Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə28/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   189

deryâ-yı nur (nur deryası) îran hazînesinin en değerli mücevheri olup ağırlığı 186 kırattır.

deryâ-yı rahmet (rahmet denizi) Allah'ın rahmeti.

deryâ-yı Rûm coğr. Akdeniz.

deryâyı-ummân umman denizi, açık deniz, okyanus.

deryâb (f.s.) akıllı, anlayışlı.

deryâ-bâr (f.b.s.) deniz gibi coşan.

deryâ-bend (f.b.i.) 1. liman. 2. gemi yapılan veya tamir edilen yer.

deryâce (f.b.i.) küçük deniz, göl.

deryâ-dil (f.b.s.) kalbideniz gibi geniş olan, gönlü büyük, havsalası geniş, himmeti büyük.

deryâ-feyz (f.a.b.s.) feyzi deniz gibi sonsuz.

deryâ-keş (f.b.s.) çok içki içen. (bkz: deryâ-nûş).

deryâ-misâl (f.a.b.s.) denizi andıran, deniz gibi.

deryâ-nevâl (f.a.b.s.) bahşişi deniz gibi çok olan.

deryâ-neverd (f.b.s.) denizde gezen, dolaşan.

deryâ-nûş (f.b.s.) çok içki içen. (bkz: deryâ-keş).

deryûz, deryûze (f.s.) dilencilik.

Kâse-i deryûze dilenci çanağı.

deryûze-ger (f.b.s.) dilenci, (bkz: sâil).

deryûze-gerân (f-b.i. ve s. deryûze-ger'in c.) dilenciler.

deryûze-gî (f.i.) dilencilik.

derz (a.i.c. dürûz) 1. yiv, dikiş yivi. 2. kuru duvann taşlan arasına harç doldurup tesviye etme.

derz-i lâmî biy., anat. lâmbda dikiş, fr. lambdo'ide.

derzen (f.i.) iğne.

der-zengîr (f.b.s.) zincirde, zincire vurulu.

derzi (f.s.) dikiş ile yiv yapan, terzi. (bkz: hayyât).

des (f.i.) eş, benzer, (bkz: menend).

desâis (a.i. desîse'nin c.) hileler, o-yunlar, el altından yapılan işler, dekler.

desâis-i şeytâniyye şeytanca hileler, oyunlar.

desâtîr (a.i. düstûr'un c.), (bkz.düstûr).

desem (a.i.c. düşüm) yağ.

desemî, desemiyye (a.s.) yağa mensup, yağa benzer, yağ ile ilgili şeyler.

desîse (a.i.c. desâis) hîle, oyun, el altından yapılan iş. (bkz: dek).

desîse-bâz (a.f.b.s.) hîleci, oyuncu. (bkz: desîse-kâr).

desîse-kâr (a.f.b.s.) hîle eden, hîleci, oyuncu.

desîse-kârâne (a.f.zf.) desîse edene yakışacak surette.

deskere (f.i.) 1. şehir ve kasaba. 2. hasta, taş ve şâire taşımaya yarayan tahta, teskere, (bkz: destgâre).

dessâm (a.i.) kapakçık, kapacık.

dessâm-ı dekkak-ı âverî anat. kör-ince kapacığı, fr. valvule ilecocoecal.

dessâm-ı iklilî anat. ikili kapacık, fr. valvule mitrale.

dessâm-ı zû-selâset-iş-şerâfe anat. üçlü kapacık, fr. valvule tricuspide.

dessâmât-ı sîniyye biy. sigma kapacıkları.

dessâme (a.i.) anat. kapakçık, f r. valvule.

dessas (a.s.) desîse eden, aldatıcı, o-yuncu, hîleci.

dest (f.i.c. destan) 1. el.

dest-i âhenîn "demir el"; kuvvet, güç.

dest-i billur billur gibi el.

dest-i dil gönül eli.

dest-i Hakk Allah'ın eli.

dest-i istibdâd istibdad'ın eli, istibdad'ın verdiği azap.

dest-i Musa (Musa'nın eli) Güneş, (bkz: Âftâb, Hurşîd, Mihr, Şems).

dest-i gayb (gizli el) kaderin eli

dest-i hafi, (gizli el) kaderin eli

dest-i pür-mahâret becerikli, başarılı el.

dest-i ra'şedâr titrek el.

dest-i üstâdâne becerikli, başarılı el.

dest ü girîbân olmak elle yakasına yapışmak, çekişmek.

dest ü pa el ve ayak.

dest ü pâ-yi bârid soğuk el ve ayak. 2. fayda, menfaat. 3. zafer, galebe, üstünlük. 4. yüksek yer, mevki. 5. güç, kuvvet. 6. tarz, üslûp.

dest-âlây (f.b.s.) bulaşmış, bulaşık el.

dest-âmûz (f.b.s.) ele alıştırılmış, yavrudan beslenip alıştırılmış.

destan (f.i. dest'in c.) eller.

destan (f.i.) 1. hikâye, kıssa, f r. epopee . (bkz. dâstân). 2. hîle, mekr, tezvîr. 3. Rüstem'in babasının lâkabı.

destân-ger (f.b.s.) hîleci.

destân-serâ (f.b.s.) destan okuyan, meddah.

destân-zen (f.b.s.) hîlekâr, dubaracı.

destâr (f.i.) sank, tülbent, (bkz: imame).

destâr-ı hümâyûn pâdişâh sarığı.

destâr-ı şerif Mevlevîlerin başlarına giydikleri sikkenin üzerine sarılan sank.

destâr-ı Yusûfi sultanların sardığı bir çeşit sarık.

destârân (f.b.i. destâr'ın c.) 1. bahşişler, ücretler. 2 . sanklar, tülbentler.

destâr-behâ (f.b.i.) sank parası. [Tanzimat'tan önce asker ve sivil me'murlara bu adla para verilirdi].

destâr-bend (f.b.s. ve i.) sarık saran, sarıklı.

destâr-bendân (f.b.i.) destâr-bend'in c.) sank saranlar, sanklılar sınıfı.

destâr-çe (f.b.i.) mendil, yağlık.

destâr-hân (f.b.i.) 1. masa örtüsü. 2 . bir tepsi içinde gönderilmiş yemek.

Destârî (f.s.) 1. destarla ilgili. 2. destar yapan.

destâr-pûş (f.b.s.) mevlevîlerde giydikleri sikkelerine sank sarma yetkisi olan kimse.

destâ-seng (f.b.i.) sapan ["dest-seng" de denilir].

dest-âvîz (f.i.) ufak hediye, küçükten büyüğe verilen hediye. [Farsçada "yalvarma" mânâsına da gelir].

dest-azmâ (f.b.s.) deneme, sınama.

dest-bâ-dest (f.b.zf.) elele. (bkz. dest-be-dest).

dest-bâz (f.i.) 1. satranç, tavla ve benzeri oyunlarda eline çabuk olan oyuncu. 2. hokkabaz.

dest-be-dest (f.zf.) elele, elden ele, peşin satış.

dest-be-dehân (f-b.s.) parmağı ağızında, ne yapacağını şaşırmış.

dest-bend (f.b.i.) 1. incik boncuktan yapılan kol bileziği. 2. elele tutuşup oynanılan bir oyun, raks. 3. insan veya hayvandan meydana gelen halka.

dest-ber (f.b.s.) üstünlük, kuvvetlilik.

dest-ber-bâlâ-yı dest el elden üstündür.

dest-ber-sîne (f.b.s.) eli göğsünde, işe hazır.

dest-be-ser (f.b.s.) eli başında, şaşkın, dalgın.

dest- beste (f.b.s.) eli bağlı; el kavuşturmuş, el bağlamış.

dest-bûs (f.b.i.) el öpme.

dest-bûsî (f.b.i.) el öpmeklik, el öpme töreni.

dest-bûy, dest-bûye (f. b.i.) ele sürülen ıtır gibi kokulu madde.

dest-bürd (f-i.) kuvvet; üstünlük, zafer.

dest-çâlâk (f.b.s.) eline çabuk, atik.

dest-dırâz (f.b.i.) 1. el uzatma, sarkıntılık. 2 . s . el uzatan, zulmeden.

deste (f.i.) 1. demet, tutam; takım. 2. kabza, tutacak yer. 3. g. s. on yapraklık altın varak defteri.

deste-çûb (f-b-i-) değnek, sopa.

dest-efşân (f.b.s.) tohum gibi saçılan şeyler.

destek (f.i.) 1. bir şeyin yıkılmaması için o şeye vurulan dayak; dayanak, [maneviyatta da kullanılır]. 2. pamuk ve yün ipliği gibi şeyleri eğirmeye yarayan âlet, iğ. 3. elcik, küçük el.

dest-endâz (f.b.s.) el atıcı, yankesici.

destere, dest-erre (f.b.i.) l . el bıçkısı, testere. 2 . g. s. bir örgü motifi.

deste-seng (f.b.i.) ezme işinde kullanılan, billur veya mermerden yapılmış âlet.

dest-gâh (f.b.i.) 1. tezgâh, dokuma âleti; atölye. 2. zenginlik.

dest-gâh-dâr (f.b.s.) amele başı, usta, kalfa, tezgâhtar.

destgâre (f.b.i.) teskere, hasta, taş ve sâire nakline yarayan tahta, [bkz. deskere).

dest-geh (f.b.i.). (bkz: dest-gâh).

dest-gîr (f.b.s.) elinden tutan, yardımcı.

dest-girây (f.b.s.) zayıf, kuvvetsiz, çelimsiz.

dest-güşâyî (f.b.i.) el açıcılık, avuç açıcılık.

dest-güşâ (f.b.s.) el açan, avuç açan.

dest-güzâr (f.b.s.) yardımcı, imdada yetişen.

dest-güzîn (f.b.s.) 1. [toplantıda] baş köşede oturan. 2. i. yedek at.

dest-hatt (f.a.b.i.) el yazısı.

dest-hûş (f.b.i.) oyuncak, (bkz: bâzîçe).

destî (f.i.) 1. testi. 2. bilezik. 3. elinden tutma, yardım.

destî-bâz (f.b.i.) testi ile oyun yapan hokkabaz.

destine (f.i.) 1. el bileziği. 2. kol-bağı. 3. el ile yazılan mektup. 4. pâdişâh fermanı. 5. mahkeme ilâmı. 6. mektubun sonuna konan imza veya tarih.

dest-kâr (f.b.i.) el işi, iş.

dest-keş (f.b.s.) 1. el çeken, gözleri görmeyen kimseyi elinden tutup gezdiren. 2. bir işten vazgeçen. 3. el uzatan, dilenci. 4. i. kazanç. 5. i. at ve yay gibi elde kolaylıkla idare olunan şey,

dest-lâf (f.b.i.) pazarlık.

dest-mâl (f.b.i.) elbezi.

dest-mâye (f.b.i.) elde bulunan şey, sermâye.

dest-Mûsî Güneş, (bkz. Âftâb, Hûrşîd,Mihr, Şems).

dest-mûze (f.b.i.) hediye, armağan.

dest-müzd (f.b.i.) bahşiş, ayakteri.

dest-nemâz (f.b.i.) abdest.

dest-nişân (f.b.i.) kendi eliyle dikilen fidan; birinin kılavuzluğu ile bir işe tâyin edilen kimse.

dest-pâk (f.b.s.) 1. fakir. 2. dindar. 3. i. mendil.

dest-peymân (f.b.i.) damadın geline verdiği ağırlık, (bkz: mehr-i muaccel).

dest-renc (f.b.i.) 1. el ile yapılan iş, el emeği. 2. kazanç, ücret.

dest-res (f.b.i.) elerme, kuvvet ve zenginlik.

dest-res olmak (f.t.m.) ele geçirmek, elde etmek, erişmek.

dest-seng (f.b.i.) sapan.

dest-sûz (f.b.s.) eli yakan, yakıcı.

dest-sûze (f.b.i.) nişanlı kız.

dest-şikeste (f.b.s.) geçinecek hüneri ve sanatı olmayan kimse.

dest-teng (f.b.s.) eli dar, fakir, yoksul.

destur (f.i.) 1. izin, müsâade, ruhsat. 2. zerdüşt dîninin ruhanî başkanı. 3. izin verin geçelim, müsâade edin, kimse olmasın, açılın, savulun!. 4. müsâade et. 5. cin ve peri şerrinden kurtulmak için söylenen bir söz. 6. kanun, töre.

destûr-i edviye ilâç yapma konularıyla ilgili kitap, kodeks.

destûr-i riyazi matematik formülü.

destûrî (f.s.) desturla ilgili.

desturun (f.t.zf.) bâzı kimselerce, kaba bir söz söyleneceği zaman kullanılır.

destvân (f.i.) hamam natın. (bkz: dellak).

dest-vâne (f.b.i.) savaşta giyilen demir eldiven. 2. bilezik. 3. meclisin baş tarafı.

dest-vâr, dest-vâre (f. b.i.) 1. baston; çoban değneği. 2. el gibi, ele benzer, el kadar. 3. el bileziği.

dest-yâb (f.b.i.) 1. zafer, üstünlük. 2. fırsat.

dest-yâr (f.b.i.) yardımcı, arka. (bkz: muîn, müzahir).

dest-yârî (f.i.) yardım, muavenet.

dest-zen (f.b.i.) 1. el uzatma. 2. tutunma.

deşne (f.i.) hançer.

deşne-i -Lârî Lâr diyârına mahsus hançer.

deşne-i subh tan yeri [ilkönce hançer şeklinde görüldüğünden kinaye olarak].

dest (f.i.) bozkır, çöl, kır, ova.

deşt-i fena fânilik ovası; dünyâ.

deşt-i hayât hayat çölü.

deşt-i kebîr İran'da Tahran'ın güney doğusuna düşen meşhur çorak bir bölge.

deşt-i Kerbelâ Hz. Hüseyn'in susuzluktan öldüğü yer.

deşt-i Kıpçak Dinyester ile İrtiş arası geniş step.

deşt-gerd (f.b.s.) çölde, kırda, evde gezen, (bkz: deşt-neverd, deşt-peymâ).

deştî (f.s.) 1. çölle ilgili. 2. vahşî, yabanî.

deşt-neverd (f.b.s.) çölde, kırda, evde gezen, (bkz: deşt-gerd, deşt-peymâ).

deşt-peymâ (f.b.s.) çölde, kırda, evde gezen, (bkz: deşt-gerd, deşt-neverd).

deşt-zâr (f.b.s.) çöllük, ovalık.

deva' (a.i.c. edviye) 1. ilâç. 2. çâre, tedbir.

devâ-i seb'a yedi deva, yedi ilâç[üstübeç, mürdesenk, zift, terementi, balmumu, günlük, öküzödü].

devâ-nâ-pezîr (f.b.s.) şifâsı imkânsız olan, ilâcı olmayan, (bkz. iltiyâm-nâ-pezîr).

devâ-yi misk güzel kokulu bir çeşit şeker helvası.

devâ-yi müsekkin acı giderici, yatıştırıcı ilâç.

devâbb (a.i dâbbe'nin c.) yük ve binek hayvanları.

devâc (f.i.) üste örtünecek şey, yorgan.

devâhî (a.i. dâhiye'nin c.) musibetler, felâketler, büyük belâlar.

devâhil (a.i. dâhile'nin c.) içler.

devâhin (a.i. dâhine'nin c.) duman çıkaran bacalar.

devâî (a.i. dâiye'nin c.) içten gelen bir duyguyu teşvik edici haller.

devâi-d-dehr dünyâ halleri.

devâî, devâiyye (a-s.) 1. ilâçla ilgili olan nesneler. 2. ilâçlara ait.

devâir (a.i. dâire'nin c.) dâireler.

devâir-i askeriyye askerî dâireler.

devâir-i belediyye belediye dâireleri.

devâir-i devlet devlet dâireleri.

devâir-i husûsiyye özel dâireler.

devâir-i mütevâziye geo. çemberleri paralel veya merkezleri ortak olan dâireler.

devâir-i müttehidül-merâkiz geo. çemberleri paralel veya merkezleri ortak olan

devâir-i resmiyye resmî dâireler.

devâir-i uruz coğr . Ekvator hattına paralel olarak geçen küçük dâireler.

devâlî (a. s.) hek. damar hastalığı, fr.

varice. devâlîb (a.i. dolâb'ın c.). (bkz. dolâb).

devâlib-i ihtiyâlât hîle dolapları, düzen dolapları.

devam (a.i.) 1. dâim olma, bir halde bulunma, sürme. 2. sebat. 3. bir işe, bir me'-mûriyete gidip gelme.

devan (f.s.) 1. koşan, seğirten, hızlı yürüyen.

Esb-i devan koşucu, hızlı giden at.

Peyk-i devan yanda koşan at uşağı. 2. z f. koşarak, sür'atle, hızla.

devan devan (f.zf.) koşa koşa, hızla.

devâ-nâ-pezîr (a.f.b.s.) ilâcı, çâresi olmayan.

devânik (a.i. dânik'ın c.) 1. mangırlar. 2. bir dirhemin dörtte birleri.

devânikî (a.s.) Abbasî halîfelerinden Ebû Cafer Mansûr'un hasisliğinden bir şeyi "dânik = en ufak şey, mangır" a kadar hesap etmek âdeti olduğundan kendisine verilen lâkap.

devâr, duvar (a.i.) hek. baş dönmesi hastalığı.

dev-âsâ (f.s.) dev gibi.

devâ-sâz (a.f.b.s.) ilâç tertibeden, çâre bulan.

devât (a.i.) divit, kalem koymak için uzun madenî sapı ve ucunda bir de hokkası bulunan âlet. (bkz: devît).

devât-dâr (a.f.b.s.) 1. divitdâr, yazıcı. 2. yazı takımlarına bakan kimse.

devâvîn (a-i- dîvân'ın c.) şâir dîvanları, (bkz: dîvân2).

devâvîn-i atîka eski şiir dîvanları.

devende (f.s.) gezen, dönüp dolaşan.

deveran (a.i.) dönüp dolaşma, dolanma.

deverân-ı dem biy. kan dolaşımı, fr. circulation.

deverân-ı kebîr biy. büyük dolaşım.

deverân-ı lenf biy. lenf (akkan) dolaşımı.

deveranı (a.s.) mat. dönel, fr.

rotatoire. devha (a.i.) büyük, ulu ağaç.

devhat-üz-zeheb "büyük altın ağaç" Hz. Ali'yi takdis etme anlamına gelen bir deyim.

devît (f.i.) divit, (bkz: devât).

deviyy (a.i.) anlaşılmayan, nerden geldiği belli olmayan sesler, gürültüler, patırtılar.

devle (a.i.) "devlet" kelimesinin Arapça tâbirlerde geçen bir şekli.

devlet (a.i.c. düvel) 1. bir hükümet idaresinde teşkilâtlandırılmış olan siyâsî topluluk.

devlet-i âl-i Osman tar. Osmanlı imparatorluğu, (bkz. devlet-i aliyye-i Osmâniyye).

devlet-i âliyye Osmanlı imparatorluğu.

devlet-i aliyye-i Osmâniyye tar. Osmanlı imparatorluğu.

devlet-i ebed saltanatı ebedî, sürekli olan devlet, (bkz. devlet-i müebbed).

devlet-i ebed-müddet süresi devamlı olan devlet.

devlet-i ezelî başlangıcı bilinmeyen devlet.

devlet-i müebbed (bkz: devlet-i ebed). 2. büyük saadet, zenginlik. 3 baht, talih, kut. 4. büyük rütbe, mevki.

devlet-i şehâdet şehitlik devleti, şehitlerin âhiretteki en büyük saadeti.

devlet ü ikbâl ululuk, büyüklük ve iyi talih, mutluluk.

devlet ü ikbâl ile birini uğurlama sözü, güle güle.

devlet-âbâdî (a.f.b.i.) g. s. güzel sanatlarda kullanılan ve Hindistan'ın Devletâbâd şehrinde yapılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.].

devlet-hâh (a.f.b.s.) mevki ve zenginlik düşkünü.

devlet-hâne (a.f.b.i.) ev, konak.

devlet-iktirân refah içinde, mutlu, (bkz: devlet-yâb).

devletli,-lü (a.t.b.s.) [eskiden] refah, saadet ve nîmet sahibi, vezir ve müşir gibi büyük rütbe sahiplerine verilen bir unvan.

devletli! inâyetlü sarayın kızlar ağasına verilen unvan.

devletlü necâbetlü şehzadeler hakkında kullanılan bir unvan.

devletlü re'fetlü [eskiden] seraskerlere verilen bir unvan.

devletlü semâhatli şeyhülislâmlar hakkında kullanılan bir unvan.

devletlü siyâdetlü Mekke şerifine verilen unvan.

devletlü utûfetlü vezirlere, müşirlere, pâdişâh damatlarına verilen unvan. [Sadrazamlık etmişlere "übbehetlü devletlü" yazılırdı].

devlet-meâb (a.b.i.) devletin, saadet ve ihtişamının sığınacağı yer, hükümdar.

devlet-medâr (a.b.s.) büyüklük merkezi olan [hükümdar v.b.].

devlet-mend (a.f.b.s.). (bkz. devletli).

devlet-yâb (a.f.b.s.) refah içinde, mutlu, (bkz: devlet-iktirân).

devr (a.i.c. edvar) 1. dönme, bir şeyin etrafını dolaşma. 2. dönüp dolaşma. 3. nakil, aktarma. 4. bir şeyi başkasına teslim etme.

devr ü teslim biri, bir işi tamamıyla başkasına vererek o işten çekilme. 5. zaman, çağ. 6. bir zamanın bölündüğü kısımlardan her biri. 7. baştan sonuna kadar okuma. 8. tas. dün yâya gelme, (nüzul) ve tekrar geldiği yere dönme (urûc) hâli. 9. muz. bir müzik üzerinde her ölçüye verilen isim olup umumiyetle büyük ölçüler ve peşrevler için kullanılır.

devr-i âlem dünyâ seyahati, dünyâ gezisi.

devr-i bâtıl mant. kısırdöngü, fr. cercle vicieux.

devr-i cünûn fels. döner delilik, fr. folie carculaire.

devr-i dâim durmadan, durmamacasına dönüp dolaşma.

devr-i devlet devlet zamanı, saadet nöbeti.

devr-i dil-ârâ gönlü hoş eden devir, en hoş zaman.

devr-i ebvâb kapı kapı gezip dolaşma.

devr-i esatir tar. mitoloji çağı.

devr-i felek zaman, talih, kader.

devr-i gusmâ musibet, belâ günleri.

devr-i gül gül mevsimi.

devr-i hindî muz. Türk müziğinin küçük usullerindendir; 7 zamanlı ve 5 darblıdır. Bu usul ile şarkı ve ilâhiler ölçülmüştür. Bu makamın 7/8, bir de 7/4 ağır devr-i hindî mertebeleri kullanılmıştır. Bir semaî ile bir sofyandan mürekkeptir.

devr-i ikbâl mutluluk günleri.

devr-i inhitat gerileme dönemi.

devr-i isnâ-aşerî on iki hayvan adlarıyla sayılan on iki yıllık devir.

devr-i istibdâd tar. II. Abdülhamid zamanına (1878-1908) verilen bir ad.

devr-i kamer ay devri, âhır zaman (Hz. Peygamber'in devri).

devr-i kamerî bir ay içinde ayın dolaşması.

devr-i kebîr muz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. 28 zamanlı ve 12 darblıdır. Bu usul ile kâr, tevşîh, ilâhi bilhassa beste ve peşrevler ölçülmüştür.

devr-i lâle lâle devri, lâle mevsimi.

devr-i mihnet dünyâ.

devr-i râbi' eski takvimlerde uğurlu ve uğursuz günler devri olup on iki gündür.

devr-i revân muz. Türk müziğinin küçük usullerindendir. 14 zamanlı ve 6 darblıdır. Bu usul ile âyîn-i şerifler, tevşîhler, ilâhiler, kârlar, besteler, şarkılar, peşrevler ölçülmüştür.

devrî rüzgâr coğr. dönemli yel, fr. vent periodique.

devr-i saadet Hz. Muhammed'in yaşadığı Çağ.

devr-i sabık bir önceki hükümet, pâdişâh devri.

devr-i saltanat bir hükümdarın hüküm sürdüğü devir.

devr-i tefrih b i y. kuluçka devri.

devr-i terakki terakki, ilerleme dönemi.

devr-i tezâyüd hek. hastalığın ilerleme dönemi.

devr-i turan muz. Türk müziğinin küçük usullerindendir. 7 zamanlı ve 3 darblıdır. Türkü, köçekçe ve oyun havalarında kullanılmıştır.

devr-i Veledi mukabele günü semâ başlamadan önce şeyh önde, dedeler kıdem sırasıyla arkada olduğu halde semahanenin dâiresi içinde ve halka şeklinde görünmek suretiyle üç defa yapılan dolaşma, [buna "Sultan Veled Devri" de denir].

devr (f.i.) l. geçmiş dersleri hatırlama. 2. casus; hafiye. 3. şarap kadehi.

devrân (a-i-) dünyâ, felek, zaman, talih, kader; devir.

devre (a.i.c. devrât) 1. dönüş, dönme. 2. bir şeyin fırdolayı etrafı, kenarı. 3. bir kaç yıldan meydana gelen zaman süresi, * dönem.

devre-i âliye [eski] sultanî teşkilâtında ûlâ denilen ilk altı sınıfın son sınıflan.

devre-i arşiyye kavs-i urûc. [Bektaşi tâbirlerindendir].

devre-i ferşiyye devriyelerin kavs-i nüzule ait olanları. [Usküdar'lı Hâşim babanın devre-i ferşiyye'si meşhurdur].

devre-i ibtidâiyye eski okullarda altı sınıfın ilk sınıflan.

devre-i kasire fiz. kısa devre.

devre-i mutavassıta eski okullardaki ilk altı sınıfın orta sınıfları.

devren (a.zf.) devrederek, devir suretiyle.

devr-hân (a.f.b.s.) Kur'ân'ı dâima okuyup devreden [kimse].

devrî, devriyye (a.s.) 1. devir ile, devrân ile ilgili.

Sene-i devriyye yıl dönümü. 2. z f. zaman zaman.

devriyye (a.i.) 1. geceleri dolaşan kol takımı, gezici karakol. 2. bülbül, karatavuk, sığırcık ve benzerleri gibi kuşlann mensup olduğu sınıf. 3. insan ve kâiâtın Tann'dan çıkıp Tannya dönmesi felsefesine göre bu devir safhalarını anlatan tasavvuf şiiri. devriyye medreseleri Osmanlı imparatorluğu zamanında istanbul'da "sahn-ı semân" medresesinden daha üst derecedeki öğretim kurumlan.

devriyye mevleviyyeti ilmiye mensuplarına rütbeleri îcâbınca tevcîh olunan vazifelerden birinin adı.

devvâr (a.s. devr'den) devreden, çok dönen.

Çerh-i devvâr Dünyâ.

Felek-i devvâr Dünyâ.

devvâre (a.i.) pergel denilen geometri âleti.

dey (f.i.) 1. Güneş yılının onuncu ayı. 2. Güneş yılının onuncu ayında ve her Güneş yılının 8, 15 ve 23 üncü günlerinde yapılacak işleri idareye me'mur sayılan melek. 3. kış. (bkz. şitâ).

deyâcîr (a.i. deycûr'un c.) karanlıklar.

deybâdîn (f.h.i.) 1. Cenâbıhak. 2. i. her Güneş ayının 23 üncü günü. 3. i. bir melek adı.

Deyâlime (a.h.i. deylem'in c.) deylemliler.

deybâvend (f.h.i.) Tehmûres'in lâkabı.

deybâzer Güneş aylannın sekizinci günü; ve onu idareye me'mur sayılan melek.

deycûr (a.s.c. deyâcîr) çok karanlık. (bkz. zalâm, zulmet).

Şeb-i deycûr karanlık gece.

deyden, deydene usul âdet, gelenek.

deydene-i dîrîne eski usul, âdet.

dey-mâh (f.b.i.) kış ayı.

deymûmet (a.i.) dâimlik, devam, süregelme.

deyn (a.i.c. duyûn, düyûnât) borç.

deyn-i gayr-i sahîh huk. ödeme yahut hakikaten veya hükmen ibra olmaksızın dahî sakıt olan borç.

deyn-i hâl huk. bir vakte talik ve te'hîr edilmeyen borç.

deyn-i lâzım-ı sahîh huk. ödenmedikçe veyahut hakikaten veya hükmen ibra olunmadıkça sakıt olmayan borç.

deyr (a.i.c. edyâr) 1. manastır, kilise. 2. insanlık âlemi, bu dünyâ. 3. meç. meyhane.

deyr-i Abdurrahmân Irak'da Küfe yakınında bir yer.

deyr-i kunna Bağdat'ın 90 km. güneyinde ve Dicle'nin sol kıyısında çok eski ve büyük bir manastır.

deyr-i kurrâ' Kûfe'ye 42 km. uzaklıkta bulunan bir manastır.

deyr-i mihnet hüzünlü, tasalı dünyâ.

deyr-i mugan mecusî mabedi, meyhane.

deyr-i mürrân Suriye'de Şam yakınlarında büyük ve eski bir manastır.

deyr-i semân Suriye'de birkaç Hıristiyan manastırının adı.

deyr-i teng (dar kilise) meç. [bu] dünyâ.

deyr-ül-âkul Bağdat'ın güneydoğusunda ve 83 km. uzağında Dicle nehrinin sol yakasındaki bir şehir.

deyr-ül-aver Irak'ta Kerbelâ ve Necef arasında bir yer.

deyr-ül-bahrî Mısır'da bir önemli yerleşme merkezi.

deyr-ül-Caslîk Irak'ta Bağdat'ın 55 km. kuzeyinde Mesken kasabası yakınındaki manastır.

deyr-ül-cemâcim Irak'ta Kûfe'ye 42 km. uzaklıkta, Fırat'ın batısındaki bir manastır.

deyr-ül-gebrevî yukarı Mısır'da M.Ö. XII. yüzyıldan kalma kral mezarları.

deyr-ül-Kamer Lübnan'da bir kasaba.

deyr-ül-Medîne Nil'in batı yakasında, Teb'de bir yer.

deyr-üz-zaferân Mardin ilinin güneydoğusunda, Eskikale köyünde bir manastır.

deyr-üz-zûr Suriye'de bir şehir.

deyrânî (a. s. deyr'den) manastıra mensup, manastır ile ilgili, manastır adamı.

deyr-hâne (a.f.b.i.) manastır; kilise.

deyrî (a.s.) manastırla ilgili.

deyyân (a.s.) mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim, Tanrı.

deyyâr (a.i.) 1. biri, bir kimse, bir fert. 2 . manastır sahibi.

deyyus (a.s.) karısının namussuzluğuna göz yuman ve katlanan kimse, kurumsak. (bkz. derâre).

dıbâbiyye (a.i.) zool. (bkz: zıbâbiyye).

dıbkıyye (a.i.) bot. ökseotugiller.

dıfda' (a.i.c. defâdı') kurbağa, (bkz:çağz)

dıfdaiyye (a.i.) zool. kurbağagiller.

Dıhâm (a.s. dahm'ın c.) iri, kalın olan şeyler.'

dıhk (a.i.) gülme.

dıhk-âver (a.f.b.s.) insanın güleceğini getiren, güldüren, güldürücü

dıkak (a.s.) 1. her şeyin ufalmışı, kırıntısı, incesi. 2. şirden denilen bağırsak.

dıbk (a.i.) ökse.

dıkk (a.i.) ince ağrı, erime hastalığı.

dıl' (a.i.c. adla') 1. geo. kenar. 2. anat. kaburga kemiği.

dıl'-ı kaim geo. dikkenar.

dıl'-ı kâzib anat göğüs kemiğine dayanan beş tane küçük kaburga kemiği.

dıl'-ı mücessem mat. ayrıt, fr. arete.

dıl'-ı sahîh anat. göğüs kemiğine dayanan yedi tane kaburga kemiği.

Dımışk (a.h.i.) Şam.

Dımışki (a.s.). (bkz. Dimişki).

dır' (a.i.c. dırâ', duru') cenkte, savaşta giyilen zırh. (bkz. cevşen).

dıraht (f.i.). (bkz: diraht).

dırâk (a.i. daraka'nın c.) deriden yapılmış kalkanlar.

dırâz (f.s,) uzun, [aslı "derâz" dır].


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin