. ürkek, korkak. 2. ikiyüzlü, (bkz: mürâî).
zerdî (f.i.) sarılık, sarı renkte olma.
zer-dôst (f.b.s.) hasis, cimri, tamahkâr, pinti.
zer-dûz (f.b.i.c. zer-dûzân) 1. sırma işleyici. (bkz. sîm-keş). 2. s. sırmalı, kılâptanlı.
zer-dûzân (f.b.i. zer-dûz'ın c.) sırma işleyiciler. (bkz: sîm-keşân).
zerdüşt (f.h.i.) 1. ateşe tapan, (bkz: gebr). 2 . nur ve zulmet diye iki ilâh'a inanma akidesini kuran adam, Zaratustra. (bkz. gebr, mecûsî).
Zerdüştî (f.s. ve i.) 1. Zerdüşt dîninde olan kimse. 2. ateşe tapan, Mecûsî. (bkz. âteş-perest, gebr, mecûsî).
zer-efşân (f.b.s.) 1. altın saçıcı. 2. altın kakmalı. 3. i. makbul bir lâle nevi. 4. i. g. s. kitap ciltlerinde görülen bir süsleme motifi. 5. i. kadın adı.
zer-ender-zer (f.b.i.) g. s. süslemede ikinci defa altın tabakası ile kaplama.
zer-endûd (a.f.b.s.) altın yaldızlı. (bkz. müzehheb).
zer-endûz (f.b.s.) altın kazanan.
zer-ger (f.b.i.c. zer-gerân) kuyumcu.
zer-ger-i kâmil usta kuyumcu.
zer-gerân (f.b.i. zer-ger'in c.) kuyumcular.
zer-gerdân (f.b.i.) tar. ok nevilerinden biri.
zer-gerî (f.b.i.) kuyumculuk.
zer-gûn (f.b.s.) altın renkli, altın gibi sarı olan.
zer-hırîd, zer-hırîde (f.b.s. ve i.) satın alınmış [kimse]; köle.
zerî' (a.s.) araya giren, şefaat edici.
zer'î (a.s.c. zer'iyyât) fık. Arşınla ölçülen [şey].
zeri' (a. s.) çabuk, kolay olan.
Mevt-i zeri' çabuk, kolay ölüm.
zerîa (a.i.) vesîle, bahane, sebep, fırsat.
zerîn (f.s.) altından veya altına benzer olan, altın gibi sarı; parlak, (bkz. zerrîn).
zerîne (f.s.) 1. altına benzer olan. 2. i. ekmek kınntısı ile yapılmış çorba.
zerîn-izâr (f.a.b.s.) soluk benizli, benzi soluk.
zerîn-kâse, zerîn-külâh, zerîn-sedef (f.a.b.i.) Güneş, (bkz: âftâb, hûrşîd, mihr, şems).
zerîn-şâh (f.b.i.) kamış kalem.
zer'iyyât (a.i. zer'î nin c.) arşınla ölçülen şeyler.
zer'iyyât (a.i. c.) ekim işleri.
zerk (a.i.) ; 1. bir su veya sıvı ilâcı şırınga ile verme. 2. sofuların giydiği mavi cübbe. 3. dindar görünme. 4. ikiyüzlülük, hîle, riya, dalavere.
zerka' ("ka" uzun okunur, a.s.) 1. [uğursuzluğuyla tanınmış bir Arap kadınının adından kinaye olarak] gök gözlü [kadın]. 2. gök mavisi. 3. mavi [göz], ["ezrak" in müennesidir].
zerk-âlûd (a.f.b.s.) riya karışık, riyalı.
zer-kâr (f.b.s.) altın işleme, sırma ile işlenmiş, kılaptanlı.
zer-kârî (f.b.i.) altın işlemecilik, sırmacılık.
zer-keş (f.b.s.) 1. altın tel yapan, 2. altın işlemeli, altın kakmalı, (bkz. murassa').
zerk-fürûş (a.f.b.s.) hileci, ikiyüzlü, (bkz: hîle-bâz, mürâî).
zer-kûb (f.b.s.) 1. altın dövücü, altın yaprak yapıcı, sarı yaldız yapan. 2. h.i. Hz. Mevlânâ'nın yakınlarından Salâhüddîn hazretleri.
zer-külâh (f.b.i.) tar. saray kapıcılannın başlarına giydikleri üsküf, [altın tel işlemeli olduğu için bu ad verilmiştir].
zer-mühre (f.b.i.). (bkz. mühre).
zer-nigâr (f.b.s.) 1. altınla işlenmiş, yaldızlı. 2. i. kadın adı.
zer-nişân (f.b.i.) kılıç, kalemtıraş gibi şeyler üzerine kakma altınla yapılan işleme, süs, yazı.
zer-nüvîs (f.b.i.) tar. altın yaldızla yazı yazan hattat, müzehhip.
zer-pâş (f.b.s.) altın saçan.
zerr (a.i.) karınca yumurtası.
Ebû-zerr eshâb-ı kirâm'dan zühd ve takvaca meşhur bir zat.
zerrâ' (a.i.) ekinci, çiftçi.
zerrâd (a.i.) zırh örücü; usta zırhçı.
zerrâh, zürrâh (a.i.c. zerârîh) zool. kuduz böceği.
zerrâk (a.s. zerk'den) çok mürâî, ikiyüzlü, (bkz: sâlûs).
zerrât (a.i. zerre'nin c.) zerreler, pek ufak parçalar, moleküller, fr. molecules.
zerre (a.i.c. zerrât) pek ufak parça, molekül, fr. molecule.
zerre-vâr zerre gibi, gayet küçük, pek az.
zerrevî (a.s.) 1. zerreye ait, zerre ile ilgili. 2. kim. molekülsel.
zerrîn (f.s.) 1. altından yapılmış, altın. 2. altın gibi sarı. 3. parlak. 4. i. kadın adı. 5. i. bot. fulya.
zerrîn-kadeh (f.a.b.i.) bot. nergis çiçeği.
zer-rîşte (f.b.i.) 1. altın tel; sırma. 2. s. sarı.
zer-sâ[y] (f.b.s.) altın ezici, varakçı.
zer-sîne (f.b.s.) sarı göğüslü; altın sarısı gibi göğüs.
zer-şinâs (f.b.s. ve i.) "altın tanıyan" sarraf.
zer-târ (f.b.i.) 1. altın tel, sırma. 2. Güneş ışını. 3. kadın adı.
zer-târî (f.b.s.) altın veya sırma ile işlenmiş veya dokunmuş.
Zertüşt (f.h.i.). (bkz. Zerdüşt).
zer-ver (f.b.s.) altın yaldızlı olan.
zev' (a.i.) ölüm dolayısıyla gelen keder, sıkıntı.
zevâcir (a.i. zâcire'nin c.) menedenler, yasak edenler, önleyenler.
zevâd (a.i. zâd'ın c.) azıklar, yiyintiler, (bkz: ezvâd, ezvide).
zevâd, zevâde (f.i.) azık, erzak stoku.
Zâd ü zevâd azıklar, yiyecekler.
zevahif (a.i. zâhife'nin c.) zool. yerde sürünerek yürüyen hayvanlar, sürüngenler.
zevâhir (a.i. zâhir'in c.) coşkun denizler.
zevâhir (a.i. zâhire'nin ve zühre'nin c.) 1. çiçekler, (bkz: ezhâr). 2. s. parlak [yıldızlar].
zevâhir (a.i. zâhir ve zâhire'nin c.), (bkz. zavâhir).
zevâib (a.i. züâbe'nin c.) 1. zülüfler, perçemler, kâküller.
Zû-zevâib kuyruklu yıldızlar. 2. (zâib'in c.) eriyenler, erimiş, eritilmiş olan şeyler.
zevâid (a.i. zâide'nin c.) 1. ziyâde, fazla şeyler, fazlalıklar.
zevâid-i munfasıla fık. gebe hayvanın karnındaki yavru gibi aynca satışı mümkün olan ziyâde şeyler.
zevâid-i muttasıla fık. hayvanların semizliği gibi ziyâde olan ve aynca satılamayan şeyler. 2. müz. eski Arap müziğinde süs notalarının mecmûuna verilen bir ad.
zevâil (a.s. zâile'nin c.) zeval bulucu, kaybolucu, bakî olmayan şeyler.
zevâl (a.i.) 1. yerinden ayrılıp gitme. 2. zail olma, sona erme. 3. Güneş'in başucunda bulunma zamanı, öğle vakti, saat tam 12.00.
Ba'de-z-zevâl öğleden sonra.
Bî-zevâl zevalsiz, fânî, geçici olmayan.
Kabl-ez-Zevâl öğleden evvel.
Serî-üz-zevâl çok da yanmayan, çabuk geçen.
Vakt-i zevâl öğle vakti. 4. bozulma, yenilme. 5. kabahat, suç.
zevâlî (a.s.) zevâle ait, zevâl ile ilgili.
zevâlî saât alafranga saat, öğle vaktini esas alan saat.
zevâl-nâ-pezîr (a.f.b.s.) zeval bulmayan, sona ermeyen, geçici olmayan.
zevâl-pezîr (a.f.b.s.) sona eren, geçici olan.
zevâmil (a.i. zâmile'nin c.) 1. küçük yükler. 2. yük hayvanları.
zevân (f.i.) l. zıvana. 2. delice denilen buğday azınusı.
zevâne (a.i.) 1. zıvana, sigara ağızlığının ucuna geçirilen içi delik mil maden. 2. sigaranın içilecek tarafına geçirilmiş karton veya başka maddeden borumsu küçük nesne. 3. iki ucu açık küçük boru. 4. birbirine geçirilecek aletlere açılan boru şeklindeki delik.
zevânî (a.s. zâniye'nin c.) zina eden, kahbelik yapan kadınlar.
zevât (a.i. zât'ın c.) kişiler, şahıslar, kimseler.
zevât-ı ma'dûde sayılı kimseler.
zevâyâ (a.i. zâviye'nin c.) 1. zaviyeler, açılar, fr. angles. 2. köşeler, bucaklar, dirsekler. 3. küçük tekkeler.
zevb (a.i.) erime, (bkz: zevebân).
zevc (a.i.c. ezvâc) 1. çift, tek karşılığı. 2. bir çiftten her biri. 3. karı ve kocanın her biri. 4. koca.
zevc-i mütevârî gizlenip saklanmış olan koca.
zevcât (a.i. zevce'nin c.) nikâhlı kadınlar, eşler.
zevce (a.i.c. ezvâc, zevcât) nikâhlı kadın, eş.
zevceyn (a.i.c.) karı ile koca.
zevcî, zevciyye (a.s.) karı kocaya ait, karı koca ile ilgili.
zevciyyet (a.i.) kocalık, karılık, karı-kocalık, eşlik.
zevciy-yül-esâbi' (a.b.i.) zool. çiftparmaklılar, fr. artiodactyles.
zevebân (a.i.) 1. erime. 2. kim., fiz. erime, fr. fusion.
zevg (a.i.) [bir şeyi] bir yana eğme, meyillendirme.
zevgan ("ga" uzun okunur, a.i.) anat. bir organın olduğu yerden ayrılması, bir yana kayması.
zevî- - (a.s. zû'nun c.) sahipler.
zevi-l-ayn tas. hakkı zahiren, halkı bâtınen görenler.
zevi-l-ensâb [vakıfta] karâbet sahipleri, akrabalıkları olanlar, yakınlar.
zevl-i erhâm huk. mirasta muayyen bir pay sahibi olmayan yakın hısımlar.
zevi-l-ervâh, zevi-l-hayât canlılar.
zevi-l-ihtirâm saygı sahipleri, saygıdeğer kişiler.
zevi-l-ihtişâm ihtişam sahibi, haşmetli kimseler.
zevi-l-i'tibâr itibarlı kimseler.
zevi-l-mefâsıl mafsallı hayvanlar.
zevi-l-ukul aklı olanlar, insanlar; tas. halkı zahiren, hakkı bâtınen görenler.
zevi-n-nühye akıl sahipleri, (bkz: eshâb-ı nühye).
zevi-s-sedâyâ zool. memeliler, fr. mammiferes. (bkz: zât-üs-sedâyâ).
zevk (a.i.c. ezvâk) 1. biy. tadım. 2. tatma, tad; hoşa giden hal, haz. 3. tas. ma'nevî haz. 4. boş vakit geçirme; eğlence, eğlenti, cünbüş, eğlenme. 5. güzeli çirkinden ayırdetme kabiliyeti. 6. alay etme, eğlenme, (bkz: suhre). zevk-i selîm (selâmette olan zevk) 1) zevkin en yüksek derecesi; 2) sezme kabiliyeti.
zevk-i dil 1) gönlün zevki; 2) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış eski makamlardan biridir. Sûznâk'tan sonra kısa bir rast ile karar eder ki, bu şekliyle zevk-i dil makamının tersi olduğu görülür. Durak rast, güçlü neva (re) perdeleridir (terkibindeki her iki makamın da durak ve güçlü perdeleri budur). Donanımına sûznâk'ın işaretleri konulur (rast'ın si koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi bu işaretlerle müşterektir). A. A. Konuk'un "kâr-ı nâtık" ının devr-i revân usulündeki 24 numaralı parçası zevk-i dil'dir.
zevk-i müdâm hiç bitmeyen zevk.
zevk-i ruh-ı dil-dâr sevgilinin yanağının zevki.
zevk-i sûret resimden alınan zevk, görünüşün verdiği zevk.
zevk-i vasl kavuşma, beraber olma zevki; vuslat tadı.
zevk u safâ eğlenme, keyif etme; eğlence.
zevk ü tarab 1) zevk ve şenlik, eğlence. 2) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup "şevk-i cedîd" ve "araban kürdî" de denilmiştir ve bundan aynı terkibe muhtelif zamanlarda muhtelif müzikçilerin makamdan haberdâr olmaksızın verdikleri isimler cümlesinden olduğu anlaşılır.
zevk-âlûd (a.f.b.s.) zevkle karışık.
zevkan (a.zf.) 1. zevk bakımından, zevkçe. 2. tas. zevk (ma'nevî haz) yoluyla.
zevk-bahş (a.f.b.s.) 1. zevk veren. 2. müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur. 3. meşhur bir çeşit lâle.
zevk-cû (a.f.b.s.c. zevk-cûyân) zevk arayan, zevkine düşkün.
zevk-cûyân (a.f.b.s. zevk-cû'nun c.) zevk arayanlar, zevkine düşkün olanlar.
zevk-cûyâne (a.f.zf.) zevke düşkün olanlar gibi; zevk düşkünlerine lâyık bir şekilde.
zevkıyyat (a.i.) zevke, eğlenceye ait hususlar.
zevki (a.s.) zevke ait, zevkle ilgili.
zevk-perest (a.f.b.s.) zevke, eğlenceye aşırı derecede düşkün.
zevk-perestân (a.f.b.s. zevk-perest'in c.) zevke ve eğlenceye aşın derecede düşkün olanlar.
zevk-perestî (a.f.b.i.) zevke, eğlenceye aşın düşkünlük.
zevk-yâb (a.f.b.s.) zevk bulan, lezzetini, tadını alan.
zevrâ' (a.s.) 1. Dicle nehri. 2. Bağdat şehri [ezver ( = boynu eğri; eğri, doğru olmayan)' in müennesi].
zevrak (a.i.) kayık, sandal.
zevrak-ı derûn gönül gemisi. 2. Mekke'de yapılan zemzem şişesi, zemzem ibriği, kabı. 3. çiçek testisi, çiçek kadehi. 4. şişe.
zevrak mektûbu Harem-i Şerîfde zevrak denilen testi ile hacılara zemzem dağıtan hademeye bu işinden dolayı gönderilen hediyeyi bildiren mektup.
zevrak-çe (a.f.b.i.) kayıkcık, sandalcık.
zevrakî (a.s.) kayıkla ilgili, kayığımsı, kayıksı.
zevrak-süvâr (a.f.b.s.) kayığa binen, kayığa binmiş olan.
zevvâk (a.s. zevk'den) 1. bir şeyi çok fazla tadan. 2. bir şeyi çok fazla deneyen, sınayan. 3. yemeğin veya herhangi bir şeyin zevkine varan.
zevvâkîn (a.b.i.) pâdişâh yemeklerinin tadına bakan kimse.
zevvâkîn-i hâssa tar. çeşnigir.
zevvâkîn-i dergâh-ı âlî (a.f.b.i.) tar. çeşnigir.
zey', zeyeân (a.i.) duyulma, meydana çıkıp yayılma.
Zeydiyye (a.h.i.) Hz. Hüseyn'in evlâdından Zeyyâd bin Ali Zeyn-ül-Âbidîn'in etbâına verilen bir ad; şîî mezhebinin bir kolu.
zeyf (a.s.c. ezyâf, ziyâf, züyûf) karışık, silik, kalp [akçe, para].
zeyg, zeyegan (“ga” uzun okunur, a.i.) 1. bir tarafa meyletme. 2. kamaşma. 3. doğruluktan ve haktan aynlma.
zeyl (a.i.) ayırma, (bkz: tefrîk).
zeyl j (a.i.c. ezyâl, züyûl) 1. etek. (bkz: dâmen).
Tavîl-üz-zeyl (eteği uzun) 1) iffetsiz, eteği kirli [kadın]; 2) çok uzun söz, yazı. 2. son. (bkz: âhir). 3. kuyruk, (bkz: dünbâl) 4. bir şeyin altı, devamı, eki. 5. (bkz. hâmiş).
zeyl-i dûdî-i a'verî (kör bağırsak) anat. apandis.
İltihâb-ı zeyl-i dûdî-i a'verî anat. apandisit.
zeylen (a.zf.) ek olarak, altta.
zeyl-hâne (a.f.b.i.) müz. dörtten fazla haneli peşrev ve saz semaîlerinde (husûsiyle 5 hâne yazılmak an'anesi olan darb-ı fetih usûlündeki peşrevlerde) son haneye verilen bir ad.
zeyliyyât (a.i.c.) zeyil, ek, ilâve olarak yazılan şeyler.
zeyl-nâme (a.f.i.) bir sigorta mukavelesinde veya mukavelenin şartlan üzerinde bâzı değişiklikler yapılmak gerektiği takdirde, asıl ve ilk sigorta poliçesine ek olarak tanzim edilen yeni bir vesika.
zeyn (a.i.) süs, bezek, (bkz: zînet).
zeyn-üd-dîn 1. dînin zîneti, süsü. 2. dilimizde "zînettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılır.
Zeyneb (a.h.i.) Hz. Muhammed'in büyük kızı. [bir rivayete göre de Hz. Muhammed'in Hatice'den doğan ilk çocuğudur].
zeyniyye (a.i.) tar. Sühreverdi yâni Şeyh Ömer Sahabettin Sühreverdî tarafından kurulan tarikat kollarından biri.
zeyn-ül-âbidîn (a.b.i.) 1. âbidlerin, ibâdet edenlerin zîneti. 2. 12 imâm'ın dördüncüsü [Hz. Hüseyn'in Kerbelâda kurtulan ortanca oğlu ki asıl adı Ali'dir]. 3. (bizde "zeynelâbidîn" şeklinde kullanılan erkek adı).
zeyrek (f.s.) anlayışlı, uyanık, zekî.
zeyt (a.i.c. ezyât, züyût) 1. zeytin yağı.
Hâmız-ı zeyt acı bademden çıkarılan yağ. 2. yağ.
zeyt-i gayr-i müceffif kim. kurumaz yağ.
zeyt-i hacer mad. gazyağı, petrol.
zeyt-i hırva' hintyağı, müshil.
zeyt-i müceffif kim. kurur yağ.
zeyt-i müşamma' yakı.
zeyt-i tayyar kokulu, uçucu yağ.
zeytûn (a.i.) zeytin.
zeytûnî (a.s.) zeytin renginde olan.
zeytûniyye (a.i.) bot. zeytingiller.
zeyyâl (a.s.) 1. zeyli olan, kuyruklu, (bkz: dümdâr). 2. uzun etekli.
zeyyât (a.i. zeyt'den) 1. zeytinden zeytinyağı çıkaran kimse. 2. zeytinyağcı, zeytinyağı satan kimse.
zı (o.ha.) Osmanlı alfabesinin yirminci harfi olup "ebced" hesabında dokuz yüz sayısının karşılığıdır.
zıa (a.i.) işlenir toprak, tarla.
zıbâ' (a.i. zabu' ve dabu'un c.) zool. sırtlanlar.
zıbâb (a.i. zabb'ın c.) kertenkeleler, kelerler, (bkz: zubbân).
zıbâbiyye (a.i.) zool. kertenkele, timsah, bukalemun, kör yılan gibi hayvanları içine alan bir sınıf.
zıbâbiyye-i berriyye kertenkele ve benzeri hayvanlar.
zıbâbiyye-i mâiyye bu sınıfın suda yaşayan kısmı.
zıdd (a.i.c. ezdâd) 1. bir şeyin karşılığı, aksi. 2. karşıt. 3. nefret edilen, kerih şey.
zıddân (a.i.c.) iki zıt, iki karşıt.
zıddân lâ-yectemiân iki zıt şey bir araya gelmez.
zıddeyn (a.i.c.) iki zıt, iki karşıt.
zıddî (a.s.) zıdda, karşıta ait, zıtla ilgili.
zıddiyyet (o.i.) 1. zıtlık, karşıtlık. 2. mec. sevişmezlik, düşmanlık.
zı'f (a.i.c. ez'âf) bir şeyin miktarca iki misli, iki katı.
zıfr (a.i.c. ezfâr) 1. tırnak. 2. çengel. 3. pençe, (bkz: zufr).
zıhâr (a.i.) 1. karşılıklı yardımlaşma, (bkz: müzaheret). 2. huk. [eskiden] kocanın karısını müebbeden mahremi olan bir kadının bakmak caiz olmayan bir uzvuna teşbih eylemesi. [Câhiliyet zamanında Araplar arasında câri ve talâk envâından ma'dûd idi. Şerîat-ı İslâmiyye tarafından bu nevî talâk menedilmiş ve zecr için zıhâr eden kimseye kefaret vazolunmuştur].
zıhâre (a.i.) elbisenin dış yüzü, dış tarafı.
zıkkî (a.i.) içine mayi (sıvı) konulan deri kap, deriden yapılmış su tulumu.
zıl (a.i.). (bkz. zıll).
zılâl (a.i. zıll'ın c.) gölgeler, (bkz: ezlâl, zulûl).
zılâl-i ehvâl korku gölgeleri.
zılâl-âlûd (a.f.b.s.) gölgeli.
zılâle (a.i.) gölgelik, (bkz: mazalle, sâye-bân, sâye-gâh).
zılf (a.i.c. ezlâf, zulûf) inek, koyun, keçi gibi hayvanların çatal tırnağı.
zıll (a.i.c. ezlâl, zılâl, zulûl) gölge, mec. koruma, sahip çıkma, (bkz. sâye).
zıll-ı arz astr. yerin gölgesi, fr. ombre de la terre.
zıll-ı evvel tas. akl-ı evvel, Allah.
zıll-ı mahrûtî astr. gölge konisi, fr. Cone d'ombre.
zıll-ı sânî tas. dünyâ.
zıll-ı zalîl koyu gölge.
zıll-ullah, zıll-ullah fi-l-âlem, zıll-ullah fi-l-arz (Allah'ın gölgesi, dünyâda Allah'ın gölgesi, yeryüzünde Allah'ın gölgesi) halîfeler, hükümdarlar için kullanılan elfâz-ı ta'zîmiyye'dendir (büyükleme sözleri).
zıll-üş-şebâb ilk gençlik çağları.
zıll-âlûd (a.f.b.s.) gölgeli.
zıllî (a.s.) 1. gölgeye mensup, gölge ile ilgili. 2. meşhur Evliya Çelebi'nin babasının adı [Derviş Mehmed Zıllî]. 3. mat. tanjant'a ait.
zılliyyet (a.i. zıll'dan) Allah'ın, yeryüzündeki gölgesi olması bakımından hükümdarın vasfı, *niteliği.
zılliyyet-penâh (a.f.b.i.) "Allah'ın yeryüzündeki gölgesinin sağladığı sığınak" hükümdarlık, padişahlık, sultanlık.
zılliyyet-penâhî (a.f.b.i.) hükümdarlık; hükümdar.
Dostları ilə paylaş: |