Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə4/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   134

Balat Hamamı

Araş Neftçi

(Fatih) dönemine (1451-1481) tarihlene-bileceğini ileri sürmüştür. Gerçekten de Fatih'in bir vakfiyesine göre kurduğu hayrata gelir elde etmek üzere yapılmış hamamlar arasında bu bölgede mevcut iki hamamın adı geçer. Bunlardan biri Balat Kapısı Hamamı, diğeri ise Çavuş-başı Hamamı olarak isimlendirilmiştir. Bunlardan birinin Balat Hamamı olması mümkündür. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde Balat Hamamı olarak kaydedilmiş olan hamam, 1288/1871 tarihli hamamlar için düzenlenmiş bir belediye nizamnamesinde, birinci sınıf hamamlar arasında aynı isimle yer alır.

Hamamın bugün yok olmuş bulunan Balat Kapısı'nın tam karşısında bulunması, Fatih evkafından olan Balat Kapısı Hamamı ile aynı yapı olduğu fikrini çok kuvvetlendirmektedir. Ayverdi ise bu hamamı Çavuşbaşı Hamamı olarak adlandırmıştır ki, tarif edilen adres itibariyle yanlış olduğu kesindir. Ancak adı ne olursa olsun bugün mevcut olan hamamın II. Mehmed (Fatih) dönemine ait olduğu kesindir.

Balat Hamamı bir çifte hamamdır ve mimari açıdan henüz incelenmemiştir. E. H. Ayverdi'nin yayımladığı plan da bu yapıya ait değildir. Koçu ise yalnızca erkekler kısmının bir krokisini vermiştir. Soyunma yeri (camekân) geç bir devre aittir ve bir aydınlık fenerinden ışık alır. Ilıklık ve soğukluk bölümleri bu kısmın yanındadır. Bu, geleneksel Türk hamam mimarisinde görülmeyen bir özelliktir. Beşik tonozlu bir örtüye sahip olan ılıklık bölümünden, bir tarafında helaların sıralandığı dar bir dehliz ve sonundaki merdiven vasıtasıyla kare bir mekâna inilir ki, başka hiçbir hamamda böyle bir durum gözükmez.

Bu tonozlu hücre "Yahudi Batağı" adıyla tanınır ve ortasında yalnız Musevilerin kullandığı bir havuz vardır. Sıcaklık bölümü ise dikdörtgen biçiminde

iki yanında birer eyvan bölümü bulunan, kubbeli geniş bir mekândır. Duvarlardan birine bitişik bir göbektaşı sekisine sahip olan bu mekândan kare planlı ve kubbeli iki halvet hücresine geçilir. Bu plan şekliyle yapı, çifte hal-vetli hamam tipinin bir örneğidir. Kadınlar kısmının mimarisi hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.

Süsleme sayılabilecek hiçbir unsura sahip olmayan Balat Hamamı İstanbul' un en eski hamamlarından biri olması nedeniyle önemli bir yere sahiptir. Ayrıca başka hiçbir hamamda görülmeyen mimari özelliği ile de dikkate değer. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 331; Ayverdi, Fatih IV, 593, no. 596, 729, 732; R. E. Koçu "Balat Hamamı", İSTA, IV, 1907-1970; Fatih Mehmed II. Vakfiyeleri, (1938), vr 94a-b, s. 213; S. Eyice, "Balat Hamamı", DlA, V, 8.

SEMAVİ EYİCE



Balat Musevi Hastanesi

Silvyo Ovadya koleksiyonu

BALAT KAPISI

bak. SURLAR



BALAT MUSEVİ HASTANESİ

Balat Ayvansaray'da 1886'dan beri hiz-, • met veren Musevi hastanesi. Bir adı da • Or-Ahayim Hastanesi'dir.

19. yy'da Yahudilerin yoğun olarak yaşadıkları Balat ve Hasköy'de yoksul hastaları tedavi edip, bakımlarına yardımcı olma fikri 1884'te Dr. Rafael Dal-medico tarafından ortaya atılmış ve birkaç gencin de katılmasıyla yoksul hastalara evlerinde tıbbi yardımda bulunularak uygulamaya geçilmiştir. Dönemin kötü ekonomik şartlarının da etkisiyle yardıma muhtaç hastaların çokluğu Balat'ta bir Yahudi hastanesinin gerekliliğini doğurmuştur.

Projenin gerçekleşebilmesi için gereken paranın toplanmasını sağlamak amacıyla her Yahudi evine dağıtılan ve 1970' li yıllara kadar sürdürülen "hastaneye yardım kumbarası" fikri de o dönemde ortaya atılmış ve uygulanmaya başlanmıştır.

1885'te Balat Çeşmekaya'da, çalışan işçileri ve yoksulları ücretsiz olarak tedavi eden ve Or-Ahayim (yaşamın ışığı) olarak adlandırılan bir dispanser kuruldu. Bir süre sonra yanındaki evin kira-lanmasıyla 8 yataklı bir binada hastaların tedavi altına alınmaları sağlandı.

Bu çalışmalarla büyük ve modern bir hastanenin cemaatleri için önemli bir ihtiyaç olduğunu gören Balat ve Has-köy Musevileri kısıtlı imkânlarıyla projenin gerçekleşmesi için maddi yardımlarını esirgemediler. Balat-Ayvansaray'da bir arsa satın alındı. II. Abdülhamid'in "Yahudi milletinin hastalarını tedavi edebilmesi için" Balat semtinde bir hastane inşaasına izin veren fermanı imzalamasıyla 10 Mayıs 1986 Pazar günü Hahambaşı Moşe Halevi'nin ilk harcı koyduğu temel atma töreni gerçekleşti.



BALCIOĞLU, SEMİH

14

15

BALE

Balçık Tekkesi'nin tevhidhane-türbe bölümünden görünüm, 1940.



M. Baha Tanman koleksiyonu

SARAY'DA KIZ FANFARI VE BALE HEYETİ

Saza davetli olanlar toplanınca padişah hareminin orkestra takımı, yarı resmi al fitilli, koyu lacivert pantolon, setre (düz yakalı ve önü ilikli çuha elbise), ferahi-li fesli (vaktiyle askerlerin fesleri üzerine dikilen daire biçiminde sarı tepelik) 60 kadar kız, sazendebaşıları önde olduğu halde gelirler. Sofanın yan tarafında notaları notalıklara kor, dururlar. Muzikanın zabiti olan kız, elindeki kısa değneği ile işaret edince başlarlar.

Orkestra takımında keman, viyolonsel ve kontrbas çalan kızlar da bando takımında yer alırlar. Bu zeki ve yetenekli kızların her biri birkaç çeşit musiki aleti çalacak kadar hünerlidir.

Oyun vaktine kadar opera ve diğer güç parçalar çalınır. Oyunlar (Avrupa eski kıyafetleriyle) o zamanın dansları, çalparelerle İspanyol raksları, tefle çeşitli rakslar, İskoçya ayak oyunları, pandomim, komedi, dansözlerin hafif, uçar gibi danslarıdır.

Bu danslarda boyu uzun olanlar kavalyelik, kısa olanlar da damlık ederler. Her oyunda zamanının ve o oyunun kendi kıyafeti giyilir. Bunları kabasazla tavşan ve köçek oyunları takip eder.

Bu saz takımı daima giyindikleri entarileriyle gelirler; rakkaseler oyun takımı giyinirler. Harem, saz gecesi pek parlak olur. En küçük kalfalar bile güzel giyinirler. Sultanefendilere kahve, şerbet, meyve getiren terbiyeli kalfaların ışık gölgeleri arasında hayal gibi gezintileri pek hoş, pek göz alıcıdır. Bu kalfalar yaşlarına uygun biçimde süslenmiş, hotozlu elmaslı eteklerinin uçları şal kemerlerine sokulmuş alarak hoş bir görüntü teşkil eder.

Bu âlem de hakikaten görülecek latif bir manzara idi. Şimdi onu gören gözler hemen kalmadığı gibi şimdiden (1920) sonra da görülemeyecektir. Balolar-daki manzara başka, bu başkadır. Bu eğlenceler geceyarısından sonra bile devam eder. Padişah, saza pek seyrek gelir. Bayramın son günü ikindi vakti misafir sultanefendilerin saltanat arabaları iç kapıya getirilir; nezaketle uğur-lanır. Kalfaların arabaları ise orta kapıda durur, avluya giremez.

Leylâ Saz, Haremin İçyüzü, ist., 1974

Projesi ve inşası devrin ünlü mimarlarından Gabriel Tedesçi tarafından gerçekleştirilen ve 11.000 altına mal olan Or-Ahayim Hastanesi 1898'de hizmete açıldı.

Hastanenin hizmete girdiği dönemde başkanı ve başhekimi olan Dr. Rafael Dalmedico başta olmak üzere Dr. îzak Paşa (Molho),' Dr. Abraham de Castro, Yuda Levi Kezapçıoğlu, Eli Suhami, Sa-muel Rizo, Robert Levi, Josef Halfon, Yaakov Habib ve Avraam Gerşon'un girişimleri ile oluşturulan proje, başta Baron Moris de Hirsh olmak üzere Roth-schild'lerin, Goldschimdt ailesinin; Da-vid Sasson ve Elie Leon gibi çoğunluğu Avrupa'da yaşayan varlıklı Yahudilerin maddi yardımları ile inşa edildi.

I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla 1914' te 30 yatağını Kızılay'ın hizmetine veren hastane 1921'de Bağdat kökenli Elie Kadoorie'nin, genç yaşta ölen eşi Laura Kadoorie'nin anısına yardımda bulunmasıyla 40 yataklı ikinci bir üniteye ve röntgen bölümüne kavuştu. Elie Kado-orie ve ailesinin yapmış olduğu yardımlar sonrasında hastanenin adı uzun bir süre Laura Kadoorie-Or Ahayim olarak anıldı ve bazı belgelerde de bu isim kullanıldı.

Yeni binaların yapılmasıyla her Yahudi hastanesinde olduğu gibi merkez binada bulunan sinagog da bir süre sonra radyoloji bölümünün yer aldığı binaya taşındı.

Aynı adı taşıyan vakıf tarafından idare edilen Balat Musevi Hastanesi'nin ayrıca gönüllülerden oluşan; yemekhane, çamaşırhane ve hastaların bakımını üstlenen bir kadınlar kolu mevcuttur.

Or-Ahayim Hastanesi'nin 1947'den 1970'li yıllara kadar yardım toplamak gayesiyle düzenlemiş olduğu balolar İstanbul sosyetesinde büyük yankılar uyandırmış, birçoğuna dönemin başbakanları bile katılmışlardır.

Haliç çevre düzenlemeleri sırasında deniz kenarında kalan ender binalardan biri olan Or-Ahayim Hastanesi günümüzde 13 doktoru, 90 yatağı, 2 ameliyathanesi ve polikliğini ile Balatlılara ve İstanbul Musevilerine hizmet vermeye devam etmektedir.

SİLVYO OVADYA



BALCIOĞLU, SEMİH

(1928, İstanbul) Karikatürcü. Işık Lise-si'ni ve 1951'de de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Grafik Bölümü'nü bitirdi. İlk karikatürü 15 yaşındayken Akbaba dergisinde çıktı. Karikatür, Şaka, Amcabey, Tef, Çivi gibi gülmece dergi-leriyle Akşam, Vatan, Dünya, Hürriyet, Ulus, Tercüman, Bulvar, Son Baskı gibi gazetelerde karikatürleri yayımlanan Balcıoğlu, 1958'de Taş adlı bir gülmece dergisi çıkardı. Daha sonra Karikatür dergisiyle birleşerek Taş-Karikatür adını alan bu dergiyi 1960'a kadar yayımladı. 1975'te de Ç'arşaf adlı gülmece dergisini kurdu.

Balcıoğlu Türk karikatüründe 1950' den sonra ağırlığını duyuran karikatürcüler kuşağındandır. - İlk döneminde ö-zellikle Cemal Nadir Güler gibi eski ustaların etkisinde olan çizgisini sonraları yalınlaştırmış, anlatımın ağırlığını çizime yükleyen yaklaşım içinde yer almıştır. Çalışmaları yurt içinde ve dışında çok sayıda ödül kazanmıştır. Bugüne kadar otuza yakın sergi açmış, 10'u karikatür albümü, ikisi de Türk karikatürü ile karikatürcülerini konu alan olmak üzere 12 kitap yayımlamıştır.

Semih Balcıoğlu'nun seramik çalışmaları da olmuştur. Serigrafi, yağlıboya, kazıresim (gravür) gibi anlatım tekniklerini kullanarak yaptığı karikatürleri de vardır.

Semih Balcıoğlu istanbullu bir karikatürcüdür. Bu kentte doğmuş, burada çalışmıştır. Onu başka çizerlerden ayıran bir özelliği, yapıtlarından birini bu kente adamış olmasıdır. Güle Güle istanbul (1979, yb 1984) adlı kitabı, değişen yaşam koşullarının bu kent üstündeki olumsuz etkilerini grafik izlenimler biçiminde 'yansıtır. Bu yapıt 1982'de İtalya'nın Pescera kentinde yapılan en iyi karikatür kitabı yarışmasında birincilik ödülü kazanarak çizerinin olduğu kadar İstanbul'un da adının duyurulmasına katkıda bulunmuştur.

ÜSTÜN ALSAÇ

Semih


Balcıoğlu'nun Güle Güle İstanbul adlı kitabından bir karikatür, 1979. Semih

Balcıoğlu 'nün izniyle

BALÇIK TEKKESİ

Eyüp İlçesi'nde, Defterdar'm eskiden "Balçıkiskelesi" olarak anılan kesiminde, Nişanca Mahallesi'nde, Gezeri Kasım Akar Çeşme Sokağı ile Defterdar Caddesi'nin köşesinde yer almaktadır.

Balçık Tekkesi 8ö3/l458'de darülhadis olarak tesis edilmiştir. Banisi bilinmemektedir. Bu çevreye ve tekkeye "Balçık" ya da "Balçıkiskelesi" adının verilmesinin sebebi, Alibeyköyü ve Kâğıthane derelerinin ağzından toplanan, çömlek yapımına uygun çamurun tekkenin hizasında bulunan bir iskeleye getirilmesi, buradan da Defterdar'm iç kesiminde toplanmış olan çömlekçilere taşınmasıdır.

Zamanla harap olan yapı 1000/1591-92'de Gazi Tiryaki Hasan Paşa (ö. 16li) tarafından mescit olarak ihya edilmiş, imamlığına Halvetî-Sünbülî tarikatından Şeyh Mahmud Efendi (ö. 1609) getirilmiş, böylece bina bir mescit-tekke niteliğine kavuşmuştur. 19. yy'ın birinci çeyreği içinde Halvetîliğin Uşşakî koluna intikal eden Balçık Tekkesi'ni 12427 1826'da satın alan Şeyh Mehmed Emin Efendi (ö. 1841) binayı tadil ettirmiş ve bağlı bulunduğu Sa'dî tarikatına tahsis etmiştir. II. Mahmud 1251/1835'te tekkeyi yeni baştan inşa ettirmiş, bu arada yapıya türbe bölümünü ilave ettirmiştir. Geçen yüzyılın ikinci yarısı içinde ha-

rem ve selamlık bölümlerini barındıran ahşap kanadın yenilendiği anlaşılmaktadır. Ayin günü cumartesi olan Balçık Tekkesi'nde 1303/1885'te, dört erkek ile altı kadının ikamet ettiği, Dahiliye Nezareti'nce hazırlanan istatistik cetvelinde belirtilmiştir.

Kapandıktan sonra terk edilen Balçık Tekkesi 1939'da geçirdiği bir yangından sonra harap olmuş, zamanla yangından arta kalan yıkıntıların çoğu da tarihe karışmıştır. Halen yerinde bir otomobil tamirhanesinin bulunduğu tekkeden geriye bir iki duvar kalıntısı kalmıştır.

Mescit-tevhidhane ile türbe 13x7 m boyutlarında bir yapının içinde toplanmıştır. İki katlı olduğu anlaşılan kagir binanın duvarlarında almaşık örgüye yer verilmiştir. Mescit-tevhidhane ile türbe bölümlerinin, tarikat yapılarına özgü bir bütünlük içinde tasarlandıkları, aralarında, bu bölümleri birbirinden soyut-lamayan ahşap korkulukların uzandığı anlaşılmaktadır. Mescit-tevhidhanenin mihrap duvarı ile girişin bulunduğu batı duvarı sağır bırakılmış, ayinlerin icra edildiği bu mekân türbe duvarındaki pencerelerle aydınlatılmıştır. Türbenin uhrevi havası içinden süzülerek gelen ve burada gömülü olanların "ruhaniyeti-ni" temsil eden ışığın ayin mekânını aydınlatması, birtakım başka tarikat yapılarında da gözlenmektedir. Batı duvarı boyunca iki katlı mahfillerin yer aldığı, kadınlara ayrılan fevkani mahfilin kafeslerle donatıldığı tahmin edilebilir. Kesme taştan sövelerin çerçevelediği, sepet kulpu biçiminde kemerlerin taçlandırdığı türbe pencereleri, inşa edildikleri II. Mahmud döneminin ampir üslubunu yansıtmaktadır. Tiryaki Hasan Paşa neslinden bazı kişilerle tekke şeyhlerinin gömülü olduğu türbede, beyaz mermerden yontulmuş dolama kavuklu şahide-ler dikkati çeker.

Arsanın güney yönünde bulunan iki katlı ahşap binanın zemin katı ile asma katının selamlık, üst katının ise harem olarak kullanılmış olduğu tahmin edilebilir. Üst katta bir çıkma ile donatılmış olan bu yapı, hemen bütün tekke meşrutaları gibi, tasarımı ve dış görünümüyle sıradan bir İstanbul evinin özelliklerini sergilemektedir.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, ty, 280; Kut, Dergehname, 230, no. 10; Ayvansarayî, Ha-

I, 281-282; Çetin, Tekkeler, 587; Aynur, • Salitia Sultan, no. 28, 34; Âsitâne, 5; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 2-3, no. 5; Münih, Mecmua-i Tekâya, 6; İhsaiyat II, 21; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 136; Zâkir, Mecmua-i Tekâya, 56-57; H. Göktürk, "Balçık Tekkesi ve Mescidi", İSTA, IV, 1979-1980; Öz, İstanbul Camileri, I, 32; Akakuş, Eyyûb Sultan, 312; Ayverdi, Fatih III, 323; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 29-31.

M. BAHA TANMAN

BALE

Osmanlı Dönemi

İstanbul'da ilk bale gösterilerinin geçmişi 16. yy'a kadar gider. 1524'te İstanbul'daki İtalyanlar, Venedik elçisinin evinde bir bale gösterisi düzenlerler. Şarkılı ve konulu olan bu bale, tarihsel kayıtlara "dramma per musica" (müzikli dram) olarak geçer. Şenliklerin birinde gerçek anlamıyla iki "mim-bale" sergilenir. Şehzadeleriyle birlikte yoksul çocukları da sünnet ettirmek isteyen III. Murad İstanbul'da Atmeydam'nda bir şölen düzenler. 14 Haziran 1582 günü gerçekleşen bu şölende 900 oyuncudan oluşan bir topluluk, "Aya Yorgi'nin Ejderle Kavgası" başlıklı mim-baleyi sergiler. Dansçılar aynı gün bir "bale" daha sunarlar. Bu kez antik Akdeniz mito-logyasını işleyerek aşk tanrısı Eros'un öyküsünü bedensel dille anlatırlar.

IV. Mehmed'in oğlu Şehzade Mustafa'nın Edirne'de gerçekleştirilen sünnet düğünü (1675), Fransız tarihçi Albert Vandal'a göre "dans ve mim" şölenlerinden oluşmuştur. Yerleşik bale çalışmala-

BALIK PAZARLARI

16

17

BALIKÇILIK

Günümüzde balık pazarlarının en ünlüsü olan Beyoğlu Balık Pazarı'ndan bir görünüm (üstte) ve Sarıyer'deki pazardan bir balıkçı tezgâhı (sağda). Ahmet Kuzik (üst), Erdal Yazıcı (sağ)

n II. Mahmud (hd 1808-1839) ve Abdül-mecid (1839-1861) devirlerinde "Osmanlı Devleti Muzikaları Umum Mürebbisi" olarak Giuseppe Donizetti'nin(->) (Doni-zetti Paşa) çabalarıyla gelişir. Eylül 1828' de İstanbul'a çağrılan Donizetti, Osmanlı sarayına Batı müziği ilkelerinin yanısı-ra, opera, operet ve bale örnekleri de getirerek bu türlerin Türkiye'de benimsenmesinin öncülüğünü yapmıştır. Hekim ismail Paşa'nın kızı Leylâ Saz'ın(->) yazdıklarına göre, Dolmabahçe ve Çıra-ğan saraylarının haremlerinde birer bölüm, kız fanfarı ve bale heyeti çalışmaları için "meşkhane" (derslik) olarak ayrılmıştı. Donizetti'nin italya'dan çağırdığı bale eğitmenleri, kızlara "Garp musiki-siyle raks" dersleri veriyordu. Haremağaları ve hizmet cariyeleri dansçıların emrinde bulunur, havluyla terlerini siler, su getirir, yelpazelerlerdi. Kız bale heyeti yalnızca kız fanfarının müziği eşliğinde dans ederdi. Günümüzde başbalerin unvanını taşıyan dansçı o çağlarda "kız çavuş" olarak anılırdı. Konuyla ilgili araştırmaları olan Refik Ahmet Seven-gil'e göre 90 sanatçıdan oluşan ve haftada iki gün çalışma yapan kız fanfan ve bale heyetinin bir örnek yaptırılmış elbiseleri vardı. Defne yaprağı işlenmiş, 2 cm genişliğinde sırma zırhlı, narçiçeği kadifeden pantolon ve etekleri, kolları, boyun tarafları yine sırma işlemeli ceket giyerlerdi. Kızların saçları kısa kesilirdi; başlarında elbiselerinin kumaşından, kenarı sırma zırhlı ve ferahili fes, ayaklarında parlak potinler bulunurdu.

19. yy'da İstanbul'da, konuk İtalyan bale toplulukları da izlenirdi. Naum Efendi'nin Galatasaray Sahne Sokağı'n-daki Beyoğlu Tiyatrosu'nda (buraya İtalyan Tiyatrosu da denirdi) İtalya'dan çağrılan topluluklar bale gösterileri sunarlardı. 19 Nisan 1860'ta "La Fille Mal Gar-dee", 13 Ekim 1860'ta "İl Travestimente Amoroso" baleleri, 21 Kasım 1860' ta Verdi'nin "Leş Vepres Siciliennes" operasının "Dört Mevsim Balesi" burada ramp ışıklarına çıkmıştı.

Sevengil, önceleri Soulie Cambaz Kumpanyası, sonra Gedikpaşa Tiyatrosu, ardından Osmanlı Tiyatrosu adını alan küçük ahşap yapıda değişik bale yapıtlarının sergilendiğini belgeler. Osmanlı Tiyatrosu'nun 8 Şubat 1866 tarihli program dergisinde "Hint Balesi", "İki Balerina, Yani Oyuncu Kızın Amerikan Dansları" gibi notlar yer alır. Topluluğun 12 Şubat 1866 günü yayımladığı tanıtım yazısındaysa "Çin Balesi", "Balerin Kızlardan Birinin Halka Dehşet Verir Surette Gülle Üzerinde Latif Oyunları" türünden açıklamalar bulunur. Cumhuriyet Dönemi İstanbul'da ilk klasik bale adımlan 1920' lerde atıldı. St. Petersburg Bale Okulu'n-da eğitim gören Krassa Arzumanova 1921' de Türkiye'ye geldi ve ciddi bir bale eğitiminin başlatılabilmesi için girişimlerde bulundu. Arzumanova ve öğrencilerinin İstanbul'daki ilk gösterileri Casa d'Italia salonunda 8 Kasım 1931'de gerçekleşti, l Nisan 1933'te, Union Fran-

Lidya Krassa

Arzumanova

(ortada)


1930'lu yıllarda

öğrencileriyle

birlikte.

L. Krassa

Arzumun,

1933-1975 Türkiye

Çalışmaları adlı

istanbul Devlet

Opera ve Balesi'ne

ait bir tanıtım

kitapçığının

kapağından.

çaise'deki "Temsilli ve Musikili Müsame-re"nin ardından, Yardımseverler Derneği, Kızılay ve Fukaraperver Cemiyeti yararına yapılan bale gösterileri geldi. Eminönü Halkevi'nin ilk bale gösterisi 59 kız ve l erkek öğrenciyle 1942'de ramp ışıklarına çıktı. Eminönü Halkevi'nin ardından Beyoğlu ve Şişli halkevlerinde de bale çalışmaları yapıldı. "Bir Orman Masalı", "Antikacı Dükkânı", "Çiçek Bahçesi", "Köy Düğünü", "İnci'nin Rüyası", "Bora" gibi klasik-folklorik yapıtların sahnelenebilmesinde, daha sonra Leyla Arzuman adını alan Krassa Arzumano-va'nın büyük emeği vardı.

1940'larda Türkiye'ye gelen Macar göçmeni Olga Nuray Olcay, İstanbul Devlet Operası'na dansçı olarak girdi. 1953'te İstanbul Belediye Konservatuva-n Bale Bölümü'nü kurdu. Kuruma 1955'te katılan Rezzan Abidinoğlu'yla birlikte öğrenci yetiştirmeyi sürdürdü. Bu arada İstanbul'da özel bale dershaneleri de açılmaya başladı.

1960'ların sonlarında İstanbul Devlet Balesi kuruldu ve 1969-1970 sezonunda ilk oyunlarını sergiledi (bak. Devlet Opera ve Balesi).

JAK DELEON



BALIK PAZARLARI

İstanbul'un tarihi balık pazarı Eminönü Meydam'ndaydı. Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde Büyük Gümrük ile Yemiş İskelesi arasında yer alan balık pazarı, Bizans döneminde de aynı yerde bulunuyordu. Cumhuriyet dönemin-

ele ise Balıkpazarı Caddesi, Lüleci Sokağı, Balıkçılar Loncası Sokağı ve Balıkhane Sokağı üzerinde kurulu bulunan Eminönü Balık Pazarı 1958'deki istimlak sırasında ortadan kaldırılmıştır. Yıkımdan sonra Mısır Çarşısı'nın batı cephesindeki dükkânlar onarılarak balık pazarı esnafına tahsis edilmişse de pazar eski canlılığına kavuşamamıştır.

Osmanlı döneminde Galata'da da bir balık pazarı bulunuyordu. 17. yy'da İstanbul'a gelen Thevenot ve Le Bruyn gibi Batılı gezginlerin yazdıklarından, o dönemde Galata Balık Pazarı'nın Eminönü Balık Pazarı'ndan daha büyük ve daha canlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum Türklerin balığa henüz Hıristiyanlar kadar rağbet etmemeleriyle açıklanabilir. Galata Balık Pazarı günümüze gelmemiştir.

Bugün İstanbul'un en ünlü balık pazarı, Galatasaray'da, İstiklal Caddesi Sahne Sokağı'nda bulunan Beyoğlu Balık Pazarı'dır. Sultan Abdülaziz zamanında kurulmuştur. Kıdem ve önem olarak Köyiçi Caddesi'ndeki Beşiktaş Balık Pazarı, Beyoğlu Balık Pazarı'nın hemen ardından gelir. Kumkapı, İstinye ve Sarıyer'de yakın geçmişte kurulmuş önemli balık pazarları bulunur.

SELİM SOMÇAĞ



BALIKÇILIK

Dört yanı denizlerle çevrili İstanbul'da, balıkçılık gerek beslenme gerekse ticaret açısından tarihin bütün dönemlerinde önemli bir yere sahipti. İstanbul'da, Bizans'tan günümüze dek süregelen köklü bir balıkçılık geleneği vardır. Asırlar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılan tecrübeler sonucunda İstanbul balıkçıları şehrin çevresindeki denizlerdeki balıkların türleri, davranışları, göçleri hakkında çoğu günümüzün bilimsel bulgularıyla da

doğrulanan bir bilgi birikimine ulaşmışlar, bu birikimin ışığında çeşitli balık avı yöntemleri geliştirmişlerdir.

Bizans Döneminde Balıkçılık

Bizans'ta, deniz ya da akarsu yakınında bulunan köylerin ahalisi balıkçılıkla uğraşırdı. Balık, halkın günlük beslenmesinde en önemli protein kaynağı idi. Balık tutma hakkı "haleia" denilen bir vergi karşılığı sağlanırdı. Ayrıca tutulan balıkların üç ya da dörtte birinin ödenmesiyle oluşan "halieutike tritomoiria" ve "tetramoiria" denen vergiler vardı. "Halieus" adı verilen balık avcıları, "ka-rabion" adlı tekneleri ile balığa çıkar, ayrıca "vivaria" denen havuzlarda da balık yetiştirirlerdi.

Bizans dönemi İstanbul'unda özellikle Boğaz köyleri, Adalar, Kadıköy, Mal-tepe-Tuzla bölgesi, Yedikule'den Bakırköy'e kadar uzanan sahillerde balıkçılık gelişmişti. Bir belgede, Kalkhedon (Kadıköy) balıkçılarının, işlerinin iyi gitmemesi üzerine, rahiplerin, tüccarların, balıkçıların koruyucusu Aziz Lukas'a baş-vurduklarmdan söz edilmektedir. Aziz Lukas'tan hayır duası alan balıkçılar, bundan böyle ona, avlarının onda birini vermeyi kabul etmektedirler. İstanbul balıkçılarının tek değil ekipler halinde çalıştıklarım ve başlarında balıkçılar loncasından tecrübeli bir kişinin, bir balıkçı ustasının bulunduğunu yine bu belgeden öğreniyoruz.

İstanbul'un taze balık ihtiyacı çevresindeki denizlerden sağlanırken tütsülenmiş balık ve havyar Azak Denizi'n-den geliyordu. Eparhos tes Po/oes(->) kayıtlarına göre, balıkçı ile balık satıcısı birbirinden ayrı idi. Buna karşın, İstanbullu balıkçıların Tauri Forurnu'ndaC-») açık ya da kapalı mekânlarda balık satma hakları vardı. Öte yandan, tütsülenmiş, tuzlanmış ve kurutulmuş balık sat-

manın ayrı bir loncanın (saldamarioi) işi olmasına karşın, bir vergi ödemek suretiyle bu ürünlerin balıkçılarca da satılabilmesi, bu konudaki sınırlamaların kesin ve aşılmaz olmadığını düşündürmektedir. Balık satışı, resmi görevliler ve loncanın tayin ettiği bir kişinin denetiminde yapılırdı. Bir belgeye göre, 12 tane balığı balık avcılarından l bakır paraya alan satıcılar, bunların 10 tanesini l bakır paraya satmış ve yüzde 16 civarında bir kâr elde etmişlerdi. Balık ve balıkçı figürünün Bizans mecazmdaki yeri de önemliydi. "İnsanların balıkçısı" deyimi havarilerin çeşitli sıfatlarından biriydi. Ayrıca, dostlara güzel ve nadide bir balık göndermek çok değerli bir armağan kabul edilirdi.


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin