Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə134/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   130   131   132   133   134   135   136   137   ...   189

örfî idare (bkz: idâre-i örfiyye).

örfen (a.zf.) âdet üzere.

örfî, örfiyye (a.s. ve i.) örfle, âdetle ilgili, -îcâbettiği zaman- sivil idare yerine askerî idare,

idâre-i örfiyye sıkı yönetim.

örfiyyât (a.i.c.) âdete, geleneğe bağlı olan şeyler.

öşr (a.i.c. a'şâr) 1. öşür, onda bir, ondalık, onda biri alınan vergi [esâsı, şeriattan alınmıştır]. 2. Kur'an-ı Kerîm'den 10 âyetlik kısım.

özr (a.i.c. a'zâr) 1. bir kusur veya suçun hoş görülmesini gerektiren sebep, (bkz: ma'zeret). 2. suçun bağışlanması. 3. engel. 4. kusur, eksiklik.

özr-hâh (a.f.b.s.) özür bildirerek af isteyen.

özr-pezîr (a.f.b.s.) affedilir, bağış

pâ (f.ha.) 1. "pe" harfinin bir adı.

pâ-yi fârisî Farsça pe, Fars pe'si. 2. ebced hesabında b gibi 2 sayısın karşılığıdır.

pâ-yi müsellese "pe" harfinin bir adı. [üç noktalı olmasından kinaye olarak].

pâ (f.i.) 1. ayak. (bkz: pây). 2. [Farsçada] tâkat, mukavemet; iz. 3. mevlevîlerde müride verilen ceza.

pâ-bend (f.b.i.) 1. ayak bağı, payvant. 2. köstek. 3. manî, engel, (bkz: pây--bend, ıkal).

pâ-ber-câ (f.b.s.) ayağı yerde; yerinde duran, (bkz: dâim, kaim, sabit).

pâ-ber-câ-yi hareket hareket etmek üzere bulunan, (bkz: âmâde, müheyyâ).

pâ-be-rikâb (f.b.s.) ayağı üzengide, hareket etmek üzere bulunan, (bkz: âzim, pâ-ber-rikâb, pâ-der-rikâb).

pâ-ber-rikâb (f.b.s.) ayağı üzengide, hareket etmek üzere bulunan, (bkz: âzim, pâ-be-rikâb, pâ-der-rikâb).

pâ-beste (f.b.s.) ayağı bağlı, hareketsiz, (bkz: pây-beste).

pâ-bûs (f.b.s.) 1. ayak öpen, ayak öpücü. 2. ayak öpme töreni.

pâ-bûsî (f.b.i.) ayak öpme (klik).

pâ-bürehne (f.b.s.) yalın ayak.

pâ-câme (f.b.i.) 1. don, şalvar, çakşır. 2. pijama.

Pâçân (f.s.) saçıcı, saçan, (bkz: pâşân).

pâçâvre (f.i.) paçavra, kirli bez.

pâ-çe (f.i.) 1. küçük ayak. (bkz: pây-çe). 2. paça, pantolon, şalvar gibi şeylerin dizden aşağı olan kısmı. 3. koyun, keçi, sığır ayağı. 4. koyun, keçi sığır ayağından yapılan yemek.

pâçek (f.i.) tezek, mayıs.

pâçeng (f.i.) küçük pencere, delik, baca. (bkz: menfez).

pâ-çîle (f.b.i.) selbûr, karda yürüyüp yol açmak üzere ayağa giyilen kalburumsu bir çeşit ayakkabı.

pâç-nâme (f.b.i.). (bkz. lâkab).

pâd (f.s.) 1. hıfzeden, saklayan, (bkz: hâfız). 2. koruyan, bekleyen, (bkz. muhafız). 3. büyük, ulu.

pâ-dâm (f.b.i.) tuzak, kuş tuzağı (ayaktan tutan).

pâdâş (f.i.c. pâdâşân) 1. mükâfat, (bkz: ecr, ivaz). 2. ayakdaş. (bkz: hem-râh, refik).

pâdâşân (f.i. pâdâş'ın c.) 1. mükâfatlar. 2. arkadaşlar, ayakdaşlar, (bkz: hem--râhân, rüfeka).

pâ-dâşt (f.b.i.). (bkz. pâ-deş).

pâdâv (f.i.) kocakarı, (bkz: pârâv, pârû, pârûb).

pâde (f.i.) 1. hergele, eşek ve sığır sürüsü. (bkz: hayl2). 2. yayla. 3. çoban sopası.

pâ-der-gil (f.b.s.) "ayağı çamurda" mec. 1. davranamaz. 2. sıkıntıda, (bkz: pây--der-gil).

pâ-der-havâ (f.b.s.) "ayağı havada" mec. çürük, temelsiz, (bkz: pây-der-havâ).

pâ-der-ikal ("ka" uzun okunur, f. a.b.s.) ayağı köstekli, ayağı bağlı, hareketsiz.

pâ-der-rikâb (f.a.b.s.). (bkz. pâ-be-rikâb, pâ-ber-rikâb).

pâ-der-pâ (f.zf.) ayak ayağa, yanyana.

pâ-deş (f.b.s.) mükâfat.

pâdgâne (f.i.) 1. yüksek dam. 2. kapı içinde olan yüksek pencere ve kapı.

pâd-şâ (f.b.i.). (bkz. pâd-şâh).

pâd-şâh (f.b.i.) pâdişâh, hükümdar, (bkz: melik).

pâd-şâhâne (f.zf.) pâdişâha yakışacak surette.

pâd-şâhî (f.b.i.) pâdişâha ait, pâdişâh ile ilgili.

pâd-şâh-zâde (f.b.i.) pâdişâh oğlu.

pâd-şeh (f.b.i.). (bkz. pâd-şâh).

pâdzehr (f.i.) panzehir, (bkz: pâjîr).

pâ-fersûd (f.b.s.) ayağı incinmiş, aşınmış olan. (bkz: pây-fersûd).

pâgand (f.i.). (bkz. pâgande).

pâgande (f.i.) 1. atılmış pamuk. 2. atılmış pamuktan yapma yumak.

pâgar (f.i.) taban, kiriş direği.

Pâguş ("gu" uzun okunur, f.i.) dalga çarpma; suya dalma.

pâh (f.i.) 1. derinin tıraşından çıkan parça. 2. kolay açılması için kitabın sırt boşluğu tarafına yerleştirilen 45° kırılmış karton kenar. 3. bir yapı elemanının köşe keskinliğini gidermek ve eğik bir satıh elde etmek için yapılan körletme. 4. kaplama tahtalarına açılan yiv. 5. s. tekn. eğik, meyilli.

pâ-hâst (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş olan. (bkz: pây-mâl).

pâjeh (f.i.) inilti, inleme.

pâjîr (f.i.) panzehir, (bkz: pâdzehr).

Pâk (f.s.) 1. temiz, arık, pak. (bkz: tâhir).

Âb-ı pâk temiz su. 2. saf, hâlis; hîlesiz. 3. kutsal, mübarek.

pâkân (f.s. pâk'ın c.) 1. temizler, arıklar. 2. mec. velîler, ermişler, evliya.

pâkâr (f.i.) tahsildar.

pâkârî (f.i.) tahsildarlık, (bkz: câbî).

pâk-bâz (f.b.s.c. pâk-bâzân) "temiz oynayıcı, oynayan" mec. sadakatli âşık.

pâk-bâzân (f.b.s. pâk-bâz'ın c.) "temiz oynayıcılar" mec. sadakatli âşıklar.

pâk-bâzâne (f.zf.) pâkbâz olana yakışır surette.

pâk-bâzî (f.b.i.) "temiz oynayıcılık" sâdık âşıklık.

pâk-dâmân (f.b.s.). (bkz: pâk-dâmen).

pâk-dâmânî (f.b.i.). (bkz: pâk-dâmenî).

pâk-dâmen (f.b.s.) "eteği temiz" namuslu, (bkz. afif)'.

pâk-dâmenî (f.b.i.) "eteği temizlik" namusluluk.

pâkend (f.i.) 1. yakut. 2. şarap, (bkz: bade, sahbâ, mey).

pâkî (f.i.) 1. ustura. 2. temizlik, anlık.

pâkîze (f.b.s.) 1. temiz, lekesiz. 2. hâlis, saf. 3. i. kadın adı.

pâkize-dâmen (f.b.s.) "eteği temiz" namuslu.

pâkîze-zât (a.f.b.s.) temiz, namuslu kimse.

pâk-meşreb (f.a.b.s.) yaradılışı, gidişatı temiz, iyi olan.

pâ-kûb (f.b.i.) çengi, (bkz: pây-kûb).

pâk-zâd (f.b.s.) temiz asıllı.

Pâlâ (f.i.) 1. yedek at. 2. süzgeç. 3. s.asılı, asılmış.

pâlâd, pâlâde (f.i.) yedek at.

pâlâde (f.s.) ayıp arayan, kötü söyleyen. (bkz. ayb-cû).

pâlâheng (f.i.) 1. dizgin, yular. 2. bir çeşit büyük kement.

Pâlân (f.i.) palan, semer; eğer.

pâlân-dûz (f.b.i.) palancı, semer dikici, semerci.

pâlân-dûzân (f.b.i.) eğer, semer gibi şeyler diken saraçlar, palanduzlar.

pâlân-dûzî (f.b.i.) palancılık, kaba saraçlık.

pâlânî (f.i.) semerci.

pâlâr (f.i.) çatı direği.

Pâlâs (f.i.). (bkz: pelâs).

pâlâs-pâre (f.b.s.). (bkz: pelâs-pâre)

pâlâs-pûş (f.b.s.). (bkz : pelâs-pûş).

pâlâvân, pâlâven (f.i.) süzgeç, helvacı süzgeci.

Pâlây (f.i.) 1. yedek at. 2. süzgeç. (bkz: pâlâ1, 2).

pâldüm (f.i.) paldum, hayvanın, semerinin ileri kaymaması için arka ayaklarının kaba etleri üzerinden geçirilen kayış.

pâleheng (f.i.). (bkz. pâlâheng).

pâleng (f.i.) 1. postal. 2. çarık.

pâleng-i fersûde eski çarık.

Pâlheng (f.i.). (bkz: pâlâheng).

pâlî (hintçe-f.i.) leng. Budda dinindeki mukaddes kitapların yazılmış olduğu orta Hindu dili.

pâlîde (f.s.) 1. süzülmüş, durulmuş. 2. büyümüş, ziyâde olmuş, ["pâlîden" mastarından].

pâlikâne (f.i.) enik kapı, büyük han kapılarının ortasındaki küçük kapı.

pâlû (f.i.) fizy. siğil.

pâlûde (f.s.) 1. saf hâle getirilmiş, süzülmüş. 2. i. pâlûze, pelte.

pâlûş (f.s.) karışık, (bkz: mağşûş).

pâlvâne (f.i.) dağ kırlangıcı, lât.cypselus alpinus. (bkz. pâlvâye).

pâlvâye (f.i.) dağ kırlangıcı, lât.cypselus alpinus. (bkz. pâlvâne).

pâ-mâl (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş, (bkz: pây-mâl, pâ-zede, pây-zede). pâ-mâl-i adû düşmanların ayakları altında çiğnenmiş.

pâ-müzd (f.b.i.). (bkz. pây-müzd).

pâ-nihâde (f.b.s.) 1. ayak basmış, ayak koymuş; vâsıl olmuş, gelmiş. 2. tevellüdetmiş, doğmuş, (bkz: kadem-nihâde).

pânzde (f.b.s.) onbeş.

pâpez (f.i.) inişli yokuşlu yer.

pâpûre (f.i.) iki çift öküz koşulan bir çeşit ağır saban.

pâ-pûş (f.b.s. i.) "ayak örten" pabuç, ayakkabı, (bkz. na'leyn).

pâr (f.i.) geçen yıl, bıldır, (bkz: pâr-sâl). 2. para. 3. sepilenmiş deri.

pârâv (f.i.) kocakarı, (bkz: acûze, fertûte, pâdâv).

pâr-çe (f.i.) ufak, küçük şey, parça.

pâr-dûz (f.b.i.) eskici, yamacı, (bkz: pâre-dûz, pîne-dûz).

pârdüm (f.i.) paldum.

pâre (f.i.) 1. parça. Dü-pâre iki parça. 2. sayı, bölük. 3. para.

-pâre (f.i.) "parça" manâsıyla birleşik kelimeler yapar.

Meh-pâre ay parçası; güzel.

Şems-pâre güneş parçası; güzel.

Yek-pâre bir parça, tek parça, blok., gibi.

pâre-dûz (f.b.s.i.) eskici, yamacı, (bkz: pâr-dûz, pîne-dûz).

pâre-dûzî (f.b.i.) eskicilik mesleği.

pâre-kâr (f.b.s.) şiveli olan, şen, şuh.

pâ-renc (f.i.) 1. ayak teri, ücret. 2. parsa.

pâre pâre (f.zf.) parça parça.

pârgî (f.i.) l- orospuluk. 2. banyo ve mutfak sularının biriktiği çukur.

paridiyye (-fasilesi) zool. baştankaragiller, fr. paridees.

pârîn, pârîne (f.s.) geçen seneki, geçen yıl olan, bıldırki.

pârîr (f.i.) direk, dayak, destek.

pârs (f.i.) zool. pars, fr. panthere.

Pars (f.h.i.) îran, Fars iklimi, Acemistan.

Parsâ (f.s.) 1. sofu, dîne bağlı [kimse]. (bkz. âbid, zâhid). 2. iffetli, namuslu, temiz, doğru [kimse].

parsâî (f.i.) 1. sofuluk, dîne bağlılık. 2. iffetlilik, namusluluk.

pâr-sâl (f.b.i.) geçen yıl, bıldır, (bkz: Pâr).

pârse (f.i.) 1. parsa. 2. dilencilik, (bkz: deryûze, su'âl3, tese'ül).

pâr-seng (f.i.) persenk, teraziyi denkleştirmek için kefesine konulan şey.

pârsî (f.s.) 1. Fârisî, Farsça. 2. İran ülkesine ait, İran ile ilgili; İran'da konuşulan dil.

pârû (f.i.) kocakarı, (bkz: acûze, fertûte, pârûb).

pârûb (f.i.) kocakarı, (bkz: pâdâv, pârâv, pârû, pârûb).

pârûle (f.i.) 1. yonga. 2. s. lâtîfeci, şakacı, (bkz: mizâh-gû). 3. s. hayırsız, işe yaramaz [kimse].

pâr-yâ (f.b.i.). (bkz. pâr-yâb).

pâryâb (f.i.) çay ve ırmak suyu ile sulanan ekin. (bkz: fâr-yâb).

pâr-yâv (f.b.i.). (bkz. pâr-yâb).

pârzede (f.i.) bot. 1. kasnı. 2. çocuk göğüslüğü.

pâs (f.i.) 1. gecenin sekizde biri. 2. bekleme, gözetleme. 3. gam, keder, gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı.

pâ-sâr (f.i.) tepme, tekme, (bkz: pâs-dâr).

pâs-bân (f.b.i.) gece bekçisi, (bkz: pâs-dâr, hâris).

pâs-bân-ı felek, -ı târüm astr. Zuhal (Satürn) gezegeni.

pâsbânî (f.i.) 1. bekçilik, (bkz: hırâset). 2. müz. Türk müziğinin eski ve nümunesi zamanımıza kalmamış mürekkep makamlarındandır.

pâsdâr (f.i.) 1. gece bekçisi, (bkz: pâs-bân, pâs-vân). 2. güvenilir, doğru kimse.

pâs-dârî (f.b.i.) 1. bekçilik, gözcülük, (bkz: hırâset). 2. göreve bağlılık.

pâ-sebük (f.b.s.) ayağına hafif, işine sarılmış.

pâsek (f.i.) esneme, esneyiş, (bkz: hamyâze).

pâ-seng (f.b.i.). (bkz. pâr-seng).

pâ-sitâde (f.b.s.) ayakta duran, (bkz: kaim).

pâs-pâr (f.b.i.) tekme, (bkz: pâ-sâr).

Pâsuh cevap, karşılık.

pâsuh-güzâr (f.b.s.) cevap veren, (bkz: mücîb).

pâsuh-şinev (f.b.s.) cevâbı dinleyen.

pâ-süvâr (f.b.i.) yaya, piyâde.

pâsvân (f.i.) gece bekçisi, (bkz: pâs-bân, pâs-dâr).

-pâş (f.s.) "serpen, saçan, dağıtan" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Eşk-pâş gözyaşı saçan.

Hûn-pâş kan serpen.

Ziyâ-pâş ışık saçan.

paşa (t.i.) general. [kelime Türkçe olmakla beraber yabancı kelimelerle birlikte ve terkip hâlinde kullanılır olmuştur].

pâşâ-yi-bî-karîne eşi olmayan paşa.

Pâşân (f.s.) saçıcı, saçan, (bkz: pâçân).

paşa-vât (o.i. paşa'nın c.) paşalar. [yapma kelimelerdendir].

pâşende (f.s.) saçıcı, saçan.

pâşeng, pâşenge (f.i.) kurumuş üzüm hevengi.

pâşîb (f.i.) merdiven, basamak (bkz : pâye3).

pâşîde (f.s.) saçılmış, serpilmiş, dağılmış.

pâşnâ (f.i.) ökçe, topuk. (bkz : akab1).

pâşne (f.i.) (bkz : pâşinâ).

Pâşnîn (f.i.) tahta ve ağaç parçaları.

pâş pâş (f.s.) 1. dağınık. 2. zf. parça parça, ufak ufak.

pâtîle, pâtile (f.i.) tencere.

pâtînî (f.i.) harman yabası.

pây (f.i.) 1. ayak. (bkz: kadem, pâ, ricl).

Pây-ı macan pabuçluk.

Pây-ı semend at ayağı.

Pây-ı tarab şenliğin, eğlencenin ayağı. 2. kök, dip.

Pây-i dâr darağacının dibi.

Pây-i dıraht ağaç kökü.

Pây-i hum küp dibi.

Pây-i hum-i mey şarap küpünün ayağı, kökü, dibi. 3 . esas, kaide.

pâ-yâb (f.b.i.) 1. kuvvet, takat. 2. havuzun dibi. 3. pınarın ayağı. 4. su birikintisi. 5. kuyu basamağı. 6. son, nihayet.

Bî-pâ-yâb dipsiz, derin.

pâyân (f.i.) 1. son, nihayet, (bkz: âkıbet, gayet). 2. uç, kenar. 3. tas. sofinin ulaşacağı birlik âlemi.

Bî-pâyân sonsuz.

pây-bâf (f.b.i.) çulha, (bkz: cüllâh).

pây-bend (f.b.i.) 1. ayakbağı, payvant. 2. köstek, (bkz: ıkal). 3. manî, engel. (bkz. pâ-bend).

pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm u neng nâm ve şan kaydının tuzağının esiri.

pây-beste (f.b.s.) ayağı bağlı, hareketsiz, (bkz: pâ-peste).

pây-bûs (f.b.s.). (bkz: pâ-bûs).

pây-çe (f.b.i.). (bkz. pâ-çe).

pây-dâm (f.b.i.). (bkz: pâdâm).

pây-dâr (f.b.s.) iyice yerleşmiş, sağlam, devamlı, sürekli, (bkz: dâim, bakî, bedî, kaim, muhkem, sabit, sermedî).

pây-dârî (f.b.i.) devamlılık, süreklilik. (bkz: devam, temâdî).

pây-der-gil (f.b.s.) "ayağı çamurda" 1. mec. davranamaz. 2. sıkıntıda. (bkz. pâ-der-gil).

pây-der-havâ (f.b.s.) "ayağı havada" mec. çürük, temelsiz, (bkz: pâ-der-hâvâ).

pây-der-ikal ("ka" uzun okunur, f.b.s.) ayağı köstekli.

pâye (f.i.) 1. rütbe, derece. 2. ilmiyenin, sarıklıların bir rütbesi.

Bâ-pâye-i … ..rütbe ile. 3. basamak, merdiven basamağı, (bkz. pâşîb). 4.astr. İkizler’in bir yıldızı, Cevza burcu, f r. Folluk.

pâye-dâr (f.b.s.) pâyeli, rütbeli, itibarlı.

pâye-dârî (f.b.i.) pâyedarlık, rütbelilik, îtibarlılık

pây-efzâr (f.b.i.) ayakkabı, (bkz: pây-zâr).

pây-endâz (f.b.s.) 1. ayak atan, ayak atmış. 2. i. büyük kimselerin geçeceği yerlere serilen halı ve benzeri gibi şeyler. 3.duvar ve möbleleri kaplamak için kullanılan bir çeşit kumaş.

pâyende (f.s.c. pâyendegân) 1.duran, sürekli, (bkz. daimî). 2.i. payanda, destek, dayak, (bkz: râbıta).

pâyendegân (f.s. pâyende'nin c.) öteki dünyâda bakî kalacak olan şeyler, öbür dünyâ insanları.

pâyende-gî (f.i.) süreklilik, (bkz: beka, devam).

pây-fersûd (f.b.s.) ayağı incinmiş, aşınmış, (bkz. pâ-fersûd).

pây-gâh (f.b.i.) 1. derece, rütbe. (bkz. mertebe). 2. pabuçluk.

pây-geh (f.b.i.). (bkz. pây-gâh).

pây-hâne (f.b.i.) ayakyolu, (bkz: halâ2, kenîf, memşâ, müsterah2).

pây-ı taht (f.b.i.) başşehir, başkent.

pâyîn (f.i.) 1. aşağı, aşağı taraf, (bkz: taht, zîr). 2. merdivenin ilk basamağı.

pâyîz (f.i.) 1. sonbahar, güz. (bkz: harîf). 2. köhne, eski, yıpranmış, (bkz: fersûde).

Behâr-ı pâyîz köhne bahar; sonbahar, güz.

pây-kûb (f.b.s.) "ayak vuran" mec. rakseden; köçek.

pây-mâl (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş, (bkz: pâ-mâl, pâ-zede, pây-zede).

pây-müzd (f.b.i.) ayak teri, bahşiş.

pây-süvâr (f.b.s.). (bkz. pâ-süvâr).

pây-vend (f.b.i.) 1. köstek, (bkz: ikal, pâ-bend, pây-bend). 2. ayak bağı.

pây-zâr (f.b.i.) ayakkabı, (bkz: pây-efzâr).

pây-zede (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş, (bkz: pâ-mâl, pây-mâl, pâ-zede).

pây-zen payzan, hapsedilmiş; ayağına pranga vurulmuş, (bkz: mahbûs). 2. hizmetçi, uşak. 3. esir. 4. suçlu. 5. rençper.

pây-zen-i sabâ müz. Türk müziğinin en az iki üç asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pâzâc (f.i.) 1. ebe kadın, (bkz: kabile). 2. sütnine, dadı. (bkz: dâye).

pâ-zede (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş, (bkz: pâ-mâl, pây-mâl).

pâ-zede-i huyûl atların ayakları altında ezilmiş, mahvolmuş.

pâzen (f.s.) pezevenk, (bkz: kavvâd, pâzeng).

Pâzend (f.h.i.) Mecûsîlerin din kitabı olan Zendavesta'ya Zerdüşt tarafından Pehlevî dilinde yazılan tefsir.

pâzeng (f.s.) pezevenk, (bkz: kavvâd, pâzen).

pâzîn (f.i.) gecenin bir kısmı.

pâzîr (f.i.) payanda, destek.

pe (f.ha.) Acem ve Türk alfabesinin üçüncü harfi olup "ebced" hesabında "b" gibi iki sayısının karşılığıdır. [Arap alfabesinde yoktur, İbranî'de, Habeşçede vardır].

peçe (f.i.) 1. bot. sarmaşık. 2. (c. peçegân) insan veya hayvan yavrusu. 3. çocuk, oğlan.

Mug-peçe meyhaneci çırağı, meyhane miçosu.

peçe-gân (f.i. peçe’nin c.) insan veya hayvan yavruları.

peçel (f.s.) üstü başı pis, iğrenç adam.

pede (f.i.) 1. kavak ağacı. 2. kav, çakmak.

pedender (f.i.) babalık, üvey baba.

peder (f.i.) baba. (bkz: eb).

peder-i âile aile babası.

peder-âne (f.zf.) babaya yakışacak yolda, babacasına.

peder-ender (f.a.b.i.) üvey baba.

pederî (f.i.) pederlik, babalık, (bkz: übüvvet).

Pederî âile sos y. babalık ocak, f r. famille peternelle.

peder-mânde (f.b.s.) babadan kalma.

peder-şâhî (f.b.i.) sosy. ataerkil, ailede babanın kayıtsız şartsız hâkimiyeti esâsına dayanan yaşama tarzı, fr. patriarcat.

pederze (f.i.) bohça, çıkın.

pedîd (f.s.) görünür, açık, belli, (bkz: aşkâr, ayân, hüveydâ, zâhir).

pedîdâr (f.s.). (bkz. bedîdâr).

pedme (f.i.) hisse, pay, nasip, kısmet.

pedrûd (f.i.) veda, vedalaşma.

pehîn (f.s.) çok enli.

Pehle (f.i.) mezar sandukalarının yan taşlarına verilen bir ad.

pehlev (f.i.) 1. şehir, (bkz: belde). 2. s. kahraman, yiğit. 3. (bkz: Pehlevi).

pehlevân (f.i.) pehlivan, güreşçi, yiğit.

pehlevân-âne (f.zf.) pehlivanlıkla, pehlivancasına, yiğitlikle, yiğitçesine.

pehlevânî (f.i.) pehlivanlık, güreşme; yiğitlik.

Pehlevî (f.s.) 1. İran'da İsfahan ile havalisindeki bölge halkı ve bu bölgenin dili. 2. müz. anonim "Tarîk ber-sâz âverden-i ud" da tanımlanan bir makam.

pehlû (f.i.) vücudun iki yanından biri, yan. (bkz: cenb).

Lezzet-i pehlû yan lezzeti, yanyana bulunma lezzeti.

pehlû-be-pehlû yan yana.

pehlû-büzürg (f.b.i.) yanında bir çok kimse bulunan soylu kişi.

pehlû-dâr (f.b.s.) yardımcı.

pehn (f.s.) 1. enli, yassı, geniş, (bkz: vâsi'). 2. enlilik, genişlik, (bkz: vüs'at).

pehnâ (f.s.) geniş, enli, yaygın, (bkz: vâsi').

pehnâne (f.i.) 1. bir nevî maymun. 2. beyaz pide.

pehnâ-ver (f.b.s.) 1. solmuş, soluk. 2. (bkz: pehnâ).

pehnâ-verî (f.i.) genişlik, enlilik, (bkz: vüs'at).

pehnâ-yî (f.i.). (bkz. pehnâ-verî).

pehn-gîr (f.b.s.) 1. tahtanın enini almak için doğramacıların kullandıkları bir âlet. 2. bir nevi çıkrıkçı âleti.

pehpeh (f.e.) alay yollu beğenme ve övgü bildirir bir edat.

pejgâle (f.i.) 1. hisse, pay. 2. parça, yırtık, yama.

pejm (f.i.) duman, sis.

pejmân (f.s.) 1. pişman, (bkz: nâdim). 2. hüzünlü, kederli, solgun.

pejmürde (f.b.s.) 1. eski püskü, yırtık. 2. dağınık. 3. süflî, perişan. 4. solgun, solmuş.

pejmürde-hâl (f.a.b.s.) üstü başı pis bir halde olan. (bkz: pejmürde-kıyâfet).

pejmürde-kıyâfet (f.a.b.s.) kılığı kıyafeti pis olan. (bkz. pejmürde-hâl).

pejmürde-rûy (f.b.s.) solgun yüzlü.

pejûh (f.i.) soruşturma, araştırma.

pejûhende (f.s.) meraklı, gizli şeyleri arayan, (bkz. mütecessis).

pejûhîde (f.s.) çok akıllı, bilgili, olgun.

pejûlîde (f.s.) solmuş, bozulmuş, karışmış, dağılmış.

pejvend (f.i.) pezevenk, aracı.

pejvîn (f.s.) pis, kirli, çirkin, (bkz: pelîd).

pelâde (f.s.) fesatçı, (bkz: müfsid).

pelâs (f.i.) 1. eski kilim, keçe. 2. aba, pelîd, çul.

pelâs-pâre (f.b.s.) palaspâre, eski püskü, pırtık pırtık [giyecek].

pelâs-pûş (f.b.s.) eski abaya, çula bürünen, fakir.

pele (f.i.) 1. terazi kefesi. 2. merdiven basamağı. 3. çark dişi.

peleng (f.i.c. pelengân) zool. panter, fr. leopard.

peleng-âheng (f.b.zf.) kaplan gibi.

pelengâne (f.zf.) pars gibi, parsçasına.

pelengîn, pelengîne (fs.) zool. parsa ait, parsla ilgili.

pelîd (f.s.) 1. pis, murdar, (bkz: pejvîn). 2. alçak, rezil [kimse].

pelîdî (f.i.) 1. pislik, murdarlık, kirlilik. 2. alçaklık, rezillik.

pelîte (f.i.) 1. fitil, lâmba, kandil fitili. 2. yaralarda kullanılan fitil.

pelle (f.i.) 1. (bkz: pele). 2. derece. 3.merdiven basamağı, (bkz. pâşîb, paye3).

pelme (f.i.) yazı tahtası.

Pelûs (f.s.) hîleci.

pelvâs (f.i.) yaltaklanma, (bkz: temelluk).

penâ-gâh (f.b.i.) sığınacak yer; sığınak. (bkz: melce').

penâ-geh (f.b.i.). (bkz: penâ-gâh).

penâh (f.i.) sığınma, sığınacak yer. (bkz: melâz, melce1).

-penâh (f.i.) [bir şeyin] sığınağı, koruyucusu, dayanağı mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Adâlet-penâh adaletin sığındığı yer.

Cihân-penâh dünyânın koruyucusu olan.. gibi.

penâh-âverde (f.b.s.) sığınmış. (bkz. mültecî).

penâh-bürde (f.b.s.). (bkz: penâh-âverde).

penâhende (f.s.) sığınan, sığınıcı. (bkz: mültecî).

penâh-gâh (f.b.i.) sığınacak yer. (bkz: melce').

penâh-geh (f.b.i.) sığınacak yer. (bkz: penâh-gâh, melce').

penâhî (f.s.) sığınma.

Zemân-ı vezâret penâhîlerinde... vezirlik zamanlarında.

penâhîde (f.s.) iltica etmiş, sığnmış.

Penâm (f.s.) gizli, örtülü.

penbe (f.i.) 1. pamuk.

penbe-i mînâ (şişe pamuğu) eskiden şişelerin ağzına mantar yerine tıpa olarak konulan pamuk.

penbe-der-gûş (kulağı pamuk tıkalı) lâf anlamaz, söz dinlemez, câhil. 2. s. açık kırmızı. 3. i. kadın adı.

penbe-çûl (f.b.i.) gömleklik iyi bir kumaş.

penbe-dâr (f.b.i.) pembe yastık.

penbe-dehân (f.b.s.) az konuşan, suskun.

penbe-rîz (f.b.i.) pamuk eğirecek âlet.

penbe-zâr (f.b.i.) 1. pamuk tarlası. 2. altı pamukla bürümcük, üstü bütün bürümcük dokunmuş gömleklik bez.

penbe-zen (f.b.i.) hallaç.

penc (f.s.) 1. beş. (bkz: hamse).

penc-berg (beş yaprak) g. s. tezhipte (süslemede) kullanılan beş petalli bir çiçek motifi.

penc-erkân (islâmın beş şartı) tevhit, namaz, oruç, hac, zekât. 2. i. g. s. süslemede beş petal'den mürekkep sitilize bir çiçek motifi.

pencâh (f.s.) elli [sayı].

pencâhe (f.s.) papazların elli günlük -bir yere kapanıp- ibâdetleri.

pencâh-sâle (f.b.s.) elli yaşında.

penc-bî-çâre (f.b.i.) astr. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri.

pence (f.i.) 1. pençe, yırtıcı hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. 2 .mec. zorlu el. 3. meşhur bir çeşit lâle.

pence-i âftâb, - -i hûrşid güneşten yayılan ışınlar.

pence-i âhen-destâne demir gibi el.

pence-i âl-i abâ Hz. Muhammed, Hz. Alî, Hz. Fâtıme, Hz. Hasan ve Hüseyin isimlerinin el pençesi şeklinde yazıldığı levhalara verilen bir ad.

pence-i çınâr bot. çınar yaprağı.

pence-i dûzdîde İran takvimine göre artık beş gün.

pence-i elmâs, -i pulâd kuvvetli sporcuların çelik gibi elleri.

pence-i girye bot. salkım söğüt.

pence-i igtisâb gasp etme pençesi.

pence-i Meryem bot. meryemeli, buhurumeryem.

pence der pence parmakları birbirine kenetleme.

pencere (f.i.) pencere, (bkz: revzen).

pence-zen (f.b.s) 1. pençesiyle vuran, pençe atan. 2, el uzatan; saldıran. 3. imza atan, işaretleyen.

penc-gâne (f.b.s.) beşten ibaret, beşli.

Nemâz-ı penc-gâne beş vakit namaz. (bkz. evkat-ı hamse).

Penci (f.i.) g. s. fildişi oyma ve kakmalarda görülen beşgen motif.

pencik (f.i.) 1. gümrük idaresince belirli bir vergi karşılığında köle sahibine verilen sahiplik hakkını gösteren senet. 2 . satılmak üzere pazara çıkarılan bir esirin boynuna takılan künye.

penciş (f.i.) 1. üzenme, üzeniş. 2. incinme.

penc-kûşe (f.b.s.) beş köşeli. (bkz. muhammes).

penc-pâ[y] (f.b.i.) "beş ayaklı"1. zool. yengeç. 2. astr. yengeç burcu.

penc-rûze (f.b.s.) "beş günlük"pek az, süreksiz.

Penc-sâle (f.b.s.) beş yaşında.

pencşenbih (f.i.) "beşinci gün" : perşenbe.

penc ü dü beş (ile) iki. [zar oyununda].

pencüm (f.s.) beşinci, (bkz: hamis, pencümîn).

Sipihr-i pencüm beşinci kat gök.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   130   131   132   133   134   135   136   137   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin