Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 64; İ. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, İst., 1987, s. 99; Meriç, Mimar Sinan; Z. Sönmez, Mimar Sinan İle İlgili Tarihî Yazmalar-Belgeler, İst., 1988; Halil Ethem, Camilerimiz, 45-46; Kuran, Mimar Sinan, 65, 272; Evliya, Seyahatname, I, 310; Demircanlı, Evliya Çelebi, 58-59; Ayvansarayî, Vefeyât-ı Selâtin, 18; Konyalı, Mimar Sinan, 42-49; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 216; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, 178-183; Gurlitt, Komtantinopels-, A. Gabriel, "Leş mosquees de Coustantinople", Syria, VII (1926), s. 387; A. Saim Ülgen, Mimar Sinan'ın Yapıları, Ankara, 1989, (katalog), s. 40-45, albüm II, s. 154-155; E. H. Ayverdi, "Bâlî Paşa Camii", İSTA, IV, 2048-2051; S. Eyice, "istanbul Minareleri", Türk Sanat Tarihi ve İncelemeleri, I (1963), s. 56; M. Aksel, "istanbul Mimarisinde Kuş Evleri", İstanbul Enstitüsü Dergisi, V (1959), s. 41; Müller-Wie-ner, Bildlexikon, 382-383; S. Eyice, "istanbul'da Bâlî Paşa Camii ve Mimar Sinan", Prof. Dr. Bekir'Kütükoğlu'na Armağan, ist., 1991, s. 508-524.
SEMAVİ EYİCE
BALKAN, ENVER
(1901, İstanbul - 1983, Karamürsel) Eskrimci. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün kurucularından Fuat Balkan'ın kardeşidir. Ağabeyinin teşvikiyle, daha ilkokula başlamadan spora başladı; önce jimnastikle uğraştı. Beşiktaş Jimnastik Kulü-bü'nde yetişti. Öğrenim yıllarında İstanbul Erkek Lisesi'nde futbol oynadı, sırıkla atlamada şampiyonluklar kazandı. Sonunda eskrimde karar kıldı. İstiklal Sava-şı'na fiilen katıldı. İstanbul'a dönüşünde spor hayatına devam etti. 1928'de Ams-terdam Olimpiyat Oyunları'nda ilk kez milli formayı giydi. 1931'de Atina'da yapılan Balkan Oyunları'nda kılıç dalında tüm rakiplerini yenerek Balkan şampiyonluğunu kazandı ve eskrimde ilk altın madalyalı sporcumuz oldu. Sporculuk döneminden sonra Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nde yöneticilik yaptı. Daha sonra Karamürsel'deki çiftliğine çekilip spor hayatından tamamen uzaklaştı.
CEM ATABEYOĞLU
BALKAN SAVAŞI'NDA İSTANBUL
İstanbul, büyük kısmı kapılarında cereyan eden felaketli Balkan Savaşı'nı büyük sarsıntılar içerisinde yaşamıştır. Krizin kapıya dayandığı 1912 sonbaharında ordunun hazırlıksızlığının ve hükümetin gerekli tedbirleri alacak durumda olmadığının bilincine varamayan İstanbul halkı (düşman tarafın zaferini bekleyen azınlıklar dışında) savaşı büyük bir coşkuyla karşıladı. Makedonya meselesine büyük devletlerin habire karışmaları, Balkan komitacılarının aralıksız eylemleri ve Trablusgrap Savaşı'ndaki çaresizlikler halkın nabzını olabildiğince yükseltmişti. Basın da savaş istemlerini körüklüyor, savaşa ayak direyip zaman kazanmak isteyen hükümeti olabildiğince sıkıştırıyordu.
4 Ekim 1912'de İstanbul'da İttihat ve Terakki tarafından büyük bir miting düzenlendi. Sultanahmet Meydanı "Harp, Harp, Harp!, Sofya'ya, Sofya'ya" sesleriyle inlerken birkaç gün önce tutuklanmış olan gazeteci Hüseyin Cahit de Sultanahmet Cezaevi'nin penceresine çıkartıldı ve halkı selamladı. Mitingde İttihatçıların Merkez-i Umumi'sinden Talat Bey (Paşa), Ali Münif (Yeğena) ve Bedros Hal-laçyan, İstanbul teşkilatından Kara Kemal ve Dr. Nazım ile mebuslardan Ömer Naci, Ubeydullah, Emanoilidi, Pançedo-rof, Agop Boyacıyan ve Besarya efendiler konuştu. Bu kişilerin seçimi adeta Osmanlılık ruhunun ayakta tutulması için gösterilen son çabayı simgeliyordu. Mitingden sonra II. Mehmed'in (Fatih) türbesi de ziyaret edilerek intikam andı içildi. Ancak mitingin Ahmed Muhtar Paşa'nın "Büyük Kabine"sine karşı bir gösteri havası alması Hürriyet ve İtilafçıların da yine savaş yanlısı başka bir miting düzenlemelerine yol açtı. İç siyasi çatışma buraya da yansımıştı.
18 Ekim günü savaş resmen ilan edildi ve seferberlik şehrin görüntüsünü he-
29 BALKAN SAVAŞI'NDA İSTANBUL
men değiştirdi. Trenler sadece askeri nakliyat için çalışmaya başladı. Günde 15.000 kişi Anadolu'dan İstanbul yakasına geçiyor, giydirilip yola çıkarılıyordu. Önceleri Mahmud Şevket Paşa'nın hazırlattığı yeni gri kaputlar dağıtıldı. Fakat bunlar tükenince Hamidiye devrinin mavi şayak kaputları depolardan çıkarıldı. Bir süre sonra depolar tümüyle boşaldı ve hiçbir şey kalmadı. Bu arada atlar ve tramvay beygirleri de müsadere edilmiş olduğundan şehir içi ulaşım güçleşmişti. Kışlaların önündeyse kadınlar kocalarını son kez görebilmek için bekleşiyorlardı. Ayrıca ilk günlerin dikkat çeken bir görüntüsü de halkın gazete idarehaneleri önünde toplanıp zafer haberleri bekle-mesiydi. Bazı kişiler de Beyoğlu'nda Sırp, Yunan ve Bulgar sefarethanelerinin önündeki armaların indirilmesini bekledi. Basın ise bu beklenti doğrultusunda ilk günden itibaren hayali zafer haberleri verdi ve bu genelde savaş boyunca devam etti. Bunun tek istisnası İttihatçıların Tanin gazetesiydi ki, kimileri gazetenin bu tutumunu yeni kurulan Kâmil Paşa hükümetini zor durumda bırakmayı amaçlamasına bağlamışlardı. Diğer yandan İstanbul halkı iane toplayarak savaş gayretine yardımcı oldu. Hilaliahmer (Kızılay) teşkilatı 300.000 altın gibi önemli bir para toplamayı başardı ama katkıların giderek düştüğü gözlendi.
Ekim 1912'de büyük bir coşkuyla başlatılan savaş kasım ayında Rumeli ordularının bozgununa dönüşünce İstanbul kısa sürede büyük bir telaş ve karmaşayı yaşamaya başladı. Yollan doldurarak askeri sevkıyatı engelleyen muhacir kafileleri kışla birlikte İstanbul'a ulaşmaya başladı. Camiler, medreseler, hanlar, tekkelerin avluları ve hamamların yanısıra Sarayburnu önleri de Sirkeci'de kurulan muhacirhanelerden taşan karmakarışık bir kalabalıkla doldu. Bu mahşer sadece şehir merkezinde 20.000'in üzerinde can alan kolera salgınıyla daha korkunç bir boyut kazandı. Hastanelerde de hasta ve yaralılara yer kalmamış, binlerce insan ölmek üzere sokaklara terk edilmeye başlanmıştı. Bu safhada Şehremini Cemil Paşa (Topuzlu) geceli gündüzlü çalışarak şehrin temizliğini sağlamayı başardı. Temizlik ve diğer hizmetler için personelin yanısıra muhacirleri de yevmiye ile çalıştırdı. Hastaneler yeniden organize edildi. Kızılay tarafından Yeşilköy, Küçükçekmece, Is-partakule ve Hadımköy'de hastaneler açılarak askeri hastaneler desteklendi. Bu arada İngiliz Kızılhaçı Şenlikköy ve Yeşilköy'de, Hindistan Kızılhaçı da Ömerli'de "Hindiye" olarak anılan hastaneler kurdular. Romen Kızılhaçı ise aralarında İbrahim Temo'nun da bulunduğu bir heyet gönderdi. Bu ekip Beyazıt'ta bir konakta faaliyet göstererek sağlık işlerine yardımcı oldu.
3 Aralık günü yapılan ilk ateşkeste Osmanlı ordusu İstanbul'a sadece 50 km uzaklıkta bulunan Çatalca'ya kadar gerilemiş ve burada güç bela tutunabilmişti.
BALKAPANI HANI
30
BALMUMCU
İfrtfe
Top sesleri şehre kadar geliyor ve Bulgarların kente girebileceği korkusu yay-gınlaşıyordu. Böylece İstanbul sadece bir sevkıyat merkezi değil aynı zamanda cephe kenti haline geliyordu. Selimiye Anadolu'dan toplanan askerler için büyük talimgah haline getirilmişti. Ordunun genel karargâhı ise Hadımköy'de bulunmaktaydı. Bunlara menzil noktaları, depolar, cephane parkları, askeri mezbahalar, hayvan hastaneleri ekleniyordu. Ayrıca savaşın ilk safhalarında göze çarpan büyük disiplinsizliğin önüne geçilmeye başlandı. Artık yabancı gazeteciler, satıcılar ve kimliği belirsiz kişiler serbestçe dolaşamıyor, İstanbul'a tüm giriş çıkışlar vesikaya bağlanıyordu. Trakya ile irtibat kesildi, çoğu savaşılan ülkelere bağlı azınlıklardan oluşan ve ulaştırmayı sabote eden demiryolu memurları kontrol altına alındı. Hat komiserlikleri kuruldu. Ne var ki, bu tedbirler için çok geç kalınmış, iş işten geçmişti. Ancak İstanbul basını ve halk genelde savaşa devam yolunda hükümeti baskı altında tutuyordu. Yine de savaş taraftarı olanların çoğunluğunu gençlerin teşkil ettiği görülüyor, yaşlı kuşağın vakit kazanmak ve toparlamak için sulh taraftarı olduğu göze çarpıyordu.
1913'ün ilk günlerinde Edirne direnişi heyecanla izlenmekteydi. 17 Ocak günü Darülfünun'da yapılan heyecanlı bir toplantıdan sonra "Vatanı kurtarmak için uzanacak her ele sarılacağız, öpeceğiz ve vatanı kurtaracağız" şeklinde ant içil-mekteydi. Ne var ki, bu duygular vatanı kurtarmaya yetmeyecek ve 27 Mart günü
Edirne'nin düştüğü haberi İstanbul'da bomba gibi patlayacaktı. Bu arada ilk başta Osmanlı zaferi ihtimaline karşı bu savaşın sonunda hiçbir sınır değişikliğine izin vermeyeceklerini söyleyen büyük Batılı güçler de savaşın gidişatıyla fikir değiştirmişler ve Türklerin Edirne'yi de unutmaları gerektiğini söylemişlerdi. Bu karanlık günlerde aylardır yarı aç durumdaki askerler arasında huzursuzluk başlamış ve Mertis'te isyan eden 120 askerin 3'ü öldürülmüş, 5'i hapis, diğerleri de sürgünle cezalandırılmışlardı. Bu arada İstanbul halkı da iyi beslenemiyordu. 1913 başlarında kepekli undan yapılan ekmeğin faydalan hakkında kampanya açılmış ve bunun beyaz ekmeğe göre un kullanımında yüzde 25 tasarruf sağlayacağı ifade edilmişti.
Bütün bu gelişmeler İstanbul'u sarsan bir dizi politik gelişmeyle eşzamanlı olarak cereyan etmiştir. Söz konusu olayların ilki 23 Ocak 1913 günü İttihatçıların yaptığı Babıâli Baskını'dır(~0. Babıâli Baskını ile Harbiye Nazırı Nazım Paşa öldürülmüş ve Sadrazam Kâmil Paşa istifaya mecbur edilmişti. Sadrazamlığa eski Hareket Ordusu Komutanı Mahmud Şevket Paşa getirildi. Ne var ki, bu düzen de uzun sürmedi ve İtilafçılar 11 Haziran 1913 günü Mahmud Şevket Paşa'yı öldürdüler. Bundan sonra sadrazamlığa Said Halim Paşa getirildi, fakat esas iktidar kendisini başkomutan vekili tayin ettirmiş olan Enver Bey (,Paşa) ile Talat Bey'in (Paşa) ve onların yakın çevresinden oluşan İttihatçı şeflerin eline geçti.
1913'ün yaz aylarındaki olaylara ge-
Balkan Savaşı sırasında İstanbul'a
gelen çok sayıda göçmenden gemiyle Anadolu yakasına geçmek için bekleyenler.
TETTV Arşivi
linçe, 29 Haziran'da Balkan Devletle-ri'nin kendi aralarında savaşmaya başlamaları Enver Bey'in Edirne'yi geri alarak kendine bu kentin fatihi unvanı vermesini sağlamış, ancak geri alınabilen bundan ibaret olmuştur. Askeri başarılara susamış olan İstanbul halkının tek tesellisi ise Ege ve Akdeniz'de yaptığı akıncı harekatlarından sonra Hamidiye gemisinin kente dönüşü oldu. 7 aydan fazla açık denizde kalan yorgun gemi 7 Eylül günü Yeşilköy önlerine geldi, ertesi gün de Halic'e girdi. Bütün İstanbul coşkuyla karşılamaya çıkmış, sandallar, istimbotlar ve donanmanın geri kalan kısmı bayraklarını çekerek ve çımavira yaparak gemiyi ve komutanı Rauf Bey'i (Or-bay) bağrına basmıştır. Bu, kentin savaş boyu yaşadığı tek buruk sevinç idi.
Bibi. Mahmud Muhtar Paşa, Balkan Harbi, ist., 1979; A. Andonyan, Balkan Harbi Tarihi, ist., 1975; İbrahim Temo, İttihat ve Terakki Anılan, İst., 1987; Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı, Balkan Harbi, c. II, 2. Kısım, 2. Kitap, Ankara, 1981; İ. Artuç, Balkan Savaşı, İst., 1989; M. R. Esatlı, İttihat ve Terakki, İst., 1975; G. Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, ist., 1960; Mahmud Şevket Paşa, Günlük, İst., 1988; A. Büyüktuğ-rul, Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması, ist., 1984; E. Mütercimler, Destanlaşan Gemiler, ist.. 1987.
M. TANJU AKAD
BALKAPANI HANI
Balkapanı Hanı, Kapalıçarşı kompleksine bağlı olmayıp Eminönü Yeni Camı ile Küçükpazar arasındaki alanda bulunur.
Kitabesi günümüze ulaşmayan yapının inşa ettireni ve mimarı da tanınma-
maktadır. Yapının bulunduğu yerin ve yapının isimlendirilişi ile orijinal kısımların üslup özellikleri yapıyı bir 16. yy yapısı olarak değerlendirmeye yardımcı olmaktadır.
Yapı, kendisini sınırlayan caddeye adını vermiş, böylece iki tarafından Balkapanı ve Tahtakale caddeleriyle sınırlanan, diğer iki yönde de Cömert Türk Sokağı ile girişin açıldığı Hasırcılar Sokağı arasında müstakil bir ada üzerinde tek parsel olarak yer almıştır. Tahtakale Caddesi'yle sınırlanan cephesinin caddeye uydurulmuş olmasıyla bir taraftan yamuk bir alanda konumlanmış olan yapı uzun kenarlarıyla yaklaşık 87x52 m ölçüsündeki bir alanda inşa edilmiştir. 32x42 m ölçüsünde revaklı bir avluya sahiptir.
Balkapanı Hanı, adından da anlaşılacağı üzere İstanbul'un deniz gümrüğüne yakın bir alanda, bir ticaret yapısı olarak, dikdörtgen bir avlu etrafında iki kat olarak planlanmıştır. Hasırcılar So-kağı'na açılan kapı, beşik tonoz örtülü bir geçit mekânıyla revaklı avluya açılır.
Zemin kat mekânları beşik tonoz örtü sistemine sahip olup gene beşik tonoz örtülü zemin kat revaklarına bir kapı ve pencere ile açılırlar. Köşe odaları ise çapraz tonoz örtü sistemine sahiptirler. Bu durum üst katta da aynen tekrarlanmıştır. Bu, revak sisteminde yuvarlak taş kemerler çok bozulmasına rağmen kalan orijinal kısımlardan anlaşılmaktadır. Üst kat revaklarına, giriş koridorunun iki tarafında yer alan merdivenlerle çıkılmakta, tuğla-derz dokulu sivri kemer sistemi taş dokulu payelere oturmaktadır. Üst kat revaklarına açılan odalar da birer kapı ve pencere ile revak altına, birer pencere ile de dış cepheye açılırlar. Gene üst kat mekânları birer ocak nişine sahiptirler.
Yapının avlusunda bulunan bir giriş,
Bafkapanı Ham'nın avlusundan bir görünüm.
Yavuz Çelenk, 1993
bodrum katına açılmaktadır. Yapıda avlu cepheleri zemin katta çok değişmiş ise de üst kat avlu cepheleri tuğla-derz ve kesme taş olarak, dış cephelere benzer şekilde örülmüş, bir kirpi saçak bordürü ile de üstten sınırlanmıştır. Yapı malzemesi ile meydana getirilen dokuda süsleme unsuru yer almaz.
Hanın dört yöndeki dış cepheleri de zaman içinde geçirdiği değişiklikler ve onarımlarla farklı bir dokuya sahip olmuşsa da, orijinal kısımlar üç sıra tuğla-derz ve kesme taş doku şeklinde ilk inşaatın cephe özelliklerini günümüze ulaştırmaktadır.
Yay kemerli girişin yer aldığı Hasırcılar cephesinde, diğer cephelerde de devam eden profilli taş silme, yapıyı dışarıdan iki katlı olarak belirler. Giriş açıklığını bir basık kemer daha kavrar, bu kemerin yüzeyi taş dolgu doludur. Bu doku giriş açıklığı kemeri ve profilli bir taş silme ile ayrılmış olup, üst kattaki mekân da diğerlerinden daha büyüktür. Giriş cephesindeki pencereler dikdörtgen taş söveli olup sivri kemerlidirler. Diğer üç cepheyi ifadelendiren pencereler ise zaman içinde değişerek, cephe dokuları gibi bazıları orijinal durumlarını kaybetmiştir.
Yapının üst örtü sistemi de zaman içinde geçirdiği onarımlarla orijinal dış görünümünü kaybetmiştir.
GÖNÜL CANTAY
BALMUMCU
Barbaros Bulvarı üzerinde Yıldızla Zin-cirlikuyu kavşağı arasında, aynı adı taşıyan kasrın çevresinde kurulu mahalle.
Bugünkü Balmumcu Mahallesi'nin bulunduğu yerde II. Mahmud döneminde (1808-1839) aynı adla anılan bir çiftlik bulunuyordu. Balmumcu Kasrı denilen köşk daha sonra Abdülaziz döne-
minde yapılmıştı. Beşiktaş'ın mesire yerlerinden olan çiftlik, meyve bahçeleri ve çavuşüzümü bağlarıyla ünlüydü. R. E. Koçu'ya göre, çiftliğe Balmumcu Çiftliği adı verilmesinin nedeni, II. Mahmud döneminde sokak ve bahçelerin mumlarla aydınlatılmaya başlanmasından sonra, burada mum imalatı yapılmasıdır, II. Mahmud'un çok sevdiği ve biraz ilerisindeki Zincirlikuyu Kasrı'na her geldiğinde uğramadan edemediği Balmumcu Çiftli-ği'nin, hanedan mülklerinden olduğu, II. Meşratiyet'ten sonra Hazine-i Hassa malları Maliye Hazinesi'ne devredilirken de makama bağlı olarak bırakılan "emlâk-i hakaniye" denilen mülkler grubunda bulunduğu bilinmektedir. II. Abdülhamid zamanında çiftlik Veliaht Mehmed Reşad Efendi'ye tahsis edilmişti. II. Meşruti-yet'te V. Mehmed (Reşad) tahta çıktıktan sonra Balmumcu Çiftliği'ni halka mesire olarak açtırdı. I. Dünya Savaşı'na kadar süren dönemde, Balmumcu Çiftliği mesiresine gelen halka çiftliğin meyvelerinden tabla tabla ikram edildiği anlatılır.
V. Mehmed'in (Reşad) ölümünden sonra Balmumcu Çiftliği ve Kasrı Seniye Sultan'a verilmiş; 1918'de savaşta şehit düşenlerin çocukları için burada Balmumcu Darüleytamı açılmış ve bu kurum 1928'de lağvedilmiştir. Daha sonra çiftlik arazisi ve içindeki binalar .askeriyeye verilmiş, Balmumcu köşkü 3. Jandarma Tugay Komutanlığı olmuş, köşkün müştemilatına da Jandarma Er Okulu yerleşmiştir. 27 Mayıs 1960'taki askeri harekâttan sonra, Balmumcu Kışlası bir süre gözaltı ve tutukevi olarak kullanılmıştır.
Bölgenin çehresinin tümden değişmeye başlaması, Barbaros Bulvarı'mn açılmasından sonraya, 19öO'lara rastlar. Bu yıllarda bölgede yapılaşma başlamıştır.
Bugün Balmumcu olarak adlandırılan mahalle, Beşiktaş İlçesi'ne bağlı tek bir muhtarlık olup yaklaşık 5.000 sakini vardır. Fakat son on yılda inşa edilen büyük iş merkezleri (AEG, Koza Merkez, ENKA gibi) nedeniyle, gündüz nüfusu bunun birkaç katı fazladır. Balmumcu Mahallesi, eskiden Balmumcu Kışlası olarak tanınan ve bugün Jandarma Dikimevi olan binanın Barbaros Bul-varı'nı(~0 kestiği yerden başlar. Barbaros Bulvan'nı izleyerek güneyde Yıldız Mahallesi'nin sınırını teşkil eden Palanga Caddesi'ne, doğuda ise çevre yolunu takiben Ortaköy Mezarlığı'na kadar uzanan üçgen şeklindeki alanda kuruludur. Mahalle, batıda Ertuğrul, doğuda Levazım (bu mahalle kısa zaman öncesine kadar Balmumcu Mahallesi'ne bağlı idi), Ortaköy ve Mecidiye, güneyde Yıldız, kuzeyde ise Nisbetiye mahalleleri ile komşudur.
Balmumcu'nun en önemli iki yolu, Şakir Kesebir ve Zincirlikuyu Yolu sokaklarıdır. Diğer sokakları ise, S. Ali Reis, Kara Hasan, Mürbasan, Umur Paşa, Akgüner, Arzu, Bestekâr, Hacı Arif Bey, Itrî, Hacı Faik, Şevki Bey ve Enderun sokaklarıdır.
BALMUMCU TEKKESİ
33
BALTAIİMANI
Bölgede bir ilkokul, bir ortaokul ve iki lise vardır. Günümüzde büyük işyerleri, şirket merkezleri ve bürolar dışında, varlıklı kesimin tercih ettiği bir yerleşim yeridir.
istanbul
BALMUMCU TEKKESİ
bak. ŞAZELİ TEKKESİ
BALOZLAR
İstanbul'un ilk barları. "Baloz" sözcüğü İtalyanca "balo"dan bozmadır. Bizans döneminde de eğlence, içki ve fuhuş merkezi olan Karaköy ve Tophane semtlerinde, özellikle bugünkü Necatibey Cadde-si'nde sağlı sollu sıralanmış balozlara 25-30 basamaklı merdivenlerle çıkılırdı.
Bu tür eğlence yerleri Abdülaziz döneminde (1861-1876) yaygınlık kazanmaya başlamış, 1920'lere kadar varlıklarını korumuştur. Balozların bazılarında orkestra ya da saz takımı bulunur, müşterilerin masalarında onlara hoşça vakit geçirtmek bahanesiyle oturan, gerçekte onların ceplerindeki parayı içki ısmarlatmak için ya da beraberlik vaadi ile soyan konsomatrisler zaman zaman raks ederler, yerine göre de alafranga dansa kalkarlardı.
Balozların meyhanelerden farkı, liman yakınında bulunmaları ve müşterilerinin çoğunluğunu da yabancı gemici-, lerin oluşturmasıdır.
Balozların işletmecileri genellikle kabadayı takımınca korunan yaşlı ve görmüş geçirmiş fahişeler ve kabadayılık, külhanbeylik âlemlerini iyi bilen, yerine göre hatır, rüşvet ve bilek gücüne güvenen Kumlardı. Ahmed Midhat Efen-di(->), Beyoğlu ve Galata âlemlerini anlattığı romanlarında, zaman zaman balozlardan da söz ederek buraların karanlık atmosferini, müdavimlerinin, işletmecilerinin ve çalışanlarının hal ve tavırlarını, kendine özgü gözlem ve anlatımıyla canlandırır.
Mehmed Tevfik İstanbul'da Bir Sene adlı dizisinin Meyhane yahud İstanbul Akşamcıları kitabında anlattığı İstanbul'un eski ve gedikli meyhaneleri arasında Galata balozlarını anmaz, ancak "isimleri tahkik edilemeyen" meyhaneler diyerek geçiştirir. Bu, eski İstanbul hayatının kendi içinde bölünmüş olduğunu gösteren ve her muhit insanının ve eğlence yerlerinin farklılığım vurgulayan ilginç bir tespit sayılabilir.
İstanbul hayatının canlı tanıklıklarını satırlara döken Ahmed Rasim(->) de Fubş-ı Atik ve Şehir Mektupları adlı eserlerinde Galata balozlarından yeri geldikçe söz eder, buralarda yaşanılmış olan eğlencelerden, müdavimlerden ve çalışanlardan örnekler verir.
Yazılarında ve kitaplarında yalnızca İstanbul'u anlatan Sermet Muhtar Alus (-») da Galata balozlarından birçoğunu, adreslerine varıncaya kadar tespit etmiş, bunları çeşitli yazılarında oldukça gerçekçi bir biçimde anlatmıştır. Bunlardan Şerbethane Balozu Arap Yorği diye ta-
nınmış bir Rum tarafından işletilir; lavta, gırnata ve zilli maşadan oluşan saz takımı, konsomatrisler, diğer çalışanlar ve belalı müşterilerle her akşam patlamaya hazır kavgalara sahne olan namlı batakhanelerdendi.
Yüksek Baloz bugünkü Necatibey Caddesi üzerinde, oldukça yüksek bir merdivenle çıkıldığı için bu adla anılan, konsomatrislerin soyup soğana çevirecek adam aradığı, her akşamı olaylı geçen namlı yerlerdendi. Yüksek Baloz'un altında bulunan Hovarda'nın Meyhanesi ise Çeşmemeydanlı, Boğazkesenli, Firu-zağalı bıçkınların girip çıktığı bir yerdi.
Alafranga Baloz Necatibey Cadde-si'nden Tophane'ye giderken eski adıyla Kasaplar Sokağı'nın bittiği yerdeydi. Adalı Yani adlı bir Rum tarafından işletilen bu baloz, ötekilere göre orkestrası, konsomatrisleri ve servisi ile biraz daha modern bir eğlence yeriydi. Müşterileri de genellikle yabancı gemiciler olduğu için konsomatrislerle olan ilişkiler burada daha rahattı. Orkestra eşliğinde yapılan her türlü dans saatlerce sürerdi.
Sakallı Yorgo'nun Balozu altı meyhane olan bir eğlence yeri olup yine Necatibey Caddesi üzerindeydi. Daha sonraki yıllarda Zorba'nın Balozu diye de tanınan bu batakhanenin bir köşesinde herkesi perişan eden bir tefeci sarraf da çalışırdı.
Moskof Çalgısı Necatibey Caddesi'nde Aya Nikola Kilisesi'nin hizasındaydı. Adı baloz olmasa da eski batakhanelerin en namlılarındandı. I. Dünya Savaşı ve mütareke yıllarında burada pantomim ve tuluat gösterileri de yapılırdı.
Balozlar da değişen toplum yapısına bağlı olarak biçimlenen yeni eğlence âlemleri içinde yok olup gitmiş, ancak o yılları yaşamış yazarların bugüne aktardıkları kadarıyla yazılarda, kitaplarda birer anı olarak yerlerini almışlardır.
Bibi. Ahmed Rasim, Fuhş-ı Atik, ist., 1992; ay, Şehir Mektupları, İst., 1992; S. M. Alus, "Eski Meyhane Âlemleri", Akşam, (8 Mayıs 1932); ay, "Eski Galata'mn Eğlence Yerleri", Resimli Tarih Mecmuası, II, S. 15 (Mart 1951), s. 640-641, S. 16 (Nisan 1951), s. 688-690; ay, "Alafranga Baloz", İSTA, I, 576; Meh-
Baltacı Hanı'nın giriş
cephesinden
bir görünüm.
Hazım Okureı;
1993
met Tevfik, İstanbul'da Bir Sene, İst., 1992, s. 152-186; Sevengil, Eğlence, (1990), 118-119; "Baloz", ISTA, IV, 2065-2066.
İSTANBUL
BALTACI HANI
Baltacı (Mühneddim) Hanı, Kalpakçılar Caddesi ile İskender Boğazı Sokağı arasında Yolgeçen Hanı'nın da yer aldığı ada üzerinde, Sorguçlu Han ile Kebapçı Hanı arasındaki en küçük alanda yer alır.
Kapalıçarşı hanlar kompleksi içinde görülen bu yapının da tarihi, yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Yapının bulunduğu mevki, diğer hanlarla olan bitişik nizam durumu ve çok değişmiş olmasına rağmen bazı yapı ve mimari özellikleri, hanı 18. yy yapısı olarak görme imkânını verir.
Yapının planı, giriş cephesinde İskender Boğazı Sokağı'na uydurulmuş, diğer cepheler bitişik komşu hanlarla paylaşılmıştır. 16x18 m ölçüsündeki yapı, iki katlı olup 6x12 m ölçüsünde küçük dikdörtgen bir avluya sahiptir.
Hanın güney cephesinde yer alan giriş geniş bir geçitle avluya açılır. İki katlı revak sistemine sahip yapıda zemin kat mekânları revak altına açılır, bu mekânların dış cepheye açılan pencereleri yoktur. Üst kata çıkan merdivenler özgün durumunu kaybetmiştir. Üst kat mekânları da revak sistemi altına birer kapı ve pencere ile, dış cephelere ise birer pencere ile açılırlar. İki katlı revak cepheleri yer yer kalan orijinal dokusuyla moloz taştan inşa edilmiş, ancak, çok değişmiştir. İskender Boğazı Sokağı'na açılan ana cephede kırık bir kontur görülür ve tuğ-la-derz ve taş, cephenin dokusunu oluşturmuştur. Yay kemerli kapı hafif sağda yer almış, pencereler ise bir sıra halinde cephenin üst kısmında sadece üst kat mekânlarına açılmışlardır. Bu pencereler, dikdörtgen söveli ve üstten sathi yuvarlak kemerli olarak yapılmıştır.
Yapıda üst örtü sistemi de tamamen değişmiştir. Yapı malzemesi ile oluşturulan cephe dokuları dışında süsleme unsuru görülmez.
GÖNÜL CANTAY
Baltacı
Konağı'nın iki
cephesi.
Eldem, Türk Evi
Dostları ilə paylaş: |