Bibliyografya :
W. W. Hunter, The Indian Musalmans, Cal-cutta 1876; S. A. Khan. A Reuieıv on Dr. Hunters Indian Musalmans, Lahore, ts.; A. J. P. Taylor. Struggle for Mastery in Eıtrope, Oxford 1957; J. H. Parry, The Establishment ofthe European Hegemony: İ4J5-77J5, Hew York 1966, s. 93-101, 120-130; N. Daniel, İslam, Europeand Em-pire, Edinburgh 1966; C. M. Cipolla, European Culture and Ouerseas Expansİon, Middlesex 1970, s. 113-149; M. C. Louis, Some Brİtish At-ütudes Concerning Islamic Aspirations: 1878-/9İ4ldoktoratezi. 1971). üniversityof Manches-ter; G. Lİchtheim, Imperiatism, New York 1972; lmperiatism(ed. R. Louis), London 1976; R. Musman, Britain Today, London 1978; R. Pe-ters, islam and Colonialism, The Hague 1979; J. E. Harris. Africans and Their History, New York 1987; R. Robİnson - J. Gallagher, Africa and the Victorians, London 1992; M. Adams, Islamic and European EJcpansİon, Philadelphia 1993; P. J. Cain - A. G. Hopkins, British Imperi-alism: 1688-1914, London 1993; a.e.: 1914-1990, London 1994; J. M. Mackenzie. Propaganda and Empire, Manchester 1994; Sami öngör, "Birleşik Krallık", Devletler ve Ülkeler Ansiklopedisi, Ankara 1967, s. 23-27; "İngiltere", Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, II, 387-457; "United Kingdom", EBr.2, XXIX, 1-8.95-100.
IV. Osmanlı-İngiltere Münasebetleri
Türkler'le İngilizlerin münasebetlerinin tarihi Haçlı seferlerine kadar gitmekle birlikte Osmanlılar'la İngilİzler'in ilk karşılaşması Niğbolu Savaşı sırasında gerçekleşmiştir. Ancak bu karşılaşma doğrudan bir temas olmayıp Niğbolu'da Osmanlılar'la savaşan Macar Kralı Sigusmund'un ordusunda küçük bir İngiliz kuvvetin bulunması dolayısıyladır. İngiltere'nin Osmanlı topraklarından hayli uzakta olması, İngilİzler'in XVI. yüzyıla kadar uluslararası alana çıkamaması ve İngiltere'nin Doğu Akdeniz ticaret hayatına henüz girmemesi gibi faktörler sebebiyle Osmanlı Devleti ile İngiltere münasebetleri diğer Avrupa devletlerine kıyasla biraz geç başlamıştır.
XVI. yüzyılda İngiltere'nin dışa açılması sonucu önce ticarî ilişkiler gelişti. İngiliz ticaret gemileri doğrudan Osmanlı limanlarına uğramaya başladı. 1553 yılı sonlarında Kanunî Sultan Süleyman Nahcıvan seferi için Halep'te iken İngiliz tüccarı Antony Jenkinson kendisine, vergi ödemeksizin Osmanlı limanlarında alışvriş yapma imtiyazı veren özel bir ticaret izni aldı. Ancak Jenkinson, aynı yıllarda Rus çarından elde ettiği daha büyük garantiler dolayısıyla ticarî faaliyetlerini Rusya üzerinden genişletmeyi tercih ettiği için bu imtiyazı kullanmadı. İngiliz tüccarları XVI. yüzyılın sonlarına doğru bu bölgedeki faaliyetlerine yeniden başladılar. Bunun en önemli sebeplerinden biri Fransa'da yaşanan din savaşları ile Hollanda-İspanya. Osmanlı-İspanyave İspanya-Portekiz savaşlarının getirdiği çöküntü yüzünden diğer Avrupa devletlerinin Akdeniz'deki iktisadî hayattan çekil-mesiydi. Ortaya çıkan fırsatı değerlendirmek isteyen Edvvard Osborne ve Richard Staper adlı iki İngiliz tüccarı, Osmanlı ülkesindeki ticarî potansiyeli araştırmak üzere temsilcileri VVilliam Harborne'ı Ekim 1578'de İstanbul'a gönderdiler. Harbor-ne, özellikle İngiltere ile ticari ilişkilerin faydasına inanan Sokullu Mehmed Paşa ve Hoca Sâdeddin Efendi'nin desteğiyle Sultan III. Murad ile görüşebildi ve Osmanlı ülkesinde ticaret yapabilmek için bir ahidnâme aldı. 1580 tarihli bu ahid-nâmeye göre İngiliz tüccarları da Fransız ve Venedikliler'e daha önce verilen ticarî imtiyazlardan (kapitülasyon) aynı derecede istifade edeceklerdi. Bu arada konuyu olgunlaştırmak için İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ile IH. Murad arasında mektuplar teati edildi, böylece resmî bir ilişki de kurulmuş oldu.
Özellikle Fransızlar'ın ve Venedikliler'in itirazlarına rağmen İngilizler'e verilen bu imtiyazlarla başlatılan resmî-ticarî münasebetlerin hemen ardından 1581'de Londra'da Levant Company adlı bir şirket kuruldu. İngilizler, 1825 yılına kadar bölgedeki ticarî faaliyetlerini bu şirket vasıtasıyla yürüttüler. Bu ilişkilerin arkasında aynı zamanda siyasî beklentiler de bulunuyordu. Nitekim bu tarihlerdeki Osmanlı-İspanya gerginliği, Katolik İspanya ile mezhep anlaşmazlığı ve siyasî-ekonomik rekabet içerisinde olan İngiltere açısından değerlendirilebilecek bir imkân olarak görülmüştür. Osmanlı siyasetinin Avrupa'da gelişen Protestanlığa sıcak baktığının bilinmesinin yanında o sıralar İstanbul'da İspanya'ya karşı bir sefer açılması düşüncesinin de bulunması, Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında aynı zamanda siyasî yakınlaşmayı sağladı.
Harborne 1583'te İngiltere daimî elçisi olarak İstanbul'da görevlendirildi ve iki yönlü beklentiyle çalışmalarına başladı. Ticarî alanda kısa sürede mesafeler alınarak Avrupalı tüccarlar için uygulanan % 5"lik gümrük resmi oranı İngilizler için % 3'e indirildi. Ancak siyasî alanda umulan gelişmeler kaydedilemedi ve 1588'de İspanyol armadası İngiltere'ye yöneldiği zaman Osmanlı Devleti İran'la savaş halinde olduğu için İngiltere'ye destek gönderemedi.
Osmanlı yardımı göremeyen İngiltere beklentilerin aksine İspanyollar'm "yenilmez armada"sını mağlûp edince iki taraf siyasî ilişkileri devam ettirmenin gerekliliği üzerinde mutabakat yeniledi. İngiltere açısından İspanyol zaferinin akabinde Avrupa'da nüfuzunu ilerletmek için Os-manlılar'la ilişkileri ne kadar önemliyse Osmanlı Devleti açısından da gerek Hint denizinde faaliyet gösteren İspanya'ya gerekse Avrupa'daki Katolik cepheye karşı Protestan İngilizlerin yanında yer alması o kadar Önemliydi. Nitekim İngilizler, Osmanlılar'ı İspanya'ya karşı Hint denizine bir donanma göndermeye teşvik etmişler ve Lehistan ile Osmanlılar arasında ara buluculuk yapmaya talip olmuşlardı. III. Mehmed'in 1596'daki Macaristan (Eğri) seferi sırasında İstanbul'daki İngiliz elçisi Edvvard Barton bizzat padişahın yanında gözlemci olarak bulunmuştu. Türkçe'yi iyi bilen ve Osmanlılar'ı yakından tanıyan Barton sarayın da güvenini kazanmış, bu sayede İngilizler'e verilen ahidnâmeyi 1601 yılında yeniletmeyi başarmıştır.
Kraliçe 1. Elizabeth'in ölümüne kadar bu şekilde cereyan eden dostça ilişkiler, mahiyet itibariyle iki muadil devletin eşit şartlarda geliştirdiği normal ticarî ve siyasî ilişkiden çok, Osmanlılar açısından kendilerinin bir eyaleti büyüklüğündeki İngiltere kraliçesine ve İngiliz tüccarlarına lütuf ve himaye duyguları yoğunlukludur. Nitekim III. Murad ve Kraliçe Elizabeth'in birbirlerine olan nâmelerinde bu duyguların kraliçe tarafından da kabullenildiği görülmektedir. XVI. yüzyıldaki bu tabloda dikkati çeken başka bir husus da Os-manlılar'ın Protestan İngiltere'ye karşı bir inanç yakınlığı hissetmeleri, buna mukabil İngiltere'de iktisadî menfaatlerin ön plana çıkmasıdır.
Katolikler'e karşı daha olumlu bir tavır içinde olan Kral I. James zamanında iki ülke arasındaki ilişkiler bir durgunluk dönemine girdi. 1. James'in saltanatının başlarından Mustafa Ağa (Çavuş) adlı bir Osmanlı vatandaşı padişahın elçisi olduğu iddiasıyla Londra'ya gelmiş, bundan emin olmayan kral yine de Osmanlılar'ı rencide etmemek için Mustafa Ağa'yı kabul etmiş, fakat Mustafa Ağa İngiltere'de iyi İzlenimler bırakmamıştır.26 Sarayın bizzat görevlendirdiği bilinen ilkelci ise 1610 yılında I. Ahmed tarafından I. James'e gönderilen İbrahim Ağa'dır. İbrahim Ağa'nın vazifesi, İspanya'nın 1609'da ülkede kalan son 150.000 kadar müslü-manı da sürgün kararı almasından sonra bunlardan bir kısmının Kuzey Afrika ile beraber İngiltere'ye de sığınmış olduğu haberlerinin İstanbul'a gelmesi üzerine bu müslümanların Osmanlı topraklarına ulaşmasını kraldan rica ve temin etmekti.27
İbrahim Ağa'dan sonra da zaman zaman İngiltere'ye Osmanlı elçileri gönderilmiş olmakla beraber daimî elçiliğin kurulması MI. Selim döneminde olmuştur. 1793'te gönderilen Yûsuf Agâh Efendi
Londra'daki ilk Osmanlı daimî elçisidir. Buna karşılık İngiltere 1583'ten itibaren İstanbul'da elçi bulundurmuştur.
XVII. yüzyılda İngiltere-Osmanlı ilişkileri, Elizabeth döneminin siyasî arayışlarından uzak büyük oranda ticaret eksenli gelişmiştir. Ancak sürekli biçimde yenilenen kapitülasyonların giderek iki devlet arasındaki münasebetlerde baskı unsuru olmaya başlamasıyla, önceleri daha çok Levant Şirketi'nin çıkarlarını takip etmekle görevli olan İngiliz temsilcileri zamanla İngiltere'nin siyasî çıkarlarını gözetme görevini de yüklendiler.
Bunlar arasında özellikle 1686-1702 yılları arasında İstanbul'da bulunan VVilliam Trumbull ve Lord Paget. Avrupa'da gittikçe güçlenen Fransa'ya karşı cepheler açabilmek için 1683'te başlayan Osman-lı-Avusturya savaşını sona erdirmek yolunda çok gayret sarfetmişlerdir. Lord Paget, nihayet 1699'da Karlofça'da resmî ara buluculuk yaparak bu antlaşmanın imzalanmasına katkıda bulunmuştur. Esasında Harborne'den beri devam eden İngiliz elçilerinin ara buluculuk konumlan Osmanlı diplomasi tarihinde giderek bir gelenek oluşturmuş ve zaman zaman dayatma derecesine varan bu durum Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Nitekim 1711'de Prut Savaşı sonrasında ve 1718'de Pasarofça Antlaş-ması'nda İngiliz elçileri, Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında ara buluculuk yapmışlardır.
XVIII. yüzyılın ikinci yansında İngiltere-Osmanlı ticarî ilişkileri ciddi bir durgun-!ukyaşadığı gibi iki ülke arasındaki siyasî münasebetler de kopma noktasına geldi. Bunun sebebi, Kırım Harbi sırasında Bal-tık'tan dolaşarak 10 Temmuz 1770'te Çeşme Limanı'nda Osmanlı gemilerini batıran Rus donanmasının İngiltere'den yardım görmesiydi. Yüzyılın sonlarına doğru İngiltere-Osmanlı ilişkileri ortaya çıkan Osmanlı-Rus savaşlarıyla birlikte tekrar canlandı. 1780'lerde Rusya'nın Osmanlı üzerindeki planlarına İngiltere'nin sıcak bakmamasıyla başlayan iki ülke arasındaki soğukluk. Rusya'nın İngilizler'le ticaret anlaşmalarını yenilemeyip Karadeniz ticaret imtiyazını Fransa'ya vermesiyle ciddi boyutlara ulaşmıştı. Bunun üzerine İngiltere, Fransız-Rus anlaşmasını verimsiz kılmak için çalışmalara girişti. Hatta 1787 Osmanlı- Rus Savaşı'nın başlamasında İngilizler'in rolü bulunduğu ifade edilir.28 Ancak beklenenin aksine Rusya'nın bu savaşta ilerlemesi, İngiltere'yi bu defa kendi çıkarlarının emniyeti için Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü meselesiyle karşı karşıya bıraktı.
Rus tehdidi, iki ülkeyi siyaseten birbirine daha da yaklaştırmış olsa da her iki ülkenin kendi bölgelerinde yaşadıkları savaşlar ticaretin gelişmesine fırsat vermedi. Bununla birlikte İngiltere Kuzey Amerika ve Kanada'daki kolonilerini kaybedince, Hindistan'da Fransızlar'la girdiği rekabette Fransızlar'm yanında yer alan Mey-sûr Sultanı Tîpû'nun kendilerine karşı savaşmamasını temin için 1. Abdülhamid ve III. Selim'den hilâfet nüfuzlarını kullanarak yardım etmelerini istedi. Her iki padişahın bu gaye ile Tîpû Sultan'a yazdığı mektuplar beklenilen neticeyi vermediy-se de bu teşebbüs İngiliz-Osmanlı ilişkilerinde hilâfet faktörünün başlangıcını teşkil etti. Daha sonra III. Selim devrinde ıslahat hareketleri çerçevesinde İngiltere ile askerî ve diplomatik bağlar kuruldu. İngiltere'ye savaş gemileri sipariş edildi ve topçu mühendisleri istendi.
1798'de Napolyon'un Mısır'ı işgali İngiliz-Osmanlı ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı. Osmanlılar, Mısır'da Fransızlar'a karşı savaşırken İngiltere askerî ve malî yardım yanında Fransızlar'm Mısır'ı ter-ketmeleri için diplomatik destek de sağladı. Ocak 1799'da iki ülke arasında ilk defa bir siyasî ve askerî ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla, Osmanlı topraklarında darbe yiyen Fransız ticaretinin bıraktığı boşluk İngilizler'ce doldurulmaya başlandı. Ancak Avrupa siyasetinde yaşanan hızlı gelişmeler ittifakın uzun süreli olmasını mümkün kılmadı. Zira XIX. yüzyılın hemen başlarında İngiltere, Rusya ve Fransa'nın arasında sıkıştığını gören Babıâli denge siyaseti olarak yeniden Fransa ile yakınlaşma arayışına girdi. Bundan rahatsız olan İngiltere ve Rusya, bir ültimatomla Babıâli'nin Fransızlarla ilişkilerini gözden geçirmesini istedi. Ardından Rusya Eflak ve Boğdan'i işgal etti. İngiltere de bu işgali destekleyerek donanmanın ve Çanakkale istihkâmlarının kendilerine teslim edilmesini talep etti. Babıâli İngiliz isteklerini kabule yanaşmayınca İngiliz donanması İstanbul'a yönelerek büyük bir korku ve endişeye yol açtı (Şubat 1807). Bununla birlikte direnişte karar kılınınca İngiliz donanması bir şey yapamadan geri çekildi. İstanbul'daki tehditleri bu şekilde boşa çıkan İngiltere, donanmalarıyla Mısır'a yöneldi ve Mart 1807'de İskenderiye ve Ebûkir'e bir çıkarma yaptı. Ancak Mehmed Ali Paşa'-nın şehri kuşatması üzerine fazla tutunamayarak Mısır'dan da ayrılmak zorunda kaldı.
Fransız İhtilâli'nin yaydığı liberal akımlardan kaynaklanan kamuoyu baskıları, Babıâli'nin yabancı tüccarlara iç pazarları yasaklamaya çalışması ve 1806"da başlayan Osmanlı-Rus savaşında İngiltere'nin Rusya'yı desteklemesi neticesinde oluşan savaş hali gibi gelişmeler iki ülke arasında soğukluğun devam etmesine yol açtı. Bununla birlikte Osmanlı Devleti'nin bir "Şark meselesi" olarak ilk defa Avrupa'nın gündemine getirildiği 1815 Viyana Antlaşması'nda İngiltere Rusya'ya karşı yine Osmanlı Devleti tarafındaydı. Bu tavır aynı zamanda, XIX. yüzyıl boyunca zaman zaman farklı dalgalanmalar olsa da genel olarak İngiliz siyasetini yansıtmaktadır.
1820'lerde başlayan Yunan isyanları ile birlikte İngilizler'in Osmanlı politikaları İngiliz kamuoyunda tartışma gündemine girdi. Fransız İhtilâli'nin de etkisiyle Avrupa'da Helen kültürüne karşı başlayan hayranlık İngiltere'de de benimsenmiş ve Yunanlılar desteklenerek Osmanlılar popüler literatürde, masum halkları despotlukla ezen çağdışı müstebit idare imajıyla yerini almıştı. Özellikle ünlü şair Lord Byron'un 1823'te Yunanlılar safında savaşmak için Yunanistan'a gitmesi ve orada ölmesi kamuoyunun baskısını daha da arttırdı. Bunun üzerine İngiltere, aynı yıl Yunanlılar'ı muharip taraf olarak tanıyıp Yunan bağımsızlığının işaretini verdi. Ancak bu durum Rusya'nın ihtiraslarını kamçıladı. Nitekim Mısır kuvvetlerinin Yunan ordularını mağlûp ederek duruma hâkim olmasının ardından Rusya'nın müdahale etme ihtimalinin güçlenmesi İngiltere'yi telâşlandırdı. II. Mahmud bu konuda hiçbir talebe sıcak bakmadığından o sırada İstanbul'da büyükelçi olan Canning, Rus-lar'ı ikna ederek 4 Nisan 1826'da Saint Petersburg Protokolü'nü imzalattırdı. Buna göre İngiltere, Osmanlı Devleti ile Yunanlılar arasında ara buluculuk yapacak, Babıâli bunu kabul etmezse her iki devlet baskı uygulayacaktı. Bir müddet sonra protokole Fransa da dahil oldu. Babıâli ara buluculuğu kabul etmemekte direnince müttefik kuvvetler Navarin'de savaş halinde olmayan Osmanlı donanmasını tahrip ettiler (20 Ekim 1827). Bunun neticesi Yunan bağımsızlığının tanınması demekti. İngiliz kamuoyu ve siyasetinde beliren bu Osmanlı düşmanlığı, bir süre sonra yerini giderek daha büyük bir tehdit oluşturan Rusya'ya karşı Osmanlı dostluğuna bıraktı. Başta David Urguhart olmak üzere İngiliz siyasetinde ve diplomasisinde yeni bir Osmanlı taraftarı ekol ortaya çıktı.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren Os-manlı-İngiliz ilişkilerini etkileyen bir başka önemli gelişme de Mısır ve Mehmed Ali Paşa meselesi olmuştur. Yunanlılar'a karşı Babıâli'ye sağladığı yardıma mukabil Suriye vilâyetini isteyen Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı ordularını mağlûp ederek Anadolu'da ilerlemesi, sadece Os-manlılar'ı değil Ortadoğu coğrafyasında Önemli stratejik hesapları bulunan Rusya, İngiltere ve Fransa'yı da harekete geçirmişti. Rusya ve İngiltere, bölgede gittikçe güçlenen Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'nden daha büyük bir problem olmasından endişelenirken Fransa, Mısır'daki nüfuz ve bağları sebebiyle paşanın yanında yer almayı uygun bulmuştu. İngiltere'nin olaylara müdahalede geç kalması II. Mahmud'u Ruslar'la yakınlaşmaya itti ve Temmuz 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Osmanlı Devleti âdeta Rusya'nın himayesine girdi. Diğer devletlerde büyük bir telâşa yol açan bu kriz, Rusya'nın antlaşmanın kendine avantaj sağlayan maddelerini yürürlüğe koymayacağı garantisiyle bir süre donduruldu.
İngiltere Babıâli'ye, âsi valisini dize getirmenin başka yolları konusunda da telkinlerde bulunarak aynı zamanda Osmanlı topraklarındaki ticaretini genişletmeye matuf yeni bir planla devreye girdi. XIX. yüzyılla birlikte ekonomide beliren liberal eğilimler çerçevesinde 1825 te Levant Şirketi lağvedilmiş ve Osmanlı pazarının bütün İngiliz tüccarlara açılması Öngörülmüştü. Babıâli ise gerek Nizâm-ı Cedîd'in gerekse İ826'da kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye'nin masraflarını karşılayabilmek için gelir kaynakları arasında düşündüğü tekel (yedi vâhid) uygulamasıyla yabancı tüccarların vergilerini arttırmıştı. Aynı şekilde Osmanlı hukukuna bağlı Mısır topraklarında da meri bulunan tekel ve ihraç yasağı uygulamaları Avrupalı tüccarların rahatsızlığını had safhaya ulaştırdı.
İngiltere bu rahatsızlıkların etkisiyle, tekel uygulamasının kaldırılmasının Os-manlı-İngiliz ilişkilerini geliştireceği gibi Mehmed Ali Paşa'nın gelir kaynaklarını azaltarak zaafa düşüreceği, böylece devlete başkaldıramayacağı telkinleriyle Babıâli'yi ikna etti. Bir taraftan İngiltere'nin siyasî desteğine muhtaç, diğer taraftan Mehmed Ali Paşa'ya büyük kızgınlık içinde olan Osmanlı Devleti, İngilizler! bile şaşırtan acele bir kararla 1838"de Osmanlı-İngHiz ticaret anlaşmasını imzaladı. Buna göre Mısır dahil bütün Osmanlı topraklarında tekel Kaldırılıyor, İngiliz tüccarları her yerde sadece % 3 ithal ve ihraç vergisi ödeyerek ticaret yapma hakkını elde ediyordu. Fransa ve Mehmed Ali Pa-şa'nın şiddetli tepkisine yol açan bu anlaşma, özellikle yerli sanayiini oluşturma yolunda ciddi aşama kaydetmiş bulunan Mısır ekonomisi üzerinde büyük oranda zararlı oldu ve kısa zamanda ülkeye dolan İngiliz mamulleri yerli sanayinin yok olmasına zemin hazırladı.
Öte yandan Mehmed Ali Paşa da Babıâli'ye yeniden savaş açtı. Ordularının bozgun haberleriyle sarsılan II. Mahmud ölüm döşeğinde iken İngiltere ve Rusya gönülsüz de olsa Fransa'yı da yanlarına alıp Mehmed Ali Paşa'ya karşı durdular ve nihaî olarak sadece Mısır'la yetinmemesi durumunda burayı da kaybedebileceğini bildirerek meseleyi sona erdirdiler. Osmanlı Devleti, İngiltere'nin baskısıyla Mısır valiliğini irsen Mehmed Ali Paşa ailesine bırakmak zorunda kaldı (1840). Ancak bu meselenin ortaya çıkardığı bir başka husus. İstanbul ve Boğazlar'ın taşıdığı stratejik önem sebebiyle bu bölgeyi eline geçirecek gücün diğer devletlerin çıkarlarına karşı oluşturacağı tehdidin boyutları başta İngiltere, Rusya ve Fransa olmak üzere Avrupa devletlerini Boğazlar'-la ilgili bir mutabakata varmaya zorladı. 13 Temmuz 1841'de Londra'da toplanan temsilciler, Boğazlar üzerinde Osmanlı hukukunun geçerliliğini kabul etmekle birlikte Hünkâr İskelesi Antlaşması'nın Ruslar'a verdiği hakları sona erdiriyorlar, fakat Babıâli'ye sağladıkları ortak garantiyle bir anlamda vesayet anlayışını resmîleştiriyorlardı.
İngiltere'nin Osmanlı siyaseti artık açık bir şekilde belirlenmişti. Dışişleri Bakanı Lord Palmerstone ve büyükelçi George Canning'in şekillendirdiği bu politika, İngiltere'nin Akdeniz ve Ortadoğu'daki ticarî çıkarları ile Hindistan yolunu emniyet altına alma esası üzerine temellendirili-yordu. Bütün bunlar için de Osmanlı toprakları anahtar konumda bulunduğundan İngiliz desteğine muhtaç bir Osmanlı Dev-leti'nin devamı tercih edilmiş ve bu devletin toprak bütünlüğüne yönelik her türlü tehdit İngiltere çıkarlarına da zararlı olarak değerlendirilmiştir.
Tanzimat'la birlikte yeni bir devreye giren İngiltere-Osmanlı ilişkilerinde İngiliz sefiri Stratford Canning Babıâli'de büyük nüfuz kazanarak tebarüz etti. İngiltere. Osmanlı tebaası Protestan lar'ı ve Protestan misyonerleri resmen himayesine aldı. 1848'de ortaya çıkan Macar mültecileri meselesinde Avusturya ve Rusya mültecilerin iadesi İçin Babıâli'ye yoğun baskı uygulayınca İngiltere, Fransa ile Babıâli'nin yanında durarak askerî yardım da dahil her türlü desteği vereceklerini açıkladı. Bu durumda geri çekilen Rusya, "ma-kâmât-ı mübâreke" meselesinde Osmanlı Ortodoksları ile ilgili olarak talep ettiği himaye hakkının Babıâli'ce reddedilmesi üzerine artık "hasta adam" diye nitelediği Osmanlı Devleti'nin ortadan kaldırılması zamanının geldiğine inanarak önce İngiltere'ye paylaşma teklif etti. Teklifi kabul görmeyince tek başına bu işe kalkıştı ve 1853 Kırım Harbi başladı. İngiltere ve Fransa, geleneksel politikaları uyarınca bu savaşta Osmanlı Devleti İle beraber hareket ettiler ve savaş müttefik kuvvetlerin Rusya'ya karşı üstünlüğü ile sonuçlandı (1856). Savaşı sona erdiren Viyana görüşmelerinde Babıâli'nin hıristiyan tebaaya vermiş olduğu hakların yeniden teyidi karara bağlanmıştı. İngiltere ve Fransa, buna dayanarak yakında başlayacak olan Paris görüşmelerinde Ruslar'ın Avrupa kamuoyunu etkilemek amacıyla gündeme getirecekleri hıristiyan kozunu elinden almak amacıyla bir ferman ilân edilmesi için Babıâli'ye baskı uyguladı. Bunun üzerine Paris Antlaşmasından bir buçuk ay önce alelacele daha çok hıristi-yanların haklarını esas alan Islahat Fermanı ilân edildi. Ardından imzalanan Paris Antlaşması. Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü garanti altına alarak Karadeniz'de Rus donanmasının bulundurulmasını yasakladı ve İngiltere garantör devletlerden biri oldu. Bu şartlar altında Osmanlı Devleti, Hindistan'da İngiliz hâkimiyetine karşı çıkan Hint bağımsızlık hareketine yardım etmeyip İngiltere'nin yanında yer almak, hatta İhtiyaç halinde İngiliz destek kuvvetlerinin Kızıldeniz'den geçmesine izin vermek zorunda kaldığı gibi İngilizlerin isteğiyle hilâfet nüfuzuna dayanarak Hint müslümanlannın halifenin dostu olan İn-gilizler'e karşı gelmemesi gerektiği yolunda telkinde bulundu. Kırım Harbi'nin sonuçlarından biri de Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında ilk defa borç bağının kurulmuş olmasıdır.
Paris Antlaşması'nı takip eden yıllarda İngiltere Osmanlı ilişkilerinin en karakteristik özelliği, müttefik ve muadil iki devletin birbiriyle münasebetlerinden ziyade İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ni doğrudan veya dolaylı yönlendirmesi, bazan da fiilen iç işlerine müdahale etmesidir denilebilir. İlişkiler bu şartlarda sürerken Sultan Abdülaziz, Temmuz i 867'de Fransa'dan sonra İngiltere'yi de ziyaret ederek dış ziyarette bulunan ilk ve tek padişah oldu.
1870'lerin başında Fransa'nın mağlûp olması ve Alman birliğinin oluşmasından cesaret alan Rusya'nın Karadeniz'in silahsızlandırılmasını öngören Paris şartını tek taraflı iptal ettiğini açıklamasıyla ortaya çıkan yeni kriz İngiltere'nin Osmanlı politikasında değişikliklerin habercisi gibidir. 1870'Ierde Karadağ ve Bosna Her-sek'te başlayan ve bütün Balkanlar'ı saran ayaklanmaların ilk anlarında İngiltere, Babıâli'ye ültimatom veren diğer Avrupa devletlerine katılmayıp Osmanlılar'ın yanında yer almıştı. Bu tavır, en azından o zaman diğer devletlerin Osmanlı Dev-leti'ne müdahalesine engel oldu. Bununla birlikte Balkanlar'daki isyanı bastırırken Osmanlı askerlerinin Bulgaristan'daki uygulamalarına istinat ettirilen vahşet iddiaları bir anda Avrupa kamuoyunu etkisi altına alınca gelişmeler süratle hilâl-haç hesaplaşması şekline dönüştü. Bütün bu gelişmeler sırasında Osmanlılar'ı destekleyen muhafazakâr hükümet ve Başbakan Disraeli İngiltere'de şiddetli bir muhalefetle karşılaştı. Olayları siyasî rakibini devirmek için kullanan Liberal Parti Başkanı VVilliam Gladstone, ülke genelinde harekete geçirdiği Osmanlı düşmanlığı ile Dİsraeli'yi köşeye sıkıştırmayı hedefliyordu. İngiliz hükümeti bu şartlar altında, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başladığında Hıristiyanlığın savunucusu konumunu üstlenen Rusya'ya karşı İstanbul'daki sefaretin ve Hindistan genel valiliğinin bütün itirazlarına rağmen açıkça cephe alamadı ve İngiliz çıkarlarına halel gelmeyeceği garantisiyle tarafsizlğını ilân etti. Tahta yeni çıkmış olan II. Abdülha-mid ve yeni oluşan Meşrutiyet Meclisi ile Babıâli ise İngiltere'ye Paris'teki garantörlük taahhütlerini hatırlatmaktan öte bir şey yapamadı.
Bununla birlikte gelişmeleri kaygıyla izleyen İngiltere, Ruslar'm galibiyetiyle sonuçlanan bu harbin akabinde Osmanlı Devleti'nin kabul etmek zorunda kaldığı Ayastefanos Antlaşması'nın hükümlerini kendi emniyeti açısından riskli buldu ve diğer Avrupa devletlerini ikna ederek Rusya'yı Berlin'de bir toplantıya zorladı. Padişah ve Babıâli, savaşın başından sonuna kadar İngiltere'nin ortaya koyduğu tavırdan memnuniyetsizliklerini defalarca İngilizler'e bildirmiştir. Osmanlı belgelerine göre, savaşa giden yolda Tersane Konferansı'nda Avrupa devletlerinin öne sürdüğü reform şartlarının Babıâli'ce reddedilmesinde İngiltere'nin de payı vardır. Bu konferansta İngiliz delegesi olan Lord Salisbury, şartların kabul edilmemesi halinde Rusya ile savaşın kaçınılmaz olacağı yolunda Osmanlılar'ı uyarırken İngiliz büyükelçisi Henry Elliot da Osmanlılar'a direnmelerini söylemekte ve bir savaş durumunda İngiltere'ye güvenebilecekleri hususunda taahhütler vermekteydi. Elli-ot'dan sonra büyükelçi olan Henry Layard da Rusya'ya karşı Osmanlılar'ın mutlaka desteklenmesine inanan devlet adamlarından biri olarak savaş sırasında İngiltere'nin askerî müdahalesi için çok mücadele etmiştir. Layard. aynı zamanda Hindistan genel valisi Lytton İle beraber II. Abdülhamid'den Afganistan emîrine bir heyet gönderterek Rusya'ya karşı doğuda da bir cephe açmak ve emîrin İngiliz-ler'le dost olmasını temin etmek için iki amaçlı bir gayret içerisinde olmuşlardır. Hilâfetin nüfuzunu kullanmak suretiyle planlanan bu faaliyet her iki amaca da hizmet etmemiş, fakat dönemin İngiliz siyasetini anlamak bakımından önemli ipuçları vermiştir.
İngiltere, Fransa'nın aradan çekilmesinden sonra Rusya'ya karşı tek başına harekete geçme riskini göze alamadığı için kendi güvenliği açısından stratejik önem taşıyan Kıbrıs'ı kira adı altında Os-manlılar'dan alarak Osmanlı topraklarına yönelik yeni bir politika başlattı (4 Haziran 1878). Berlin Antlaşması'nın arefe-sinde ortaya çıkan bu durum, görünürde Rus tehdidine karşı Osmanlı Devleti'ne daha kolay yardım edebilmek amacıyla gündeme getirilmişse de gerçekte İngiltere'nin artık muhtemel bir Osmanlı dağılmasında kendisi için Önem taşıyan yerleri doğrudan ele geçirme politikasının parçası idi. Diğer bir ifadeyle 1856 Paris Antlaşmasfndaki toprak bütünlüğü garantisi tamamen ortadan kalkmıştı. Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin mukadderatı sadece Rusya'ya bağlı olmaktan kurtarıldı, fakat bu defa İngiltere ve Fransa da söz sahibi oldu. Nitekim kaybedilen Balkan vilâyetlerinden başka Tunus'un Fransa, Mısır'ın İngiltere, hatta 191 i 'de Libya'nın İtalya tarafından işgali ve Doğu Anadolu'da Ermeni meselesinin ortaya çıkması hep Berlin Antlaşması'nın sonuçları arasında değerlendirilir.
Bu çerçevede İngiltere'nin 1882'de Mısır'ı İşgali, Osmanlı İngiliz ilişkilerinde kapanmayan bir mesele olarak devam etmistir. Mısır'da Avrupa'ya olan borçların tasfiyesi amacıyla yürütülen İngiliz-Fransız malî denetimi, yerli halkın ve askerlerin tepkisini çekip Urâbî Paşa önderliğinde bir hareket başlayınca İngiltere padişah adına huzur ve asayişi temin gerekçesiyle ülkeyi işgal etti. Mümkün olan en kısa zamanda ülkeyi terkedeceğine dair Çeşitli taahhütlerine rağmen bu taahhütler hiçbir şekilde yerine getirilmedi.
Balkan hadiseleri ve Doksanüç Harbi sırasında Osmanlı ve dünya müslüman kamuoyunda görülen hareketlilik. II. Ab-dülhamid'in hilâfet sıfatını siyaset gündeminde ön plana çıkarması ve İngiltere'nin Osmanlı sonrası planlarında göz koyduğu toprak parçalarıyla ilgili yeni yaklaşımı. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde panislâmizm ve hilâfet faktörünü odak noktalardan biri haline getirdi. İngiltere'nin Osmanlı siyasetinde kıyasıya bir mücadele içinde olan lehte ve aleyhteki kişi ve gruplar yeni bir tartışma süreci başlattılar. Tartışmaların ana teması, Osmanlı-İngiliz münasebetlerinin iyi olduğu dönemlerde faydalı fonksiyonları görülen hilâfet kurumunun bu ilişkiler kötüleşirse İngiliz çıkarlarına verebileceği zararlardı. Böyle bir durumda kayıpları asgariye indirebilmek için Hindistan güzergâhında bulunan Arap topraklarında Osmanlılar'dan bağımsız İngiltere himayesinde bir Arap devleti kurularak hilâfetin tekrar Araplar'a intikali projeleri gündeme getirildi. Muhtemel adaylar ortaya çıkarılıp Osmanlılar'ın Ku-reyş soyundan olmadıkları gerekçesiyle gerçek halife sayılamayacakları hususunda yoğun bir propagandaya girişildi. Nitekim Doksanüç Harbi'nden sonra başlatılan bu çalışmalar, tıpkı öngörüldüğü şekilde iki ülke ilişkilerinin koptuğu I. Dünya Savaşı'nda uygulamaya konmuş ve Şerif Hüseyin isyanı desteklenmiştir.
II. Abdülhamid. saltanatının başından itibaren İngiltere'ye karşı bir kırgınlık ve kızgınlık içinde olmuştur. İradelerinde, muhtıralarında ve hatıratında İngilizler'in kendisini nasıl hayal kırıklığına uğrattıkları, çıkarlarına uygun düştüğü zaman Osmanlı Devleti'ni parçalamakta bir an bile tereddüt etmeyecekleri, hilâfeti kendi himayelerine alarak müslümanları arzuladıkları şekilde yönlendirmek istedikleri gibi hususlara sık sık temas etmiştir.29 Buna karşılık İngiltere, özellikle 1890'lardan itibaren II. Ab-dülhamid'in Almanlar'la yakınlaşmaya başlamasından sonra Osmanlı Devleti'ne karşı tutumunu daha da gerginleştirmiş ve Osmanlı-Alman yakınlaşmasına karşı Fransa ve Rusya ile bir cephe oluşturarak cevap vermek istemiştir. Artık İngiltere Ermeni reformunu gerçekleştirmeyi, padişaha karşı İstanbul'a bir donanma göndermeyi veya Cidde'yi işgal etmeyi düşünür olmuş, Hindistan'da karşılaştığı güçlüklerden doğrudan padişahı sorumlu tutarak açıkça tehdide başlamış 30 nihayet Hicaz demiryolunun inşası sırasında hattın Akabe'ye ulaşıp ulaşmamasıyla ilgili çıkan tartışmada savaşa girmeyi dahi göze almıştır.
XX. yüzyılla birlikte İngiltere ve Rusya'nın uzun süredir üzerinde çalıştıkları bir proje gerçekleşti ve 1907 İngiliz- Rus Antlaşması imzalandı. Bu ise iki ülkenin artık petrolüyle de stratejik önemi artan Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere anlaşmaları demekti. Muhtemelen bu gelişmenin de etkisiyle İngilizler, II. Abdülhamid'in siyasetinden rahatsızlıklarını gizlemedikleri halde II. Meşrutiyet'e karşı önceleri ilgisiz kalıp hatta bunun sömür-gelerindeki hürriyet taleplerini arttıracağı yönünde endişeye kapıldılar. Babıâli II. Meşrutiyetten sonra birkaç defa İngiltere ile siyasî, askerî ve malî anlaşmalar yapmak istedi. Ancak İngilizler mütemadiyen uzak kaldılar. Osmanlılar'ın ve Hindistan müslümanlarının bütün arzularına rağmen İngiltere, TYablusgarp ve Balkan savaşlarında tarafsızlığını ilân etti.
I. Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Osmanlı Devleti tarihlerinde ilk defa birbirlerine karşı savaşa girdiler. Savaş öncesi stratejilerinde Osmanlılar'ı Almanlar'dan ayırmak ve sömürgelerdeki müslüman tepkisini azaltmak için Babıâli'nin tarafsız kalması yönünde yaptıkları çağrılar Os-manlılar'ca inandırıcı bulunmadı. Osmanlı Devleti'nin Almanlar'ın safında savaşa girmesiyle İngiltere, daha önce işgal ettiği veya kira adıyla girdiği Osmanlı topraklarını ilhak ettiğini açıkladı. Arap topraklarında İmam İdris. Abdülazîz b. Suûd ve Şerîf Hüseyin gibi Arap ileri gelenleriyle anlaşmalar yaparak onları Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklandırmayı başardı. Şerîf Hüseyin'e halifeliğini ve bağımsız Arap krallığını tanıma sözü verildi. Savaş sırasında muhtemel galibiyetten sonra Osmanlı topraklarının nasıl pay edileceği hususunda Fransa-Rusya ve İtalya ile beraber İstanbul, Londra, Sykes Picot ve St. Jean de Maurienne. San Remo gizli anlaşmaları yapıldı. İngiltere ve Osmanlı orduları Mısır, Gazze. Mezopotamya ve Çanakkale'de dört yıl doğrudan savaştı ve savaşın sonunda Osmanlılar kaybetti. Ancak Anadolu'da başlayan Millî Mücadele ile 1919-1923 yıllarında İngiltere ile Türkler arasında dolaylı savaş dönemi yaşandı. Esasen Sevr yürürlüğe girmediği için bir bakıma savaş hiç kesilmemişti. Bu durum 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'na kadar sürdü. Bu sırada Türkler, 1911'den beri aralıksız devam eden savaş halinden kurtulmak isterken İngilizler de yeni dönemde Türk-ler'in kendilerine tehdit oluşturabilecek her türlü potansiyellerinden arındırılmasını hedefliyordu. Görüşmeler sırasında iki devlet birkaç defa yeniden savaş durumuna geldi, ancak her defasında sorun aşıldı. Özellikle Musul meselesinde ortaya çıkan gerginlik, Türkiye'nin Mîsâk-ı Millî'ye dahil Musul'la ilgili Milletler Cemiye-ti'nin kararım kabul edeceğini açıklamasıyla halledildi.31
Cumhuriyet'in ilk zamanlarında savaş yıllarındaki husumetin tesiriyle soğuk seyreden Türk-İngiliz ilişkileri 1930'Iar-dan sonra iyileşmeye başladı. M. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin, bütün ısrarlara rağmen İngiltere'nin yanında yer almaması yeni bir soğukluk dönemi başlattı. Ancak 1945"ten itibaren Türkiye'ye yönelen Sovyet tehdidi Avrupa güvenliğini de tehdit ettiği için İngiltere ve Türkiye NATO'da müttefik oldular (1952). İki ülke 1950'li yıllarda Bağdat Paktı (1955) ve CENTO'da (1959) bir arada bulundu. CENTO. 1979 yılında üyelerden İran'da yaşanan gelişmeler üzerine dağıldı.
Bibliyografya :
(İngiliz-Osmanlı münasebetlerine dair İngiliz devlet evrakı yoğun olarakingiltere Public Record Office. Foreign Office 781General Correspondence with Turkey), 371 |General Correspondence of 1906|; 195 lEmbassy and Consuiar Reports] kısımlarında bulunmaktadır; Osmanlı evrakı için mühimmedefterleri, iradeler, muâhedât mecmuaları, düvel-i ecnebiye defterleri, Cevdet (Hariciye ve İktisati, İbnülemln IHariciye] Mesâil-i Mü-himme-i İngiltere defterleri, Nâme defterleri. Yıldız Evrakı ve Hariciye Nezâreti evrakı birinci kaynaklardır). Hayreddin, Vesâik-i Târîhiyye ueSi-yâsiyye Tetebbuâtı II, İstanbul 1326, s. 3-7; D. Hakluyt, The Principal Nauigations, Voyages, Trafftques and Discoueries of the English ria-tions, I-X11, Glasgow 1904; Ahmet Refik Altınay. Türkler ve Kraliçe Elİzabeth. İstanbul 1932; R P. Graves. Briton and Türk, London 1941; F. E. Baüey. British Policy and the Turkish Reform Movement, Cambridge 1942; Hâmİt Dereli. Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve ingilizler, İstanbul 1951; Akdes Nimet Kurat. Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610), Ankara 1953; a.mlf.. Henry La-yard'ın İstanbul Elçiliği (1677-1880), Ankara 1968; J. C. Hurevvitz, Diplomacy in theNearand Middle East, A Documentary Record: 1535-1914, MewYork 1956; Lord Stratford Canning'in Türkiye Hatıraları {haz. S. L. Poole. trc.Can Yücel), Ankara 1959; Berna Moran, Türklerle İlgili İngilizce Yayınlar Bibliyografyası, İstanbul 1964; A. C. Wood, A History of the Levant Com-pany, London 1964; S. C. Chew, The Crescent and the Rose, İslam and England During the Renaissance, New York 1965; M. S. Anderson. The Eastern Question: 1774-1923, London 1966; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı - İngiliz İktisadî Münâsebetleri I: 1580-1838, Ankara 1974; a.e. //; 1838-1850, İstanbul 1976; L. Zhiv-kova. Angto-Turkish Relations (1933-1939), London 1976; Alaeddin Çetin - Ramazan Yıldız, Sultan II. Abdülhamid Han: Devlet ueMemleket Görüşlerim, İstanbul 1976; S. A. Skilliter. William Harborne and the Trade with Turkey: 1578-1582, Oxford 1977; S. F. Evans, TheSlotu Repprochement: Britain and Turkey in theAge of Kemal Atatürk: 1919-1938, Eothen 1982; Ömer Kürkçüoğlu. Türk-İngiliz İlişkileri: 1919-1926, Ankara 1982; J. Heller, British Policy 7b-ıvards the Ottoman Empire: 1908-1914, London 1983; A. İhsan Bağış v.dğr., Türk-ingiliz İlişkileri: 1583-1984, Ankara 1985; E. Kedourie. England and the Middle East: 1914-1921, London 1987; Nazan Aksoy. Rönesans Ingilteresin-de Türkler, İstanbul 1990; Hüseyin Çelik. Osmanlı Yanlısı İngiliz Dış İlişkiler Komiteleri, İstanbul 1994; F. A. K. Yasamee. Ottoman Diplomacy: Abdülhamid II and the Great Powers: 1878-1888, İstanbul 1996; Azmi Özcan, Pan-ls-lamizm: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ue İngiltere (1877-1924), İstanbul 1997; a.mlf.. "İngiltere'de Hilâfet Tartışmalan, 1873-1909", İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 2, İstanbul 1998, s. 49-71; İ. Hakkı Uzunçarşılı, "Ondo-kuzuncu Asır Başlanna Kadar Türk- İngiliz Mü-nasebatına Dair Vesikalar", TTK Belleten, Xi!l/ 51 (1949), s. 573-648; a.mlf., "İkinci Abduİha-mîd'İn İngiliz Siyasetine Dair Muhtıraları", TD, 11/10 (1954). s. 43-60; Orhan Burian. "Türk-İn-giliz Münasebetinin lik Yıllan", DTCFD, IX/l-2 (1951|, s. 1-17; Nahide Şimşir, "Osmanlı-İngiliz Münasebetleri: 1580-1838", TDA,sy. 122 (1999|, s. 39-56.
V. Ülkede İslamiyet
İngilizler'in İslâmiyet'le temaslarının daha önceki yüzyıllarda başlamasına ve Britanya adalarında XVII. yüzyıldan itibaren Türk ve Kuzey Afrika kökenli esirlerin, diplomatik misyonlara mensup kişilerle bunların ailelerinin ve daha sonraları da müslüman öğrencilerin bulunmasına rağmen ülkeye düzenli biçimde yerleşen ilk müslüman topluluklarına ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında rastlanmaktadır. İngiltere'de İslâmiyet'in geç görülmesinin en önemli sebebi buraya sadece denizyoluyla ulaşılabilmesi ve İngilizler'in zihinlerinde, müslümanlar hakkındaki önyargıların XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Hindistan ve çevresini idareleri altına almalarıyla başlayan yakın temaslar sonucu değişmesidir denilebilir. Britanya adalarına yerleşen ilk müslümanlar Londra, Cardİff, Liverpool, South Shİelds, Bristol ve Hull gibi İşlek limanlara gelen Yemen, Aden, Gucerât ve Somali kökenli gemicilerdir. Bu küçük gruplar ilk defa ülkede İslâmiyet'i temsil etmişler ve dinî cemaat görevlerini aralarından birinin evinde kurdukları zaviyelerde yerine getirmişlerdir. Cezayirli Ahmed el-Alevf nin müridle-ri tarafından yönetilen bu zaviyelerin ilki Cardiff'te açılmış, bunu Liverpool. South Shields, Hull ve Birmingham'dakiler takip etmiştir. Zaviyeler hem ibadet hem de sosyal faaliyetler için kullanılmakta, evlenme ve cenaze törenleri buralarda yapılmaktaydı. Müslümanların bu ilk yerleşim bölgelerindeki varlıkları günümüzde de sürmektedir.
İngiltere'de İslâmiyet'in tanınması ve yayılması yolunda en önemli aşamalardan biri Londra'nın güneyindeki Woking kasabasında. Pencap Üniversitesi'nde yirmi yıl görev yapan Macar asıllı şarkiyatçı Le-itner tarafından Doğu dilleri ve dinlerini doğru bir şekilde tanıtmak. Doğu üzerinde araştırmalar yapmak, araştırmacıları desteklemek ve Doğulu öğrencilere kendi sosyal konum ve dinlerini kaybettirmeden İngiliz kültürü vermek amacıyla Woking Şarkiyat Araştırmaları Enstitü-sü'nün kurulmasıdır (1884). Enstitünün yanına, masraflarının büyük bir kısmını yüklendiği için Bopal Nevvâbı Şah Cihan Begüm'ün adını taşıyan bir de cami yapılmış ve 1889'da tamamlanan cami çok sayıda aristokrat ve entelektüelin devam ettiği, birçok önemli kişinin İslâm'a girdiği bir merkez olmuştur. Leitner'in 1899'-da ölümünden sonra bir süre yavaşlayan faaliyetler, 1912 yılında Kâdiyânîler'in temsilcisi Lahorlu avukat Hâce Kemâ-leddin ile Hindistan'da bulunduğu sırada müslüman olan Lord Headley'nin Wo-king'e gelmesiyle yeniden eski haline döndü. Bunlar 1913'te Müslim India and the Islamic Review adlı bir dergi çıkarmaya başladılar; 1921'de derginin adı Islamic J?evjew olarak değiştirildi. Bu iki şahsiyetin 1932 ve 1933'te vefatlarından sonra da enstitü faaliyetlerini sürdürmekle birlikte 196O'lı yıllarda Londra Merkez Camii ve Doğu Londra Camii gibi diğer merkezlerin açılmasıyla eski önemini kaybetti. Buna rağmen VVoking Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İslâmiyet'in Britanya adalarında tanınmasında ve yayılmasında rol oynamış önemli bir kurum olarak tarihe geçmiştir.
İlk düzenli topluluklardan biri yine XIX. yüzyılın sonlarına doğru Lİverpool'da teşekkül etmiştir. Tanınmış bir avukat olan William H. Quilliam, 1882'de tatil için gittiği Fas'ta İslâmiyet'e ilgi duyarak bu konuda bilgisini arttırır; 1887'de de müslüman olup ismini Şeyh Abdullah olarak değiştirir. Ülkesine dönünce İslâmiyet'i yaymaya başlayan Quilliam İran. Afganistan ve Osmanlılar'dan destek görür. 1890'da İstanbul'a davet edilir ve Kendisine İngiliz adaları şeyhülislâmlığı unvanı verilir; daha sonra da Liverpool Camii ve Enstİ-tüsü'nü kurar. Ancak etrafına çok sayıda eğitim görmüş insanı toplaması, ihtida edenlerin çoğalması, kiliseyi ve Sudan'a giren İngiliz ordusunu kınaması gibi sebeplerden ötürü basın ve Kilisenin yoğun baskısına mâruz kalır. Nihayet 1908'de İngiltere'den ayrılır. Liverpool Camii ve Enstitüsü Quiliiam'ın ayrılmasından sonra yavaş yavaş işlevini kaybetmiş, fakat Woking Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü gibi İslâm'ın ülkedeki tarihinde önemli bir merhale oluşturmuştur.
İngiltere'deki asıl müslüman kitlesi, II. Dünya Savaşı'nın ardından başlayan işçi akını sonucunda ortaya çıkmıştır. Savaş sonrasında ekonomik durumları bozulan Hindistan 32 gibi eski İngiliz sömürgelerinden gelen müslümanlar Birmingham, Manchester, Bradford, Bolton, Preston. Sheffield ve Halifaxgibi sanayi şehirlerine yerleşerek işçi açığını kapattılar. Bu göç, 1950'li yılların sonlarındaki ekonomik krize kadar düzenli biçimde devam etmiş ve 1962'de çıkarılan göçmen yasasından hemen önce zirveye ulaşmıştır. Hindistan alt kıtası kökenli müslümanların bir kısmı doğrudan İngiltere'ye gelirken bir kısmı da önce Uganda. Tanzanya gibi Doğu Afrika ülkelerine yerleşmiş ve 196O'lı yıllarda oralardan göç etmiştir. Müslüman göçmenlerin bir başka grubunu ise 1950'lerden İtibaren göçe başlayan Kıbrıslı Türkler teşkil eder. Malezya. Batı Afrika, Fas. Yemen ve İran gibi ülkelerden gelenler de siyasî veya iktisadî sebeplerden dolayı müslüman azınlığa eklenmişlerdir.33
Toplam müslüman nüfusun hemen hemen yarıya yakın bir bölümü Londra ve civarında, diğer büyük bir bölümü ise Lancashire, West Midlands, Yorkshire ve Manchester bölgelerinde yaşamaktadır. Etnik olarak Türkler'in ve Hindistan. Pakistan. Bengladeş kökenlilerin büyük çoğunluğu Londra'da, diğerlerinin daha ziyade Cardiff, Liverpool, Hull ve South Shields gibi liman şehirlerinde yerleştikleri görülür. West Midlands, Londra'dan sonra Hindistan alt kıtasından gelen müslümanların en yoğun bulunduğu bölgedir.
Birçok Avrupa ülkesi gibi İngiltere'de de dinî istatistik tutulmadığından müslümanların nüfusu hakkında kesin rakamlar mevcut değildir; tahminler sayılarının 1 milyonun üzerinde olduğu yönündedir. Kıbrıs Türkleri'nin nüfusu 100.000, Türkiye'den gidenlerinki 60.000 kadardır.34 Union of Müslim Organi-sations (UMO). United Kingdom Islamic Missİon (UKIM). Müslim World League (MWL) gibi kuruluşlar ise 1998 yılı itibariyle müslüman nüfusu 2 milyon dolayında göstermektedir (Sarwar. s. lf. En kalabalık grubu 400.000 kişiyle Pakistanlılar oluşturmakta, bunların ardından Bengladeşliler (160.000) ve Hindistanlılar (130.000) gelmektedir. İngiliz müslümanlarının sayısı yaklaşık 5000 olup bunlara ilâveten son yıllarda ihtida etmiş Afro-Karabian asıllı çok sayıda İngiliz vatandaşı bulunmaktadır.
Müslüman Kuruluşları. İngiltere'de bir kısmı mahallî, bir kısmı ülke çapında, bir kısmı da milletlerarası düzeyde 1000'den fazla kuruluş mevcuttur. Bunların çoğunluğu bir cami veya eğitim birimi etrafında oluşmuştur ve küçük çaplı, mahallî niteliklidir. En önemli kuruluşları şöylece sıralamak mümkündür: Union of Müslim Organisations. 1970 yılında Londra'da kurulan birlik, müslüman kuruluşlarının tamamını bir çatı altında toplamayı hedeflemiştir. Yıllık kongreler düzenleyen Union of Müslim Organisations, İslâm aile hukukunun tanınması ve müslümanlara uygulanması için teşebbüste bulunmuş, fakat 1975'te zamanın hükümeti bu teklife sıcak bakmamıştır. Birlik, İslâmî eğitim ve şer'an helâl yiyecek temini gibi ko-nularda mahallî otoritelerle ve merkezî hükümetle temas halindedir. United Kingdom Islamic Mission. 1962'de Londra'da kurulan birlik başta Londra, Manchester.
Birmingham, Glasgovvve Bradford gibi merkezlerde olmak üzere kırktan fazla şube ve otuz kadar cami ile hizmet görmektedir. Cami mescid inşa etme. çocuklara dinî eğitim verme, gençler için kamplar düzenleme ve Urduca gibi dilleri öğretme faaliyetleri yanında büyük şubeleri kanalıyla mahallî halkla, belediyelerle, polis teşkilatlarıyla ve kiliselerle ilişkiler kurma yolunda da başarılı adımlar atmıştır. Pakistan kökenli Cemâat-i İslâmî'nin öğreti ve felsefesinin etkisinde olan United Kingdom Islamic Mission, Bengladeş'in kurulmasıyla birlikte Da'vetü'l-İslâm adlı ikinci bir cemiyet daha Oluşturmuştur. Müslim World League. Genel merkezi Mekke'de bulunan kuruluş İngiltere'de 1982 yılında faaliyete başlamıştır. Müslüman çocukların dinî eğitimleri, gayri müslimlere İslâm davetinin ulaştırılması, cami, merkez ve okul binalarının inşası onarımı, İslâm'ı tanıtıcı konferans ve seminerlerin düzenlenmesi ve kitap, broşür dağıtımı gibi alanlarda hizmet vermekte, müslüman cemaatler arasında uzlaştırıcı rol oynamaktadır. United Kingdom Council of Mosques (UKCM). Müslim VVorld League'nin öncülüğünde ve diğer İslâmî teşekküllerin büyük bir kısmının iştirak ve gayretiyle 1984'te kurulan konsey camiler arasında koordinasyonu sağlamış, müslümanlara geniş bir platformda ve çeşitli konularda yardımcı olmuştur. Özellikle 1985 yılında İngiliz hükümeti tarafından hazırlattırılan "Educa-tionfor AH" adlı raporda, müslümanların eğitim haklarının kısıtlanması ve diğer dinlerin mensuplarına tanınan hakların kendilerine verilmemesine karşı duyulan tepkiler bu konsey kanalıyla organize edilmiş 35 bu rapora karşı ciddi bir reddiye yayımlanmıştır. Son yıllarda faaliyetleri azalmış görünen konseye bağlı camilerin sayısı 500 dolayındadır. Federation of Students1 Islamic Societies FOSİS. 1962'de müslüman öğrenciler tarafından tebliğ amacıyla kurulmuştur. Üniversite ve kolejlerin büyük bir kısmında şubeleri bulunan birlik ikisi Londra'da, diğeri Svvansea'de olmak üzere üç yurt ile öğrencilere hizmet vermekte, ayrıca onlar için kılavuz kitaplar hazırlamakta, yılda iki büyük konferansla bazı yetiştirici kurslar düzenlemektedir. Islamic Foundation .
1973'te Leicester şehrinde kurulmuş olup amacı İslâmî anlayışın geliştirilip yayılmasıdır 36 Young Muslims United Kingdom (YMUK). 1984"-te Leeds'te kurulmuştur. Çeşitli faaliyetlerle gençleri fizikî ve ruhî açılardan yetiştirmeye, onları dinî hayatı yaşamaya, İslâmî terbiyeye, yardımlaşmaya teşvik etmekte, sosyal ve bireysel problemlerine yardımcı olmaya çalışmaktadır; ayrıca Trends adlı bir dergi yayımlamaktadır. Islamic Cultural Centre and Central Mosque . Londra Regents Park'ta bulunan merkezin yeri 1944 yılında, Kahire'deki Anglikan cemaatine verilen bir kilise arazisinin karşılığı olarak İngiliz hükümeti tarafından tahsis edilmiştir. 1977'de tamamlanan mevcut bina cami, kütüphane, idare birimi ve toplantı salonlarından İbarettir. Kültürel ve dinî faaliyetlerin yürütüldüğü merkez binası İngiltere'de yapılan ilk İslâmî eserlerden biri olması bakımından önemlidir. Gayri müslimlerin de ilgi odağı olan merkez Islamic Culture adıyla bir dergi yayımlamaktadır. Müslim Institute. Merkezi Londra'da bulunan kuruluş çeşitli konferans, seminer ve yayıncılık faaaliyetleriyle tanınmaktadır. Bu kuruluşun öncülüğünde Müslim Parliament adıyla bir komite oluşturulmuş, fakat fonksiyon itibariyle hedeflenen noktaya ulaşılamamıştır. Bunların yanında müslümanların çoğunluğunca tasvip edilmeyen Islamic Partyof Britain adlı siyasî bir parti, müslümanlara yardım eden Müslim Aid ve Islamic Relief gibi hayır kuruluşları ve diğer bazı öğrenci cemiyetleri de mevcuttur. Dünya Müslüman Gençlik Teşkilâtı, International Institute of Islamic Thought gibi milletlerarası kuruluşlar da İngiltere'de faaliyet göstermektedir.
İslâmî sivil toplum örgütlerinin çoğu İngiliz kamuoyunda ve müslümanlar arasında hissedilir bir etkinliğe ulaşamamaktadır. Bunun başlıca sebebi, kuruluşlarda yer alan kimselerin anavatan lan ndaki dinî, kültürel ve siyasî sürtüşmeleri buralara da yansıtmaları, ayrıca lider konumundaki kişilerin içinde bulundukları ortamın şartlarını ve İngiliz kültürünün yapısını yeterince bilmemeleridir. Dolayısıyla bunlar, hem bu ülkede doğup büyüyen çocuklarının taleplerine cevap verememekte, hem de İngiliz hükümetleri nezdinde yeterli girişimleri gerçekleşti rememektedir. Ancak son yıllarda genç kuşağın sivil toplum örgütleri kanalıyla ortaya koyduğu bazı başarılı faaliyetler dikkat çekmektedir.
Din Eğitimi. Ülkede ilkokul, ve ortaokul olmak üzere temel eğitim zorunludur ve müslüman çocuklarının büyük bir kısmı eğitimlerini normal İngiliz okullarında almaktadır. Din eğitimi 1944 eğitim yasası, 1988 eğitim reformu yasası ve 1993 eğitim yasasına göre verilmektedir. Bu yasaların özünde, diğer belli başlı dinlerin öğreti ve uygulamaları göz önünde bulundurulmuş olmakla birlikte okul müfredatı temelde dinî geleneklerin Hıristiyanlık'tan kaynaklandığının yansıtılması prensibine dayanmaktadır. Yine aynı yasalara göre her okul, öğrencilerine tamamen veya çoğunlukla Hıristiyanlığa dayanan günlük toplu âyin sağlamak zorundadır.37 Bu âyinler okuldan okula değişiklik gösterse de hepsinde icra edilmektedir. Müslüman velilerin, çocuklarının kanunen âyinlerden muaf tutulmasını istemeye hakları olmasına rağmen çoğunun bu hakkın mevcudiyetini bilmemesinden dolayı çocuklar âyinlere katılmaktadır. Öte yandan okullardaki din dersleri hıristiyan ağırlıklı olduğu gibi İslâmiyet hakkındaki bilgiler de genelde hıristiyan öğretmenler tarafından verilmekte, ancak yeteri kadar öğrenci bulunduğu takdirde müslümanlar kendi imkânlarıyla dışarıdan özel öğretmen getirtebilmektedirler. Son yıllarda Islamic Acad-emy of Cambridge Müslim VVorld League, Müslim Educational Trust ve Islamic Foundation gibi kuruluşların gayretleriyle din dersi öğretmenlerinin İslâm hakkındaki bilgilerinin arttırılması ve okutulan din dersi kitaplarının müslümanların tasvibinden geçmesi gibi hususlarda olumlu adımlar atılmıştır. Yine İngiliz okullarında müslüman öğrencilere uygun yemek çıkarılması, dinî bayramlarda tatil izni verilmesi, okul üniformalarının İslâmî standartlara göre olması ve baş örtüsüne müsaade edilmesi gibi konularda gelişmeler sağlanmıştır. Ayrıca birçok lise ve kolejde "İslâm" imtihanlarda kredili ders kabul edilmiştir. Müslüman ailelerin çoğu yaz tatillerinde ve hafta sonlarında çocuklarını camilerde verilen din dersi kurslarına göndererek okullardaki eksikliği gidermeye çalışmaktadır; ancak maddî imkânların yetersizliği ve öğretmen teminindeki sıkıntı istenilen randımanın alınmasını güçleştirmektedir.
1944 eğitim yasasının dinî cemaatlere tanıdığı hakka dayanarak hıristiyan ve ya-hudiler gibi müslümanlar da kendi okullarını kurmaya başlamışlardır. İngiliz eğitim sisteminin standartlarına uygun şekilde faaliyet gösteren, temelde diğerleriyle aynı müfredatı uygulayan bu okullarda ayrıca Kur'ân-ı Kerîm, İslâm tarihi ve İslâm dini esasları gibi dersler okutulmaktadır. Müslümanların yoğun bulunduğu bölgelerde açılan ve sayıları 1998'-de elliye yaklaşan, The Association of Müslim Schools'un koordinasyonundaki bu okulların çoğu kanunda tekeffül edilmesine rağmen İngiliz hükümetinden malî yardım alamamaktadır. Bunların en tanınmışları Londra'da Islamia Schools, King Fahd Academy, Doğu Londra'da Müslim College of London, Bradford'da Müslim Girl's High School ve Batley'de Zakaria Müslim Girl's High School'dur. Değişik kategoride bir okul ise kuzeybatıdaki Bury şehri yakınlarında bulunan Dârü'i-ulûmi'l-Arabiyyeti'l-İslâmiyye'dir. On altı yaşın üzerindeki öğrencilerin genellikle yatılı olarak alındığı okulda Kur'an, tefsir, hadis, fıkıh ve belagat gibi dersler okutulmaktadır.
İngiltere'deki müslümanların çoğunluğunu Sünnîler, onların da büyük bir kısmını Hint alt kıtası, Doğu Afrika. Kıbrıs ve Türkiye'den gelen Hanefîler teşkil eder; aralarında az da olsa diğer mezhep mensupları, özellikle de Kuzey Afrika kökenli Mâlikîler bulunmaktadır. Ülkede Sünnî müslümanlar grubundan Hint alt kıtasındaki iki ekolün takipçileri, Diyûbendîler ve Birîlvîler faaliyet halindedir. Bunların birincisi, Hindistan'ın Diyûbend şehrinde 1866'da kurulan Dârülulûm adlı medresenin öğretilerini benimseyen gruptur. Bu grubun öğretisi İslâm'ın başta Hinduizm olmak üzere yabancı etkilerden, bid-'at, hurafe, gelenek ve bâtıl inançlardan arındırılması esasına dayanır.38 Birîlvîler ise daha çok sûfizme ve onun çeşitli kollarına, bunları temsil eden birtakım şeyh ve pirlere bağlı olup Nakşi-bendiyye. Şâzeliyye, Çiştiyye gibi tarikat mensuplarına yakınlık duyarlar. Diyûben-dîler'e yakın başka bir grup ise "ehl-i hadîs" ekolüdür. Londra ve Midlands bölgelerinde müstakil cami ve medreseleri bulunan bu ekolün öncüleri genellikle Suudi Arabistan'da tahsil görmüş, dolayısıyla oradaki dinî anlayıştan etkilenmiş kişilerdir. Kıbrıslı Şeyh Nâzım'ın fikirleri son yıllarda Kıbrıs, Türkiye. Afrika. Hint alt kıtası ve Uzakdoğu'dan gelen müslümanlar arasında rağbet görmeye başlamıştır 39 İngilizler arasında da Şeyh Nâzım'ın öğretilerinden etkilenip İslâm'a girenlere rastlanmaktadır. Sayıları çok az olan Şiîler ise Dünya Ehl-i Beyt İslâm Birliği gibi kuruluşlar vasıtasıyla faaliyet göstermektedir; ayrıca Londra'da bir de okulları vardır. Yine Londra'da Şia'nın İs-mâilî koluna mensup Ağa Han cemaatiyle Kâdiyânîler'in de (Ahmediyye) birer merkezi bulunmakta ve özellikle çok aktif olan ikincisinden radyo, televizyon gibi vasıtaları da kullanarak propaganda faaliyetleri sürdürülmektedir.
Müslümanların, bu ülkede kalıcı olduklarını anlamalarından sonra ilk yaptıkları şeylerin başında cami veya mescidler gelmektedir. Sayıları nüfusa paralel olarak artan ve 1998 yılı itibariyle 1000'e yaklaşan bu ibadethanelerin büyük bir kısmı sonradan mescide dönüştürülmüş eski binalar, elli kadarı da cami mimarisinde yapılmış yeni binalar halindedir. Bunlardan bazıları Londra'daki Merkez, Doğu Londra, Süleymaniye, Valide Sultan, Şeyh Nâzım ve Azîzİye camileriyle Birmingham, Manchester. Glasgow, Edinburgh, Brad-ford. Gloucester ve Luton gibi şehirlerdeki merkez camileridir. Birçoğu hem ibadet hem de sosyal faaliyetler için kullanılan camilerin inşasında bazı İslâm devlet ve kuruluşları ile kişilerin de katkıları olmuştur.
Bibliyografya :
Sayyid M. Darsh, Muslims in Europe, London 1980; Muhammad Anvuar, Pakistanis in Britain, London 1985; Nabil Matar, İslam in Britain: 1558-1685, Cambrîdge 1988, s. 127; Moham-mad S. Raza, İslam in Britain, Leicester 1991; J. S. Nielsen, Muslims in Western Europe, Edinburgh 1992; a.mlf.. "Great Britain", The Ox-ford Encyclopedia ofthe Modern Islamic World (ed |ohn L. Esposito). Oxford 1995, (I, 69-72; a.mlf.. "United Kingdom Islamic Mission", a.e., IV, 273-274; Islamic Centres and Other Müslim Organizations in the United Kingdom and Ireland, London, ts.; P. Lewis, Islamic Britain, London 1994; G. Sarvvar. BrİÜsh Muslims and Schools, London 1994; Ali Köse. Conuersion to İslam, London 1996; Tayfun Atay. Batt'daBİr Maksi Cemaati: Şeyh Nâzım Ktbrısî Örneği, İstanbul 1996, s. 85; Talip Küçükcan. Potitics of Ethntcİty, Identity and Relİgİon: Turkish Muslims in Britain, Aldershot 1999; P. Johnstone. "Christians and Muslims İn Britain", Islamo-chrisüana.VU, Roma 1981, s. 167-181; M. Mas-huq Ally. "The Grovrth and Organİzatİon of the Britİsh Müslim Community in Britain", The Bulletin of Christian İnstitutes of Islamic Stu-dies, İV/2, Hyderabad 1991, s. 81-91; Azmi öz-can. "Dârülulûm", DİA, Vlli, 554.
VI. İngiltere'de İslâm Araştırmaları
Avrupa'da İslâm ve Doğu araştırmaları yapan ülkelerin öncülerinden olan İngiltere, Uzakdoğu ve özellikle Ortadoğu ile çökerken bir dönemde başlatıp daha sonra sömürgeciliğe dönüştürdüğü ekonomik, askerî ve kültürel ilişkilerini aynı süreçte ilmî araştırmalarla birlikte geliştirdi. İngilizlerin İslâm kültürüyle tanışmaları. İbrahim b. Azrâ adlı bir filozofun Endülüs'ün Tuleytula (Toledo) şehrinden Londra'ya gelip orada ders verdiği zamana (1158-11 59) rastlar. Bunun ardından bazı İngiliz seyyahları Endülüs ve Sicilya'ya giderek müslümanları, dillerini ve kültürlerini daha yakından incelediler. Londra'da 1581 'de ticarî amaçlı Levant Com-pany'nin ve 1600'de Doğu Hindistan Şir-keti'nin kurulması İngilizler arasında Doğu'ya karşı duyulan ilgiyi arttırdı. 1632'-de Cambridge ve 1636'da Oxford üniversitelerinde Arapça kürsülerinin açılmasıyla da çalışmalar akademik düzeye yükseldi. Bu üniversitelerden yetişen birçok ilim adamı. Doğu ülkelerini tanımak ve el yazması kitaplara ulaşmak amacıyla buralara seyahat ettiler, özellikle Osmanlı ve Bâbürlü devletleriyle olan ilişkiler Arapça'nın yanında Türkçe, Farsça ve diğer Doğu dillerinde yapılacak çalışmaların gereğini gündeme getirdi. İngiliz temsilciliklerinin bulunduğu İstanbul. İzmir, Halep ve bazı Hint şehirleri şarkiyat çalışmaları için önem kazandı.
İngiliz üniversitelerinde okutulan klasik Arapça ve Farsça önceleri daha sistemli bir çalışmanın alt yapısını oluşturmak amacıyla gramer, sözlük ve yazmalar üzerinde yoğunlaştırıldı. Bu alanda hizmet verenler arasında ilk Farsça grameri yayımlayan John Gravesile(ö. 1652) rahip Edvvard Pococke (ö. 1691) dikkat çeker. Pococke. Arapça'yı beş yıl yaşadığı Halep'te öğrenmiş, dönüşünde Oxford'da hocalık yapmış ve bu seyahatinde topladığı 400 kadar nâdir yazmayı Bodleian Li-brary'ye vermiştir. Üniversitelerde Arapça okutulmasına başlanmadan önce İngiltere'de ilk defa bu dil üzerine çalışmalar yapan, dokuz ciltlik bir Arapça- Latince sözlük hazırlayan ve Cambridge ile 0x-ford'da Arapça kürsüleri kurulmasını öneren rahip VVilliam Bedvvell (ö. 1632) ilk İngiliz şarkiyatçısı olarak tanınır. Bu alanda ilk ilmî çalışmaları başlatan Bedwell ve Pococke'nİn din adamı olmaları İngiliz şarkiyatçılığında din etkenini öne çıkarmıştır.
XVIII. yüzyılın başlarındaki şarkiyat çalışmalarında Thomas Hyde. Simon Ockley ve Kur'an'ın ciddi anlamda İlk İngilizce tercümesini yapan George Sale öne çıkmışlardır. Bu yüzyılın İngiliz şarkiyatçılığı açısından en önemli olayı. Sir VVilIiam Jo-nes'un 1784'te çeşitli araştırmalara destek olan The Asiatic Society of Bengal cemiyetini kurmasıdır. Arapça ve Farsça bilen Jones, ayrıca meşhur Farsça gramerini kaleme almasının yanında birçok çeviri ve neşir yaptı. Doğu Hindistan Şirketi de yaptırdığı Arapça, Farsça, Türkçe ve Hintçe çalışmalarıyla İslâm araştırmalarında büyük pay sahibi oldu. Bu faaliyetler Hindistan'da göreve tayin edilen İngiliz diplomat, asker ve misyonerlerinin bir şarkiyatçı gibi davranmalarını sağladı. Farsça çalışmalarıyla tanınan Francis Gladvvin, Bengal ordusunda subaydı. Hindistan'ın ilk valisi Warren Hastings topladığı yazmaları Doğu Hindistan Şirketi'ne verdi. Şirketin İran'da bulunan temsilcileri de bu ülkenin dil ve kültürüyle ilgileniyorlardi. Kaçar hanedanı döneminde İngiltere'nin İran'la olan ilişkileriyle birlikte bu araştırmalar da gelişti. Sir John Malcolm ünlü eseri History of Persia'yı bu dönemde kaleme aldı. Ayrıca VVilliam Ouseley, Rob-ert Ker Porter. James Baillie Fraser gibi İngiliz seyyahları gezilerinde bölgeyi tanıtan seyahatnameler yazdılar. Diğer bölgeleri dolaşan seyyahların da şarkiyat çalışmalarında etkin rol oynadıkları görülür. Oxford'da Arapça öğrendikten sonra Suriye. Filistin. Mısır ve Sudan bölgelerinde uzun süre dolaşan ve -söylendiğine göre-müslüman olduktan sonra Kahire'de ölen İsviçre asıllı Johann Ludwig Burckhardt çok sayıda yazma topladı ve özellikle Sudan'ı anlatan bir seyahatname kaleme aldı.
XIX. yüzyılda Arap dünyası ile İngiltere arasında başlayan siyasî ilişkiler Arabistik ve İslâm tarihi çalışmalarında yeni bir dönem başlattı. 1823'te şarkiyat araştırmalarını destekleyen The Royal Asiatic Soci-ety'nin kurulması ve 1836'da Londra Üni-versitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Kür-süsü'nün açılması. İngiliz şarkiyatçılarının özellikle Arapça kitapların neşir ve basılmasında daha önemli bir pay almasını sağladı. Bu yüzyıl İngiliz şarkiyatçılığının doruğa ulaştığı bir dönem oldu. Arapça sahasındaki çalışmalarıyla Edward VVilliam Lane, Cambridge'in Arapça hocası Edvvard Henry Palmer, Hindistan'da İngiliz ordusunda subay olan VVilliam VVright, yine Hindistan'da ve Mısır'da subay olarak bulunan Richard Francis Burton bu dönemin Önde gelen Arabistler'idir. Aynı yüzyılda Türk dili ve edebiyatı çalışmaları da ilk defa akademik düzeyde başlamış ve sözlük dalında Sir James Redhouse, Osmanlı şiir tarihi dalında da Elias John W. Gibb öncülük etmişlerdir.
XX. yüzyılın başlangıcından itibaren yoğunlaşan İngiltere'deki İslâm ve Doğu araştırmaları Sir VVilliam Muir, Sir Thomas VValker Arnold, Stanley Lane-Poole, Guy le Strange, David Samuel Margoliouth. Reynold Alleyne Nicholson, Richard Bell. Arthur John Arberry. Sir Hamilton Alex-ander Roskeen Gibb, John A. Böyle. Montgomery VVatt. Bernard Lewis, Clifford Edmund Bosvvorth, Alfred Guillaume, Edvvard Evan Evans-Pritchard, Douglas Morton Dunlop ve Peter Malcolm Holt gibi şarkiyatçılar tarafından sürdürüldü. Bu asrın İlk yarısında İngiliz üniversitelerindeki şarkiyat enstitü ve kürsülerinin hızla artması dikkat çeker. 1917'de Londra Üniversitesi'ne bağlı olarak School of Oriental Studies açıldı. 1938'de ilgi alanı genişletilen ve adı The School of Oriental and African Studies SOAS olarak değiştirilen bu okul şarkiyat çalışmalarının yapıldığı en yoğun merkez haline geldi. Şarkiyatla ilgili merkezlerin hızla çoğalması, hemen hemen İslâm dünyasının bütün dilleriyle ilgilenilmeye başlanmasını beraberinde getirdi. Modern anlamdaki Türkoloji çalışmalarına da bu dönemde hız verildi. Halil Hâlid Bey'in Cambridge'de 1902-1911 yıllan arasında Türkçe okutmasından sonra kurulan birçok kürsü ve enstitüde Türk dili, tarihi ve kültürü üzerine araştırmalar yapıldı. Halen Londra, Durham, Edinburgh, Oxford, Cambridge ve Manchester üniversitelerine bağlı Ortadoğu araştırma merkezlerinde Türkoloji çalışmalarına önemli bir yer ayrılmaktadır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1947'de "Scarbrough Report" adında, İngiltere üniversitelerindeki şarkiyat araştırmalarını düzenleyen bir raporun yayımlanma-sıyla çatışmalar yeni bir şekil aldı. Lord Scarbrough'un başkanlığında bir komisyonun hazırladığı raporda. İngiltere'nin çıkarları olan bölgelerle ilgili şarkiyat çalışmalarında diğer devletlere kıyasla geri kaldığı belirtilerek bir millî mesele olan bu alana daha fazla yatırım yapılması istendi ve bu istek hükümet tarafından kabul edildi. Scarbrough raporunun bir başka etkisi de kütüphanelerin imkânlarının arttırılması oldu. Böylece School of Oriental and African Studies'inki başta olmak üzere bütün şarkiyat merkezlerinin kütüphanelerinde^ İslâm araştırmalarıyla ilgili eserler hızla çoğaldı ve yüz binlere ulaştı. 1960'ta "Hayter" adlı ikinci bir raporla üniversitelerdeki şarkiyat çalışmaları bir program altına alındı. Ancak 1980'lerden itibaren uygulamaya konulan ekonomik politikalar gereği devletin yüksek öğretime sağladığı desteklerde kısıtlamalara gidilmesinden İslâm araştırmaları da etkilendi ve İngiltere bu alandaki öncülüğünü yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Burs ve ödeneklerin daraltılmasının etkisiyle pek çok üniversite faaliyetlerini devam ettirebilmek için özellikle İslâm ülkelerinden gelen öğrencilerin ödedikleri ücretlere dayanmaya mecbur oldu. Ayrıca bazı Ortadoğu ülkeleri, çeşitli üniversitelerde finanse ettikleri kürsüler vasıtasıyla bu çalışmalara destek vermeye başladılar. Buna karşılık öğrenim kalitesi gittikçe düşmekte ve bazı öğretim üyeleri Amerika ve Kanada gibi ülkelere gitmektedirler. Günümüzde pek çok üniversitede İslâm ve şarkiyat çalışmaları bu tür olumsuzluklara rağmen devam etmekte ve üniversitelerin dışında da As-sociation of British Orientalists, British Society for Middle Eastern Studies. Mid-dle East Center for Arabic Studies, Central Asian Research Center ve Islamic Culture Center gibi müstakil araştırma kurumlan bulunmaktadır. Halen çıkmakta olan süreli yayınların başlıcalan London Oriental Series (London), Annaual Report of the British Academy (London), Asia Majör(London), British Mu-seum Querter/y(London), Bulletin of the British Society for Middle Eastern Studies (Oxford), Bulletin of the School of Oriental and African Studies (London), The Islamic Ouarterly (London), Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britainn and /reJand (London), ve Middle Eastern Studies'dır (London).
İngiltere'de birçok kütüphane Arapça, Farsça ve Türkçe yazmalar açısından son derece zengin olup bunların başında British Museum, İndia Office Library, Oxford Bodleian Library ve Royal Asiatic Society Library gelmektedir.
Bibliyografya :
A. J. Arberry. British Orientalists, London 1943; İsmail Soysal - Mihİn Eren, Türk İncelemeleri Yapan Kuruluşlar, Ankara 1977, s, 136-150; Necîb el-Akîkî, el-Müsteşrikün, Kahire 1980, II, 7-178; J. P. C. Auchterlonie, "British Library Collections in Islamic Studies and Problems of Acquisition", Nem Books Ouarterly, London 1981, 1/2-3, s. 29-37; J. D. Lat-ham. "Arabic and Islamic Studies", a.e., 1/2-3, s. 37-45; Misel Cuhâ. ed-Dirâsâtü'l-cArabiyye ue'l-İstâmİyye fi Aorûba, Beyrut 1982, s. 15-80; M. Rodinson, Europe and the Mystique of İslam (tre. R. Veinus). London 1988, s. 83-109; A. Hourani, İslam in European Thought, London 1991, s. 1, 13, 15-19, 33-34; G. A. Russel. "The Seventeenth Century; The Age of Arabic", The Arabic Interest ofthe tiatural Phiios-ophers in Seuenteenth Century England (ed. G A. Russel). Leiden 1994, s. 1-19; P. M. Holt. "Background to Arabic Studies in Seventeenth Century England", a.e., s. 20-29; G. J. Toomer, Eastern Wise Dome and Learning, Oxford 1996, s. 53-104; V. L. Menage v.dğr., "Middle Eastem Studies in British Universities", BSMES, 1/1 (1974). s. 7-14; 11,1/2 (1975), S. 84-102.
Dostları ilə paylaş: |