Sarı Köşk
Yapımı hakkındaki bilgiler sınırlı olan Sarı Köşk'ün de II. Mahmud dönemi (1808-1839) sarayından kalan yapılardan biri
olduğu söylenmektedir. Oysa kitlesi, plan şeması ve bazı dekoratif öğelerinin biçimlerine bakarak sarayla yaklaşık olarak aynı tarihlerde inşa edildiği düşünülebilir. Saray arazisinin kuzeydoğu köşesinde ve dördüncü set üzerindedir. Yüksek bir bodrum üzerine iki katlı kagir bir yapıdır. Kesin çizgilerle belirtilmiş üç parçadan oluşan bir kitlesi vardır. Planı da aynı kesin bölümlemeyi gösterir ve çok sadedir. Ortada, giriş, barok bir merdiven ve büyük bir salon ile iki yanda birer büyük odadan oluşan üç bölümlü plan orta bölümün her iki cephede de dışarı taşması ile haçvari bir kitle oluşturur.
Cepheler derin profilli çerçeveler içine alınmış, ayrıca çerçevenin içine konsol taşı biçiminde öğeler dizilmiştir. Ön ve arka cephelerde yarım daire kemerli üçlü pencere grupları vardır. Pencerelerin ve kemerlerinin etrafında da profilli silmeler dolaşmaktadır. Yapıya hayli sert çizgiler katan bu profil ve çerçeve kullanımı, Osmanlı son dönem mimarlığının bilinen uygulamaları arasında hiç de sık rastlanmayan bir özellik olmalıdır.
içeride geometrik çerçeveler içinde stilize nakışlar ve romantik nitelikli deniz resimleri vardır.
BEYLERBEYİ SPOR KULÜBÜ
210
211
BEYLİK GEZMELER
Beylerbeyi Sarayı'nın selamlık deniz köşkünün deniz cephesinden görünümü.
Afife Batur
Has ahır
Saray arazisinin güney kanadında uzun bir rampayla ulaşılan üçüncü set hizasında bir düzlükte inşa edilmiştir. Deniz köşkleriyle benzer bir tasarıma sahip olmasından ötürü ahırların yeni Beylerbeyi Sarayı ile birlikte tasarlanmış olduğu düşünülmektedir. Ortada, giriş ile merkezi mekânın, yanlarda da ahır bölümünün olduğu bir planı vardır.
Giriş öne doğru çıkan beşgen bir kitle ile belirtilmiştir. Deniz köşklerinin denize doğru çıkan kitlesine benzer bir düzenleme gerçekleştirilmiş ve yine oryantalist historisist referanslar veren kemer ve örtü biçimleri kullanılmıştır.
İçeride sekiz dilimli bir örtü yapılmış, üstte çadır biçimine benzer eğrisel bir örtü strüktürü kullanılmıştır. Eğrisel örtü, ahşap ve kaburgalıdır, etek kısmında soğan biçimli kemerlere bağlanarak altyapıya oturur. Soğan kemerlerin aynasına silah figürleri işlenmiştir. Bu bölümün bütünüyle egzotisist bir görünümü vardır.
Kapı ve aynı yükseklikteki pencereler, at nalı kemerlidir. Ahır bölümü yuvarlak pencerelidir ve üstten bir profil şeridi ile çevrilmiştir.
içeride giriş mekânının sekizgen tabanlı ve dilimli örtüsü stilize motiflerle bezenmiş ve ortalarına konan büyük dairesel madalyonlara hayvan resimleri yapılmıştır. Ortasında havuz bulunan orta mekâna ahşaptan yapılmış yirmi bölmeli ahır açılmaktadır. Orta mekânın birçok eşya ve objesinde at figürleri kullanılmıştır.
Beylerbeyi Sarayı henüz yeterince a-raştırılmamış ve incelenmemiş bir komplekstir. Oysa, diğer istanbul sarayları gibi yalnız yapıları ile değil yerleşme ve peyzaj kullanım özellikleri ile de İstanbul kimliğinin ve imgelerinin oluşumuna katılan bir kültürel varlıktır. Topkapı ve Yıldız sarayları gibi Beylerbeyi Sarayı da uzun bir tarihi süreç içinde oluşmuş önemli çevre özelliklerine sahiptir. Arazinin topografik verilerine uygun bir setleme sisteminin oldukça erken bir tarihte kurulduğu düşünülebilir. Mermer Köşk'ün konumuna bakarak, en geç II. Malımud döneminde setlerin düzenlenmiş olduğu söylenebilir.
Selamlık deniz köşkünün giriş tavanından
ayrıntı.
Afife Batur
Ancak set düzeninin, Abdülaziz döneminde önemli bir revizyondan geçirilmiş olduğu da görülmektedir. Özellikle yeni Beylerbeyi Sarayı'nın konseptine uygun bahçe düzenlemeleri, oval çiçeklikler ve havuzlar ve asıl üçüncü ve dördüncü seti bağlayan merdivenler grubu, Abdülaziz dönemi üslubuna bağlı bir
düzenlemeye işaret etmektedir. Dördüncü setteki büyük havuz da (80x30 m) Abdülaziz dönemi yapımı olmalıdır. Ancak yine bu kotta bulunan grottolann daha geç bir döneme örneğin II. Abdül-hamid dönemine tarihlenmesi olasıdır.
Beylerbeyi Sarayı'nın, başından beri, bütünlüğünü yitirip yeniden kazanan bir süreçten geçtiği belirtildi. Bu süreç son olarak da, bahçelerindeki önemli kayıplarla ve Boğaz Köprüsü yapımıyla devam etmektedir. Eskiden çok büyük olduğu söylenen ve içinde geyiklerin serbestçe dolaştığı Geyiklik'in 51 dönümü Kara-yolları'na, 30 dönümü Deniz Astsubay Okulu'na ve 7 dönümü de yandaki ortaokula verilmiş, ayrıca son yıllarda yapılan ilkokul için de bir miktar arazi ayrılmıştır. Ancak bu kayıpların belki de hiçbiri Beylerbeyi Sarayı için 'Boğaz Köprüsü kadar ölümcül olmamıştır. Köprünün yapımı (1973), Beylerbeyi Sarayı'nın peyzajını büyük ölçüde zedelemiştir veya İstanbul peyzajına katılımına ket vurmuştur. Ne var ki, sorun kent estetiği sınırlarının ötesindedir. Önemli ve tehdit edici olan, özellikle hasahır binasında ve Mermer Köşk'te şiddetle hissedilen titreşimlerin yapıların fiziki ömrünü kısaltması kaçınılmaz olan etkisidir.
Bibi. İnciciyan, istanbul, 106-107; G. Kara-hüseyin, "Beylerbeyi Sarayı ve Ünlü Konuklan", Milli Saraylar, II (1992), s. 126-141; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi, 166-168; Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri, 43-44; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 161-166; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul, İst., 1992, s. 147-149; Eldem, Boğaziçi Anılan, 331; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, 437; İSTA, V, 2690-2698; M. Sözen, Devletin Evi Saray, ist., 1990, s. 182-195; ay, "Beylerbeyi Sarayı", DtA, VI, 77-78.
AFİFE BATUR
BEYLERBEYİ SPOR KULÜBÜ
Beylerbeyi semtinin spor kulübü. 1919' da Beylerbeyi'nde, Süleymaniye Spor Ku-lübü'nün bir şubesi olarak Süleymaniyeli Hikmet (Barlan) ve Postacı Halit beyler tarafından kırmızı-yeşil renklerle kuruldu. Kulüp, futbol ve yüzme dallarında faaliyete geçti. Futbol takımı, 1919-1920 sezonunda İstanbul Türk İdman Birliği Ligi'ne dahil oldu. O tarihten beri futbol faaliyetini sürdürmekte olan kulübün ayakta kalabilmesinde, ilk futbolcularından olup uzun yıllar yönetici olarak hizmet veren Arpacı Ruşen Bey'in (Erman) önemli rolü oldu. Birçok genç futbolcu bu kulüpte yetişip milli takıma yükseldi. Beylerbeyi Spor Kulübü, mütevazı bir semt kulübü olmasına rağmen semt sakinlerinin ve esnafının maddi ve manevi dayanışmasıyla bugünlere ulaşabilmiştir. Beylerbeyi Futbol Takımı halen Türkiye 3. Ligi'nde oynamaktadır.
CEM ATABEYOĞLU
BEYLERBEYİ VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1955'te Hollanda'nın Den Haag kentindeki In-dustrieele Handels Combinatie tezgâhlarında inşa edildi. Yeniköy ve İstinye adlı
Beylerbeyi Vapuru, köprüde. Eser Tutel
iki de eşi vardır. 483 grostonluktur. 46,46 m boyunda, 9,80 m genişliğindedir. İki motorlu olup çift uskurludur. Boğaz, Haydarpaşa, Köprü-Moda-Kalamış ve kısa bir süre de Adalar hattında kullanıldı. Ferah ve rahat olduğu için çok beğenildi. Günümüzde daha çok Üsküdar-Be-şiktaş ve Kadıköy-Beşiktaş hatlarında çalışıyor.
Şirket-i Hayriye'nin inşa ettirdiği ilk 6 vapurdan biri de Beylerbeyi adını taşıyordu. Baca numarası 4 olup 483 grostonluktu, yandan çarklıydı.
ESER TUTEL
BEYLİK GEZMELER
"Umum gezmek" de denmiştir. Osmanlı sarayı haremindeki sultan efendilerin, kadın efendilerin, ikballerin ve kalfaların ilkbahar, yaz aylarında İstanbul mesirelerine yaptıkları kır gezileriydi. Cuma günü öğleden sonra ile akşam üzeri arasında olurdu. Harem halkı çok kalabalık olduğundan bütün kadınların beylik gezmeye çıkmaları olanaksızdı. Bu nedenle gruplar halinde ve haftalık sıralarla düzenlenirdi. Beylik gezmeler, Lale Devri'nden (1718-1730), II. Abdülhamid'e (hd 1876-1909) değin gelenekleri değişerek sürmüştür.
Harem kadınlarının hasbahçelerde ve mesirelerde eğlenmelerine halvet deniyordu. Sık sık yinelenen hasbahçe halvetlerine padişah da katılırdı. Beylik gezmeler ise ilkbahar ve yaz aylarında birkaç kez ancak yapılırdı. Bazen de beylik gezmelerin programı geniş tutulur; padişah ve valide sultan da bu gezmelere biniş ya da tebdil yöntemiyle katılırlardı. Beylik gezmelerde halvette olduğu gibi önceden önlemler alınır, gidilen mesirenin çevresi boşaltılır, uzak noktalardan gözetleme olasılığına karşı önlem alınırdı. Tanzimat dönemi (1839-1876) öncesinde beylik gezmelere her tarafı perde ve kilimlerle kapatılmış arabalarla git-
mek âdetken yeni dönemde perdeleri yarı acık arabalarla gidilmeye başlandı.
İstanbul kadınlarının gezmek amacıyla dışarıya çıkmaları, hattâ ziyaret ve alışveriş için evlerinden ayrılmaları zaman zaman kısıtlanmış veya yasaklanmışken, saray kadınlarının beylik gezi yapmaları, kuşkusuz doğal değildi. Ama, bunun i-çin her seferinde padişahın özel bir buyruğu çıkar ve beylik gezme yasal olurdu. İrade çıkınca haremin kadın amiri olan hazinedar usta, kâtibe kalfalar aracılığı ile harem dairelerine haberler gönderirdi. Bu haber, genel bir sevinç uyandırır, herkes hazırlığa başlardı. Lale Devri'nde, beylik gezmeye gidilmezden önce mesireye çadırlar gönderiliyordu. Bu gelenek 19. yy başlarına değin sürmüştür. 1798' de Sa'dâbâd'a düzenlenen beylik gezmede, önceden, oba denen büyük bir çadırla nakışlı çergeler, pek çok halvet sokağı (perde), çadır tozluğu, yastık, minder, perde vb gönderilmişti. Beylik gezmeye çıkılmazdan evvel, başkâtibe ve ikinci kâtibe, nereye gidileceğini, hangi cariyelerin hangi gruplarda bulunacağını bildirirdi. Kadın efendiler, padişah kızı sultan efendiler, kalfa ve cariye kızlar, giysilerini ve yanlarında götüreceklerini akşamdan hazırlarlardı. Istabl-ı Âmire' den de yeter sayıda biniş ve tebdil arabaları, gezme günü saray haremine gönderilirdi. Sultan efendilere ve kadın efendilere ayrı ayrı ikişer atlı arabalar hazırlanırdı. Daire ve odalarından gidiş taşlığına veya sofasına inenleri, bazen bizzat valide sultan, bazen de hazinedar usta tek tek tepeden tırnağa kontrol eder, giyim kuşam ve tuvalette saraylıya yakışmayacak ya da dekolte sayılacak bir durum görürse hemen düzelttirirlerdi. Bundan sonra herkes, mahfazalı suluklarını (altı tabaklı, ağzı burgulu ve bardağı kapatılmış kulpsuz sürahi), kadife kaplı,
Preziosi'nin Kâğıthane'yi betimleyen bir resminde saraylılar beylik gezmede, 1896, Ara Güler fotoğraf arşivi
üzeri armalı gümüş çantalarını harema-ğalanna verir, arabalara koydurturlardı. Kadınların ve kızların tümü, saray halkına özgü feracelerini giymiş olarak araba sıralarını beklerler, önce teker teker sultan efendiler ve kadın efendiler atlı hare-mağalarının eşliğinde saray cümle kapısı önüne gelirlerdi. Burada bekleyen teber-darlar (baltacılar) selamlama görevini yerine getirdikten sonra, aralarından beylik gezmede görevli olanlar ayrılıp üniformalı olarak arabaların iki yanında yerlerini alırlardı. "İstanbulin" giyimli bu hademelere yüksek yakalarından dolayı "yakalı" da denirdi. Arkadan gelen tebdil arabalarında kıdem sırasına göre kalfalar, orta kalfalar ve küçük kalfalar bulunur; konvoy tamamlanınca yaya giden yakalıların yürüyüşüne uygun bir gidişle mesireye hareket edilirdi. Saraydan çıkışta bile protokol kurallarına dikkat edilir, örneğin, sultan efendi ve kadın efendi arabaları büyük cümle kapısından geçerken, kalfaların bindiği tebdil arabaları, koltuk kapısından çıkarlardı. Haremağaları her arabayı atlı olarak iki yanda izlerlerdi.
Bazen, beylik gezmeler için denizden beş çifte kayıklarla Boğaziçi mesirlerine gidilir, o zaman benzeri protokoller sarayın deniz çıkışında uygulanırdı. Arabada ve üstü kapalı kayıkta, pencereler yarıya kadar perdeyle kapalı olur, kadın ve sultan efendilerin resmi unvanlarından ötürü "aliyyetü'ş-şan penceresi" denen bu açıklıklardan dışarıya bakmak ayıp sayılır, hattâ her kadın veya kızın elindeki yelpazesi ile yüzünü saklaması tembihlenirdi.
Beylik gezmeler en çok, sarayın özel mesiresi konumundaki Kâğıthane'ye, Ba-hariye'ye (Eyüp) düzenlenir, arabalarla gelenler buralardaki biniş kasırlarına i-nerler, dinlenip ikindi namazını kılarlar-
BEYOĞLU
212
BEYOĞLU
di. Daha sonra, bahçelerde, dere kıyılarında dolaşırlar, serbestçe gülüp eğlenirlerdi. Sunulan meyveleri ve yoğurdu yerler, kameriyelerde ve tahtırevan denen kafesli sette otururlardı. Sazende ve hanendelerin çaldıklarını, söylediklerini uzaktan dinlerler, bazen de ortaoyunu izlerler, hattâ araba içinde çayır güreşlerine de yaklaşmamak koşulu ile bakabilirlerdi.
Beylik gezmelerin kimi zaman, Silah-tarağa'ya, Aynalıkavak'a, Karaağaç'a, Çır-pıcı'ya, Hacıhüseyinbağı'na, Ihlamur ve Fulya bahçelerine, Beykoz Çayırı'na, Ka-lender'e, Sultaniye'ye, Göksu'ya, Çubuk-lu'ya, Çamlıca'ya, Fenerbahçe'ye yapıldığı olurdu. Denizyoluyla gidilen beylik gezmelerde beş çifte, küpeştesi yaldızlı, rengi, tentesi saraya özgü, sırma saçaklı yün ihramlı kayıklara binilirdi.
Kadınlara aşırı düşkünlüğüyle tanınan Abdülmecid döneminde (1839-1861) saray yaşamında önemli değişiklikler oldu. Bazı kadın efendiler, kiralanan özel konaklara taşındılar ve daha özgür davranmaya başladılar. Bunlar arasında, eski kaçgöç kurallarını ve saray disiplinini hiçe sayan, Cevdet Paşa'nın Tezâkif deki deyimiyle "muhill-i ırz u namus olacak veçhile" dolaşmaya başlayanlar bile vardı. Sultan efendiler de onları taklit etmekteydiler. Bunlar, canları istediği zaman mesirelere gitmekten de çekinmemekteydiler. Nihayet, hanedanın genişlemesi ve yetişkin şehzadelerle sultan efendilerin ayrı köşk ve saraylara, f er'iye dairelerine yerleşmelerinden sonra, saray kadınları, eski beylik gezme kurallarına bağlı olmaksızın, İstanbul yüksek tabakasının tercih ettiği mesire yerlerinde daha sık görülmeye başladılar.
BibL M. Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985, s. 150; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 211-213; L. Saz,' Harem'in içyüzü, İst., 1974, s. 83-85, 234; Cevdet, Tezâkir, II, 131; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 221-222.
NECDET SAKAOĞLU
BEYOĞLU
Beyoğlu İlçesi'nde, Tünel-Taksim arasında uzanan İstiklal Caddesi(->) ve ona açılan sokakların belirlediği alanı kapsayan semt; "Pera" da denirdi.
Semt, köprüler aracılığıyla tarihi yarımadadan Taksim'e, oradan da bir yandan Harbiye, Nişantaşı, Kurtuluş, Şişli gibi semtlere, diğer yandan Ayaspaşa, Gümüşsüyü, Dolmabahçe yoluyla Bo-ğaz'a ya da Tophane'ye açılan çok merkezi bir konumda yer almaktadır. Özellikle 19. yy'da ulaşım sisteminde gerçekleştirilen yenilikler, iki yakayı bağlayan köprüler, Galata rıhtımının geliştirilmesi, tramvay ağının ve Tünel'in işletilmeye başlaması, Beyoğlu'nun gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir.
Tarihi yarımadanın ve Halic'in karşısında gelişen bölge, öteden beri Yunan-ca'da "karşı yaka", "öte" anlamına gelen "Pera" adıyla anılmıştır. Türkler tarafından kullanılan "Beyoğlu" adının, bir beyin oğlunun bölgedeki konağından kay-
naklandığı ileri sürülür. Bu konuda iki varsayımdan söz edilmektedir. Bir varsayıma göre "Beyoğlu" adı, II. Mehmed (Fatih) döneminde, Pontus Prensi Alek-sios Komnenos'un (veya yeğeninin) İs-lamiyeti kabul ederek bu bölgeye yerleşmesinden, diğer bir varsayıma göre de I. Süleyman (Kanuni) döneminin Venedik elçisi A. Giritti'nin oğlu Luigi Gi-ritti'nin Taksim dolaylarında bir konakta oturmasından kaynaklanmaktadır.
Hemen bitişiğindeki Galata'mn ilk çağlara dek uzanan tarihine karşın, bir elçilikler semti olarak gelişen bölge, Matrakçı Nasuh'un minyatüründe de gözlendiği gibi, 16. yy'ın ilk yarısında, içinde tek tuk yapıların yer aldığı, bağlık bahçelik bir alandır. Bu tarihlerde Beyoğ-lu'nda, Acemioğlanlar Kışlası olarak kullanılan Galata Sarayı'ndaki toplulukla, Galata Mevlevîhanesi, Şahkulu Mescidi, Asmalımescit ve Ağa Camii çevresinde küçük Türk yerleşmeleri bulunmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu'nda 1535'te ilk kez Fransızlarla başlayan ülkelerarası sürekli elçi bulundurma uygulaması sonucunda, bu dönemde Fransızların yaptırdıkları ilk elçilik binası, bölgenin gelişiminde önemli rol oynamıştır. Venedik elçilerinin bölgeye yerleşmeleri de aynı tarihlerde gerçekleşmiştir. Gezginlerin notlarından edinilen bilgilerle, 16. yy sonlarında Beyoğlu'nda Fransız, Venedik ve İngiliz elçiliklerinin yerleşmiş olduğu doğrulanmaktadır. Fransızlar bugünkü Fransız Sarayı'mn (bak. Fransa Elçiliği binası) yerinde; Venedik elçileri ise yine aynı çevrede Tomtom Kaptan Sokağı'nda, Venedik Sarayı(->) adıyla a-nılan yapının yanında yerleşmişler; Hollanda ve Polonya elçilikleri de kısa süre içinde bu çevreye gelmişlerdir. Önceleri Galata'da bulunan İngiliz elçileri 16. yy sonundan itibaren Beyoğlu'nda oturmaya başlamışlardır. Bu gruba 17. yy'da Danimarka Elçiliği katılmıştır.
Bu elçiliklerin bölgeye yerleşmesinden sonra 17. ve 18. yy'larda semtin elçilik görevlilerinden başka yabancı uyrukluların ve gayrimüslim azınlıkların oturduğu önemli bir alan haline gelmeye başladığı görülür. Elçilikler, etkin o-dak noktaları olarak yabancıları çevrelerine çekmiş ve kısa süre içinde bu yapıların yakınında mahalleler oluşmuştur. 19. yy'ın ilk yarısında Beyoğlu'nun ya da o dönemdeki adıyla Pera'nın sağlıksız ve kötü yapılanmış bir bölge olarak anlatılmasına, dar ve dolambaçlı yollarının özellikle yazları oldukça pis bir görünüm sergilediğinin sık sık belirtilmesine rağmen, 1831'deki büyük yangından sonra, bölgenin daha düzenli bir biçimde yeniden inşa edildiği, yollarının ge-nişletildiği anlaşılmaktadır.
Bu tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu içindeki yabancıların, Levanten ve azınlıkların Müslüman kesime oranla daha gelişkin olanaklara sahip bulunmaları, yerleştikleri Pera bölgesinde yüksek bir yaşam düzeyinin sağlanmasına ve bütün 19. yy boyunca yaşam düzeyinin geliş-
mesine önemli katkıda bulunmuştur. Elçiliklerin renkli bir yaşamın odak noktasını oluşturan saraylarının yanısıra, görkemli konutlar, çok sayıda yabancı gezgini ağırlayan oteller, postane, telgrafhane gibi yapılar, Pera'yı özellikle 19. yy'ın ikinci yarısında, Avrupa başkentlerinin küçük bir örneği haline getirmiştir. İtalyan ve Fransız tiyatrolarını, Avrupa havalı kahve ve pastaneleri burada bulmak mümkündür. Ayrıca zengin çeşitleri olan mağazalarda, Avrupa kentlerinin aynı ayardaki mağazalarında bulunan çeşitlerin hemen tümü satılabilmektedir. Zaten bu mağazaların bir kısmı, Batı'daki merkezlerin şubeleridir. En zarif, en zengin İngiliz ve Fransız mobilya çeşitleri Beyoğlu'ndadır. Yabancı basımevleri ve gazete idarehaneleri; doktor muayenehaneleri, eczaneler ve dönemin ö-nemli meslek sahipleri yine burada kümelenmiştir. Bu çevreyi tamamlayan, varlıklı Levanten ve Hıristiyanların tüm zenginliklerini sergileyen konutlar da Cadde-i Kebir (Büyük Pera Caddesi) (bugünkü İstiklal Caddesi) boyunca ve bu caddeye açılan yan sokaklarda yer almaktadırlar.
19. yy'da en görkemli dönemini yaşayan semtin esas sahipleri, İstanbul'un kozmopolit ortamının renkli gruplarından Levantenlerdir. Bunlar çeşitli nedenlerle İstanbul'a gelip kendileri gibi yabancı ya da yerli gayrimüslimlerle evlenerek kente yerleşen Avrupalılardır. Dilleri, giysileri, beğenileri, yaşam biçimleri ve eğlenceleriyle, İstanbul'da, özellikle tarihi yarımada ve Üsküdar'da yaşayan Müslüman Osmanlılardan farklı bir grup oluşturmuşlardır. Bu özellikleri mimarilerine de yansımış, yarattıkları fiziksel çevreyle, yaşadıkları Galata ve Beyoğlu bölgesine bir Avrupa kenti görünümü katmışlardır. Böyle bir ortamda önemli bir Müslüman varlığından söz etmek zordur. Ayrıca buradaki Müslümanların bir kısmı, Müslümanlığı daha sonra kabul etmiş Batı kökenlilerdir. Bu gruplar da yerleşme bölgesi olarak Avrupa' ya benzer bir ortam sunan bu semti seç1 miş ve buradaki sosyal faaliyetlere etkin bir biçimde katılmışlardır.
Elçilikler, kiliseler, sinagoglar ve Le-vantenlerle, Rum, Ermeni ve Musevi azınlıklar Beyoğlu'nda İstanbul'un Batılı anlamda ilk burjuvazisini oluşturarak dönemin Avrupa yaşam biçiminin tüm özelliklerini bölgeye taşımışlardır. Bu havanın yaratılmasına Fransız ve İtalyanlardan oluşan Latin grubu, ardından da İngiliz, Avusturya ve Almanların oluşturduğu Anglosakson ve Germen gruplar öncülük etmişlerdir. 19. yy'ın ikinci yarısında "Pera" dedikleri Beyoğlu'nu betimleyen yabancı gezginler, burada her dinsel gruptan insanın birbirine karıştığını, bunların arasında da ne âdet, ne giysi, ne de dil olarak Türk olan hiçbir şeyin bulunmadığını belirtirler. Gerçekten de, çoğu Latin kökenli olan Levantenle-rin önemli bir kesimi Türkçe bilmeye ya da öğrenmeye gerek duymamış, yabancı
Beyoğlu
19. yy sonu-20. yy başlan
Taksim'den Galatasaray'a (solda) ve Galatasaray'dan Tünel'e (üstte)
Nur Akın
t
BEYOĞLU
214
215
BEYOĞLU
Beyoğlu'nun Levanten ortamında gösterişli kutlamalara neden olurdu. Betimlemelerden anlaşıldığı üzere, özellikle Cad-de-i Kebir'in (İstiklal Caddesi) rengârenk bayraklar ve yoğun ışıklar içindeki gece görünümü tam bir bayram havası yaratmaktaydı. 19. yy'm ikinci yarısında Beyoğlu'nda çoğu kültürel amaçlı çeşitli kulüp ve toplulukların da kurulduğu görülmektedir.
Ancak ilk gelişim yıllarından beri gerek fiziksel, gerekse de sosyal yapısıyla Batı Avrupa kentlerine benzeyen Pera bölgesi, 19. yy'm ikinci yansına gelindiğinde hâlâ düzenli bir belediye örgütüne sahip değildir. 1856'da kurulan İnti-zam-ı Şehir Komisyonu'nun 14 belediye dairesine ayırdığı kent içinde, Beyoğlu-Galata'yı içeren belediye dairesinin ilk
okullarda öğrenim gördüklerinden Türkçeyi bazıları çok geç yaşta, sonradan öğrenmişlerdir. 19. yy Beyoğlu'sun-da yaygın olarak Fransızca, İtalyanca, ingilizce, Almanca gibi Batı Avrupa dilleri konuşulmaktaydı. Zaten Levantenlerin büyük bir kısmı gerek devlet yönetiminde, gerekse de özel bürolarda çevirmen olarak çalışmaktaydılar. Bu gruptan devlet işlerinde çalışanların bazıları, Avrupa ülkelerinin başkentlerindeki Osmanlı elçiliklerinde görevlendirilmek üzere bu merkezlere atanıyorlardı. Bölgedeki elçiliklerde çalışan ve çoğu Rum ya da Venedik ve Ceneviz asıllı ailelerden gelen beratlı çevirmenlerin, toplum içinde özel bir yeri, saygınlığı vardı. Yabancı elçiliklerin genellikle ticari ilişkilerde yararlandıkları bu kişilerin, bir süre sonra beratlı tüccara dönüştükleri görülmektedir. Esas ticaret alanının Galata'da olması, acente vb ticari faaliyetlerin orada toplanmasına neden olmaktaydı. Ancak bu tüccarların konutları genellikle Beyoğlu'ndaydı. Bunlardan bir kısmı devlete borç verecek kadar zenginleşmişlerdi. Ayrıca ünlü Galata bankerleri(-») de bu bölgede oturmaktaydılar.
Avrupa'nın Paris, Londra, Viyana gibi ünlü başkentleriyle sıkı ilişkiler içindeki Levantenler özgün yaşam biçimleri ve onu şekillendiren alışkanlıklarıyla, 19. yy'ın ikinci yarısında İstanbul içinde Pe-ra'da farklı bir dünya yaratmışlardı. Bu farklı dünyanın en renkli dönemi kış aylarıydı. Kışın Beyoğlu'nda, Batı Avrupa kentlerinde rastlanabilecek her türden eğlence vardı. Ancak yazlan, başta elçilikler ve çevresindeki Levantenler olmak üzere, bölgenin ileri gelenleri Boğaz'a ya da Adalar'a yazlık evlerine giderlerdi. Tarabya, Büyükdere gibi Boğaz semtlerinde, bugün de olduğu gibi, elçiliklerin yazlıkları bulunmaktaydı. Yazlıkta, havaların el verdiği kadar uzun kalınır ve kasım ayı ortalarında Beyoğlu'na dönülürdü. Beyoğlu'ndan yazlıklara göçün, bazen ev eşyalarının bir kısmının da taşınması nedeniyle, oldukça yoğun bir trafik yarattığı, ayrıca yazın ıssızlaşan yörenin boşalan evlerinin, hırsızlık olaylarının artmasına yol açtığı yazılmaktadır.
Pera sosyetesi kış aylarım tiyatro, konser vb gösterilerle, davet ve balolarla geçirirlerdi. Bölgedeki tiyatrolar, sahnelerini genellikle ekim ayı ortalarında açar ve faaliyetlerini yaz sezonunun başlangıcına kadar sürdürürlerdi. Örneğin İtalyan Na-um Tiyatrosu(->), sezonu, genellikle mayıs ortasında kapatmaktaydı. Yaz aylarında tiyatroların tatile girmesinden sonra, yerini sirk gösterileri alırdı. Ayrıca Pera eğlenceleri arasında konserler de daima ön plandaydı. Yerli Levantenlerin yanısıra, çoğunlukla İtalya vb Avrupa ülkelerinden gelen müzisyenler, büyük ilgiyle izlenen ve hattâ zaman zaman birkaç kez yinelenen konserler verirlerdi. Beyoğlu'nun görkemli tiyatro salonları bu konserler için ideal bir ortam oluştururdu. Ayrıca, başta karnaval olmak üzere, çeşitli bayram eğlenceleri de geçen
R
Mezarlıktan çıktıktan sonra, yeniden Kuledibi'ne gidip Pera caddesine giriyoruz. Pera deniz seviyesinden yüz metre yüksektedir: hem sakindir hem eğlenceli, hem Halic'e bakar hem Boğaz'a. Avrupa kolonisinin West-End'idir, zarafet ve safa şehridir. Yürüdüğümüz yolun iki tarafına İngiliz ve Fransız konaklan, şık kahveler, göz kamaştıran dükkânlar, tiyatrolar, konsoloshaneler, kulüpler, sefaret konaklan sıralanmış; bunların arasından bir kale gibi Beyoğlu'na, Gala-ta'ya ve Boğaz sahilindeki Fındıklı'ya hâkim olan Rus sefaretinin kagir sarayı yükseliyor. Burada Galata'dakinden çok farklı olan bir kalabalık var. Aşağı yukarı, soba borusu gibi erkek şapkalarıyla, tüylerle, çiçeklerle süslenmiş kadın şapkalarından başka bir şey görülmüyor. Rum, İtalyan ve Fransız kibarları, zengin tüccarlar, sefaret memurları, yabancı gemilerin zabitleri, sefir arabaları ve her milletten ne olduğu bilinmeyen, karışık suratlı insanlar görülüyor. Türk erkekleri berber dükkânlarındaki balmumundan yapılmış bebekleri seyretmek için duruyorlar. Türk kadınları da ağızlarından sular akarak terzi camekânları-mn önünde takılıp kalıyorlar; Avrupalı sokağın ortasında yüksek sesle konuşuyor, gülüyor, şakalaşıyor; Müslüman kendisini gurbette gibi görüyor ve başını İstanbul'daki kadar dik tutmuyor.
Arkadaşım beni birden İstanbul'u göstermek için geri çevirdi: olduğum yerden, uzaklarda, mavimsi bir perdenin arkasında, Saray tepesi, Ayasofya ve Sultanahmet camiinin minareleri görülüyordu; şimdi içinde bulunduğumuz âlemden başka bir âlem. Sonra.şöyle dedi:
"Şimdi, şuraya bak".
Baktım, ve bir vitrinde: La Dame aux Camelias, Madame Bovary, Mademoi-selle Giraud ma f emme romanlarım gördüm. Bu tezat beni de heyecanlandırdı ve bir an dalıp gittim. Başka bir sefer de, fevkalâde güzel bir kahveyi göster-• mek için ben arkadaşımı durdurdum: hem enine hem boyuna loş bir koridor, koridorun sonundaki açık büyük bir pencereden pek uzaklarda gibi gelen güneş ışıklan altında pırıl pırıl parlayan Üsküdar görülüyordu.
Pera caddesinde ilerliyorduk ve hemen hemen sonuna gelmiştik ki, gürîeyen bir ses duyduk: "Seni seviyorum, Adele! canımdan çok seviyorum! dünyada ne kadar sevilebilirse o kadar seviyorum!" Şaşkın şakın bakıyorduk birbirimize. Bu ses nereden geliyor? Arkamıza dönünce, bir duvarın aralıklarından sandalye dolu bir bahçe, bir sahne ve prova yapan komedyenler görüyoruz. Bizden pek uzakta olmayan bir Türk kadını da, bizim gibi aralıklardan bakarak, bütün kalbiyle gülüyor. Geçip giden ihtiyar bir Türk başını merhametle sallıyor. Türk kadını birden bir çığlık atarak kaçıyor; oradaki öteki kadınlar da feryadedip uzak-laşıyorlar. Ne oldu? Bu, sokaklarda, IV. Mehmed devrinde yaşayan meşhur bir din adamının bütün Müslümanları sokmak istediği kılıkta, yani anadan doğma çıplak gezen, elli yaşlarında, bütün İstanbul'un tanıyıp bildiği bir Türk idi. Zavallı adam çakıl taşlarının üstünde sıçrıyor, bağırıyor, yüzüne acaip şekiller veriyor ve bir sürü velet korkunç bir şamatayla peşinden geliyordu.
"Herhalde yakalarlar", dedim tiyatronun kapıcısına.
—Katiyen, aylardan beri elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp duruyor.
Aynı anda dükkânlardan sokağa fırlayan insanlar, kaçışan kadınlar, gözlerini kapayan genç kızlar, kapanan kapılar ve pencerelerden içeriye çekilen başlar görüyorum. Bu her gün böyledir ve kimse aldırmaz.
Amicis, istanbul, s. 68-72
yüzyılda Beyoğlu'nun vazgeçemediği faaliyetlerdendi.
19- yy'm ikinci yarısında, Beyoğlu'n-daki elçilik davet ve balolarına katılmak, dönemin ünlü sanatçılarının çağrıldığı aile içi toplantılar düzenlemek, yörenin üst tabakadan aileleri için özel bir önem taşımaktaydı. Elçiliklerce düzenlenen danslı toplantılar arasında Fransızlarınki-nin oldukça sık ve görkemli olduğu gözlenmektedir. Ayrıca Beyoğlu'ndaki tiyatro ve oteller de balolar düzenlerlerdi. Söz konusu baloların büyük bir kısmı hayır amacıyla gerçekleştirilmekte ve katılımın çok fazla olması, oldukça büyük gelir toplanmasına ve dolayısıyla da istenilen yardımın önemli ölçülere varabilmesine olanak sağlamaktaydı.
Padişahların tahta çıkış törenleri de
1960'lara
doğru
Beyoğlu
istiklal
Caddesi.
Ara Güler
örnek olması düşünülmüştü (bak. Altıncı Daire-i Belediye). İlk belediye örgütünün bölgedeki yolların genişletilmeleri ve kaplanmaları, İstiklal Caddesi ve sokakların gazla aydınlatılması, adlandırılması ve evlerin numaralandırılması, Galata surlarının yıkımı ve surlara ait hendeklerin kapatılması, İstiklal Caddesi'nin genişletilmesi, bölgenin su sorununun çözümüyle ilgili çalışmalar, Galata, bölgesiyle sınırı oluşturan Tepebaşı'ndaki Petit Champs deş Morts (Küçük Mezarlık) ve Taksim dolaylarındaki Grand Champs deş Morts (Büyük Mezarlık) alanlarının kaldırılması gibi faaliyetleri Altıncı Daire'nin, günümüz Beyoğlu'sun-da hâlâ korunan uygulamalarıdır. Yapılar, Mimari ve Yerleşme Bölgenin her zaman için Avrupa'yı İstanbul'da sergileyen bir nitelik taşıması, yapı türlerindeki Batılılığa ve yapısal özelliklere de yansımıştır. Kilise, sinagog vb dinsel yapıların yanında ilk elçilikler, ilk tiyatro, ilk belediye, ilk oteller, restoran, kafeşantan, kafe, taverna ve pasajların yanısıra, geleneksel düzenin dışındaki ilk konut uygulamaları da burada görülür. İşlevsel yenilikler bir yana, gerek malzeme, gerekse de biçimsel ve bezeme özellikleri açısından da yapılar, aynı dönemin Paris, Viyana, Londra
örnekleriyle benzerlikler gösterirler. İstanbul'un ahşap yapılarını ortadan kaldıran sık sık çıkan büyük yangınlardan sonra gelişen kagir yapılaşmanın merkezi. Galata ve Beyoğlu'dur. 19. yy'ın başından sonuna dek uzanan zaman süreci içinde, dönem dönem yenilenerek bugüne ulaşan örnekler, geçen yüzyılın son maddi kanıtlarıdır.
Bölgenin özellikleri, sıkışık bir kent dokusu ve yeşili az bir görünüm yaratmaktadır. İstiklal Caddesi üzerindeki görkemli örnekler ve köşe yapıları dışında, yan sokaklar çoğu dar parselasyon üzerinde yükselen yapılardan oluşmaktadır. Ara sokaklardaki ahşap konutlar yakın tarihlere kadar gelebilmişlerdir. Özellikle İstiklal Caddesi ve ona açılan a-na akslardaki büyük yapılar, Batılı planları, eski tarihsel üslupları canlandıran özellikler taşıyan cephe düzenleri, bezemeleri, özenli malzeme kullanımı ve işçi-likleriyle etkileyici örnekler yaratmışlardır. Çok katlı apartmanlaşma, sıra evler, bir-iki örnekte karşılaşılan kapalı veya bir tarafı açık bir avlu çevresinde gelişen ve çok sayıda daire içeren, neredeyse bir konut adası niteliğindeki büyük konutlar, yörenin özgün yapı tipleridir.
Beyoğlu'nun gelişiminde bazı önemli dinsel merkezler, yakın çevrelerinde
oluşan gruplarla etkin noktalar haline gelmişlerdir. Bunların çoğu, bölgenin tarihsel gelişimine uygun olarak Tünel'e yakın bir alanda yer almaktadır. Santa Maria DraperisO), Saint Antoine(->) Ermeni Katoliklerinin bölgedeki en eski kilisesi Surp Yerrortutyun, Beyoğlu'nun ilk Rum kilisesi Ayia Panayia gibi kiliseler, gayrimüslim ağırlıklı bölgenin ilk etapta sayılabilecek önemli dinsel merkezleri ve binaları arasındadır. Beyoğlu'nun en ünlü camisi ise, İstiklal Caddesi'nin Taksim'e yakın bir kesiminde yer alan Ağa Camii'dir(->).
Bölgenin gelişiminde özel yeri olan ve adeta küçük birer saray niteliği taşıyan, bu nedenle de genelde "saray" olarak adlandırılan elçilik binalarının en eskilerinden Fransız Sarayı 1817'de yeniden yapılmış, ahşap olan bina 1831' de yanmıştır. Bugünkü binanın temeli 1839'da atılmıştır. 1844'te kilise ve mahkeme binaları, 1847'de elçilik binası bitirilmiştir. 1926'da konsolosluk bu gruptan ayrılarak, Taksim'deki 18. yy başına tarihlenen eski Fransız Vebalılar Hasta-nesi'ne taşınmıştır.
İngiliz elçilik binasının yapımına 1844' te başlanmış ve 1859'da açılmıştır. Galatasaray'daki İngiliz Elçiliği, Tünel çevresinde yoğunlaşan diğer elçilik binaların-
Dostları ilə paylaş: |