Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə13/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   134

Bibi. Egli, Sinan, 49; Kuran, Mimar Sinan, 320; Öz, İstanbul Camileri, II, 10; 1KSA, II, 1059-1060; Ö. Ertuğrul, "Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi", DlA, V, 68.

İSTANBUL


BARBORINI, GIOVANNI BATTISTA

(19. yy) İtalyan kökenli mimar. İstanbul'da, 19. yy'm ikinci yarısında kilise, cami, belediye binası, tiyatrolar gibi yapılar inşa etmiş, çevre düzenleme projeleri hazırlamıştır. Beyoğlu'nda Sakızağacı Caddesi'nde yer alan atölyesi İstanbul'un ilk mimarlık bürolanndandır.

1867 Paris Uluslararası Sergisi Osmanlı Pavyonu'nu tasarladı. Uygulamanın Leon Parvillee tarafından gerçekleştirildiği bu pavyon, cami, sebil, muvak-kithane, kubbeli bir hamam ve revzen pencereli bir Boğaziçi evinden oluşmuştur. Barborini'nin hazırladığı çizim ve rölöveler de bu pavyonda sergilenmiştir. 1869'da Mahmud Paşa'nın başkanlığında kurulan kadastro komisyonunda görev aldı. Osmanlı mimarisinin tanıtımı amacıyla Sadrazam Âli Paşa'nın desteği ile Nafıa Nazın İbrahim Edhem Paşa tarafından hazırlatılan Usûl-i Mi-marî-i Osmanî kitabının hazırlanmasına katıldı. Süleymaniye Camii, Yeni Cami, Azapkapı Çeşmesi, III. Ahmed Çeşmesi gibi yapılarla ilgili çizimleri de içeren bu eser 1873'te yayımlanmış ve mimarlar için başvuru kaynağı olmuştur.

Barborini'nin günümüze ulaştığı bilinen yapılarından 1859 tarihli Moda Latin Katolik Kilisesi ve Altıncı Daire-i Be-lediye(-») yapıları (bugün Beyoğlu Belediyesi) neoklasik anlayışta örneklerdir. Belediye binası Beyoğlu'nun girişinde, Şişhane Meydanı ile kurduğu güçlü optik bağlantıyla Beyoğlu mimarisini temsil eden nitelikte bir yapıdır. R. E. Koçu'nun, Bariori tarafından yapıldığını yazdığı Âli Paşa Camii de büyük olasılıkla Barborini tarafından yapılmıştır. Tiyatro yapılan ise günümüze ulaşmamıştır. 1859'da Dolmabahçe Saray Tiyatrosu' nü ve 1875'te Varyete (Eldorado, Verdi, Odeon) Tiyatrosu'nu yapmış, 1872'de Abdülaziz'den izin alan Guatelli Paşa'nın talebi üzerine Tepebaşı Mezarlı-ğı'nın yerinde geniş programlı bir tiyatro projesi hazırlamış, ancak bu proje

gerçekleşmemiştir. 1865 yangını sonrası Nafıa ve Ticaret Nezareti tarafından görevlendirilerek Çemberlitaş'm restorasyonunu ve çevre düzenlemesini gerçekleştirmiş, bu uygulamada Çemberlitaş etrafını çevreleyen tahrip olmuş ahşap yapılar kaldırılmış, yolların genişletilmesi ile anıt görünür kılınmış, etrafı kazılarak kaidesinin restorasyonu yapılmıştır.

İstanbul'da değişik kesimlerden işverenlerin yapı taleplerini karşılayan, yayın faaliyetine katılan, resmi görevler alan Barborini, devrinin etkin ve saygın mimarlarındandır. Günümüze ulaşmış başka eserleri de olması mümkündür. Aile mezarı Feriköy Latin Katolik Me-zarlığı'ndadır.

CENGİZ CAN



BARDAS (Kayser)

(?, Abhazya - 21 Nisan 866, ?) Bizans komutam ve devlet adamı. III. Mihael döneminde (842-867) saray politikalarında ve dinsel tartışmalarda etkin rol oynamış olan Bardas, Büyük Saray'ın tören salonu Magnaura'da açtığı okul ile, dünyevi bilimlerin canlanmasına yardımcı olmuş ve bu amaçla dönemin ünlü bilginlerim koruması altına almıştır.

Ermeni asıllı Bardas'ın Ahbazya'da Paflagonya bölgesinde (Kafkaslar'ın Karadeniz kıyısında) doğduğu sanılmaktadır. İmparatoriçe Teodora'nın ve General Petronas'ın kardeşi olan Bardas, siyasal kariyerine orduda başladı. 837'de İmparator Teofilos kendisini "patrikios" (imparatorun askeri temsilcisi) unvanı ile Ahbazya'ya savaşa gönderdiyse de, burada başarı kazanamadı. 842'de, Teodora'nın, oğlu III. Mihael'i tahta geçirmesine yardımcı oldu ve saraydaki konumunu güçlendirdi. 847'de Patrik Met-hodios'un ölümüyle boşalan makama, sabık imparator Mihael Rangabe'nin oğlu olan ve babasının azlinden sonra hadım edilerek keşişliğe zorlanan İgnati-os'un getirilmesiyle, İgnatios ile rakibi bilgin Fotios arasında çıkan çatışmada Fotios'u tutan Bardas, bu tarihte Teodo-

1867 Paris

Uluslararası

Sergisi'ndeki,

Barborini'nin

tasarladığı

Osmanlı


Pavyonu.

Afife Batur

fotoğraf

koleksiyonu

ra'ya karşı bir mücadele başlatmıştı. Çünkü, İmparatoriçe hem Bardas'ın saraydaki gücünü kırmaya çalışıyor hem de oğlu III. Mihael'i kontrol altında bulunduruyordu. Bu vesayetten kurtulmak isteyen Mihael ve Bardas 856'da bir saray darbesi düzenleyerek rakiplerini tasfiye ettiler. 857'de ise imparatoriçeye nihai darbe vuruldu ve kendisi bir manastıra kapanmaya mecbur edildi. Bardas 862'de neredeyse hükümdarlık unvanı olan "kayser"i kullanmaya başladı.

Bardas'ın en önemli faaliyeti, Magnaura'da açtığı okul olmuştur. Burada topladığı ünlü bilginler arasında matematikçi Leon(->) ile bilgin ve usta diplomat Fotios da vardır. Bu okulda dünyevi bilimlerin canlanması için çalışan Bardas aynı zamanda Slav ülkelerinin Hıristi-yanlaştırılması ve Bizans kültürüne kazandırılması çabalarından da geri durmamıştır (bak. Konstantinopolis Üniversitesi). 858'de Patrik İgnatios'un yasal olmayan bir biçimde görevinden alınarak yerine bilgin Fotios'un geçirilmesi sırasında başlayan dinsel tartışmalarda Roma Kilisesi'ne karşı Fotios'u destekleyen Bardas, Bulgaristan Kralı Simon'un Hıristiyanlığı seçmesinde, Moravya ve diğer güney Slav ülkelerinde Bizans etkisinin yayılmasında rol oynamıştır.

Bardas'ın talihi, III. Mihael ile Makedonyalı Basileios (sonra I. Basileios) arasında başlayan dostluktan sonra tersine döndü. Bardas'ın ölen oğlunun dul eşi olan -ve özel ilişki içinde bulunduğu- Eudokia İngerina ile Basileios'un evlenmesi yüzünden şiddetlenen bu düşmanlık, Girit'e karşı düzenlenen bir sefer sırasında Bardas'ın bizzat Basileios tarafından öldürülmesi ile son buldu (866). Niketas David Paflagon'a göre, Bardas ile Patrik İgnatios arasındaki ihtilafın nedeni de İgnatios'un Bardas'ı İngerina ile sürdürdüğü bu ilişki yüzünden eleştirmesi idi. Öte yandan bazı kaynaklarda, Bardas'ın Basileios tarafından değil, III. Mihael tarafından öldürüldüğü ileri sürülmektedir.



Bibi. F. Dvornik, "Patriarch Ignatius and Ce-aser Bardas", Byzantinoslavica, 1966, s. 27, 7-22; Otsrogovsky, Bizans, 203-217.

AYŞE HÜR


BAREILLES, BERTRAND

(?, Milhas - 1933, ?) İstanbul hakkında çok sayıda makale ve kitap yayımlamış Fransız yazarı. Doğum tarihi tespit edilememiştir. Güney Fransa'da Pirene Dağları eteğinde Pau'da Milhas adlı kasabada dünyaya geldi. İlköğrenimini "Socra-te"in yurdunda yaptığı bildirildiğine göre, Yunanistan'da okumuş olmalıdır. Arkasından Paris'te Yaşayan Doğu Dilleri Okulu'nda (Ecole deş Languers Orienta-les Vivantes) öğrenimini sürdürerek buradan diploma almıştır. Prusya ile Fransa arasındaki 1870-1871 savaşından sonra İstanbul'a gelmiş ve burada yirmi beş yıl kadar yaşamıştır.

Çok sonraları, 1923'te Le Figaro gazetesinin bir muhabiri ile yaptığı konuşma-

da, oğlunun öğretmeni olduğu Derviş Paşa'nın tavsiyesi ile, o sıralarda yirmi yaşlarında olan Şehzade Abdülmecid Efendi'nin (Halife Abdülmecid Efendi) 1886'dan 1891'e kadar öğretmeni ve aynı zamanda yakın dostu olduğunu belirtmiştir. İstanbul'da kaldığı süre içinde başka şehzadelere de Fransızca dersleri vermiş, Mekteb-i Bahriye ile Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'de ve Mekteb-i Sulta-ni'de (bugün Galatasaray Lisesi) Fransızca öğretmenliği yapmıştır. Bu işleri dışında İstanbul'da çıkan Stamboul gazetesine ve Levant Herald'm Fransızca kısmına, Fransa'da Le Journal deş Debats'ya. çok sayıda makale göndermiştir. Bu yazıların bir kısmı kendi adıyla, bir kısmı ise "Stambouline" imzası ile çıkmıştır. Saray çevresinde sevilen, fakat bu kadar sevgi ve itimada layık olmadığını sonraları belli eden Bareilles, 1913'te Şehzade Selim Efendi ile Berlin'deki Türk elçisi arasındaki görüşmeleri öğrenmiş ve bunları Fransa idarecilerine ulaştırmıştır. Bareilles bu tarihten itibaren Fransa'ya yerleşerek peş peşe Türkiye hakkında kitaplar yayımlamaya başlamıştır. İlk kitabı Osmanlı Devleti ve Türklere karşı bir polemik olan Leş Turcs, Ce que fut leur empire, Leurs comedies politiques (Türkler, Devletleri ve Politik Komediler Ne İdi) başlığı ile Paris'te 1917'de basıldı. Az sonra İstanbul'a dair en önemli eseri olan Constantinople, ses cites Frangues et Levantines, Pera-Galata-Banlieue, (İstanbul, Frenk ve Levanten Mahalleleri, Beyoğlu, Galata ve Banliyö), dört yüz sahifelik bir cilt halinde yine Paris'te 1918'de yayımlandı. Kitapta, Türkler hakkındaki çirkin görüşler dışında, İstanbul'a dair bir hayli ilgi çekici bilgiye rastlanır. Ayrıca, I. Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda Galata ve Beyoğlu'nun azınlıkları ile, buralarda yaşayan ve Levanten denilen "Tatlısu Frenkleri" hakkında da bilgiler verilmiştir. Bareilles, bu kitabının içinde Türk şehrinden bahsedeceğini bildirdiği ikinci cildini ise bastırmadı. Nafil-yan, bu kitabı Bareilles'in Şehzade Se-lim'i üzmemek için yayımlamadığını ve yazarın ölümünden sonra da müsveddesinin kaybolduğunu bildirir.

Bareilles, 1920'de Sevres görüşmeleri sırasında La Depeche gazetesinin muhabiri olarak toplantılara katıldı. Bu yıllarda daha çok politika ile ilgili çok sayıda makale yazdı, bir taraftan da kitaplar yayımladı. Bunlardan bazıları, Karateodori Paşa'nın 1878 Berlin Kongresi hakkında Babıâli'ye takdim ettiği rapor (Rapport secret sur le congres de Berlin, par Ca-ratheodory Pacha, Paris 1919), Osmanlı Devleti'nin III. Selim döneminde Paris'e gönderdiği elçi Muhib Efendi'nin bir el-yazma nüshasını sahaflarda ele geçirdiği Sefaretname'si (Relation de voyage et de mission de Mouhib Effendi, ambassade-ur du Sultan Selim III, Paris 1920) ve Le drame oriental, d'Athenes â Angora'du (Paris 1923). Bu son kitabında Bareilles Türklerin Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlılara karşı başarı kazanmalarından inanıl-

maz derecede rahatsız olduğunu belli eder ve Türklere karşı nefretini açıklamaktan çekinmez.

Bareilles'in İstanbul ve Fransa gazeteleri ve dergilerinde çıkan yazılarından birçoğu A Travers Stamboul başlığı altında yayımlanmış olup, bunlar şehrin, Bizans ve Türk dönemlerine ait eski eserleri hakkındadır ve yazar romantik tasvirlerle Türk yapılarının güzelliklerini anlatmıştır. Bir kısmında da İstanbul'un sosyal hayatından, giyimlerden, sokak satıcılarından, salgın hastalıklardan, Rumlardan, ilk Türk gazetelerinden, saraydan, Boğaziçi'nin güzelliklerinden bahseder. 1920'den sonraki makaleleri ise bütünüyle politik konuludur. Nafilyan, Bareilles'in ölümünden beş yıl sonra yayımlandığı ona dair bir yazısında, damadı M. Bares'de, basılmamış pek çok müsveddenin bulunduğunu, bunları kendisine teslim ettiğini ve "bir gün bunları yayımlamayı" umduğunu bildirir. Fakat bunlar basılmamış ve torunu M. R. Bareilles de bunların ne olduğunu bilmediğini, bu satırların yazarına açıklanmıştır.

Bareilles, Abdülmecid Efendi'yle iyi dost olduğu yıllarda, şehzade ona Abdullah Biraderler fotoğrafhanesinde çekilmiş, üniformalı bir fotoğrafını, "So-uvenir â mon ami M. B. Bareille, LEP. MEDJID, 1886" sunuş yazısıyla vermiştir. Ayrıca Abdülmecid Efendi, Bareilles'in bir de yağlıboya portresini yaparak kendisine hediye etmiştir. Bunun da kenarında "A mon ami B. Bertrand, le P. Medjid, 1886" yazısı okunur. Güzel, akıcı bir yazı üslubu olan Bareilles, neşeli, canlı ve hoş konuşan bir kişi olarak tanınmıştı. Tıbbiye'de öğrencisi olan Tevfik Sağlam (1882-1963) hatıralarında ondan bahseder.

Torunu M. Roland Bareilles, dedesinin günlük gazete ve dergilerde vaktiyle basılmış, İstanbul hakkındaki makalelerini toplamaya uğraşmaktadır. Bareilles'in torunu, dedesinin birdenbire Türk düşmanı kesilmesine bir anlam veremediğini bildirirken Türklerden özür dilediğini samimiyetle açıklamıştır.



Bibi. "Abd--ul-Medjid intime", Le Figaro, 19 Ocak 1923; aynı makale, P. Dubie tarafından Pau-Pyrenees, IV, S. 119 (1923); Marcelle Ti-nayre, "Leş Parisiens vus par un Türe", Le So-leil de Marseiüe, 26 Kasım 1933; V. Nafilyan, "Bertrand Bareilles, Un Pyreneenen Orieut", Revue Regionaliste deş Pyrenees, S. 86 (Ekim 1938), (8 sahifelik ayrı basım görüldü); Tevfik Sağlam, Nasıl Okudum, 3. bas., İst., 1981, s. 55-56.

SEMAVİ EYİCE



BARIN, EMİN

(2 Haziran 1913, Bolu - 29 Aralık 1987, İstanbul) Cilt sanatçısı ve hat sanatına yeni bir anlayış getiren hattat. Babası Hafız Mehmed Tevfik Efendi de ciltçi ve hattattı. Barın daha yedi yaşında iken babasından güzel yazı öğrenmeye başladı. İlk ve orta öğrenimini Bolu'da tamamladıktan sonra 1932'de İstanbul Muallim Mektebi'ni, 1936'da

BARİ, NAZMİ

56

57

BARLAR

Emin Barm'ın kufi düzenlemesi: Sevelim sevilelim /Bu dünya kimseye kalmaz (Yunus Emre). "Toplu Sergiler" 4, İDGSA 1978 yayım



BARİ, NAZMİ

(1929, istanbul) Tenisçi. Tenis kortlarına maçlar sırasında top toplayan çocuk olarak girdi. Tenise 1944'te İstanbul Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü'nde başladı. Bu kulüpte yetişip parladı. 1952-1965 arasında Türkiye'nin bir numaralı tenisçisi unvanını elinden bırakmadı. Bu dönemde Türk Milli Tenis Takımı'nın Davis Kupa-sı'ndaki bütün maçlarına takım kaptanı olarak katıldı. 30 kez milli oldu. 20 yıllık tenis yaşamında 15 kez Türkiye şampiyonluğunu kazandı. 1965'te bir jübileyle tenis yaşamını kapattı. Daha sonra antrenör olarak çalıştı ve pek çok tenisçi yetiştirdi. Yazlık tenis okulları açarak küçük çocukları da kortlara çekti.

CEM ATABEYOĞLU



BARLAR

Geçen yüzyılın sonlarında Beyoğlu'nda "kafe şantan" (cafes chantant) adı verilen, daha çok yabancıların gittiği, atraksiyon, revü ve skeç gösterilerinin yapıl-

Ankara'da Gazi Terbiye Enstitüsü'nün Resim-İş Bölümü'nü bitirdi. 1937'de cilt ve Latin yazı sanatı için Almanya'ya gönderildi. Leipzig'de Kitapçılık ve Sanat Akademisi'nde Prof. Thieman ve Prof. Spemann'dan yazı; Prof. Wieme-ler'den Batı tarzı ciltçilik dersleri aldı.

1943'te istanbul'a döndükten sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde Dekoratif Güzel Sanatlar Bölümü öğretim üyeliğine getirildi. Bu tarihten sonra cilt ve Latin yazısı öğretimini sürdürürken bir yandan da yarıda bıraktığı, islam hat sanatı üzerinde Kâmil Akdik'ten(->) ve Necmeddin Okyay'dan(->) dersler aldı. II. Mehmed'in (Fatih) seçme şiirlerinden meydana gelen divançesinin cildini hazırlayarak 1958 Uluslararası Brüksel Sergisi'nde birincilik ödülünü kazandı. 1969'da Lizbon'a giderek su baskınından zarar gören kitapların tamiriyle meşgul oldu. Bundan sonra kendini İslam hat sanatına vererek 1977'de Dublin, 1983'te Paris, 1985'te Münster'de hat sergileri açtı. 1983'te emekliye ayrıldıktan sonra da hat çalışmalarını bırakmadı. Bilhassa kufi yazıya yeni bir anlayış getirerek birçok orijinal kompozisyon ortaya koydu. Bu yazıyı akla gelmeyen çeşitli örneklerle yorumlama dışında, divani yazı ile de değişik örnekler verdi. Bu eserlerinin sayısı 200'ü aşmaktadır.

19301u yılların barlarında yaygın olarak tüketilen, Paşabahçe Rakı Fabrikası'nm ürünlerinden biri olan "İstanbul Rakısı"nın etiketi. Vefa Zat koleksiyonu

Bundan başka, Anıtkabir'in bütün gömme ve kabartma yazıları, madeni paralar, sayısız kitabe ve mezar taşları, istanbul'daki 500. fetih yılı kitabeleri, Belediye Sarayı'nda Atatürk'ün nutku. Anıtkabir imza defteri, üniversitelerin berat yazıları, Yunus Emre'nin mezarı ile Boğaz Köprüsü'nün Anadolu yakasında mermer taşa kazılan maşallah yazısı da kendisinindir.



Bibi. Rado, Hattatlar, 270-271; H. Göktürk, "Barın, Emin", İSTA, IV, 2117-2119; İ. Turan, "Barın. Emin", DlA, V, 70-72; A. Alparslan, "İslâm Yazı Çeşitleri 1. Kufî" Sanat Dünyamız, S. 30 (1984), s. 18.

ALİ ALPARSLAN

dığı birçok eğlence yeri açıldı. Bunların en ünlüleri, "Trocadores", "Bizans'ın Büyük Alkazarı", "Mandas" ve "Kristal Palas" idi. Kabare benzeri bu kafe şan-tanlar. o dönem farklı bir hizmet vermiş olmalarına rağmen bugünkü İstanbul barlarının ilkleri olarak kabul edilmektedir. Kafe samanlardan sonra, yine Beyoğlu'nda, içki servisinin de yapıldığı kabareler (cabaret de nuit) açılmıştı. Beyoğlu Hamalbaşı Caddesi no. 7'de, R. Vichy yönetiminde faaliyetini sürdüren "Parisiana" adlı kabare bunlardan biridir. Kabare Parisiana'da 1913'te müzikli gösterilerin yanısıra "amerikanbar" hizmeti de veriliyordu.

Kafe şantanlar ve kabare barlar yeni eğlence ve içki alışkanlıkları doğurdu. I. Meşrutiyet'e (1876) kadar içki sadece meyhanelerde(-») içilebiliyor ya da buradan temin edilebiliyordu. Daha çok rakı, sonra şarap servisinin yapıldığı meyhaneler kendi aralarında sınıflara ayrılıyor, meyhanelerin her türü genellikle gayrimüslimler tarafından işletiliyordu. Bunun başlıca nedeni, içkinin şeriata göre yasak olması ve meyhanecilik mesleğinin süfli meslek olarak kabul edilmesiydi. Bırakın Müslümanların meyhane işletmelerini, içki içmeleri de yasaktı. Bu yasak hemen her dönemde uygulanmış, hattâ zaman zaman gayrimüslim azınlıklar da yasak kapsamına alınmıştı. İçki yasağının şiddetle uygulandığı dönemlerde meyhanelerin tümü yıktırılmış, içki üretimi tamamen durdurulmuştu. Yasağın katı olarak uygulanmadığı dönemlerde, içki içmek için meyhaneye gelen Türkler içkilerini sessiz sedasız, büyük bir tedirginlik ve korku içinde gizlice içerlerdi. Bunun sebebi ise kolluk kuvvetleri tarafından yakalandıkları zaman uygulanan cezalardı. Kimileri meyhanelerden aldıkları içkileri özenle saklayarak evlerine götürür, böylece daha rahat ve güvenli içki içme imkânına sahip olurlardı. II. Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra içki yasağının gittikçe gevşemesi ve gösterilen

Öteden beri bir

barlar semti

olan istiklal

Caddesi'nden

bir görünüm.

Ara Güler

büyük hoşgörü, içki üretim ve tüketiminin artmasına neden olmuştu.

Eskiden içkilere "Şıra Resmi" adı ile bir verginin uygulandığını, bunun daha sonraları, zecriye, reftiye ve ithaliye resimlerine dönüşerek çoğaldığını, 1859' da bu değişik vergilerin "Rüsum-ı Müc-temia" (birleştirilmiş vergiler) adı altında toplandığını görüyoruz. 1867'de yayımlanan bir genelge ile ispirtolu içki satışına da vergi getirilmiştir. Bu dönemde, birleştirilmiş vergiler, imalat bedeli üzerinden "Resnı-i Miri" ve bayilerden, mağaza ve dükkânlarının yıllık kiralarına göre, İstanbul'da 100 ve diğer illerde 30 kuruştan az olmamak üzere "Bey'iye Resmi" olarak iki ayrı vergi şeklinde tahsil edilmeye başlandı. Gittikçe artan devlet borçlarının ödenmesi çarelerinin araştırılmaya başlandığı 1878 sonlarında, 6 değişik gelir arasında içki resimlerinin de borçlara karşı tutulması kararı neticesinde kurulan "Rüsum-ı Sitte" idaresi, bu vergilerin takibi için 1880'de faaliyete geçti.

İçkilerin üretiminden tüketimine kadar uygulanan vergilerin hazineye büyük bir gelir kaynağı durumuna geldiği bu dönemde, yabancı ülkelerden hemen her türlü içki ithal ediliyordu. Örneğin, 1897'de Beyoğlu'nda Grand Rue de Pera (bugün istiklal Caddesi) no. 290'da bulunan "Pappi Bakkaliyesfnde, Fransız şampanyaları, Bordeaux şarap-

ları ve Hollanda likör türlerinin hemen hepsini bulmak mümkündü. Votka, konyak ve viski türleri ise daha önceki yıllarda da ithal ediliyordu. Türk rakısının karakteristik yapısının oluştuğu, Bo-monti ve Nektar bira fabrikalarında bira üretildiği yıllarda, Türk şaraplarına al-

Günümüzden bir bar. Hazım Okum; 1993

ternatif olarak piyasada Bordeaux şaraplarının bulunması ise düşündürücüdür. Bordeaux şaraplarını ithal eden "Societe deş Producteurs de France", 1907'de İstiklal Caddesi no. 463'te faaliyetini sürdürmekteydi.

1890'lı yıllarda, uluslararası kokteyl



BARO

58

59

BARO

türlerinden biri olan "panç" (punch) türleri, şekerci dükkânlarında alkolsüz meşrubatın yaraşıra alkollü meşrubat olarak da satılmaktaydı. Literatürde bu tür şekerci dükkânları "panççı" olarak da yer alır.

Panççılar, kafe şantanlar, kafe jar-denler ve her türlü içkinin hizmete sunulduğu kabare barlar, içki kültürümüzün bir oranda değişimine neden olmalarına rağmen, bu tür yerler Cumhuriyetin ilanından önce meyhane ve meyhane geleneğimize alternatif olamamıştı. 14 Eylül 1920'de çıkarılan "Men-i Müskirat Yasası" (İçki Yasağı Yasası), Cumhuriyetin ilanından sonra 9 Nisan 1924'te neşredilen 470 sayılı yasayla içki yasağı zımnen kaldırılmıştı. İçki yasağının kaldırılmasından sonra barlar meyhanelere alternatif olmaya başladılar.

1930'lu yılların başlarında Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi'nde, Beyazgül, Santral, Kutu ve Roznuvar; istiklal Caddesi'nde, Monparnas, Garden ve Şanuvar; Sıraselviler Caddesi'nde Maksim; Rıhtım Caddesi'nde Panorama barları, o dönemde faaliyetlerini sürdüren barlardan bazılarıdır. Bu barların amerikanbarla-rında ithal içkilerin yanısıra ülkemizde üretimine başlanan içkiler de yer almaktaydı. Bu içkilerden istanbul rakısı ve votka Paşabahçe Rakı Fabrikası'nda üretilirken, kanyak ve likör türleri, 1930'da deneme üretimine, 1932'de de seri üretime geçmiş olan Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası'nda üretilmekteydi.

1940'lı yıllarda, Pera Palas, Park ve Tokatlıyan otelleri ve Markiz Gece Ku-lübü'nün barları, dönemin vazgeçilmeyen barlarıydı. Pera Palas'ın ban istanbul'un en eski barlarından biridir. Cumhuriyet döneminin ilk barmenlerinden biri olan Serkis Takesyan, bu dönemde, Sıraselviler Caddesi'nde "Normandiya (Gazino) Bar"ını açmıştı. Normandiya Bar'da dönemin hemen her türlü kok-

Kabare Paris iana'mn antetli kâğıdına R. Vichy imzasıyla yazılmış bir mektup.



Vefa Zaf koleksiyonu

teyli hazırlanıyordu. Bu yıllarda, Beyoğlu Acara Sokağı no. 5/1'de faaliyetini sürdüren "Melodi Likör ve Kokteyl Salonu" aslında modern amerikanbarıyla tipik bir kokteyl barıydı.

1950'li yılların başlarında Beyoğlu'n-da, Florya, Londra, Özgür, Turan ve Çin barlarının revaçta olduğunu görüyoruz. Ancak, bu barlardan Çin Barı daha çok pavyon hizmeti vermekteydi. Yine aynı yıllarda faaliyetlerini sürdüren Yeni Saz ve Çağlayan Saz, konsomatris hanımlar çalıştırdığı için halk arasında bar olarak adlandırılıyordu. Dönemin vazgeçilmeyen barlarından bir diğeri "Kervansa-ray"ın Rustik Bar'ıdır. 1955'te İstanbul Hilton Oteli'nin açılışı ve Karagöz Bar, Roof Bar ve Bosphorus Terrace Snack Bar'ının hizmete girmesiyle, istanbul'da bar türlerinin hemen hepsi birer birer açılmaya başladı."Site Sineması'mn birinci katındaki "Çayhane Dansing (Dance) Barı" ve teras katındaki "Çatı Bar" bu yeni bar türlerinden ikisidir. Küçükpar-makkapı'daki "Yeşil Horoz", "Can can (Klüb Reşat)" ve "Pikadelli" de bu yıllarda açılmıştı. Daha sonraki yıllarda Sıraselviler Caddesi'nde, Normandiya Bar'ın zemin katında açılan "Klüb 12", Elmadağ'da Divan Oteli'nin barı ve Divan Oteli'nin yanındaki Ünver Oteli'nin "Gülistan Bar"ı da yeni tür barlardı. Bugün İstanbul'da, turistik otellerin bünyelerin-dekilerle beraber sayıları giderek artan pek çok bar bulunmaktadır.

Bibi. Ergin, Rehber; R. Ziyaoğlu, H. Lokma-noğlu-E. R. Erer, Turistik istanbul Rehberi; ist., 1950; M. llter, Rakının Tarihi, İst., 1984.

VEFA ZAT


BARO

Tanzimat'tan önce Osmanlı topraklarında bugünkü avukata benzer bir görev üstlenen kişinin adı "tezvir" ya da "ayak kavafı" idi. Tezvirin sözlük anlamı yalan dolan, ara bozmak gibi olumsuz bir

boyut taşır. Buradan da çıkarsanacağı gibi toplumda ayak kavafı olumlu bir gözle görülmüyordu. Müzevirlik, kâğıt kavaflığı, ayak dellallığı, arzuhalcilik bu mesleğin halk arasında yaygın tanımlarıydı. Bunlar elleriyle jestler yapan, ayaklarıyla tepinen, aktörlük eden ve laf paralayan hokkabaz ve şarlatan tipli kişiler olarak bilinirdi.

Mekteb-i Sultani'de (bugün Galatasaray Lisesi) hukuk sınıfının açılmasından ve Hukuk Mektebi'nin kurulmasından önceki dönemde, dava vekilliğini Anadolu'nun Niğde ve İncesu civarı bakka-ları yapardı. Bunların arasında hüküm giymiş ve hapishaneden hukuk açıklarını öğrenerek çıkmış birçok tüccar vb kişiler de vardı. Türkiye avukatlık tarihinde Karamanlı ya da İncesulu dava vekilleri diye anılan bu adamlar, çoğu kez gayrimüslim kesimden gelirdi. Bu dönemde devletin dava vekilliği mesleği üzerinde herhangi bir denetimi yoktu ve bu mesleğe atılanlar ağzı laf yapan, çoğu kez okuma yazma bilmeyen, ahlaki açıdan şaibeli kişilerdi.

Tanzimat sonrasında Batı'dan bir dizi mevzuat benimsendi. Bir tür medeni kanun olan Mecelle düzenlendi. Arazi Kanunnamesi, Mahakim-i Nizamiye Hakkında Nizamname, Ticaret-i Berriye ve Bahriye kanunnameleri, Ceza Kanunnamesi, Usul-i Muhakemat-ı Ticariye, Hukukiye ve Cezaiye türü yasalar Osmanlı hukuk düzenine yeni bir boyut kazandırdı.

Ceza Kanunnamesi'nde dava vekillerini ilgilendiren bir tek madde vardı. Ancak, meslek sırrını saklamayanlar hakkındaki bu madde (215. madde) hekimlerden, cerrahlardan, eczacılardan ve ebe kadınlardan bahsetmesine karşın dava vekilinin adına yer vermiyordu. Usul-i Muhakemat-ı Hukukiye Kanu-nu'nun 16, 41, ve 42. maddelerinde "ve-kâletname"den ve "dava vekili"nden söz ediliyorsa da "müdafaa vekili" sistemini Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu getirdi. Bu kanunun 249. maddesinde "müttehim"e ya da suçlanan kişiye müdafaasında yardım etmek üzere bir vekil seçmesi teklif edileceği ve seçmediği takdirde vekilin mahkeme tarafından belirleneceği yazılıydı. 250. maddede vekilin mahkeme maiyetinde bulunan dava vekillerinden, bunlar yoksa müttehimin hısım akrabası ve dostları arasından seçileceği kaydediliyordu.

Cinayet davalarında müttehimin mutlaka bir müdafaa vekili bulunmasının kanunun emri oluşu nedeniyle, ceza davalarında vekâlet, hukuk davalarından daha önce başladı. Böylece dava vekili ihtiyacı yeni hukuk düzeninde giderek arttı. Dava vekili yetiştirmek amacıyla Adliye Nezareti'nde kurulan bir komisyonca dava vekâleti mesleğine girecekler için 1873'te bir imtihan kondu. Ceride-i Mehakim ile sınav duyuruldu. Türkçe okuma şart koşuldu. Türkçe ya-zamayıp da Rumca, Ermenice ya da Fransızca yazabilenler de sınava kabul

edildiler. Sınavda başarı gösterenlere dava vekâleti ruhsatnamesi ya da izinnamesi verildi.

Dava vekili yetiştiren ilk okul Mekteb-i Sultani'dir. Okulun dersleri Fransızca olduğundan ilk yıllarda fıkıh ve Mecelle dışında dersler Fransızca okutuldu. Bir süre sonra 17 Haziran 1880 tarihinde Hukuk Mektebi açıldı. Amaç hâkim ve dava vekili yetiştirmekti. Hukuk Mektebi nizamnamesinin 33. maddesi gereğince mezuniyet şahadetnamesi alan talebeden dava vekâletinde bulunmak isteyenler, bir yıl nizamiye mahkemelerinde staj gördükten sonra vekâlet ruhsatnamesine hak kazanacaklardı. 35. maddeye göre Hukuk Mektebi mezunu olmayan kimseye dava vekâleti için ruhsatname' verilmeyecekti.

Bu nizamnameye rağmen ruhsatnamesi olmayanlar da dava vekilliği yaptılar. Yönetimin bu konuda açık bir tavrı yoktu. Öte yandan Mecelle "müddei ve müddeialeyhten her biri dilediğini tevkil edebilir" hükmünü getirmişti. Nihayet imtihan komisyonu önünde sınava girenler ve Mekteb-i Hukuk'tan şahadetname alanların sayısı sınırlıydı. Bu şartlara sahip olanların önemli bir kısmı ise dava vekilliğinin kötü geçmişi ve haysiyete dokunan telakkisi nedeniyle mesleğe girmiyorlardı. Meydan çoğu kez ağzı laf yapan şarlatanlara kalıyordu. Avukatlık uzun bir süre müzevirlikle bir tutuldu. Aydın zümre uzun süre bu çelişkiyi aşamadı.

Dava vekâleti mesleğini ilk örgütleme girişimi 13 Ocak 1876 günlü Dersa-adet Dava Vekilleri Cemiyeti Nizamna-mesi'dir. Bunun bazı resmi sicillerdeki adı Mahakim-i Nizamiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamname'dir. Bu mevzuatta dava vekillerinin işlerine bakmak ve Nezaret-i Ahkâm-ı Adliye tarafından yapılacak resmi tebligata vasıta olmak üzere bir derneğin kurulması öngörülmüştü. Cemiyetin görevleri arasında, dava vekillerinin ücret ve masrafları hakkında doğacak güçlük ve uyuşmazlıklarda açıklama yapılması, dava vekilleri arasında çıkacak sınıf ve sıfatlara ilişkin uyuşmazlıkların çözümü, adli yardım gibi konular yer alıyordu.

Avukatlık ve baro tarihinin dönüm noktası sayılan bu mevzuat, avukat, baro, inzibat meclisi gibi sözcüklere yer vermese de mesleği zapturapt altına alan, meslek kuruluşuna ve disiplinine ilişkin birtakım özlü kaideler, cetveller (levha), vekâlet ücretine ait hükümler ve tarifeler ve dava vekilleri hakkında dereceler içeriyordu. Diğer bir deyişle dava vekâleti mesleği kurallara bağlanıyordu. Ancak mevzuatta dava vekâletinin Osmanlılara mahsus ve münhasır bir meslek olduğu belirtilmemişti. Buna kapitülasyonlar engeldi. Yabancı pasaportlu birçok avukat Osmanlı ülkesine gelmiş Osmanlı tahtının yanı başında baro kurmuşlardı. Nitekim Osmanlı topraklarında ilk baro 1872'de yabancıların öncülüğünde kuruldu. İstanbul

İstanbul Barosu Genel Kurulu toplantısı, 1979. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

Barosu Cemiyeti (Societe de Barreau de Constantinople) adını taşıyordu. Derneğin amaçlan arasında kendi üyelerine genel güvenlik sağlamak, yoksul kimseleri ücretsiz savunmak gibi konular yer alıyordu.

Bu baroda kayıtlı 33 avukattan yalnızca beşi Osmanlı tabiyetindeki gayrimüslimlerdendi; diğerleri İngiliz, Fransız, İtalyan, Avusturyalı, Belçikalı, Yunanlı ve Rustu.

Bu arada 1879 tarihli Teşkilat-ı Mehakim Kanunu yargı örgütüyle ilgili düzenlemeler getirdi. Adalet organları yönetim organları karşısında bağımsız konuma geliyordu. Savcılık kurumu bu kanun ile Osmanlı hukukuna girdi. İcra memurlukları, adliye müfettişlikleri kuruldu; mahkeme harçları düzenlendi; infaz yöntemlerine yenilikler getirildi. Dava vekilliği mevzuatı 27 Haziran 1879 tarihli iradeyle taşraya da teşmil oldu. Yine aynı yıl noterlik Osmanlı ülkesine girdi.

Dava vekilleri nizamnamesinin kurulmasını öngördüğü İstanbul Barosu 5 Nisan 1878 günü toplandı. O zamanın en yaşlı vekili tarafından okunan açılış nutku daha sonra Manokyan Matba-ası'nca basıldı. Nutuk padişaha dua ile başlıyor, Avrupa avukatlığının kısa bir tarihçesini veriyordu.

Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti'n-ce hazırlanan ilk liste ya da levhaya göre o günkü 62 dava vekilinden 28'i Ermeni, 11'i Müslüman, 11'i Rum, diğerleri ise Rus, İngiliz, Fransız, İtalyandı. Dersaadet dava vekillerinin ikinci bir

levhası 1880 tarihini taşır. Bu levhada kayıtlı vekil sayısı 105'ti. Baro reisi Ro-salato adında bir Rustu.

Avukatlık mesleğini düzen altına almaya yönelik ikinci bir girişim Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti'nin sürekli başvurulan sonucu 1884 sonbaharında çıkarılan Dava Vekillerinin İmtihanına Dair Nizamname idi.

Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti'nin merkezi Galata'da eski borsa binasına bitişik Çalyan Hanı'nm yanındaki Yıldız Hanı'nda bir odaydı. Genel toplantılar, eskiden Bizans Lokantası adını taşıyan lokantanın üstündeki Artin Ağa' nm lokantasında yapılıyordu. 1893'te baro, Adliye'nin üst katında, merdiven başındaki camekânlı odaydı.

Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti varlığını kanıtlamak için uzun bir mücadele verdi. 15 Eylül 1886 tarihli bir irade, Dersaadet Dava Vekilleri Nizamnamesi hükümlerini tadil ediyor, hukuk ve ticaret işlerinde herkes dilediğini tevkil edebilir diyordu. Böylece diplomalılarla diplomasızların kavgası sürüp gidiyordu.

Dava Vekilleri Cemiyeti'nin mücadele ettiği bir başka kurum, vekil musah-harlıktı. Dönemin hukuk usulüne göre taraflar doğrudan doğruya ya da vekilleri aracılığıyla hazır bulunmadıkça dava görülemezdi. Bu nedenle mahkemeye gelmeyen tarafın yerine mahkeme kendiliğinden bir vekil tayin eder ve böylelikle taraflar oluşurdu. Buna "teş-kil-i tarafeyn" denirdi. Mahkemenin resen tayin ettiği bu vekilin adı "vekil mu-


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin