Bedelden payına düşen kısma karşılık teşkil eder ve imkânsızlığın bu kısma etkisi olmaz



Yüklə 1,34 Mb.
səhifə6/40
tarix27.12.2018
ölçüsü1,34 Mb.
#86923
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40

Bibliyografya :

W. W. Hunter, The Indian Musalmans, Cal-cutta 1876; S. A. Khan. A Reuieıv on Dr. Hunters Indian Musalmans, Lahore, ts.; A. J. P. Taylor. Struggle for Mastery in Eıtrope, Oxford 1957; J. H. Parry, The Establishment ofthe European Hegemony: İ4J5-77J5, Hew York 1966, s. 93-101, 120-130; N. Daniel, İslam, Europeand Em-pire, Edinburgh 1966; C. M. Cipolla, European Culture and Ouerseas Expansİon, Middlesex 1970, s. 113-149; M. C. Louis, Some Brİtish At-ütudes Concerning Islamic Aspirations: 1878-/9İ4ldoktoratezi. 1971). üniversityof Manches-ter; G. Lİchtheim, Imperiatism, New York 1972; lmperiatism(ed. R. Louis), London 1976; R. Musman, Britain Today, London 1978; R. Pe-ters, islam and Colonialism, The Hague 1979; J. E. Harris. Africans and Their History, New York 1987; R. Robİnson - J. Gallagher, Africa and the Victorians, London 1992; M. Adams, Islamic and European EJcpansİon, Philadelphia 1993; P. J. Cain - A. G. Hopkins, British Imperi-alism: 1688-1914, London 1993; a.e.: 1914-1990, London 1994; J. M. Mackenzie. Propagan­da and Empire, Manchester 1994; Sami öngör, "Birleşik Krallık", Devletler ve Ülkeler Ansiklo­pedisi, Ankara 1967, s. 23-27; "İngiltere", Geli­şim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, II, 387-457; "United Kingdom", EBr.2, XXIX, 1-8.95-100.



IV. Osmanlı-İngiltere Münasebetleri

Türkler'le İngilizlerin münasebetlerinin tarihi Haçlı seferlerine kadar gitmekle bir­likte Osmanlılar'la İngilİzler'in ilk karşı­laşması Niğbolu Savaşı sırasında gerçek­leşmiştir. Ancak bu karşılaşma doğrudan bir temas olmayıp Niğbolu'da Osmanlı­lar'la savaşan Macar Kralı Sigusmund'un ordusunda küçük bir İngiliz kuvvetin bu­lunması dolayısıyladır. İngiltere'nin Os­manlı topraklarından hayli uzakta olma­sı, İngilİzler'in XVI. yüzyıla kadar ulusla­rarası alana çıkamaması ve İngiltere'nin Doğu Akdeniz ticaret hayatına henüz gir­memesi gibi faktörler sebebiyle Osman­lı Devleti ile İngiltere münasebetleri di­ğer Avrupa devletlerine kıyasla biraz geç başlamıştır.

XVI. yüzyılda İngiltere'nin dışa açılması sonucu önce ticarî ilişkiler gelişti. İngiliz ticaret gemileri doğrudan Osmanlı liman­larına uğramaya başladı. 1553 yılı sonla­rında Kanunî Sultan Süleyman Nahcıvan seferi için Halep'te iken İngiliz tüccarı Antony Jenkinson kendisine, vergi öde­meksizin Osmanlı limanlarında alışvriş yapma imtiyazı veren özel bir ticaret izni aldı. Ancak Jenkinson, aynı yıllarda Rus çarından elde ettiği daha büyük ga­rantiler dolayısıyla ticarî faaliyetlerini Rusya üzerinden genişletmeyi tercih et­tiği için bu imtiyazı kullanmadı. İngiliz tüccarları XVI. yüzyılın sonlarına doğru bu bölgedeki faaliyetlerine yeniden başladı­lar. Bunun en önemli sebeplerinden biri Fransa'da yaşanan din savaşları ile Hol­landa-İspanya. Osmanlı-İspanyave İs­panya-Portekiz savaşlarının getirdiği çö­küntü yüzünden diğer Avrupa devletleri­nin Akdeniz'deki iktisadî hayattan çekil-mesiydi. Ortaya çıkan fırsatı değerlendir­mek isteyen Edvvard Osborne ve Richard Staper adlı iki İngiliz tüccarı, Osmanlı ül­kesindeki ticarî potansiyeli araştırmak üzere temsilcileri VVilliam Harborne'ı Ekim 1578'de İstanbul'a gönderdiler. Harbor-ne, özellikle İngiltere ile ticari ilişkilerin faydasına inanan Sokullu Mehmed Paşa ve Hoca Sâdeddin Efendi'nin desteğiyle Sultan III. Murad ile görüşebildi ve Os­manlı ülkesinde ticaret yapabilmek için bir ahidnâme aldı. 1580 tarihli bu ahid-nâmeye göre İngiliz tüccarları da Fransız ve Venedikliler'e daha önce verilen ticarî imtiyazlardan (kapitülasyon) aynı derece­de istifade edeceklerdi. Bu arada konu­yu olgunlaştırmak için İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ile IH. Murad arasında mek­tuplar teati edildi, böylece resmî bir ilişki de kurulmuş oldu.

Özellikle Fransızlar'ın ve Venedikliler'in itirazlarına rağmen İngilizler'e verilen bu imtiyazlarla başlatılan resmî-ticarî mü­nasebetlerin hemen ardından 1581'de Londra'da Levant Company adlı bir şirket kuruldu. İngilizler, 1825 yılına kadar böl­gedeki ticarî faaliyetlerini bu şirket vası­tasıyla yürüttüler. Bu ilişkilerin arkasında aynı zamanda siyasî beklentiler de bulu­nuyordu. Nitekim bu tarihlerdeki Osman­lı-İspanya gerginliği, Katolik İspanya ile mezhep anlaşmazlığı ve siyasî-ekonomik rekabet içerisinde olan İngiltere açısından değerlendirilebilecek bir imkân olarak gö­rülmüştür. Osmanlı siyasetinin Avrupa'­da gelişen Protestanlığa sıcak baktığının bilinmesinin yanında o sıralar İstanbul'da İspanya'ya karşı bir sefer açılması düşün­cesinin de bulunması, Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında aynı zamanda siyasî ya­kınlaşmayı sağladı.

Harborne 1583'te İngiltere daimî elçi­si olarak İstanbul'da görevlendirildi ve iki yönlü beklentiyle çalışmalarına başladı. Ticarî alanda kısa sürede mesafeler alı­narak Avrupalı tüccarlar için uygulanan % 5"lik gümrük resmi oranı İngilizler için % 3'e indirildi. Ancak siyasî alanda umu­lan gelişmeler kaydedilemedi ve 1588'de İspanyol armadası İngiltere'ye yöneldiği zaman Osmanlı Devleti İran'la savaş ha­linde olduğu için İngiltere'ye destek gönderemedi.

Osmanlı yardımı göremeyen İngiltere beklentilerin aksine İspanyollar'm "yenil­mez armada"sını mağlûp edince iki taraf siyasî ilişkileri devam ettirmenin gerekli­liği üzerinde mutabakat yeniledi. İngilte­re açısından İspanyol zaferinin akabinde Avrupa'da nüfuzunu ilerletmek için Os-manlılar'la ilişkileri ne kadar önemliyse Osmanlı Devleti açısından da gerek Hint denizinde faaliyet gösteren İspanya'ya gerekse Avrupa'daki Katolik cepheye karşı Protestan İngilizlerin yanında yer al­ması o kadar Önemliydi. Nitekim İngiliz­ler, Osmanlılar'ı İspanya'ya karşı Hint denizine bir donanma göndermeye teşvik etmişler ve Lehistan ile Osmanlılar ara­sında ara buluculuk yapmaya talip ol­muşlardı. III. Mehmed'in 1596'daki Ma­caristan (Eğri) seferi sırasında İstanbul'­daki İngiliz elçisi Edvvard Barton bizzat padişahın yanında gözlemci olarak bulun­muştu. Türkçe'yi iyi bilen ve Osmanlılar'ı yakından tanıyan Barton sarayın da güve­nini kazanmış, bu sayede İngilizler'e ve­rilen ahidnâmeyi 1601 yılında yeniletme­yi başarmıştır.

Kraliçe 1. Elizabeth'in ölümüne kadar bu şekilde cereyan eden dostça ilişkiler, mahiyet itibariyle iki muadil devletin eşit şartlarda geliştirdiği normal ticarî ve si­yasî ilişkiden çok, Osmanlılar açısından kendilerinin bir eyaleti büyüklüğündeki İngiltere kraliçesine ve İngiliz tüccarlarına lütuf ve himaye duyguları yoğunlukludur. Nitekim III. Murad ve Kraliçe Elizabeth'in birbirlerine olan nâmelerinde bu duygu­ların kraliçe tarafından da kabullenildiği görülmektedir. XVI. yüzyıldaki bu tablo­da dikkati çeken başka bir husus da Os-manlılar'ın Protestan İngiltere'ye karşı bir inanç yakınlığı hissetmeleri, buna muka­bil İngiltere'de iktisadî menfaatlerin ön plana çıkmasıdır.

Katolikler'e karşı daha olumlu bir tavır içinde olan Kral I. James zamanında iki ül­ke arasındaki ilişkiler bir durgunluk döne­mine girdi. 1. James'in saltanatının baş­larından Mustafa Ağa (Çavuş) adlı bir Os­manlı vatandaşı padişahın elçisi olduğu iddiasıyla Londra'ya gelmiş, bundan emin olmayan kral yine de Osmanlılar'ı rencide etmemek için Mustafa Ağa'yı kabul et­miş, fakat Mustafa Ağa İngiltere'de iyi İz­lenimler bırakmamıştır.26 Sarayın bizzat görevlendirdiği bilinen ilkelci ise 1610 yılında I. Ahmed tarafından I. James'e gönderilen İbrahim Ağa'dır. İbrahim Ağa'nın vazifesi, İspanya'nın 1609'da ül­kede kalan son 150.000 kadar müslü-manı da sürgün kararı almasından sonra bunlardan bir kısmının Kuzey Afrika ile beraber İngiltere'ye de sığınmış olduğu haberlerinin İstanbul'a gelmesi üzerine bu müslümanların Osmanlı topraklarına ulaşmasını kraldan rica ve temin etmek­ti.27

İbrahim Ağa'dan sonra da zaman za­man İngiltere'ye Osmanlı elçileri gönde­rilmiş olmakla beraber daimî elçiliğin ku­rulması MI. Selim döneminde olmuştur. 1793'te gönderilen Yûsuf Agâh Efendi

Londra'daki ilk Osmanlı daimî elçisidir. Buna karşılık İngiltere 1583'ten itibaren İstanbul'da elçi bulundurmuştur.

XVII. yüzyılda İngiltere-Osmanlı ilişki­leri, Elizabeth döneminin siyasî arayışla­rından uzak büyük oranda ticaret eksenli gelişmiştir. Ancak sürekli biçimde yenile­nen kapitülasyonların giderek iki devlet arasındaki münasebetlerde baskı unsuru olmaya başlamasıyla, önceleri daha çok Levant Şirketi'nin çıkarlarını takip etmek­le görevli olan İngiliz temsilcileri zaman­la İngiltere'nin siyasî çıkarlarını gözetme görevini de yüklendiler.

Bunlar arasında özellikle 1686-1702 yıl­ları arasında İstanbul'da bulunan VVilliam Trumbull ve Lord Paget. Avrupa'da git­tikçe güçlenen Fransa'ya karşı cepheler açabilmek için 1683'te başlayan Osman-lı-Avusturya savaşını sona erdirmek yo­lunda çok gayret sarfetmişlerdir. Lord Pa­get, nihayet 1699'da Karlofça'da resmî ara buluculuk yaparak bu antlaşmanın imzalanmasına katkıda bulunmuştur. Esasında Harborne'den beri devam eden İngiliz elçilerinin ara buluculuk konumlan Osmanlı diplomasi tarihinde giderek bir gelenek oluşturmuş ve zaman zaman da­yatma derecesine varan bu durum Os­manlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Nitekim 1711'de Prut Savaşı sonrasında ve 1718'de Pasarofça Antlaş-ması'nda İngiliz elçileri, Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında ara bu­luculuk yapmışlardır.

XVIII. yüzyılın ikinci yansında İngiltere-Osmanlı ticarî ilişkileri ciddi bir durgun-!ukyaşadığı gibi iki ülke arasındaki siyasî münasebetler de kopma noktasına geldi. Bunun sebebi, Kırım Harbi sırasında Bal-tık'tan dolaşarak 10 Temmuz 1770'te Çeş­me Limanı'nda Osmanlı gemilerini batı­ran Rus donanmasının İngiltere'den yar­dım görmesiydi. Yüzyılın sonlarına doğru İngiltere-Osmanlı ilişkileri ortaya çıkan Osmanlı-Rus savaşlarıyla birlikte tekrar canlandı. 1780'lerde Rusya'nın Osmanlı üzerindeki planlarına İngiltere'nin sıcak bakmamasıyla başlayan iki ülke arasında­ki soğukluk. Rusya'nın İngilizler'le ticaret anlaşmalarını yenilemeyip Karadeniz ti­caret imtiyazını Fransa'ya vermesiyle cid­di boyutlara ulaşmıştı. Bunun üzerine İn­giltere, Fransız-Rus anlaşmasını verim­siz kılmak için çalışmalara girişti. Hatta 1787 Osmanlı- Rus Savaşı'nın başlama­sında İngilizler'in rolü bulunduğu ifade edilir.28 Ancak beklene­nin aksine Rusya'nın bu savaşta ilerleme­si, İngiltere'yi bu defa kendi çıkarlarının emniyeti için Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü meselesiyle karşı karşıya bı­raktı.

Rus tehdidi, iki ülkeyi siyaseten birbi­rine daha da yaklaştırmış olsa da her iki ülkenin kendi bölgelerinde yaşadıkları sa­vaşlar ticaretin gelişmesine fırsat verme­di. Bununla birlikte İngiltere Kuzey Ame­rika ve Kanada'daki kolonilerini kaybedin­ce, Hindistan'da Fransızlar'la girdiği reka­bette Fransızlar'm yanında yer alan Mey-sûr Sultanı Tîpû'nun kendilerine karşı sa­vaşmamasını temin için 1. Abdülhamid ve III. Selim'den hilâfet nüfuzlarını kullana­rak yardım etmelerini istedi. Her iki pa­dişahın bu gaye ile Tîpû Sultan'a yazdığı mektuplar beklenilen neticeyi vermediy-se de bu teşebbüs İngiliz-Osmanlı ilişki­lerinde hilâfet faktörünün başlangıcını teşkil etti. Daha sonra III. Selim devrinde ıslahat hareketleri çerçevesinde İngiltere ile askerî ve diplomatik bağlar kuruldu. İngiltere'ye savaş gemileri sipariş edildi ve topçu mühendisleri istendi.

1798'de Napolyon'un Mısır'ı işgali İngi­liz-Osmanlı ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı. Osmanlılar, Mısır'da Fransızlar'a karşı savaşırken İngiltere askerî ve malî yardım yanında Fransızlar'm Mısır'ı ter-ketmeleri için diplomatik destek de sağ­ladı. Ocak 1799'da iki ülke arasında ilk defa bir siyasî ve askerî ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla, Osmanlı top­raklarında darbe yiyen Fransız ticareti­nin bıraktığı boşluk İngilizler'ce doldurul­maya başlandı. Ancak Avrupa siyasetinde yaşanan hızlı gelişmeler ittifakın uzun sü­reli olmasını mümkün kılmadı. Zira XIX. yüzyılın hemen başlarında İngiltere, Rus­ya ve Fransa'nın arasında sıkıştığını gö­ren Babıâli denge siyaseti olarak yeniden Fransa ile yakınlaşma arayışına girdi. Bundan rahatsız olan İngiltere ve Rusya, bir ültimatomla Babıâli'nin Fransızlarla ilişkilerini gözden geçirmesini istedi. Ar­dından Rusya Eflak ve Boğdan'i işgal et­ti. İngiltere de bu işgali destekleyerek do­nanmanın ve Çanakkale istihkâmlarının kendilerine teslim edilmesini talep etti. Babıâli İngiliz isteklerini kabule yanaşma­yınca İngiliz donanması İstanbul'a yönelerek büyük bir korku ve endişeye yol aç­tı (Şubat 1807). Bununla birlikte direniş­te karar kılınınca İngiliz donanması bir şey yapamadan geri çekildi. İstanbul'daki tehditleri bu şekilde boşa çıkan İngiltere, donanmalarıyla Mısır'a yöneldi ve Mart 1807'de İskenderiye ve Ebûkir'e bir çı­karma yaptı. Ancak Mehmed Ali Paşa'-nın şehri kuşatması üzerine fazla tutunamayarak Mısır'dan da ayrılmak zorunda kaldı.

Fransız İhtilâli'nin yaydığı liberal akım­lardan kaynaklanan kamuoyu baskıları, Babıâli'nin yabancı tüccarlara iç pazarla­rı yasaklamaya çalışması ve 1806"da baş­layan Osmanlı-Rus savaşında İngiltere'­nin Rusya'yı desteklemesi neticesinde oluşan savaş hali gibi gelişmeler iki ülke arasında soğukluğun devam etmesine yol açtı. Bununla birlikte Osmanlı Devleti'nin bir "Şark meselesi" olarak ilk defa Avru­pa'nın gündemine getirildiği 1815 Viyana Antlaşması'nda İngiltere Rusya'ya karşı yine Osmanlı Devleti tarafındaydı. Bu ta­vır aynı zamanda, XIX. yüzyıl boyunca za­man zaman farklı dalgalanmalar olsa da genel olarak İngiliz siyasetini yansıtmak­tadır.

1820'lerde başlayan Yunan isyanları ile birlikte İngilizler'in Osmanlı politikaları İn­giliz kamuoyunda tartışma gündemine girdi. Fransız İhtilâli'nin de etkisiyle Av­rupa'da Helen kültürüne karşı başlayan hayranlık İngiltere'de de benimsenmiş ve Yunanlılar desteklenerek Osmanlılar po­püler literatürde, masum halkları despot­lukla ezen çağdışı müstebit idare ima­jıyla yerini almıştı. Özellikle ünlü şair Lord Byron'un 1823'te Yunanlılar safında sa­vaşmak için Yunanistan'a gitmesi ve ora­da ölmesi kamuoyunun baskısını daha da arttırdı. Bunun üzerine İngiltere, aynı yıl Yunanlılar'ı muharip taraf olarak tanıyıp Yunan bağımsızlığının işaretini verdi. An­cak bu durum Rusya'nın ihtiraslarını kam­çıladı. Nitekim Mısır kuvvetlerinin Yunan ordularını mağlûp ederek duruma hâkim olmasının ardından Rusya'nın müdahale etme ihtimalinin güçlenmesi İngiltere'yi telâşlandırdı. II. Mahmud bu konuda hiç­bir talebe sıcak bakmadığından o sırada İstanbul'da büyükelçi olan Canning, Rus-lar'ı ikna ederek 4 Nisan 1826'da Saint Petersburg Protokolü'nü imzalattırdı. Bu­na göre İngiltere, Osmanlı Devleti ile Yu­nanlılar arasında ara buluculuk yapacak, Babıâli bunu kabul etmezse her iki devlet baskı uygulayacaktı. Bir müddet sonra protokole Fransa da dahil oldu. Babıâli ara buluculuğu kabul etmemekte dire­nince müttefik kuvvetler Navarin'de sa­vaş halinde olmayan Osmanlı donanma­sını tahrip ettiler (20 Ekim 1827). Bunun neticesi Yunan bağımsızlığının tanınması demekti. İngiliz kamuoyu ve siyasetinde beliren bu Osmanlı düşmanlığı, bir süre sonra yerini giderek daha büyük bir teh­dit oluşturan Rusya'ya karşı Osmanlı dostluğuna bıraktı. Başta David Urguhart olmak üzere İngiliz siyasetinde ve diplo­masisinde yeni bir Osmanlı taraftarı ekol ortaya çıktı.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren Os-manlı-İngiliz ilişkilerini etkileyen bir baş­ka önemli gelişme de Mısır ve Mehmed Ali Paşa meselesi olmuştur. Yunanlılar'a karşı Babıâli'ye sağladığı yardıma muka­bil Suriye vilâyetini isteyen Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı ordularını mağlûp ede­rek Anadolu'da ilerlemesi, sadece Os-manlılar'ı değil Ortadoğu coğrafyasında Önemli stratejik hesapları bulunan Rusya, İngiltere ve Fransa'yı da harekete geçir­mişti. Rusya ve İngiltere, bölgede gittikçe güçlenen Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'nden daha büyük bir problem ol­masından endişelenirken Fransa, Mısır'­daki nüfuz ve bağları sebebiyle paşanın yanında yer almayı uygun bulmuştu. İn­giltere'nin olaylara müdahalede geç kal­ması II. Mahmud'u Ruslar'la yakınlaşma­ya itti ve Temmuz 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Osmanlı Devleti âdeta Rus­ya'nın himayesine girdi. Diğer devletlerde büyük bir telâşa yol açan bu kriz, Rusya'­nın antlaşmanın kendine avantaj sağla­yan maddelerini yürürlüğe koymayacağı garantisiyle bir süre donduruldu.

İngiltere Babıâli'ye, âsi valisini dize ge­tirmenin başka yolları konusunda da tel­kinlerde bulunarak aynı zamanda Osman­lı topraklarındaki ticaretini genişletmeye matuf yeni bir planla devreye girdi. XIX. yüzyılla birlikte ekonomide beliren liberal eğilimler çerçevesinde 1825 te Levant Şir­keti lağvedilmiş ve Osmanlı pazarının bü­tün İngiliz tüccarlara açılması Öngörül­müştü. Babıâli ise gerek Nizâm-ı Cedîd'in gerekse İ826'da kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye'nin masraflarını karşılayabilmek için gelir kaynakları ara­sında düşündüğü tekel (yedi vâhid) uygu­lamasıyla yabancı tüccarların vergilerini arttırmıştı. Aynı şekilde Osmanlı huku­kuna bağlı Mısır topraklarında da meri bulunan tekel ve ihraç yasağı uygulama­ları Avrupalı tüccarların rahatsızlığını had safhaya ulaştırdı.

İngiltere bu rahatsızlıkların etkisiyle, tekel uygulamasının kaldırılmasının Os-manlı-İngiliz ilişkilerini geliştireceği gibi Mehmed Ali Paşa'nın gelir kaynaklarını azaltarak zaafa düşüreceği, böylece dev­lete başkaldıramayacağı telkinleriyle Ba­bıâli'yi ikna etti. Bir taraftan İngiltere'nin siyasî desteğine muhtaç, diğer taraftan Mehmed Ali Paşa'ya büyük kızgınlık için­de olan Osmanlı Devleti, İngilizler! bile şaşırtan acele bir kararla 1838"de Osmanlı-İngHiz ticaret anlaşmasını imzaladı. Bu­na göre Mısır dahil bütün Osmanlı topraklarında tekel Kaldırılıyor, İngiliz tüccar­ları her yerde sadece % 3 ithal ve ihraç vergisi ödeyerek ticaret yapma hakkını el­de ediyordu. Fransa ve Mehmed Ali Pa-şa'nın şiddetli tepkisine yol açan bu an­laşma, özellikle yerli sanayiini oluşturma yolunda ciddi aşama kaydetmiş bulunan Mısır ekonomisi üzerinde büyük oranda zararlı oldu ve kısa zamanda ülkeye dolan İngiliz mamulleri yerli sanayinin yok olma­sına zemin hazırladı.

Öte yandan Mehmed Ali Paşa da Babı­âli'ye yeniden savaş açtı. Ordularının boz­gun haberleriyle sarsılan II. Mahmud ölüm döşeğinde iken İngiltere ve Rusya gönülsüz de olsa Fransa'yı da yanlarına alıp Mehmed Ali Paşa'ya karşı durdular ve nihaî olarak sadece Mısır'la yetinmemesi durumunda burayı da kaybedebileceğini bildirerek meseleyi sona erdirdiler. Os­manlı Devleti, İngiltere'nin baskısıyla Mı­sır valiliğini irsen Mehmed Ali Paşa aile­sine bırakmak zorunda kaldı (1840). An­cak bu meselenin ortaya çıkardığı bir baş­ka husus. İstanbul ve Boğazlar'ın taşıdığı stratejik önem sebebiyle bu bölgeyi eline geçirecek gücün diğer devletlerin çıkar­larına karşı oluşturacağı tehdidin boyut­ları başta İngiltere, Rusya ve Fransa ol­mak üzere Avrupa devletlerini Boğazlar'-la ilgili bir mutabakata varmaya zorladı. 13 Temmuz 1841'de Londra'da toplanan temsilciler, Boğazlar üzerinde Osmanlı hukukunun geçerliliğini kabul etmekle birlikte Hünkâr İskelesi Antlaşması'nın Ruslar'a verdiği hakları sona erdiriyorlar, fakat Babıâli'ye sağladıkları ortak garan­tiyle bir anlamda vesayet anlayışını resmîleştiriyorlardı.

İngiltere'nin Osmanlı siyaseti artık açık bir şekilde belirlenmişti. Dışişleri Bakanı Lord Palmerstone ve büyükelçi George Canning'in şekillendirdiği bu politika, İn­giltere'nin Akdeniz ve Ortadoğu'daki ti­carî çıkarları ile Hindistan yolunu emniyet altına alma esası üzerine temellendirili-yordu. Bütün bunlar için de Osmanlı top­rakları anahtar konumda bulunduğundan İngiliz desteğine muhtaç bir Osmanlı Dev-leti'nin devamı tercih edilmiş ve bu dev­letin toprak bütünlüğüne yönelik her tür­lü tehdit İngiltere çıkarlarına da zararlı olarak değerlendirilmiştir.

Tanzimat'la birlikte yeni bir devreye gi­ren İngiltere-Osmanlı ilişkilerinde İngiliz sefiri Stratford Canning Babıâli'de büyük nüfuz kazanarak tebarüz etti. İngiltere. Osmanlı tebaası Protestan lar'ı ve Protestan misyonerleri resmen himayesine aldı. 1848'de ortaya çıkan Macar mültecileri meselesinde Avusturya ve Rusya mülte­cilerin iadesi İçin Babıâli'ye yoğun baskı uygulayınca İngiltere, Fransa ile Babıâli'­nin yanında durarak askerî yardım da da­hil her türlü desteği vereceklerini açıkla­dı. Bu durumda geri çekilen Rusya, "ma-kâmât-ı mübâreke" meselesinde Osman­lı Ortodoksları ile ilgili olarak talep ettiği himaye hakkının Babıâli'ce reddedilmesi üzerine artık "hasta adam" diye nitelediği Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılması zamanının geldiğine inanarak önce İngil­tere'ye paylaşma teklif etti. Teklifi kabul görmeyince tek başına bu işe kalkıştı ve 1853 Kırım Harbi başladı. İngiltere ve Fransa, geleneksel politikaları uyarınca bu savaşta Osmanlı Devleti İle beraber hareket ettiler ve savaş müttefik kuvvet­lerin Rusya'ya karşı üstünlüğü ile sonuç­landı (1856). Savaşı sona erdiren Viyana görüşmelerinde Babıâli'nin hıristiyan te­baaya vermiş olduğu hakların yeniden te­yidi karara bağlanmıştı. İngiltere ve Fran­sa, buna dayanarak yakında başlayacak olan Paris görüşmelerinde Ruslar'ın Av­rupa kamuoyunu etkilemek amacıyla gündeme getirecekleri hıristiyan kozunu elinden almak amacıyla bir ferman ilân edilmesi için Babıâli'ye baskı uyguladı. Bunun üzerine Paris Antlaşmasından bir buçuk ay önce alelacele daha çok hıristi-yanların haklarını esas alan Islahat Fer­manı ilân edildi. Ardından imzalanan Pa­ris Antlaşması. Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü garanti altına alarak Karadeniz'de Rus donanma­sının bulundurulmasını yasakladı ve İn­giltere garantör devletlerden biri oldu. Bu şartlar altında Osmanlı Devleti, Hin­distan'da İngiliz hâkimiyetine karşı çıkan Hint bağımsızlık hareketine yardım et­meyip İngiltere'nin yanında yer almak, hatta İhtiyaç halinde İngiliz destek kuv­vetlerinin Kızıldeniz'den geçmesine izin vermek zorunda kaldığı gibi İngilizlerin isteğiyle hilâfet nüfuzuna dayanarak Hint müslümanlannın halifenin dostu olan İn-gilizler'e karşı gelmemesi gerektiği yolun­da telkinde bulundu. Kırım Harbi'nin so­nuçlarından biri de Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında ilk defa borç bağının ku­rulmuş olmasıdır.

Paris Antlaşması'nı takip eden yıllarda İngiltere Osmanlı ilişkilerinin en karakte­ristik özelliği, müttefik ve muadil iki dev­letin birbiriyle münasebetlerinden ziya­de İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ni doğru­dan veya dolaylı yönlendirmesi, bazan da fiilen iç işlerine müdahale etmesidir deni­lebilir. İlişkiler bu şartlarda sürerken Sul­tan Abdülaziz, Temmuz i 867'de Fransa'­dan sonra İngiltere'yi de ziyaret ederek dış ziyarette bulunan ilk ve tek padişah oldu.

1870'lerin başında Fransa'nın mağlûp olması ve Alman birliğinin oluşmasından cesaret alan Rusya'nın Karadeniz'in si­lahsızlandırılmasını öngören Paris şartını tek taraflı iptal ettiğini açıklamasıyla or­taya çıkan yeni kriz İngiltere'nin Osmanlı politikasında değişikliklerin habercisi gi­bidir. 1870'Ierde Karadağ ve Bosna Her-sek'te başlayan ve bütün Balkanlar'ı sa­ran ayaklanmaların ilk anlarında İngilte­re, Babıâli'ye ültimatom veren diğer Avru­pa devletlerine katılmayıp Osmanlılar'ın yanında yer almıştı. Bu tavır, en azından o zaman diğer devletlerin Osmanlı Dev-leti'ne müdahalesine engel oldu. Bunun­la birlikte Balkanlar'daki isyanı bastırırken Osmanlı askerlerinin Bulgaristan'daki uy­gulamalarına istinat ettirilen vahşet id­diaları bir anda Avrupa kamuoyunu etkisi altına alınca gelişmeler süratle hilâl-haç hesaplaşması şekline dönüştü. Bütün bu gelişmeler sırasında Osmanlılar'ı destek­leyen muhafazakâr hükümet ve Başba­kan Disraeli İngiltere'de şiddetli bir mu­halefetle karşılaştı. Olayları siyasî rakibini devirmek için kullanan Liberal Parti Baş­kanı VVilliam Gladstone, ülke genelinde harekete geçirdiği Osmanlı düşmanlığı ile Dİsraeli'yi köşeye sıkıştırmayı hedefli­yordu. İngiliz hükümeti bu şartlar altın­da, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başla­dığında Hıristiyanlığın savunucusu konu­munu üstlenen Rusya'ya karşı İstanbul'­daki sefaretin ve Hindistan genel valiliği­nin bütün itirazlarına rağmen açıkça cep­he alamadı ve İngiliz çıkarlarına halel gel­meyeceği garantisiyle tarafsizlğını ilân etti. Tahta yeni çıkmış olan II. Abdülha-mid ve yeni oluşan Meşrutiyet Meclisi ile Babıâli ise İngiltere'ye Paris'teki garan­törlük taahhütlerini hatırlatmaktan öte bir şey yapamadı.

Bununla birlikte gelişmeleri kaygıyla iz­leyen İngiltere, Ruslar'm galibiyetiyle so­nuçlanan bu harbin akabinde Osmanlı Devleti'nin kabul etmek zorunda kaldığı Ayastefanos Antlaşması'nın hükümlerini kendi emniyeti açısından riskli buldu ve diğer Avrupa devletlerini ikna ederek Rusya'yı Berlin'de bir toplantıya zorladı. Padişah ve Babıâli, savaşın başından so­nuna kadar İngiltere'nin ortaya koyduğu tavırdan memnuniyetsizliklerini defalarca İngilizler'e bildirmiştir. Osmanlı belgelerine göre, savaşa giden yolda Tersane Konferansı'nda Avrupa devletlerinin öne sürdüğü reform şartlarının Babıâli'ce red­dedilmesinde İngiltere'nin de payı vardır. Bu konferansta İngiliz delegesi olan Lord Salisbury, şartların kabul edilmemesi ha­linde Rusya ile savaşın kaçınılmaz olaca­ğı yolunda Osmanlılar'ı uyarırken İngiliz büyükelçisi Henry Elliot da Osmanlılar'a direnmelerini söylemekte ve bir savaş du­rumunda İngiltere'ye güvenebilecekleri hususunda taahhütler vermekteydi. Elli-ot'dan sonra büyükelçi olan Henry Layard da Rusya'ya karşı Osmanlılar'ın mutlaka desteklenmesine inanan devlet adamla­rından biri olarak savaş sırasında İngilte­re'nin askerî müdahalesi için çok müca­dele etmiştir. Layard. aynı zamanda Hin­distan genel valisi Lytton İle beraber II. Abdülhamid'den Afganistan emîrine bir heyet gönderterek Rusya'ya karşı doğu­da da bir cephe açmak ve emîrin İngiliz-ler'le dost olmasını temin etmek için iki amaçlı bir gayret içerisinde olmuşlardır. Hilâfetin nüfuzunu kullanmak suretiyle planlanan bu faaliyet her iki amaca da hizmet etmemiş, fakat dönemin İngiliz siyasetini anlamak bakımından önemli ipuçları vermiştir.

İngiltere, Fransa'nın aradan çekilme­sinden sonra Rusya'ya karşı tek başına harekete geçme riskini göze alamadığı için kendi güvenliği açısından stratejik önem taşıyan Kıbrıs'ı kira adı altında Os-manlılar'dan alarak Osmanlı topraklarına yönelik yeni bir politika başlattı (4 Hazi­ran 1878). Berlin Antlaşması'nın arefe-sinde ortaya çıkan bu durum, görünürde Rus tehdidine karşı Osmanlı Devleti'ne daha kolay yardım edebilmek amacıyla gündeme getirilmişse de gerçekte İngil­tere'nin artık muhtemel bir Osmanlı da­ğılmasında kendisi için Önem taşıyan yer­leri doğrudan ele geçirme politikasının parçası idi. Diğer bir ifadeyle 1856 Paris Antlaşmasfndaki toprak bütünlüğü ga­rantisi tamamen ortadan kalkmıştı. Ber­lin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin mu­kadderatı sadece Rusya'ya bağlı olmak­tan kurtarıldı, fakat bu defa İngiltere ve Fransa da söz sahibi oldu. Nitekim kay­bedilen Balkan vilâyetlerinden başka Tu­nus'un Fransa, Mısır'ın İngiltere, hatta 191 i 'de Libya'nın İtalya tarafından işgali ve Doğu Anadolu'da Ermeni meselesinin ortaya çıkması hep Berlin Antlaşması'nın sonuçları arasında değerlendirilir.

Bu çerçevede İngiltere'nin 1882'de Mı­sır'ı İşgali, Osmanlı İngiliz ilişkilerinde ka­panmayan bir mesele olarak devam etmistir. Mısır'da Avrupa'ya olan borçların tasfiyesi amacıyla yürütülen İngiliz-Fransız malî denetimi, yerli halkın ve askerle­rin tepkisini çekip Urâbî Paşa önderliğin­de bir hareket başlayınca İngiltere padi­şah adına huzur ve asayişi temin gerek­çesiyle ülkeyi işgal etti. Mümkün olan en kısa zamanda ülkeyi terkedeceğine dair Çeşitli taahhütlerine rağmen bu taahhüt­ler hiçbir şekilde yerine getirilmedi.

Balkan hadiseleri ve Doksanüç Harbi sırasında Osmanlı ve dünya müslüman kamuoyunda görülen hareketlilik. II. Ab-dülhamid'in hilâfet sıfatını siyaset günde­minde ön plana çıkarması ve İngiltere'nin Osmanlı sonrası planlarında göz koyduğu toprak parçalarıyla ilgili yeni yaklaşımı. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde panislâmizm ve hilâfet faktörünü odak noktalardan biri haline getirdi. İngiltere'nin Osmanlı siyasetinde kıyasıya bir mücadele içinde olan lehte ve aleyhteki kişi ve gruplar ye­ni bir tartışma süreci başlattılar. Tartış­maların ana teması, Osmanlı-İngiliz mü­nasebetlerinin iyi olduğu dönemlerde fay­dalı fonksiyonları görülen hilâfet kurumu­nun bu ilişkiler kötüleşirse İngiliz çıkarla­rına verebileceği zararlardı. Böyle bir du­rumda kayıpları asgariye indirebilmek için Hindistan güzergâhında bulunan Arap topraklarında Osmanlılar'dan bağımsız İngiltere himayesinde bir Arap devleti ku­rularak hilâfetin tekrar Araplar'a intikali projeleri gündeme getirildi. Muhtemel adaylar ortaya çıkarılıp Osmanlılar'ın Ku-reyş soyundan olmadıkları gerekçesiyle gerçek halife sayılamayacakları hususun­da yoğun bir propagandaya girişildi. Ni­tekim Doksanüç Harbi'nden sonra başla­tılan bu çalışmalar, tıpkı öngörüldüğü şe­kilde iki ülke ilişkilerinin koptuğu I. Dünya Savaşı'nda uygulamaya konmuş ve Şerif Hüseyin isyanı desteklenmiştir.

II. Abdülhamid. saltanatının başından itibaren İngiltere'ye karşı bir kırgınlık ve kızgınlık içinde olmuştur. İradelerinde, muhtıralarında ve hatıratında İngilizler'in kendisini nasıl hayal kırıklığına uğrattıkla­rı, çıkarlarına uygun düştüğü zaman Os­manlı Devleti'ni parçalamakta bir an bile tereddüt etmeyecekleri, hilâfeti kendi himayelerine alarak müslümanları arzula­dıkları şekilde yönlendirmek istedikleri gibi hususlara sık sık temas etmiştir.29 Buna karşılık İngilte­re, özellikle 1890'lardan itibaren II. Ab-dülhamid'in Almanlar'la yakınlaşmaya başlamasından sonra Osmanlı Devleti'ne karşı tutumunu daha da gerginleştirmiş ve Osmanlı-Alman yakınlaşmasına karşı Fransa ve Rusya ile bir cephe oluştura­rak cevap vermek istemiştir. Artık İn­giltere Ermeni reformunu gerçekleştir­meyi, padişaha karşı İstanbul'a bir do­nanma göndermeyi veya Cidde'yi işgal etmeyi düşünür olmuş, Hindistan'da kar­şılaştığı güçlüklerden doğrudan padişahı sorumlu tutarak açıkça tehdide başlamış 30 niha­yet Hicaz demiryolunun inşası sırasında hattın Akabe'ye ulaşıp ulaşmamasıyla il­gili çıkan tartışmada savaşa girmeyi dahi göze almıştır.

XX. yüzyılla birlikte İngiltere ve Rusya'­nın uzun süredir üzerinde çalıştıkları bir proje gerçekleşti ve 1907 İngiliz- Rus Ant­laşması imzalandı. Bu ise iki ülkenin artık petrolüyle de stratejik önemi artan Os­manlı topraklarını paylaşmak üzere an­laşmaları demekti. Muhtemelen bu ge­lişmenin de etkisiyle İngilizler, II. Abdülhamid'in siyasetinden rahatsızlıklarını gizlemedikleri halde II. Meşrutiyet'e karşı önceleri ilgisiz kalıp hatta bunun sömür-gelerindeki hürriyet taleplerini arttıraca­ğı yönünde endişeye kapıldılar. Babıâli II. Meşrutiyetten sonra birkaç defa İngil­tere ile siyasî, askerî ve malî anlaşmalar yapmak istedi. Ancak İngilizler mütema­diyen uzak kaldılar. Osmanlılar'ın ve Hin­distan müslümanlarının bütün arzuları­na rağmen İngiltere, TYablusgarp ve Bal­kan savaşlarında tarafsızlığını ilân etti.

I. Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Osman­lı Devleti tarihlerinde ilk defa birbirlerine karşı savaşa girdiler. Savaş öncesi strate­jilerinde Osmanlılar'ı Almanlar'dan ayır­mak ve sömürgelerdeki müslüman tep­kisini azaltmak için Babıâli'nin tarafsız kalması yönünde yaptıkları çağrılar Os-manlılar'ca inandırıcı bulunmadı. Osman­lı Devleti'nin Almanlar'ın safında savaşa girmesiyle İngiltere, daha önce işgal et­tiği veya kira adıyla girdiği Osmanlı topraklarını ilhak ettiğini açıkladı. Arap top­raklarında İmam İdris. Abdülazîz b. Suûd ve Şerîf Hüseyin gibi Arap ileri gelenleriy­le anlaşmalar yaparak onları Osmanlı Dev­leti'ne karşı ayaklandırmayı başardı. Şe­rîf Hüseyin'e halifeliğini ve bağımsız Arap krallığını tanıma sözü verildi. Savaş sıra­sında muhtemel galibiyetten sonra Osmanlı topraklarının nasıl pay edileceği hu­susunda Fransa-Rusya ve İtalya ile bera­ber İstanbul, Londra, Sykes Picot ve St. Jean de Maurienne. San Remo gizli anlaş­maları yapıldı. İngiltere ve Osmanlı or­duları Mısır, Gazze. Mezopotamya ve Ça­nakkale'de dört yıl doğrudan savaştı ve savaşın sonunda Osmanlılar kaybetti. Ancak Anadolu'da başlayan Millî Mücadele ile 1919-1923 yıllarında İngiltere ile Türk­ler arasında dolaylı savaş dönemi yaşan­dı. Esasen Sevr yürürlüğe girmediği için bir bakıma savaş hiç kesilmemişti. Bu durum 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'na kadar sürdü. Bu sı­rada Türkler, 1911'den beri aralıksız de­vam eden savaş halinden kurtulmak is­terken İngilizler de yeni dönemde Türk-ler'in kendilerine tehdit oluşturabilecek her türlü potansiyellerinden arındırılma­sını hedefliyordu. Görüşmeler sırasında iki devlet birkaç defa yeniden savaş durumuna geldi, ancak her defasında sorun aşıldı. Özellikle Musul meselesinde ortaya çıkan gerginlik, Türkiye'nin Mîsâk-ı Millî'ye dahil Musul'la ilgili Milletler Cemiye-ti'nin kararım kabul edeceğini açıklama­sıyla halledildi.31



Cumhuriyet'in ilk zamanlarında savaş yıllarındaki husumetin tesiriyle soğuk seyreden Türk-İngiliz ilişkileri 1930'Iar-dan sonra iyileşmeye başladı. M. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin, bütün ısrar­lara rağmen İngiltere'nin yanında yer al­maması yeni bir soğukluk dönemi baş­lattı. Ancak 1945"ten itibaren Türkiye'ye yönelen Sovyet tehdidi Avrupa güvenliği­ni de tehdit ettiği için İngiltere ve Türki­ye NATO'da müttefik oldular (1952). İki ülke 1950'li yıllarda Bağdat Paktı (1955) ve CENTO'da (1959) bir arada bulundu. CENTO. 1979 yılında üyelerden İran'da yaşanan gelişmeler üzerine dağıldı.

Bibliyografya :



(İngiliz-Osmanlı münasebetlerine dair İngiliz devlet evrakı yoğun olarakingiltere Public Record Office. Foreign Office 781General Correspondence with Turkey), 371 |General Correspondence of 1906|; 195 lEmbassy and Consuiar Reports] kı­sımlarında bulunmaktadır; Osmanlı evrakı için mühimmedefterleri, iradeler, muâhedât mecmu­aları, düvel-i ecnebiye defterleri, Cevdet (Harici­ye ve İktisati, İbnülemln IHariciye] Mesâil-i Mü-himme-i İngiltere defterleri, Nâme defterleri. Yıl­dız Evrakı ve Hariciye Nezâreti evrakı birinci kay­naklardır). Hayreddin, Vesâik-i Târîhiyye ueSi-yâsiyye Tetebbuâtı II, İstanbul 1326, s. 3-7; D. Hakluyt, The Principal Nauigations, Voyages, Trafftques and Discoueries of the English ria-tions, I-X11, Glasgow 1904; Ahmet Refik Altınay. Türkler ve Kraliçe Elİzabeth. İstanbul 1932; R P. Graves. Briton and Türk, London 1941; F. E. Baüey. British Policy and the Turkish Reform Movement, Cambridge 1942; Hâmİt Dereli. Kra­liçe Elizabeth Devrinde Türkler ve ingilizler, İstanbul 1951; Akdes Nimet Kurat. Türk-İngi­liz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610), Ankara 1953; a.mlf.. Henry La-yard'ın İstanbul Elçiliği (1677-1880), Ankara 1968; J. C. Hurevvitz, Diplomacy in theNearand Middle East, A Documentary Record: 1535-1914, MewYork 1956; Lord Stratford Canning'in Türkiye Hatıraları {haz. S. L. Poole. trc.Can Yü­cel), Ankara 1959; Berna Moran, Türklerle İlgi­li İngilizce Yayınlar Bibliyografyası, İstanbul 1964; A. C. Wood, A History of the Levant Com-pany, London 1964; S. C. Chew, The Crescent and the Rose, İslam and England During the Renaissance, New York 1965; M. S. Anderson. The Eastern Question: 1774-1923, London 1966; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı - İngiliz İktisadî Münâsebetleri I: 1580-1838, Ankara 1974; a.e. //; 1838-1850, İstanbul 1976; L. Zhiv-kova. Angto-Turkish Relations (1933-1939), London 1976; Alaeddin Çetin - Ramazan Yıldız, Sultan II. Abdülhamid Han: Devlet ueMemle­ket Görüşlerim, İstanbul 1976; S. A. Skilliter. William Harborne and the Trade with Turkey: 1578-1582, Oxford 1977; S. F. Evans, TheSlotu Repprochement: Britain and Turkey in theAge of Kemal Atatürk: 1919-1938, Eothen 1982; Ömer Kürkçüoğlu. Türk-İngiliz İlişkileri: 1919-1926, Ankara 1982; J. Heller, British Policy 7b-ıvards the Ottoman Empire: 1908-1914, Lon­don 1983; A. İhsan Bağış v.dğr., Türk-ingiliz İliş­kileri: 1583-1984, Ankara 1985; E. Kedourie. England and the Middle East: 1914-1921, Lon­don 1987; Nazan Aksoy. Rönesans Ingilteresin-de Türkler, İstanbul 1990; Hüseyin Çelik. Os­manlı Yanlısı İngiliz Dış İlişkiler Komiteleri, İs­tanbul 1994; F. A. K. Yasamee. Ottoman Diplo­macy: Abdülhamid II and the Great Powers: 1878-1888, İstanbul 1996; Azmi Özcan, Pan-ls-lamizm: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslü­manları ue İngiltere (1877-1924), İstanbul 1997; a.mlf.. "İngiltere'de Hilâfet Tartışmalan, 1873-1909", İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 2, İstan­bul 1998, s. 49-71; İ. Hakkı Uzunçarşılı, "Ondo-kuzuncu Asır Başlanna Kadar Türk- İngiliz Mü-nasebatına Dair Vesikalar", TTK Belleten, Xi!l/ 51 (1949), s. 573-648; a.mlf., "İkinci Abduİha-mîd'İn İngiliz Siyasetine Dair Muhtıraları", TD, 11/10 (1954). s. 43-60; Orhan Burian. "Türk-İn-giliz Münasebetinin lik Yıllan", DTCFD, IX/l-2 (1951|, s. 1-17; Nahide Şimşir, "Osmanlı-İngi­liz Münasebetleri: 1580-1838", TDA,sy. 122 (1999|, s. 39-56.

V. Ülkede İslamiyet

İngilizler'in İslâmiyet'le temaslarının daha önceki yüzyıllarda başlamasına ve Britanya adalarında XVII. yüzyıldan itiba­ren Türk ve Kuzey Afrika kökenli esirlerin, diplomatik misyonlara mensup kişilerle bunların ailelerinin ve daha sonraları da müslüman öğrencilerin bulunmasına rağ­men ülkeye düzenli biçimde yerleşen ilk müslüman topluluklarına ancak XIX. yüz­yılın ikinci yarısında rastlanmaktadır. İn­giltere'de İslâmiyet'in geç görülmesinin en önemli sebebi buraya sadece denizyo­luyla ulaşılabilmesi ve İngilizler'in zihinle­rinde, müslümanlar hakkındaki önyargı­ların XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Hindistan ve çevresini idareleri altına al­malarıyla başlayan yakın temaslar sonu­cu değişmesidir denilebilir. Britanya adalarına yerleşen ilk müslümanlar Londra, Cardİff, Liverpool, South Shİelds, Bristol ve Hull gibi İşlek limanlara gelen Yemen, Aden, Gucerât ve Somali kökenli gemici­lerdir. Bu küçük gruplar ilk defa ülkede İslâmiyet'i temsil etmişler ve dinî cema­at görevlerini aralarından birinin evinde kurdukları zaviyelerde yerine getirmişler­dir. Cezayirli Ahmed el-Alevf nin müridle-ri tarafından yönetilen bu zaviyelerin ilki Cardiff'te açılmış, bunu Liverpool. South Shields, Hull ve Birmingham'dakiler ta­kip etmiştir. Zaviyeler hem ibadet hem de sosyal faaliyetler için kullanılmakta, evlenme ve cenaze törenleri buralarda yapılmaktaydı. Müslümanların bu ilk yer­leşim bölgelerindeki varlıkları günümüz­de de sürmektedir.

İngiltere'de İslâmiyet'in tanınması ve yayılması yolunda en önemli aşamalardan biri Londra'nın güneyindeki Woking ka­sabasında. Pencap Üniversitesi'nde yirmi yıl görev yapan Macar asıllı şarkiyatçı Le-itner tarafından Doğu dilleri ve dinlerini doğru bir şekilde tanıtmak. Doğu üzerin­de araştırmalar yapmak, araştırmacıları desteklemek ve Doğulu öğrencilere ken­di sosyal konum ve dinlerini kaybettir­meden İngiliz kültürü vermek amacıyla Woking Şarkiyat Araştırmaları Enstitü-sü'nün kurulmasıdır (1884). Enstitünün yanına, masraflarının büyük bir kısmını yüklendiği için Bopal Nevvâbı Şah Cihan Begüm'ün adını taşıyan bir de cami yapıl­mış ve 1889'da tamamlanan cami çok sa­yıda aristokrat ve entelektüelin devam ettiği, birçok önemli kişinin İslâm'a girdi­ği bir merkez olmuştur. Leitner'in 1899'-da ölümünden sonra bir süre yavaşlayan faaliyetler, 1912 yılında Kâdiyânîler'in temsilcisi Lahorlu avukat Hâce Kemâ-leddin ile Hindistan'da bulunduğu sırada müslüman olan Lord Headley'nin Wo-king'e gelmesiyle yeniden eski haline dön­dü. Bunlar 1913'te Müslim India and the Islamic Review adlı bir dergi çıkar­maya başladılar; 1921'de derginin adı Islamic J?evjew olarak değiştirildi. Bu iki şahsiyetin 1932 ve 1933'te vefatlarından sonra da enstitü faaliyetlerini sürdür­mekle birlikte 196O'lı yıllarda Londra Merkez Camii ve Doğu Londra Camii gibi diğer merkezlerin açılmasıyla eski önemi­ni kaybetti. Buna rağmen VVoking Şarki­yat Araştırmaları Enstitüsü, İslâmiyet'in Britanya adalarında tanınmasında ve ya­yılmasında rol oynamış önemli bir kurum olarak tarihe geçmiştir.

İlk düzenli topluluklardan biri yine XIX. yüzyılın sonlarına doğru Lİverpool'da teşekkül etmiştir. Tanınmış bir avukat olan William H. Quilliam, 1882'de tatil için git­tiği Fas'ta İslâmiyet'e ilgi duyarak bu ko­nuda bilgisini arttırır; 1887'de de müslüman olup ismini Şeyh Abdullah olarak de­ğiştirir. Ülkesine dönünce İslâmiyet'i yay­maya başlayan Quilliam İran. Afganistan ve Osmanlılar'dan destek görür. 1890'da İstanbul'a davet edilir ve Kendisine İngi­liz adaları şeyhülislâmlığı unvanı verilir; daha sonra da Liverpool Camii ve Enstİ-tüsü'nü kurar. Ancak etrafına çok sayıda eğitim görmüş insanı toplaması, ihtida edenlerin çoğalması, kiliseyi ve Sudan'a giren İngiliz ordusunu kınaması gibi se­beplerden ötürü basın ve Kilisenin yoğun baskısına mâruz kalır. Nihayet 1908'de İngiltere'den ayrılır. Liverpool Camii ve Enstitüsü Quiliiam'ın ayrılmasından son­ra yavaş yavaş işlevini kaybetmiş, fakat Woking Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü gibi İslâm'ın ülkedeki tarihinde önemli bir merhale oluşturmuştur.

İngiltere'deki asıl müslüman kitlesi, II. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan işçi akını sonucunda ortaya çıkmıştır. Savaş sonrasında ekonomik durumları bozulan Hindistan 32 gibi eski İngiliz sömürgelerinden ge­len müslümanlar Birmingham, Manchester, Bradford, Bolton, Preston. Sheffield ve Halifaxgibi sanayi şehirlerine yerleşe­rek işçi açığını kapattılar. Bu göç, 1950'li yılların sonlarındaki ekonomik krize kadar düzenli biçimde devam etmiş ve 1962'de çıkarılan göçmen yasasından hemen ön­ce zirveye ulaşmıştır. Hindistan alt kıtası kökenli müslümanların bir kısmı doğru­dan İngiltere'ye gelirken bir kısmı da önce Uganda. Tanzanya gibi Doğu Afrika ülke­lerine yerleşmiş ve 196O'lı yıllarda oralar­dan göç etmiştir. Müslüman göçmenlerin bir başka grubunu ise 1950'lerden İtiba­ren göçe başlayan Kıbrıslı Türkler teşkil eder. Malezya. Batı Afrika, Fas. Yemen ve İran gibi ülkelerden gelenler de siyasî veya iktisadî sebeplerden dolayı müslüman azınlığa eklenmişlerdir.33

Toplam müslüman nüfusun hemen hemen yarıya yakın bir bölümü Londra ve civarında, diğer büyük bir bölümü ise Lancashire, West Midlands, Yorkshire ve Manchester bölgelerinde yaşamaktadır. Etnik olarak Türkler'in ve Hindistan. Pa­kistan. Bengladeş kökenlilerin büyük ço­ğunluğu Londra'da, diğerlerinin daha ziyade Cardiff, Liverpool, Hull ve South Shields gibi liman şehirlerinde yerleştik­leri görülür. West Midlands, Londra'dan sonra Hindistan alt kıtasından gelen müslümanların en yoğun bulunduğu böl­gedir.

Birçok Avrupa ülkesi gibi İngiltere'de de dinî istatistik tutulmadığından müslü­manların nüfusu hakkında kesin rakam­lar mevcut değildir; tahminler sayılarının 1 milyonun üzerinde olduğu yönündedir. Kıbrıs Türkleri'nin nüfusu 100.000, Türki­ye'den gidenlerinki 60.000 kadardır.34 Union of Müslim Organi-sations (UMO). United Kingdom Islamic Missİon (UKIM). Müslim World League (MWL) gibi kuruluşlar ise 1998 yılı itiba­riyle müslüman nüfusu 2 milyon dolayın­da göstermektedir (Sarwar. s. lf. En ka­labalık grubu 400.000 kişiyle Pakistanlılar oluşturmakta, bunların ardından Bengladeşliler (160.000) ve Hindistanlılar (130.000) gelmektedir. İngiliz müslümanlarının sayısı yaklaşık 5000 olup bunlara ilâveten son yıllarda ihtida etmiş Afro-Karabian asıllı çok sayıda İngiliz vatanda­şı bulunmaktadır.

Müslüman Kuruluşları. İngiltere'de bir kısmı mahallî, bir kısmı ülke çapında, bir kısmı da milletlerarası düzeyde 1000'den fazla kuruluş mevcuttur. Bunların çoğun­luğu bir cami veya eğitim birimi etrafın­da oluşmuştur ve küçük çaplı, mahallî ni­teliklidir. En önemli kuruluşları şöylece sıralamak mümkündür: Union of Müslim Organisations. 1970 yılında Londra'da kurulan birlik, müslüman kuruluşlarının tamamını bir çatı altında toplamayı he­deflemiştir. Yıllık kongreler düzenleyen Union of Müslim Organisations, İslâm aile hukukunun tanınması ve müslümanlara uygulanması için teşebbüste bulunmuş, fakat 1975'te zamanın hükümeti bu tek­life sıcak bakmamıştır. Birlik, İslâmî eği­tim ve şer'an helâl yiyecek temini gibi ko-nularda mahallî otoritelerle ve merkezî hükümetle temas halindedir. United King­dom Islamic Mission. 1962'de Londra'da kurulan birlik başta Londra, Manchester.

Birmingham, Glasgovvve Bradford gibi merkezlerde olmak üzere kırktan fazla şube ve otuz kadar cami ile hizmet gör­mektedir. Cami mescid inşa etme. ço­cuklara dinî eğitim verme, gençler için kamplar düzenleme ve Urduca gibi dilleri öğretme faaliyetleri yanında büyük şube­leri kanalıyla mahallî halkla, belediyeler­le, polis teşkilatlarıyla ve kiliselerle ilişki­ler kurma yolunda da başarılı adımlar atmıştır. Pakistan kökenli Cemâat-i İslâmî'nin öğreti ve felsefesinin etkisinde olan United Kingdom Islamic Mission, Bengladeş'in kurulmasıyla birlikte Da'vetü'l-İslâm adlı ikinci bir cemiyet daha Oluşturmuştur. Müslim World League. Genel merkezi Mekke'de bulunan kuru­luş İngiltere'de 1982 yılında faaliyete baş­lamıştır. Müslüman çocukların dinî eği­timleri, gayri müslimlere İslâm davetinin ulaştırılması, cami, merkez ve okul bina­larının inşası onarımı, İslâm'ı tanıtıcı kon­ferans ve seminerlerin düzenlenmesi ve kitap, broşür dağıtımı gibi alanlarda hiz­met vermekte, müslüman cemaatler ara­sında uzlaştırıcı rol oynamaktadır. United Kingdom Council of Mosques (UKCM). Müslim VVorld League'nin öncülüğünde ve diğer İslâmî teşekküllerin büyük bir kısmının iştirak ve gayretiyle 1984'te ku­rulan konsey camiler arasında koordinas­yonu sağlamış, müslümanlara geniş bir platformda ve çeşitli konularda yardımcı olmuştur. Özellikle 1985 yılında İngiliz hü­kümeti tarafından hazırlattırılan "Educa-tionfor AH" adlı raporda, müslümanların eğitim haklarının kısıtlanması ve diğer dinlerin mensuplarına tanınan hakların kendilerine verilmemesine karşı duyulan tepkiler bu konsey kanalıyla organize edil­miş 35 bu rapora karşı ciddi bir reddi­ye yayımlanmıştır. Son yıllarda faaliyet­leri azalmış görünen konseye bağlı camilerin sayısı 500 dolayındadır. Federation of Students1 Islamic Societies FOSİS. 1962'de müslüman öğrenciler tarafından tebliğ amacıyla kurulmuştur. Üniversite ve kolejlerin büyük bir kısmında şubele­ri bulunan birlik ikisi Londra'da, diğeri Svvansea'de olmak üzere üç yurt ile öğ­rencilere hizmet vermekte, ayrıca onlar için kılavuz kitaplar hazırlamakta, yılda iki büyük konferansla bazı yetiştirici kurslar düzenlemektedir. Islamic Foundation .

1973'te Leicester şehrinde kurulmuş olup amacı İslâmî anlayışın geliştirilip yayılma­sıdır 36 Young Muslims United Kingdom (YMUK). 1984"-te Leeds'te kurulmuştur. Çeşitli faaliyet­lerle gençleri fizikî ve ruhî açılardan ye­tiştirmeye, onları dinî hayatı yaşamaya, İslâmî terbiyeye, yardımlaşmaya teşvik etmekte, sosyal ve bireysel problemleri­ne yardımcı olmaya çalışmaktadır; ayrı­ca Trends adlı bir dergi yayımlamakta­dır. Islamic Cultural Centre and Central Mosque . Londra Regents Park'ta bulunan merkezin yeri 1944 yılında, Kahire'deki Anglikan cemaatine verilen bir kilise arazisinin karşılığı olarak İngiliz hükümeti tarafından tahsis edilmiştir. 1977'de tamamlanan mevcut bina cami, kütüphane, idare birimi ve toplantı sa­lonlarından İbarettir. Kültürel ve dinî fa­aliyetlerin yürütüldüğü merkez binası İn­giltere'de yapılan ilk İslâmî eserlerden biri olması bakımından önemlidir. Gayri müslimlerin de ilgi odağı olan merkez Islamic Culture adıyla bir dergi yayımlamaktadır. Müslim Institute. Merkezi Londra'da bulunan kuruluş çeşitli konferans, semi­ner ve yayıncılık faaaliyetleriyle tanın­maktadır. Bu kuruluşun öncülüğünde Müslim Parliament adıyla bir komite oluşturulmuş, fakat fonksiyon itibariyle hedeflenen noktaya ulaşılamamıştır. Bunların yanında müslümanların çoğunluğunca tasvip edilmeyen Islamic Partyof Britain adlı siyasî bir parti, müslümanlara yardım eden Müslim Aid ve Islamic Relief gibi hayır kuruluşları ve diğer bazı öğren­ci cemiyetleri de mevcuttur. Dünya Müs­lüman Gençlik Teşkilâtı, International Institute of Islamic Thought gibi mil­letlerarası kuruluşlar da İngiltere'de fa­aliyet göstermektedir.

İslâmî sivil toplum örgütlerinin çoğu İn­giliz kamuoyunda ve müslümanlar ara­sında hissedilir bir etkinliğe ulaşamamak­tadır. Bunun başlıca sebebi, kuruluşlarda yer alan kimselerin anavatan lan ndaki di­nî, kültürel ve siyasî sürtüşmeleri burala­ra da yansıtmaları, ayrıca lider konumun­daki kişilerin içinde bulundukları ortamın şartlarını ve İngiliz kültürünün yapısını yeterince bilmemeleridir. Dolayısıyla bun­lar, hem bu ülkede doğup büyüyen çocuk­larının taleplerine cevap verememekte, hem de İngiliz hükümetleri nezdinde ye­terli girişimleri gerçekleşti rememektedir. Ancak son yıllarda genç kuşağın sivil toplum örgütleri kanalıyla ortaya koydu­ğu bazı başarılı faaliyetler dikkat çekmek­tedir.

Din Eğitimi. Ülkede ilkokul, ve ortaokul olmak üzere temel eğitim zorunludur ve müslüman çocuklarının büyük bir kısmı eğitimlerini normal İngiliz okullarında al­maktadır. Din eğitimi 1944 eğitim yasa­sı, 1988 eğitim reformu yasası ve 1993 eğitim yasasına göre verilmektedir. Bu yasaların özünde, diğer belli başlı dinlerin öğreti ve uygulamaları göz önünde bu­lundurulmuş olmakla birlikte okul müf­redatı temelde dinî geleneklerin Hıristiyanlık'tan kaynaklandığının yansıtılması prensibine dayanmaktadır. Yine aynı ya­salara göre her okul, öğrencilerine tama­men veya çoğunlukla Hıristiyanlığa daya­nan günlük toplu âyin sağlamak zorun­dadır.37 Bu âyinler okuldan okula değişiklik gösterse de hepsinde ic­ra edilmektedir. Müslüman velilerin, ço­cuklarının kanunen âyinlerden muaf tu­tulmasını istemeye hakları olmasına rağ­men çoğunun bu hakkın mevcudiyetini bilmemesinden dolayı çocuklar âyinlere katılmaktadır. Öte yandan okullardaki din dersleri hıristiyan ağırlıklı olduğu gibi İs­lâmiyet hakkındaki bilgiler de genelde hı­ristiyan öğretmenler tarafından verilmek­te, ancak yeteri kadar öğrenci bulundu­ğu takdirde müslümanlar kendi imkânla­rıyla dışarıdan özel öğretmen getirtebilmektedirler. Son yıllarda Islamic Acad-emy of Cambridge Müslim VVorld League, Müslim Educational Trust ve Islamic Foundation gibi kuruluşların gayretleriyle din dersi öğretmenlerinin İslâm hakkındaki bilgilerinin arttırılması ve okutulan din dersi kitaplarının müslü­manların tasvibinden geçmesi gibi husus­larda olumlu adımlar atılmıştır. Yine İngi­liz okullarında müslüman öğrencilere uy­gun yemek çıkarılması, dinî bayramlarda tatil izni verilmesi, okul üniformalarının İslâmî standartlara göre olması ve baş örtüsüne müsaade edilmesi gibi konular­da gelişmeler sağlanmıştır. Ayrıca birçok lise ve kolejde "İslâm" imtihanlarda kre­dili ders kabul edilmiştir. Müslüman aile­lerin çoğu yaz tatillerinde ve hafta son­larında çocuklarını camilerde verilen din dersi kurslarına göndererek okullardaki eksikliği gidermeye çalışmaktadır; ancak maddî imkânların yetersizliği ve öğret­men teminindeki sıkıntı istenilen randı­manın alınmasını güçleştirmektedir.

1944 eğitim yasasının dinî cemaatlere tanıdığı hakka dayanarak hıristiyan ve ya-hudiler gibi müslümanlar da kendi okul­larını kurmaya başlamışlardır. İngiliz eği­tim sisteminin standartlarına uygun şe­kilde faaliyet gösteren, temelde diğerle­riyle aynı müfredatı uygulayan bu okul­larda ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, İslâm tarihi ve İslâm dini esasları gibi dersler okutul­maktadır. Müslümanların yoğun bulun­duğu bölgelerde açılan ve sayıları 1998'-de elliye yaklaşan, The Association of Müslim Schools'un koordinasyonundaki bu okulların çoğu kanunda tekeffül edil­mesine rağmen İngiliz hükümetinden malî yardım alamamaktadır. Bunların en tanınmışları Londra'da Islamia Schools, King Fahd Academy, Doğu Londra'da Müslim College of London, Bradford'da Müslim Girl's High School ve Batley'de Zakaria Müslim Girl's High School'dur. Değişik kategoride bir okul ise kuzeybatı­daki Bury şehri yakınlarında bulunan Dârü'i-ulûmi'l-Arabiyyeti'l-İslâmiyye'dir. On altı yaşın üzerindeki öğrencilerin genellik­le yatılı olarak alındığı okulda Kur'an, tef­sir, hadis, fıkıh ve belagat gibi dersler okutulmaktadır.

İngiltere'deki müslümanların çoğunlu­ğunu Sünnîler, onların da büyük bir kıs­mını Hint alt kıtası, Doğu Afrika. Kıbrıs ve Türkiye'den gelen Hanefîler teşkil eder; aralarında az da olsa diğer mezhep men­supları, özellikle de Kuzey Afrika kökenli Mâlikîler bulunmaktadır. Ülkede Sünnî müslümanlar grubundan Hint alt kıtasın­daki iki ekolün takipçileri, Diyûbendîler ve Birîlvîler faaliyet halindedir. Bunların bi­rincisi, Hindistan'ın Diyûbend şehrinde 1866'da kurulan Dârülulûm adlı medre­senin öğretilerini benimseyen gruptur. Bu grubun öğretisi İslâm'ın başta Hindu­izm olmak üzere yabancı etkilerden, bid-'at, hurafe, gelenek ve bâtıl inançlardan arındırılması esasına dayanır.38 Birîlvîler ise daha çok sûfizme ve onun çeşitli kollarına, bunları temsil eden birtakım şeyh ve pirlere bağlı olup Nakşi-bendiyye. Şâzeliyye, Çiştiyye gibi tarikat mensuplarına yakınlık duyarlar. Diyûben-dîler'e yakın başka bir grup ise "ehl-i ha­dîs" ekolüdür. Londra ve Midlands bölge­lerinde müstakil cami ve medreseleri bu­lunan bu ekolün öncüleri genellikle Suu­di Arabistan'da tahsil görmüş, dolayısıyla oradaki dinî anlayıştan etkilenmiş kişi­lerdir. Kıbrıslı Şeyh Nâzım'ın fikirleri son yıllarda Kıbrıs, Türkiye. Afrika. Hint alt kı­tası ve Uzakdoğu'dan gelen müslüman­lar arasında rağbet görmeye başlamıştır 39 İngilizler arasında da Şeyh Nâzım'ın öğretilerinden etkilenip İslâm'a girenlere rastlanmaktadır. Sayıları çok az olan Şiîler ise Dünya Ehl-i Beyt İslâm Bir­liği gibi kuruluşlar vasıtasıyla faaliyet göstermektedir; ayrıca Londra'da bir de okulları vardır. Yine Londra'da Şia'nın İs-mâilî koluna mensup Ağa Han cemaatiyle Kâdiyânîler'in de (Ahmediyye) birer mer­kezi bulunmakta ve özellikle çok aktif olan ikincisinden radyo, televizyon gibi vasıtaları da kullanarak propaganda faa­liyetleri sürdürülmektedir.

Müslümanların, bu ülkede kalıcı olduk­larını anlamalarından sonra ilk yaptıkları şeylerin başında cami veya mescidler gel­mektedir. Sayıları nüfusa paralel olarak ar­tan ve 1998 yılı itibariyle 1000'e yaklaşan bu ibadethanelerin büyük bir kısmı son­radan mescide dönüştürülmüş eski bina­lar, elli kadarı da cami mimarisinde yapılmış yeni binalar halindedir. Bunlardan bazıları Londra'daki Merkez, Doğu Lond­ra, Süleymaniye, Valide Sultan, Şeyh Nâ­zım ve Azîzİye camileriyle Birmingham, Manchester. Glasgow, Edinburgh, Brad-ford. Gloucester ve Luton gibi şehirlerde­ki merkez camileridir. Birçoğu hem iba­det hem de sosyal faaliyetler için kullanı­lan camilerin inşasında bazı İslâm devlet ve kuruluşları ile kişilerin de katkıları ol­muştur.

Bibliyografya :

Sayyid M. Darsh, Muslims in Europe, London 1980; Muhammad Anvuar, Pakistanis in Britain, London 1985; Nabil Matar, İslam in Britain: 1558-1685, Cambrîdge 1988, s. 127; Moham-mad S. Raza, İslam in Britain, Leicester 1991; J. S. Nielsen, Muslims in Western Europe, Ed­inburgh 1992; a.mlf.. "Great Britain", The Ox-ford Encyclopedia ofthe Modern Islamic World (ed |ohn L. Esposito). Oxford 1995, (I, 69-72; a.mlf.. "United Kingdom Islamic Mission", a.e., IV, 273-274; Islamic Centres and Other Müs­lim Organizations in the United Kingdom and Ireland, London, ts.; P. Lewis, Islamic Britain, London 1994; G. Sarvvar. BrİÜsh Muslims and Schools, London 1994; Ali Köse. Conuersion to İslam, London 1996; Tayfun Atay. Batt'daBİr Maksi Cemaati: Şeyh Nâzım Ktbrısî Örneği, İstanbul 1996, s. 85; Talip Küçükcan. Potitics of Ethntcİty, Identity and Relİgİon: Turkish Mus­lims in Britain, Aldershot 1999; P. Johnstone. "Christians and Muslims İn Britain", Islamo-chrisüana.VU, Roma 1981, s. 167-181; M. Mas-huq Ally. "The Grovrth and Organİzatİon of the Britİsh Müslim Community in Britain", The Bulletin of Christian İnstitutes of Islamic Stu-dies, İV/2, Hyderabad 1991, s. 81-91; Azmi öz-can. "Dârülulûm", DİA, Vlli, 554.



VI. İngiltere'de İslâm Araştırmaları

Avrupa'da İslâm ve Doğu araştırmaları yapan ülkelerin öncülerinden olan İngil­tere, Uzakdoğu ve özellikle Ortadoğu ile çökerken bir dönemde başlatıp daha sonra sömürgeciliğe dönüştürdüğü eko­nomik, askerî ve kültürel ilişkilerini aynı süreçte ilmî araştırmalarla birlikte geliş­tirdi. İngilizlerin İslâm kültürüyle tanış­maları. İbrahim b. Azrâ adlı bir filozofun Endülüs'ün Tuleytula (Toledo) şehrinden Londra'ya gelip orada ders verdiği zama­na (1158-11 59) rastlar. Bunun ardından bazı İngiliz seyyahları Endülüs ve Sicilya'­ya giderek müslümanları, dillerini ve kül­türlerini daha yakından incelediler. Lond­ra'da 1581 'de ticarî amaçlı Levant Com-pany'nin ve 1600'de Doğu Hindistan Şir-keti'nin kurulması İngilizler arasında Doğu'ya karşı duyulan ilgiyi arttırdı. 1632'-de Cambridge ve 1636'da Oxford üniver­sitelerinde Arapça kürsülerinin açılmasıyla da çalışmalar akademik düzeye yüksel­di. Bu üniversitelerden yetişen birçok ilim adamı. Doğu ülkelerini tanımak ve el yazması kitaplara ulaşmak amacıyla burala­ra seyahat ettiler, özellikle Osmanlı ve Bâbürlü devletleriyle olan ilişkiler Arapça'nın yanında Türkçe, Farsça ve diğer Doğu dil­lerinde yapılacak çalışmaların gereğini gündeme getirdi. İngiliz temsilciliklerinin bulunduğu İstanbul. İzmir, Halep ve ba­zı Hint şehirleri şarkiyat çalışmaları için önem kazandı.

İngiliz üniversitelerinde okutulan klasik Arapça ve Farsça önceleri daha sistemli bir çalışmanın alt yapısını oluşturmak amacıyla gramer, sözlük ve yazmalar üze­rinde yoğunlaştırıldı. Bu alanda hizmet verenler arasında ilk Farsça grameri ya­yımlayan John Gravesile(ö. 1652) rahip Edvvard Pococke (ö. 1691) dikkat çeker. Pococke. Arapça'yı beş yıl yaşadığı Halep'­te öğrenmiş, dönüşünde Oxford'da hoca­lık yapmış ve bu seyahatinde topladığı 400 kadar nâdir yazmayı Bodleian Li-brary'ye vermiştir. Üniversitelerde Arap­ça okutulmasına başlanmadan önce İn­giltere'de ilk defa bu dil üzerine çalışma­lar yapan, dokuz ciltlik bir Arapça- Latince sözlük hazırlayan ve Cambridge ile 0x-ford'da Arapça kürsüleri kurulmasını öne­ren rahip VVilliam Bedvvell (ö. 1632) ilk İn­giliz şarkiyatçısı olarak tanınır. Bu alanda ilk ilmî çalışmaları başlatan Bedwell ve Pococke'nİn din adamı olmaları İngiliz şarkiyatçılığında din etkenini öne çıkar­mıştır.

XVIII. yüzyılın başlarındaki şarkiyat ça­lışmalarında Thomas Hyde. Simon Ockley ve Kur'an'ın ciddi anlamda İlk İngilizce tercümesini yapan George Sale öne çık­mışlardır. Bu yüzyılın İngiliz şarkiyatçılığı açısından en önemli olayı. Sir VVilIiam Jo-nes'un 1784'te çeşitli araştırmalara des­tek olan The Asiatic Society of Bengal ce­miyetini kurmasıdır. Arapça ve Farsça bi­len Jones, ayrıca meşhur Farsça grame­rini kaleme almasının yanında birçok çeviri ve neşir yaptı. Doğu Hindistan Şirketi de yaptırdığı Arapça, Farsça, Türkçe ve Hintçe çalışmalarıyla İslâm araştırmala­rında büyük pay sahibi oldu. Bu faaliyetler Hindistan'da göreve tayin edilen İngiliz diplomat, asker ve misyonerlerinin bir şar­kiyatçı gibi davranmalarını sağladı. Farsça çalışmalarıyla tanınan Francis Gladvvin, Bengal ordusunda subaydı. Hindistan'ın ilk valisi Warren Hastings topladığı yaz­maları Doğu Hindistan Şirketi'ne verdi. Şirketin İran'da bulunan temsilcileri de bu ülkenin dil ve kültürüyle ilgileniyorlardi. Kaçar hanedanı döneminde İngiltere'­nin İran'la olan ilişkileriyle birlikte bu araş­tırmalar da gelişti. Sir John Malcolm ünlü eseri History of Persia'yı bu dönemde kaleme aldı. Ayrıca VVilliam Ouseley, Rob-ert Ker Porter. James Baillie Fraser gibi İngiliz seyyahları gezilerinde bölgeyi tanı­tan seyahatnameler yazdılar. Diğer bölge­leri dolaşan seyyahların da şarkiyat çalış­malarında etkin rol oynadıkları görülür. Oxford'da Arapça öğrendikten sonra Su­riye. Filistin. Mısır ve Sudan bölgelerinde uzun süre dolaşan ve -söylendiğine göre-müslüman olduktan sonra Kahire'de ölen İsviçre asıllı Johann Ludwig Burckhardt çok sayıda yazma topladı ve özellikle Su­dan'ı anlatan bir seyahatname kaleme aldı.

XIX. yüzyılda Arap dünyası ile İngiltere arasında başlayan siyasî ilişkiler Arabistik ve İslâm tarihi çalışmalarında yeni bir dö­nem başlattı. 1823'te şarkiyat araştırma­larını destekleyen The Royal Asiatic Soci-ety'nin kurulması ve 1836'da Londra Üni-versitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Kür-süsü'nün açılması. İngiliz şarkiyatçılarının özellikle Arapça kitapların neşir ve basıl­masında daha önemli bir pay almasını sağladı. Bu yüzyıl İngiliz şarkiyatçılığının doruğa ulaştığı bir dönem oldu. Arapça sahasındaki çalışmalarıyla Edward VVil­liam Lane, Cambridge'in Arapça hocası Edvvard Henry Palmer, Hindistan'da İngi­liz ordusunda subay olan VVilliam VVright, yine Hindistan'da ve Mısır'da subay ola­rak bulunan Richard Francis Burton bu dönemin Önde gelen Arabistler'idir. Aynı yüzyılda Türk dili ve edebiyatı çalışmaları da ilk defa akademik düzeyde başlamış ve sözlük dalında Sir James Redhouse, Osmanlı şiir tarihi dalında da Elias John W. Gibb öncülük etmişlerdir.

XX. yüzyılın başlangıcından itibaren yoğunlaşan İngiltere'deki İslâm ve Doğu araştırmaları Sir VVilliam Muir, Sir Thomas VValker Arnold, Stanley Lane-Poole, Guy le Strange, David Samuel Margoliouth. Reynold Alleyne Nicholson, Richard Bell. Arthur John Arberry. Sir Hamilton Alex-ander Roskeen Gibb, John A. Böyle. Montgomery VVatt. Bernard Lewis, Clifford Edmund Bosvvorth, Alfred Guillaume, Edvvard Evan Evans-Pritchard, Douglas Morton Dunlop ve Peter Malcolm Holt gibi şarkiyatçılar tarafından sürdürüldü. Bu asrın İlk yarısında İngiliz üniversitele­rindeki şarkiyat enstitü ve kürsülerinin hızla artması dikkat çeker. 1917'de Lond­ra Üniversitesi'ne bağlı olarak School of Oriental Studies açıldı. 1938'de ilgi alanı genişletilen ve adı The School of Oriental and African Studies SOAS olarak değiş­tirilen bu okul şarkiyat çalışmalarının ya­pıldığı en yoğun merkez haline geldi. Şar­kiyatla ilgili merkezlerin hızla çoğalması, hemen hemen İslâm dünyasının bütün dilleriyle ilgilenilmeye başlanmasını bera­berinde getirdi. Modern anlamdaki Tür­koloji çalışmalarına da bu dönemde hız verildi. Halil Hâlid Bey'in Cambridge'de 1902-1911 yıllan arasında Türkçe okut­masından sonra kurulan birçok kürsü ve enstitüde Türk dili, tarihi ve kültürü üze­rine araştırmalar yapıldı. Halen Londra, Durham, Edinburgh, Oxford, Cambridge ve Manchester üniversitelerine bağlı Or­tadoğu araştırma merkezlerinde Türko­loji çalışmalarına önemli bir yer ayrılmak­tadır.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1947'de "Scarbrough Report" adında, İngiltere üniversitelerindeki şarkiyat araştırmala­rını düzenleyen bir raporun yayımlanma-sıyla çatışmalar yeni bir şekil aldı. Lord Scarbrough'un başkanlığında bir komis­yonun hazırladığı raporda. İngiltere'nin çıkarları olan bölgelerle ilgili şarkiyat ça­lışmalarında diğer devletlere kıyasla geri kaldığı belirtilerek bir millî mesele olan bu alana daha fazla yatırım yapılması istendi ve bu istek hükümet tarafından kabul edildi. Scarbrough raporunun bir başka etkisi de kütüphanelerin imkânla­rının arttırılması oldu. Böylece School of Oriental and African Studies'inki başta olmak üzere bütün şarkiyat merkezleri­nin kütüphanelerinde^ İslâm araştırma­larıyla ilgili eserler hızla çoğaldı ve yüz binlere ulaştı. 1960'ta "Hayter" adlı ikinci bir raporla üniversitelerdeki şarkiyat ça­lışmaları bir program altına alındı. Ancak 1980'lerden itibaren uygulamaya konu­lan ekonomik politikalar gereği devletin yüksek öğretime sağladığı desteklerde kısıtlamalara gidilmesinden İslâm araş­tırmaları da etkilendi ve İngiltere bu alan­daki öncülüğünü yavaş yavaş kaybetme­ye başladı. Burs ve ödeneklerin daraltıl­masının etkisiyle pek çok üniversite fa­aliyetlerini devam ettirebilmek için özel­likle İslâm ülkelerinden gelen öğrencilerin ödedikleri ücretlere dayanmaya mecbur oldu. Ayrıca bazı Ortadoğu ülkeleri, çeşitli üniversitelerde finanse ettikleri kürsüler vasıtasıyla bu çalışmalara destek verme­ye başladılar. Buna karşılık öğrenim kali­tesi gittikçe düşmekte ve bazı öğretim üyeleri Amerika ve Kanada gibi ülkelere gitmektedirler. Günümüzde pek çok üni­versitede İslâm ve şarkiyat çalışmaları bu tür olumsuzluklara rağmen devam etmekte ve üniversitelerin dışında da As-sociation of British Orientalists, British Society for Middle Eastern Studies. Mid-dle East Center for Arabic Studies, Cen­tral Asian Research Center ve Islamic Culture Center gibi müstakil araştırma kurumlan bulunmaktadır. Halen çıkmak­ta olan süreli yayınların başlıcalan Lon­don Oriental Series (London), Annaual Report of the British Academy (Lon­don), Asia Majör(London), British Mu-seum Querter/y(London), Bulletin of the British Society for Middle Eastern Studies (Oxford), Bulletin of the School of Oriental and African Studies (Lon­don), The Islamic Ouarterly (London), Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britainn and /reJand (London), ve Middle Eastern Studies'dır (London).

İngiltere'de birçok kütüphane Arapça, Farsça ve Türkçe yazmalar açısından son derece zengin olup bunların başında Brit­ish Museum, İndia Office Library, Oxford Bodleian Library ve Royal Asiatic Society Library gelmektedir.


Bibliyografya :

A. J. Arberry. British Orientalists, London 1943; İsmail Soysal - Mihİn Eren, Türk İncele­meleri Yapan Kuruluşlar, Ankara 1977, s, 136-150; Necîb el-Akîkî, el-Müsteşrikün, Kahire 1980, II, 7-178; J. P. C. Auchterlonie, "British Library Collections in Islamic Studies and Problems of Acquisition", Nem Books Ouar­terly, London 1981, 1/2-3, s. 29-37; J. D. Lat-ham. "Arabic and Islamic Studies", a.e., 1/2-3, s. 37-45; Misel Cuhâ. ed-Dirâsâtü'l-cArabiyye ue'l-İstâmİyye fi Aorûba, Beyrut 1982, s. 15-80; M. Rodinson, Europe and the Mystique of İslam (tre. R. Veinus). London 1988, s. 83-109; A. Hourani, İslam in European Thought, Lon­don 1991, s. 1, 13, 15-19, 33-34; G. A. Russel. "The Seventeenth Century; The Age of Ara­bic", The Arabic Interest ofthe tiatural Phiios-ophers in Seuenteenth Century England (ed. G A. Russel). Leiden 1994, s. 1-19; P. M. Holt. "Background to Arabic Studies in Seventeenth Century England", a.e., s. 20-29; G. J. Toomer, Eastern Wise Dome and Learning, Oxford 1996, s. 53-104; V. L. Menage v.dğr., "Middle Eastem Studies in British Universities", BSMES, 1/1 (1974). s. 7-14; 11,1/2 (1975), S. 84-102.



Yüklə 1,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin