Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


Bibi. Kuban, Barok; A. Arel, 18. Yüzyıl istanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İst., 1975. DOĞAN KUBAN BARONYAN, HAGOP



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə15/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   134

Bibi. Kuban, Barok; A. Arel, 18. Yüzyıl istanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İst., 1975. DOĞAN KUBAN

BARONYAN, HAGOP

(19 Kasım 1843, Edirne - 27 Mayıs 1891, İstanbul) İstanbul yaşamını tüm yönleriyle ele alan; toplumsal kuruluşları, aydını, din adamını, tüccarı, hekimi, aile yapısını, çarşıyı, özellikle cemaatine mensup kişileri acımasızca eleştiren ğa-

BARONYAN, HAGOP

66

67

BARUT, ABDİ İBRAHİM

zeteci ve Ermeni edebiyatının ünlü mizah ustası.

Sınırlı olan okul eğitimini Rumca, Fransızca ve İtalyancayla zenginleştirmiş, eski Yunan edebiyatını, mitolojisini ve Fransız edebiyatını incelemiş, yeteneği ve özel çalışmalarıyla iyi bir eğitim düzeyine erişmiştir. 1863'te İstanbul'a gelerek, muhasip, sekreter, aktar, öğretmen olarak türlü işlerde çalışmış, bu arada çevresindeki insanları, sosyal yaşamı dikkatle gözlemiş; toplumdaki yaralara parmak basmak amacıyla mizahı kendisine en uygun araç olarak seçmiş; basının, roman, hikâye veya şiirden daha etkili olduğunu düşünerek gazetecilik mesleğine atılmıştır. Konularını çoğunlukla İstanbul'un burjuva yaşamından seçmiştir. Ondaki halk sevgisi, ağalık fikrine ve onu temsil eden nüfuzlu kişilere şiddetli saldırılarda bulunmasına neden olmuş, kendisi bu sebeple, mesleki ve şahsi açıdan baskılara uğrayıp, yıpratılmıştır.

Dilin sadeleştirilmesine çalışmış, eski Ermenice dışında halkın anlayacağı bir dilin kullanılması gereğini savunmuş, Ermeniceden başka Osmanlıca veya Os-manlıca-Ermenice karışımı bir dille de hikâyeler yazmıştır, ilk eseri, yayımlanmamış olan "Yergu Derov Meg Zara"dır

bahçe'ye geçti, l kez genç, 5 kez de A olmak üzere 6 kez basketbol milli takımı formasını giydi. Eski Fenerbahçeli futbolculardan Fikret Arıcan'ın teşvikiyle Fenerbahçe genç takımında futbola başladı. 1956'da A takımına yükseldi. İki sezon futbolla basketbolü bir arada yürüttükten sonra futbolu tercih ederek basketbolü bıraktı ve profesyonel futbolcu-luğa geçti. 1961'de İtalya'nın Fiorentina kulübüne transfer oldu. 1963'te Vene-zia'ya, 1965'te de Lazio'ya geçti. İtalya'da futbol oynadığı dönemde, Avrupa çapında üne kavuştu. 19ö7'de Fenerbahçe'ye döndü. 1970'te futbolu bırakana kadar Fenerbahçe'nin kaptanlığını yaptı. Futbol hayatında 28 kez milli oldu, 5 kez de milli takım kaptanlığı yaptı. 326 kez Fenerbahçe formasını giyen Bartu, üstün futbol tekniği, zarif oyunu ve renkli kişiliğiyle o dönemin en popüler futbolcularından biri oldu.

1958'de Romanya-Türkiye Avrupa Kupası maçında sakatlanan Turgay'ın yerine son 7 dakikada kaleye geçmesi, Fenerbahçe formasıyla Galatasaray'a karşı hem bir futbol, hem de bir basketbol karşılaşmasında aynı gün içinde oynaması spor yaşamının ilginç olaylarıdır. Sporculuğu bıraktığından beri İstanbul gazetelerinde spor yazarlığı yapmaktadır.

A. SELÇUK SAKAOĞLU

(İki Efendiye Bir Uşak). Başyazar olarak gazeteciliğe 1871'de Yeprad'da (Fırat) başlar. Meğu (Arı), Hikâr (Bilge) gazete ve dergileriyle sürdürür. 20 Mart 1874'te Türkçe yayımlamaya başladığı Tiyatro adlı mizah gazetesinin Ermenice nüshası da 6 Nisan 1874'te Tadron adıyla çıkmış, her ikisi de 1877'ye kadar yaşamlarını sürdürmüştür.

Eserlerinin çoğu makale, fıkra ve günceler halinde gazete sütunlarına dağılmış, bir bölümü kitap haline dönüştürülerek kaybolmaktan kurtulmuştur. Azkayin Çoçer'de (1878) (Cemaatin İleri Gelenleri), dönemin İstanbul Ermenilerinin ileri gelenlerini, ünlülerini mizahi bir üslupla, olumlu, olumsuz yönleriyle ele almıştır. Bıduyd Mı Bolso Tağerun Meç (1880) (İstanbul'un Semtlerine Bir Gezinti), Hosbosi Tseradedr (Hoşhoş Notları), Kağakavarutyan Vınasnerı (1886-1888) (Adabın Zararları), Ardının Desaranner (Ailevi Manzaralar) tasvirler ve fikir yazılarıdır. En önemli öykü kitabı Mezabadiv Muratsganner (Muhterem Dilenciler); Bağdasar Ağpar (1886-1887) (Bağdasar Abi) ise tiyatro eseridir.

Baronyan, zenginleri küçümsemiş, bunların suni maskelerini çıkartıp onları gülünç bir hale sokmuştur. Kendisinin

D

N

K



M

Bu semti gezmek için demirden bir maske gerekir insana. Bir sokağa mı girdin? Senin geldiğini gören sokağın kadınları, kızları pencerelere koşup fısıldaşmaya başlarlar.

- Hanım, şu karşıdan geleni tanıyor musun?

- Tanımam, hiç görmüşlüğüm yoktur.

- Bu sokakta birini mi arıyor acaba.?

- Kimbilir?

- Yakışıklı bir genç.

- Ne güzel de saçları var.

- Bunun saçlarının neresi güzel? Şeytana benziyor.

- Bir de aptal aptal bakıyor.

- Yakasında da iki parmak yağ var, vapurda makineci midir, nedir?

- Ayağını öpeyim söyle, ayaklan ne büyük değil mi?

- Yavaş konuş be, yaklaşıyor.

- Yaklaşsın.

- Gözleri de camlarda.

- Bu ne terbiyesiz adam.

Dikensiz gül olmadığı gibi, lağımsız bir Kasımpaşa da düşünülemez ve gülü seven dikenini de sevmelidir.

Gelin şu dar sokaklardan yukarı çıkıp "Yeniçeşme" denilen Ermeni mahallesine girelim. Yüzyıl önce basılmalarına rağmen yüzlerinde "Yeni Baskı" yazılankitaplar gibi aynen. Semtin sokakları o kadar dardır ki, insan geçerken korsegiydiğini sanıp, nefes alırken sıkıntı çekiyor. Evler birbirlerini o kadar büyükbir sevgiyle kucaklamışlar ki ne güneş ne de yağmur sokaktan geçenleri etkilemiyor

....Burada yabancı birinden bir saldırı olduğunda, erkekler geri çekilir, meydan güzel cinse (kadınlara) kalır onlar da yaklaşık bütün kavgalardan galip çıkarlar. Eğlence yeri yoktur, bir uzakta Okmeydanı Çayırı vardır ki buraya gelenlerin arasında da "sevgi" gezinir hep. Sokaklardan sinek dahi geçmez, dedikodu olacağını o da bilir çünkü.

Doktorlar için Kasımpaşa'nın havası çok iyidir, şehrimizde kaç defa kolera salgını olduysa, Kasımpaşa'da doğdu ve başka bir semtte öldü. Çok fakir doktorlar bu semtin havası sayesinde büyük zenginliklere sahip oldular.

H. Baronyan, istanbul Semtlerine Bir Gezinti'den

Moliere'den etkilendiği görülür. O sürekli, Tanrının sesi olarak kabul ettiği halkın sesini temsil etmeye çalışmıştır. Gazetecilik yıllarındaki baskılar nedeniyle bir süre de sembolist bir mizah yapmış, kişileri üstü örtülü olarak hayvan sembolle-riyle vermiş, hayvanların özgün dünyasını tasvir ederken ustalıklı bir şekilde Yunan mitolojisinden yararlanmıştır. Başyapıtı sayılan Azkayin Çoçer'de, nüfuzlu kişiler yer yer aşırılığa kaçan mizahi ayrıntılarla anlatılırken, bir dönemin özellikle İstanbul Ermenilerinin toplumsal ve kültürel yaşamı belgelendirilmiştir. Bıduyd Mı Bolso Tağerun Meç'te İstanbul'un irili ufaklı yaklaşık otuz 'dört semtinde cemaat yaşamı anlatılır; erkekler, meslekleri, rakı içme şekilleri; kadınlar, modaya düşkünlükleri, dedikodularıyla ele alınır; sokakların düzeni, semtlere göre halkın varlık düzeyi, din adamları, okullar, kiliseler, tüccarlar, balıkçılar, meyhaneler, eğlence yerleri, vapurlar vb ince eleştirilerle anlatılır. Kağakavarutyan Vınasnerı'da insanlara işkence edercesine yapılan ikramlar, örf ve âdetlerle alay edilmiş, özellikle seçilen eğitimli kişilerin nasıl nezaket kurbanları oldukları canlandırılmışım Ancak Baronyan'ın yerdiği nezaket "suniliktir" ki, kurbanını küçültmek, onun kişiliğini ve iradesini yok etmek için zenginin uyguladığı bir yöntem olarak gösterilir.

Baronyan, ilk yapıtları olan tiyatro eserlerinden sonra, bazı hikâyelerini de tiyatro tekniğiyle yazmıştır. Gazetecilik yıllarında da yabancı oyunlar sahnelenmesinin topluma fazla yararlı olamayacağını savunmuş, bu konuda Güllü A-gop'u(->) eleştirmiştir. Ancak Güllü Agop'un tiyatroya verdiği emeğin karşılığında maddi bir gelir sağlamadığını, onun ve Ortaköy Tiyatro Kumpanya-sı'nın bütçesini Mısır'ın bütçesine benzeterek açıklamıştır.

Mahrumiyetler içinde yaşanan 49 yılın sonunda Baronyan, insanların zavallılığını, haddini bilmezliğini, sinsiliklerini mizaha dönüştürmeyi becermiş, ancak yarattığı mizahın coşkusuna kendisi kapılmamış, acımasızlıkları şahsında yaşatarak hiç gülmemiştir. Baronyan'ın mizahı önce dudaklarda bir gülümseme yaratır ama sonunda insanı suskunlaştırır, düşüncelere daldırır. "Apisoğom Ağa" tiplemesini, sahnede gülmeden seyretmek ve dinlemek mümkün değildir, ancak o gözlerden uzaklaştığında aklımızda acınacak zavallı bir mahluk olarak kalır. "Bağdasar Abi" de aynı tiptir; mütevazı, saf, doğal kusurları olan, sosyal yaşamın çarkında şaşkınlaşmış, güçsüz kişilerden seçtiği diğer tipler gibi.

Baronyan'ın karakteri eserleriyle u-yum içindedir. Namuslu, cesur ve asi bir ruhtur, yapıtları dürüstlük mührü taşır.

Bibi. H. Derantreasyan, Mizah Edebiyatı ve H. Baronyan, ist., 1961; R. Haddeler, H. Baronyan'ın Samimiyeti içinde, ist., 1965; K. Pamukciyan, "Baronyan, Agop", İSTA, IV, 2122-2124.

SİLVA KUYUMCUYAN

W. H. Bartlett'in Topkapı yakınlarındaki surları betimleyen bir deseni. The Beauttes of the Bospborus , 1839. Ara Güler fotoğraf arşivi

BARTLETT, WILLIAM HENRY

(26 Mart 1809, Kentishtoum - 13 Eylül 1854, Marsilya açıklarında gemide) Ju-lia Pardoe'nin(->) The Beauties of the Bospborus (Boğaziçi'nin Güzellikleri) adlı kitabındaki gravürleri hazırlayan İngiliz ressam.

Manzara ressamı olarak yetişti. İlk resimleri 1831-1833 yıllarında Londra'da Kraliyet Akademisi'nde sergilendi. Kitaplara çizdiği desenlerle tanındı. Bu alandaki istekler dolayısıyla birçok ülkeyi gezdi. Altı kez de Ortadoğu'da geziye çıktı.

Bartlett, J. Pardoe'nin kitabını resimlemek için 1835'te İstanbul'a geldi. Hazırladığı 87 gravür İstanbul'un o yıllardaki görünümünü aksettirmesi bakımından bugün için birer belge durumundadır. Çeliğe hakkedilerek basılmış bu gravürler değişik hakkakler tarafından işlendiğinden kaliteleri de farklıdır. Ayrıca hakkakler gravürleri zaman zaman orijinallerinden değişik biçimde işlemişlerdir.

İSTANBUL

BARTU, CAN

(31 Ocak 1936, İstanbul) Futbolcu ve basketbolcu. Spora 12 yaşında Moda Spor Kulübü minikler takımında basketbol oynayarak başladı. 1955'te Fener-

BARUT, ABDi İBRAHİM

(1888, Selanik - 1926, İstanbul) 1908' de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'nin eczacı sınıfından diploma aldı. Bir süre Selanik'te bir İngiliz hazır ilaç yapım labora-tuvarında çalıştı, sonra İstanbul'a dönerek 1912'de Küçükmustafapaşa semtinde bir eczane açtı.

19l6'dan itibaren eczanesinin labora-tuvarında tıbbi müstahzar yapmaya başladı. İlk müstahzarları kuvvet şurubu (şaraplı kınakına), Müshil Nadir ve Bromo-Valerin Nadir olmuştur. 1919'da eczanesini kapatarak Abdi İbrahim Laboratuva-rı'nı (Mahmutpaşa, Tarakçılar, Büyük Yeni Han, no. 9) açmış ve bütün çalışmasını tıbbi müstahzar yapımına vermiştir. Bir süre sonra laboratuvar Çemberli-taş semtine (Peykhane Sokağı, Osman-bey Sitesi) taşınmıştır.

Abdi İbrahim böbrek hastalığı yüzünden 1926'da vefat etmiştir. Mezarı Üsküdar'da Bülbülderesi Kabristam'ndadır.

Abdi İbrahim'in vefatı üzerine labora-tuvarın idaresini eşi Mehveş Hanım üstlenmiştir. Bu dönemde laboratuvarda genellikle galenik preparatlar yapılmıştır.

Abdi İbrahim'in oğlu İbrahim Hayri Barut (1916-1961) 1939'da İstanbul Eczacı Mektebi'nden diploma almış ve hemen laboratuvarın yönetimini üstlen-

BARUTHANELER___68___69__BASIN'>BARUTHANELER

68

69

BASIN

mistir. Bu dönemde laboratuvar büyük bir gelişme göstermiş, geniş bir kullanımı olan zerk çözeltileri yanında 40 kadar tıbbi müstahzar yapımım da gerçekleştirmiştir. Abdi İbrahim Laboratuvarı, 1952'de ilaç imali için özel olarak yapılmış olan, Vefa semtindeki binaya (Revani Çelebi Sokağı, no. 5) geçmiş ve yaptığı tıbbi müstahzar adedini 80 civarına çıkarmıştır.

İbrahim Hayri Barut 5 Mart 196i tarihinde bir kalp yetmezliği sonucu vefat etmiş ve laboratuvarın idaresi Abdi İbrahim'in hekim olan kızının eşi Dr. Me-kin Alpay tarafından üstlenilmiştir. İbrahim Hayri Barut'un oğlu Nezih Barut 1976'da İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nden mezun olarak laboratuvarın yönetimini ele almıştır.

Abdi İbrahim tarafından 1919'da kurulan Abdi İbrahim Laboratuvarı bugün Abdi İbrahim İlaç ve Ticaret AŞ ismi altında hazır ilaç yapımını sürdürmektedir. TURHAN BAYTOP



BARUTHANELER

İstanbul'da Osmanlı döneminde ilk baruthane, Atmeydam'ndaki(->) Güngör-mez Tekkesi yakınlarında faaliyete geçmiştir. Belgelerde kesinlik olmadığı için, buranın tarihini II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) kadar götürmek mümkündür. 1490'da bir yıldırım düşmesi sonucu meydana gelen ve civarındaki dört mahalle ile sakinlerinin büyük zarar görmesine yol açan patlamada yok olan Atmeydanı Baruthanesi'nin yerine, Kâğıthane'de, II. Bayezid (hd 1481-1512) tarafından ikinci bir baruthane inşa ettirildi. Önceleri ahşap olarak yapılan bina, sonra olası kazaları önlemek amacıyla kagire çevrildi ve kurşunla kaplandı. Bu dönemde yapının kubbesiz olduğu sanılmaktadır. I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) yapılan bu değişikliklere ilaveten, buraya Cebehane Ocağı'ndan, barutçubaşı, ba-

rutçu kethüdası, gereği kadar barutçu çavuşu ve 200 nefer memur edilmişti. Kâğıthane Baruthanesi'nde, her biri onar kantarlık yüze yakın tunç dibek (havan) bulunuyor, imalat su ile işleyen çarklarla yapılıyordu. Yeterli bilgi olmamasına rağmen, buranın Sultan İbrahim dönemi sonuna kadar (1648) faaliyette bulunduğu sanılmaktadır.

IV. Mehmed (Avcı) zamanında (1648-1687) donanmanın yenilenmesi sırasında, artan barut ihtiyacını karşılamak üzere, İzmir, Gelibolu ve Selanik baruthanelerine ilaveten, Şehremini Çarşısı civarında yeni bir baruthane daha yapılmıştı. Eylül l698'de, çarkların sıçrattığı bir kıvılcım sonucu meydana gelen büyük patlamada burası yok olduğu gibi, Tarih-i Raşid'e göre, 310 kantar barutun tutuşması ile, ameleden yedi kişi ölmüş, 22 çark beygiri telef olmuş ve civarda bulunan 425 kadar ev yıkılmıştı. Ayrıca, Aksaray ve Fatih Camii ve Silivrikapı dolaylarına kadar zemini yüksekçe olan ev ve camilerin yukarı kısımları zarar görmüştü. Bazı kaynaklarda, aynı patlamanın, Hatice ve Beyhan sultanlara ait sarayların cam ve çerçevelerinin tahrip olmasına ve tavanlarının zarar görmesine neden olduğu belirtilmektedir.

Şehremini Baruthanesi'nin de yok olması üzerine, l699'da Makriköy'de (bugün Bakırköy) İskender Çelebi Bahçesi denilen yerde yeni bir baruthane inşa edildi. Yeni baruthane için önce, su kaynaklan barut imali açısından çok uygun olduğundan, Kâğıthane düşünülmüşken, burası gezinti yeri olarak ünlendiği için çıkacak bir yangının büyük bir felakete neden olacağı göz önüne alınarak Bakırköy'deki bu bahçe seçilmiştir.

Genellikle tarihi belgelerde İstanbul Baruthanesi olarak adlandırılan Bakırköy Baruthanesi l699'dan 1726'ya kadar faaliyet göstermişse de, yine büyük bir yangınla harap olmuştu. Barut imalinde kullanılan güherçilenin temininde mey-

Ataköy'deki

baruthane

binası.

Erkin Emiroğlu

Bakırköy Baruthanesi yapı topluluğundan günümüze kalmış bir kule. Erkin Emiroğlu



dana. gelen büyük güçlüklere rağmen, Bakırköy Baruthanesi, geçirdiği tamirler sonucu faaliyetine devam etmiştir.

Baruthaneler III. Selim döneminde (1789-1807) kurulan Baruthane Nazırlı-ğı'na bağlanmış, padişahın imalim istediği kaliteli barut ancak 1796'da elde edilmişti. Mehmed Şerif Efendi'nin nazırlığı zamanında, Bakırköy Baruthanesi yenilenmiş, senelik 1.500 kantar mağşuş barut imali 2-3 katına çıkarılmıştı. Tanzimat döneminde baruthane yeni eklerle genişletilmişti. Daha sonra Tophane'ye bağlanan baruthane Cumhuriyet döneminde Askeri Fabrikalar İdaresi'ne geçmiş, 1955'te de Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'na devredilmiştir. Tesisler artık çalışır durumda olmadığından, kurum, bu geniş araziyi Türkiye Emlak ve Kredi Bankası'na (bugün Türkiye Emlak Bankası) satmıştır. Arazide bugün Ataköy(->) kuruludur. Baruthaneden kalan binalardan biri ise yakın dönemde onarılarak Yunus Emre Kültür Merkezi adıyla hizmete girmiştir.

İstanbul'daki baruthanelerin sonuncusu Küçükçekmece Gölü'nün kuzeyinde, Yarımburgaz mağaralarının yakınında bulunan Azadlı Baruthanesi'dir. 1794' te baruthane nazırı olan Mehmed Şerif Efendi, su kaynaklan açısından zengin bu yörede yeni bir baruthane inşasına girişmiştir. Kısa sürede üretime geçen Azadlı Baruthanesi'nin çevresi daha önceki kazalar düşünülerek, sıkı denetim altında tutulmuş, baruthanede görevli kişiler çoğunlukla çadırlarda barındırıl-mıştır. Ancak Küçükçekmece boğazının genellikle kapalı olması yüzünden barut imali için gerekli olan güherçile, kükürt, kömür ve odunun taşınması güçlükle yapılmış, elde edilen barutun Bakırköy Baruthanesi'ne gönderilmesinde de aksaklıklarla karşılaşılmıştır. Azadlı Baruthanesi 1800'de Arakel Usta tarafından tamir edilmiş, çarkları ve mengenehane-si yenilenmiş, ocak kapaklan sağlamlaş-

tırılmıştır. 1819'daki tamirde çarklar, perdah yerleri, köşkler ve havuzlar; barut ezmeye ve pişirmeye mahsus tok-makhane ve kazan ocakları; kalhaneler, güherçile tavaları, ambarlar, mahzenler cami ve görevlilerin kaldıkları yerler; dükkânlar ve karakollar baştan aşağı elden geçirilmiştir.

1836'da, Azadlı Baruthanesi, Bakırköy Baruthanesi ile birlikte yeniden tamir görerek, İngiltere'den satın alınan yeni alet ve edevat ile donatılmıştı. Londra' dan getirilen tulumbaların açılması için yüz okkalık demir kirişler konulması, güherçile şerbetinin havalandırılması için olukların yapılması, dumanın atılması için baca yapımı bu dönemde olmuştur.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus askerlerince tahrip edilen ve bu tarihten sonra kullanılmayan Azadlı Baruthanesi'nin bulunduğu alan ise, II. Meşrutiyet yıllarında Resneli Niyazi Bey' e verilmiş, 1950'lere kadar ailenin elinde kalan arsa, sonunda mirasçılar tarafından çeşitli kişilere satılmış, yerine siteler inşa edilmiştir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 483-484, 564; T. Esencan, Nizam-ı Cedid'den Evvel ve Sonra Türk Topçuluğu ve Kaynaklan, Ankara, 1946, s. 48-51; M. Erdoğan, "Arşiv Vesikalarına Göre istanbul Baruthaneleri", İstanbul Enstitüsü Dergisi, II, 1956, s. 115-138; S. Eyi-ce, "Tarihde Küçükçekmece", GDAAD, S. 6-7 (1977-1978), s. 78-79, 112-113; R. E. Koçu, "Baruthane", ISTA, IV, 2130-2131; S. Eyice, "Baruthane", DlA, V, 94-96.

İSTANBUL


BASIMEVLERİ

bak. MATBAALAR



BASIN

Bizans'ta olduğu gibi Osmanlı döneminde de İstanbul bir başkent olmanın ötesinde siyasi, edebi, sanatsal her türlü fikir üretiminin ve ekonomik yönlendirmenin merkeziydi. Dolayısıyla basın gibi toplumsal boyutlu bir olgu belirdiğinde bunun İstanbul'da çabucak kökleşmesi doğaldı. Ancak Osmanlı toplumunun 19. yy Avrupa'sından farklılığı kadar, İstanbul'un özellikleri de basın-toplum bağdaşmasının farklı şekilde gerçekleşmesine sebep oldu. İstanbul, Bizans'a başkent olduğundan beri, yüksek düzeyde tüketici, taşranın üretimiyle kendini besleten bir niteliğe sahipti. Oysa basın Avrupa'da, yüksek üretim ve bunlara pazar arama mekanizmasının aracı olarak belirmişti.

Osmanlı toplumu basınla ilgilenmeye başladığında, basın Batı'da siyaseti ekonominin hizmetine sokmuş ve bu amaçla kamuoyu oluşturmada tam anlamıyla kurumlaşmıştı. İstanbul ise ekonomiyi siyasete bağımlılaştırma geleneğine sahipti. Bu yüzden Osmanlı devletinde basın önce İzmir'de kurulup gelişmiştir. Etkisi pek sınırlı kalmış olan Fransız El-çiliği'nin 1795 ve 1796'daki yayınlarını ciddi bir basın başlangıcı saymak mümkün değildir (bak. Fransızca basın). Ger-

İlk özel


Türkçe gazete

Tercüman-ı

Ahval'm

21 Ekim 1860

tarihli ilk

sayısının birinci

sayfasından

ayrıntı.


Gözlem Yayınlan Arşivi

çek başlangıç, l Kasım 1831'de Takvim-i Vekayi(.->) ve beş gün sonra da bunun Fransızca nüshasının çıkmasıdır. İlk damganın siyasi ağırlıklı olmasının yanı-sıra, bütün Osmanlı ülkesinde kitaba dayalı kültürün geleceğim de İstanbul'la basının ilişkisi biçimlendirmiştir. Basımevi İstanbul'a 1727'de gelmişse de 1830'lara kadar basın ürünü olarak kitap gayet sınırlı kalmıştır. 1830 sonrasında da, kitapta artış yavaştır. Avrupa'nın Rönesans'la başlayan değişmesi kitaba dayalı (kitap kültürlü) ve uzun perspektifli olmuş; gazeteye apayrı, güncel ve kısa vadeli bir görev verilmiştir. İstanbul'da ise gazete kitleye mal olma yolunda daha ilk adımdan kitabı aşmış, dolayısıyla gazete kültürü, Tanzimat'la başlatılan değişmede ağırlığı oluşturmuştur.

1831'den 1860'a kadar İstanbul'da toplam tirajları günde 200-300 olan dört Türkçe gazete ve dergiye karşılık yirmiden fazla Fransızca, Rumca, Ermenice, vb yayın çıkmıştır (toplam tirajları 2.000 kadar).

Yarı resmi olan ve bir İngiliz tarafından çıkarılan Ceride-i Havadis fe(->) yayın izninin verilmesi 1830-1840'larda gazeteci olarak yabancıların İstanbul'da etkili olduklarını gösterir. Yabancı gazetecilerin ayrıcalıklı sayılması Ceride-i Ha-vadis'ten sonra perçinlenmiştir. Türklere tanınmayan bu ayrıcalıktan yararlanabilmek için, çoğu gazeteci olan Yeni Osmanlıların toplantılarını bir Pera gazetesinde yaptıkları ve gerektiğinde bazı yazıları orada Fransızca yayımlattırdıktan sonra kendi gazetelerine aktardıkları bilinmektedir.

Tanzimat'ta, Türkçe basın, resmi niteliği sebebiyle Osmanlı bütünlüğüne, merkeziyetçiliğe dikkat ediyor, bu yolda kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. İstanbul Türkçesinin taşraya yaygınlaştırılması ve imlasının kesinleştirilmesi çabalan da bu dönemde başlatılmıştı. Türk gazetecilerin çoğu Tercüme Odası'nda çalışan memurlardı. Fransızlar Babıâli' den maddi yardım gören profesyonel'

yazarlar, azınlık gazetecileri ise matbaacı, öğretmen ya da avukat gibi özel girişimcilerdi. Dönemin iki önemli ama az etkili Türkçe gazetesi Takvim-i Vekayi ile Ceride-i Havadis'û.

Babıâli'den destek almayan, bağımsız ilk Türkçe gazete olan Tercüman-ı Ahval'm 21 Ekim 1860'ta çıkışıyla başlayan dinamik dönemde, gazete sayısının hızla arttığı görülür. 1860-1878 arasında 130 yeni gazete ve dergi çıkmıştır. 1873'te İstanbul'da 13'ü Türkçe olan 43 yayın vardı ve 19'u günlüktü. Günlük toplam tirajın 10.000'e vardığı, bazı çok önemli olaylarda tek bir gazetenin 20.000 tiraja kadar ulaştığı görülür. Artık İstanbul, gerçek anlamda modern kamuoyu oluşturma araçlarına sahip bir merkez haline gelmiştir. Türkçenin olduğu gibi, Rum (Yunan), Ermeni, Arap, Bulgar basınlarının da merkezi İstanbul'dur. Anadolu'da yaşamış, anadilleri Türkçe olan ama yazıda Rum ve Ermeni harflerini kullanan Hıristiyan vatandaşların nitelik ve nicelikçe önemli yayınlarının merkezi de İstanbul'dur.

O dönemde gazetenin haber vermekten çok bir eğitim aracı olduğu düşüncesi, hem gazetecilerde hem de devlet yöneticilerinde hâkimdi. 1851'de İstanbul' da Grek harfleriyle Türkçe (Karamanlıca) Anatoli(^) gazetesini çıkaran Misailidis, 1872'de yayımlanan Temaşa-i Dünya adlı romanında İstanbul'un yoğun yayınlarından, çok sayıdaki gazete ve kitaplardan Anadolu'nun henüz yeterince yararlanamadığına işaret etmektedir.

1870-1878 arasında, İstanbul basın mensupları baskı ve şiddeti giderek artan bir basın rejiminin oluşumunu bizzat yaşamışlardır. Gazete ve dergilerin sürekli kapatılması, yazarların memuriyetle Anadolu'ya dağıtılması sonucunda ilk kez Avrupa'da beliren bir sürgün basınıyla (Hürriyet, Muhbir) ülke dışından kamuoyu oluşturulabileceği fark edilmiştir. Sürgün dönüşünde, Yeni Osmanlılar, Babıâli tarafım tercih etmeye başladılar. Mesela Ahmed Midhat, bası-



BASIN

70

71



BASIN

^-Âo^yj^-V,~JJ--J) -J^V-T

1870-1878 arasındaki dönemin başlıca gazetelerinden Ibret'm 22 Haziran 1872 tarihli 2. sayısı (solda) ile ilk mizah yayım Letaif-i Âsar'ın 19 Mart 1871 tarihli 12. sayısı. Gözlem Yayınlan Arşivi (sol); Tuı-gut Çeviker, Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü, l, s. 122

mevini Ebussuud Caddesi'ne taşıdı. Bu oluşum hükümeti daha da katı davranmaya yöneltti. 1873'te bütün radikal yazarlar İstanbul'dan uzaklaştırıldı.

Pek az istisna dışında dönemin Türk gazetecileri yine memurlardan çıkmaktadır. Bu sebeple merkeziyetçi ve devlet etrafında bütünleşici politika devam etmiştir, ama hükümetin uygulamalarına yönelik eleştiriler de belirmiştir. Yeni Osmanlılar adı altında gruplaşan ve aralarında Ali Suavi gibi eylemciler de bulunan bu devrimci kesim, anayasaya ve parlamenter rejime erişilmesinde etkili olmuş, hem taşrayı hem de bütün cemaatlerin aydınlarını etkilemiştir. Böylece istanbul basını, dinamik bir kamuoyu oluşması yolunda bütün Osmanlı, hattâ Osmanlı dışındaki Müslüman toplumların merkezi olmuştur.

Döneme damgasını vuran Türkçe basın arasında gazete olarak Tercüman-ı Ahval, Tasvir-i Efkar, İbret, Basiret, Muhbir, dergi olarak Mecmua-i Fünun, ilk kadın yayını Kevkeb-i Şarki, ilk çocuk yayını Mümeyyiz, ilk mizah yayını Letaif-i Asar, ilk resimli yayın Âyine-i Vatan dikkati çeker. Diyojen, Hayal gibi önemli mizah dergileri de vardır. Önde gelen gazeteciler olarak Agâh, Şinasi, Ziya, Namık Kemal, Ali Suavi, Basiretçi Ali sayılabilir. Bütün bu kişiler ve gazeteler basın özgürlüğü kavramını bütün Osmanlı cemaatlerine benimseten araçlar olmuşlardır. Yani siyasi yanları ağır basmış, ekonomi konularında etkinlik yine Fransızca gazetelerde kalmıştır.

II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) basınının biçimlenişi, 1877-1878 yenilgisiyle Rusların İstanbul'un içine kadar girmesi ve arkasından Tunus (1881) ve Mısır'ın (1882) Fransa ve İngiltere tarafından işgalinin sonucudur. İçerideki

ayrılıkçı akımlar doruğa ulaşırken, Avrupa'da da Türkü geldiği Asya'ya geri gönderme kampanyaları yoğunlaşmıştır. .Rejim, parçalanmayı frenlemek için basının siyasetle ilgilenmesini, hele radikal bir çizgi izlemesini kesin olarak yasaklamıştır. Sıkı bir kontrol (sansür) ve yasaklama sistemi kurulmuştur. Böylece gazetecilik çekici bir meslek olmaktan çıkarılmıştır. Nitekim 1879-1887 arasında İstanbul'da her yıl ortalama 9-10 yeni yayına rastlanırken 1888-1908 arasında yılda sadece bir yeni yayın görülmektedir. Buna karşılık tirajlarda artma vardır. Günde ortalama 10.000 aşılmıştır. Kontrol altına sokulan yerli Fransızca ve İngilizce gazeteler etkinliklerini kaybederken ithal edilen Avrupa gazetelerinin sayısı büyük ölçüde artmıştır. Türkçe ve azınlık basınlarının radikal olanları da İstanbul'u terk edip gazete ve dergilerini ülke dışında yayımlamaya başlamışlardır. Böylece İstanbul, Rum, Ermeni, Arap basınlarının merkezi olmaktan çıkmış ama Türkçenin yanısıra Farsça ve kısmen Yahudice basının merkezi olmuştur. Bu son ikisi Osmanlı'yla iyi geçinmeye çalışmışlardır.

1877-1878'in felaket havasını şahsen yaşamamış genç nesil basın ve düşünce hayatında belirmeye başlayınca, sorunlara çözüm getirilmeyen yasaklamaların uzun vadede daha fazla zarar vereceğine haklı olarak inandıklarından, baskılara yeniden tepki başladı. Bir önceki neslin simgesi Namık Kemal'in yazı ve şiirleri ellerde gizlice dolaşıyordu. Bu tepki İstanbul'da ifade olanağı bulamayınca "sürgün devrimci" yayınlara dönüştü. Bunun tam tersi bir düşünceyle, istedikleri kışkırtmayı sağlayamayan ve devletin dengesini sarsamayan yabancı ve azınlık çevreleri de dışarıdan basın

kampanyaları başlatarak Jön Türklerin paraleline girdiler. Böylece iki kanaldan İstanbul'a gazete akımı başladı.

Sansür, yerli Fransızca gazetelerin eskisi gibi açık eleştiri yapmasına ve olayların içyüzlerini yazmasına izin vermediğinden bu dönemde ülkede satılan Avrupa gazetelerinin sayısında büyük bir artış görüldü. Bunlar yerli gazetelere yasaklanan haberleri bütün ayrıntılarıyla verdiklerinden, olayların içyüzlerini öğrenmek isteyenler için gerçek kaynak oluyorlardı. Bunlara da sık sık satış yasağı konuyordu. Engellemeyi aşmak için, ülke dışındaki yerli kökenli gazetelerle Avrupa gazeteleri, ülkeye yabancı postalar aracılığıyla gizlice sokulup dağıtılmaya başlandı. Yabancı postalar ve kişiler kapitülasyonların koruması altında olduğundan Osmanlı hükümetinin bunları engelleme çabaları son derece etkisiz kaldı.

II. Abdülhamid döneminde de, bir-iki patron dışında sadece gazetecilikten geçinebilen fazla kimse yoktu. Genellikle sivrilen yazarlara resmi dairelerde memurluk veriliyor, böylece iktidara bağımlı halde yaşamaları sağlanıyordu. Buna rağmen gazeteciliğin bir meslek haline gelmesinde bu dönemde önemli aşamalar kaydedildi. Öncelikle İstanbul içi ve taşra muhabir (o dönemki deyimle muhbir) örgütlenmesi güçlendi. Taşradan muntazam haber yollayanlar arttığı gibi, İstanbul içindeki sabit ve seyyar muhbirlerin sayısı da bazı gazetelerde 15'e kadar çıktı. Bunların bazıları binek atlarıyla semt semt dolaşır, kahvehanelerden haber toplar ve not haline getirip belirli yerlerdeki tulumbacılar aracılığıyla gazetelere ulaştırırlardı. Gazetedeki yazı işleri kadrosunun görevi bunları "gazeteci lisanına" dönüştürmekti.

Engelleyiciliğinin yanısıra II. Abdülhamid rejiminin teşvikçi bir yanı da vardı. Kendisinden evvelkilerden daha yoğun ve sistemli olarak para dağıttığı ve gazeteci ve gazete satın aldığı için yasaklananlar dışındaki konularda önemli bir gelişme görüldü. Okumayı sevdiren siyaset dışı yazılar, tefrikalar, modern teknolojiye ait popüler bilgiler ön plana çıktı. Elli yıl sonrasında bile kalitesine zor erişilen resimli dergiler (Servet-i Fünun gibi) yayımlandı. Bunalım içindeki topluma dertlerini unutturan konular sunuldu. Çıplak kadın resmi bile "sana-yi-i nefise" adı altında ilk kez bu dönemde sütunlarda yer aldı.

II. Abdülhamid döneminin başlıca yayınları Tercüman-ı Hakikat, Sabah, İkdam, Tarik gazeteleri, bellibaşlı yazarları Ahmed Midhat, Ahmed Rasim, Ah-med İhsan (Tokgöz), Mahmud Sadık, Diran Kelekyan'dı.

1908'de II. Meşrutiyet dönemine girilirken ülkedeki gazete ve dergilerin yarıya yakım (120'nin 52'si) İstanbul'da çıkıyor, ama etkinlik ve tiraj açısından tüm ülke basınının yüzde 90'ını oluşturuyordu. 23 Temmuz gecesi anayasanın ilam öğrenilince İstanbul gazeteleri say-

falarını ön kontrol için sansür onayına göndermeyerek ortak eylemle basın özgürlüğünü kendileri getirmiş oldular. Bunu müthiş bir yayın furyası izledi. Yedi ay içinde bütün ülkede alınan 730 yayın imtiyazının yarısından fazlası (377) İstanbul'a aitti. Yıllarca sürmüş suskunluğun acısını çıkarmak istercesine bunların hepsi siyaset arenasında seslerini duyurmak için birbirlerinden daha çok gürültü çıkarmaya başladılar. Günlük ortalama satış 20.000'i aştı. İstanbul'un radikalizmi taşranın da dinamikleşmesine yol açtı.

Sayıca artmanın yanısıra II. Meşruti-yet'te teknik açıdan da ilerleme görüldü. Elektriğin yaygınlaşmasıyla dizgi ve baskı makineleri modernleşti; haber toplamada, ilk kez Tanin tarafından olmak üzere, telefon kullanılmaya başlandı. Foto muhabirleri günün olayını gazetelere yetiştirmeyi başardılar. Meslek olarak gazetecilik yapanların yanına, bütün politikacılar da, gazetelerin başyazarı ya da imtiyaz sahibi olarak katıldılar. İlk kez gazetecilik eğitimi görmüş bir kişi de (Ahmet Emin Yalman, Amerika'da) Babıâli'de görev aldı. Böylelikle bir yandan en düzeysiz eleştiriler ve suçlamalar yapılırken bir yandan da günün en kaliteli kalemleri Babıâli'de birleşti. Mesleki örgütlenme açısından ilk adım da, Meş-rutiyet'in ilanıyla birlikte bir Osmanlı Matbuat Cemiyeti'nin kurulması için atıldı. Ancak Osmanlı başkentindeki basının içinde, her cemaatin her fraksiyonunun temsilcileri bulunduğundan bir çatı altında toplanabilmeleri, İttihat ve Te-rakki'nin duruma tam hâkim olduğu 1914'ten önce gerçekleşemedi.

Birbirini izleyen Bosna, Bulgar, Girit olayları ile Trablus ve Balkan savaşları, azınlıkların ulusçu kampanyalarını hızlandırdığı oranda Türk kesiminin de kendini savunma içgüdüsünü artırdı. "Osmanlı birliği" reddedilmemekle birlikte Türkçülük (özellikle 1913'ten itibaren) yoğunlaştı. Bu bunalımlı dönemlerde sürekli sıkıyönetim, basın özgürlüğünün işlemesini engelledi. Gazete kapatma ve gazeteci sürmeye ek olarak ilk kez gazeteciye suikast olayları da İstanbul'da yaşandı. 1909'da Ahmed Samim' in öldürülmesini Hasan Fehmi ve Zeki Bey'in öldürülmeleri izlemişti. Böylece Babıâli'de çalışmak önceki dönemlerden daha tehlikeli bir hal aldı. 1914'te I. Dünya Savaşı'na girilince yasaklamalar daha da arttı. Kâğıt ve malzeme sıkıntısı, resmi bildiriler dışında haber yazama-mak yayın sayısını azalttı.

Dönemin sürekli gazeteleri olarak Tanin, İkdam ve Sabah ile her kapatıldığında isim değiştiren sayısız muhalif gazeteyi; ünlü gazeteciler arasında Hüseyin Cahid'i, Lütfi Fikri'yi, Ali Kemal'i, karikatürist Cem'i belirtebiliriz.

Mütareke döneminde (1918-1922) İstanbul basını ilk kez yabancı güçlerin sansürü altına girdi. Türkçe dışı bütün basın Türk ulusunun mevlidini okuma yarışı içindeydi. Türkçe basın ise eski çe-

kişmelerden tam kurtulamamıştı. Yine de az sayıdaki yayın (Peyam, Sabah, Alemdar gibi) dışında asıl büyük tiraja sahip olan Türkçe basın (Akşam, Tasvir, Vakit, İleri, Yenigün, Güleryüz gibi) bütün gücüyle Kuva-yı Milliye'yi destekledi, hattâ fiilen silah, insan ve haber desteğinde bulunan gazeteciler çıkardı (Velit Ebüzzi-ya, Asım ve Hakkı Tarık Us gibi).

Milli Mücadele'nin başarıyla sonuçlanması Türkçe dışı basının etkinliğini sıfıra indirirken, siyasi açıdan da Ankara'yı ön plana çıkararak İstanbul'un yüzyıllık egemenliğini tehdit etti. Bir ara Ankara-İstanbul çekişmesi su yüzüne çıkar gibi olmuşsa da sonuçta siyasal kararların Ankara'dan çıkması ama bütün ülkeye İstanbul basını aracılığıyla ve İstanbul'un kişiliği de eklenerek sunulmasında uzlaşma oldu. Ankara'nın bellibaşlı sözcülerinden Yenigüriün İstanbul'a nakledip Cumhuriyet adıyla bir dönemin en etkin gazetesi haline gelmesi bunun delilidir.

Ankara'nın etkinliğini tartışılmaz hale getiren, bellibaşlı İstanbul gazetelerinin sahip ya da başyazarlarının (Cumhuriyet, Akşam, Vakit, Milliyet vb) iktidarın milletvekilleri olmalarıydı. 1930'da Serbest Fırka ile yapılan çokpartili rejim denemesinde İstanbul'da sert bir muhalif

Oâzl bostonoliai Saraj âldı

Eski harflerden

yeni harflere

geçiş

döneminde



Cumhuriyet

gazetesinin

l Eylül 1928

tarihli sayısının

ilk sayfası.

Cumhuriyet

Gazetesi Arşivi

basın (Son Posta, Yarın gibi) belirdi ve hem ekonomi, hem de basın özgürlüğü alanında eleştirilere girişti. Ancak deneme yarı yolda kesilince ya kapandılar ya da uyumlu bir çizgi izlemeye başladılar. İstanbul basınının bu bağımlılığı, meslek cemiyeti konusunda da görülür. Ekim 1922'de, Osmanlı Matbuat Cemiyeti, ismini Türk Matbuat Cemiyeti olarak değiştirdiyse de fazla varlık gösteremedi ve 1938'de lağvedilip yerine merkezi Ankara'da bulunan Türk Basın Birliği geçti, İstanbul bir şube sayıldı.

Basım CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) hükümetine bağımlı hale getiren sadece siyasi zorunluluk değil maddi zorlamaydı. Latin harflerine geçiş siyasi bir kararla çok kısa süreye sıkıştırılmıştı. Bu, devrimci atılım açısından bir başarıydı, fakat kitleler yeni harfe alışıncaya kadar yayın organlarının sürümü bir durgunluk döneminden geçecekti. Yeni harfler yüzünden basında yüzde 80'e yaklaşan bir satış kaybı oldu, mesela 44.000 tirajlı Resimli Gazete'nin satışı 100'e kadar düşmüştü. Hem yeni harf ve makinelerin alınması, hem de bekleyiş dönemini aşmak için devletten başka para sağlayacak mekanizma yoktu. Bu desteğin karşılığı bütün basının, devrimlerin ve yeni Türkiye'nin övgüsü-

egîiiiîffiiİlIlB

i . ..


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin