Ben erken dönem tarihini, İslam ve siyasetin aksine, İslam ve d


Mısır’daki Fatimi Devleti Hakkında Genel Bilgi



Yüklə 181,72 Kb.
səhifə3/6
tarix18.01.2018
ölçüsü181,72 Kb.
#38708
1   2   3   4   5   6

Mısır’daki Fatimi Devleti Hakkında Genel Bilgi


Fatimi Devleti, İsmaili Şiiler’in bir kolu tarafından Mehdi olarak kabul edilen Ubeydullah tarafından 909 yılında, Kuzey Afrika’da (bugünkü Tunus) kuruldu. Mısır’da Fatimi dönemi, 953’den 975’e kadar Fatimi İmam’ı olan baş kumandan El-Mu‘izz’in kendisi tarafından Mısır’ın 969 yılında fethedilmesi ile başladı. Fatimiler için Halife ve Halifelik yerine, İmam ve İmamlık (unvanlarını) kullanmak, bir Şii devleti olarak, daha uygundu. El- Aziz ibn el-Mu‘izz 975’den 996’ya kadar yönetti ve yüzyılın çeyreği boyunca (996’dan 1021’e kadar) hüküm süren el-Hakim tarafından takip edildi. El-Hakim’in ortadan kaybolması ile ya da muhtemelen kız kardeşinin emri ile öldürülmesinden sonra, oğlu el-Zahir diğer on beş yıl boyunca (1021’den 1036’a kadar) ülkeyi yönetti ve ardından el-Mustansir yerine geçti. El-Mansur’un olağanüstü uzun süren hükümdarlığı (1036 - 1094), ilerde rejimin gücünün askeriyenin elinde güçlenmesine sebep olacak olan büyük ve kitlesel iç savaşlara şahitlik etti. Bu dönemden sonra, vezirler, kadılar, askeri komutanlar ve eyalet valileri tarafından kendi güçlerinin tabanını, Fatimi İmamlığı aleyhine genişletme girişimlerinde bulunuldu. Devam eden yetmiş beş yılda, mezhep bölünmeleri, askeri darbe ve genel dağılma şartları altında, otoriteleri zayıflayan altı farklı imam gördü. Bu hanedanlığa, Fatimi vezirliğini ele geçiren ve Bağdat’taki Abbasi Halife’sine bağlılığını ilan eden Eyyübi komutanı Selahaddin tarafından son verildi.

Fatimiler’in kendi imajı, bir İmamlık olarak Peygamber’in ruhani ve siyasi otoritesinin devamı olduklarını kesin bir suretle iddia etmeleridir. – Şia’nın ana mezhebi İmamiler (Oniki İmamcılar) ve İsmaililer, her ikisi de “ devlet’in meşru liderinin Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi” olarak tanımlamaktadırlar (Crone and Hinds 1986, 99). Böylece liderliğin siyasi ve ruhani boyutlarının tamamen bir noktada birleşmesini ilan ettiler. Bu imam otoritesinin olduğundan eksik gösterilemeyecek, ilahi olarak esinlenmiş olduğu noktasına kadar kabul edilmiştir. Örneğin, imamlar “insanları cehennem azabından uzak tutmak için onlara rehberlik eden adaletin imamları” olarak anlaşılmışlardır; “gerçeğin yol göstericileri ve rehber ... parlayan güneşler, kılavuz yıldızlar”; ve “dinin direği, insanlığın yağmuru ve hayatı” (Crone and Hinds 1986, 100–101). Bu görüşe göre, İmam “ibadetin, zekat’ın, orucun, haccın ve cihad’ın tamamlayıcısı, ganimeti ve zekat vergilerini çoğaltan, Allah'a karşı işlenen suçları (hudud) cezalandıran, sadece Peygamberlerden sonra gelen, diğer bütün insanlardan üstün olan”dır (Crone and Hinds 1986, 102). Bilginin bu özel yerinin, İmamın aynı zamanda dini söylemin vekili olmasına sebep olduğuna inanılmaktaydı. Onun özel yanılmaz konumu, onu aslında bütün liderlerin en adili ve mükemmeli yaptı ve Müslümanlara o rehberliği yapmaya kefil oldu. Bu İmam’ın aynı zamanda, Kuran’da tarif edilen Hz. Süleyman gibi mufahham, Allah tarafından yol gösterilen, sıfatını paylaştığı söyleniyor (Crone and Hinds 1986, 103). Ama uygulamada, Peygamber modelinde liderlik, benzer bir alçakgönüllülüğü uzaktan bile yansıtmadı ve Fatimi İmamlarının toplumdaki materyalist imajları nefret uyandırdı. 990’nın başında, Halife el-Aziz’in hükümranlığında gerçekleştirdiği bayram namazı (muhtemelen İd el-Fitr) resmi geçidinde “Halife’nin süslenmiş sırma kumaştan kıyafetler giyinmiş ve kılıç ve altın kemer kuşanmış kendi süvari bölüğü ile birlikte ata bindi. Yedekte elle götürülen atların altın ve amber ile süslenmiş semerleri vardı. Askerlerin bindiği silah taşıyan filler onun önünde sıraya dizildiler. Halife’nin kendisi mücevherlerle süslenmiş güneş şemsiyesinin altında ata bindi” (Sanders 1994, 49). Görünüşe göre böyle bir servet ve güç gösterisi, sık sık açlık çeken Müslümanlar arasında, İmam veya Halife’nin dini otoritesini zorla kabul ettirmek için kullanıldı. Örneğin, İd el-Fitr geçit töreninde İmam ve onun üst düzey bürokratları ve kadılar, saray avlusundan toplu ibadetin gerçekleşeceği açık avluya kadar bir resmi geçit töreni havasında ilerlediler. Bu geçit sırasında, Halife ibadet alanına gelene kadar “ Allah en büyüktür”diye tekbir getirmeye devam ettiler. Bu dönemi inceleyen bir tarihçinin gözlemlediği gibi bu bayramların toplu duası (salat al-idyan: Adha ve Fitr) başlamak için ezanı gerektirmeyip sadece tekbire ihtiyaç duyduğundan, “festival duasının halifenin tören alayı ile başladığını ve tören alayının şimdi duanın bir parçası olduğunu söyleyebiliriz” (Sanders 1994, 49–50). Müslüman halkın zihninde, bu aşırı savurganlığın İsmaili öğretilerle birleşmesi, bir yandan Cuma Namazı ve iki bayramın, diğer yandan da İmam’ın tüm İslam misyonu arasında içsel bir bağ oluşturacak şekilde düzenlendi.

İddia edilen birleşme modelinin uygulamadaki tehlikeleri adaletin yönetilmesinde görülebilir. Adaleti idare etmek için başlıca Fatimi kurumları, bütün bu pozisyonların yetkisi altında olduğu var sayılan Baş Kadı (kadı el-Kudat) ile birlikte, adliye (kada), kişisel şikayetler (mezalim), genel şikayetler (hisba) ve polis (şurta)‘yı içermekte idi. İmam’ın tedbir aldığı bazı yerler farklı etki alanının altına girmesine rağmen, Fatimi Kadı el-Kudat’nın bütün eyaletlerde yargılama yetkisi vardı. Filistini Hanbali kadı el-Kudat Abi el-Avvam’ın elinden alan el-Hakim’in hükümdarlığında o eyalet bu durumda idi. Aynı zamanda büyük bir ihtimalle hi. Sorunlu tutulmayan ve mezalim şikayetlerinin başlıca kaynağı olan ordu da baş kadının otoritesine daha az bağlıydı (Haji 1988, 198–200). Bu normal sorumluluklarının yanı sıra, kadının namaz kıldırmak ve caminin ve kutsal yerlerin yönetimi gibi yetkileri ve aynı zamanda standart ağırlık ve ölçülerini (mi’yar) ve Hazinenin yönetimini (beyt el-mal) denetlemek gibi sıra dışı niteliklere uzanan bir yetkisi vardı (Haji 1988, 200; Lev 1991, 135). Yargı ve mali görevlerin birleşmesi, devlet memurlarının görevi kötüye kullanmalarını kolaylaştırmaktaydı.

Yapısı idari, hukuki ve dini olarak kabul edilen diğer kurum ise muhtesib ya da Mısır’da Fatimi devleti devleti idaresi altında ve daha geniş alanlarda çeşitli rejimlerin altında var olan hisbanın yargı yetkisi idi. Muhtesibin İslam öncesi kökeni ya da gelişimi ile ilgili farklı görüşlere bakmayarak, (hisba’nın yargı yetkisini kullanan) muhtesibin sadece denetleyici ve pazar tetkik memuru olarak değil, aynı zamanda İslam’ın ona verdiği “ iyiyi emretme ve kötüyü yasaklama” (el-emr bil ma‘aruf vas el-nahi en el-münker) yetkisi bakımından, toplum ahlakının da koruyucusu olarak rolü veya makamı dördüncü yüzyılın sonunda çok iyi bir şekilde yerleşmiştir (Lev 1991, 160–76; Berkey 2004; örnekler için bakınız). Devletin resmi memuru olarak ve aynı zamanda toplumun çıkar ve ahlakını devam ettiren temsilci olan dini otoritesi muhtesibi merkezi bir şahsiyet yaptı. Muhtesibin üzerinde otorite kurduğu pazar yerinin (suk) yaygın olarak sosyal hayatın tamamını oluşturduğuna inanılırdı (Berkey 2004, 247; Zaman 1997, 129–166). Bu rolü özel yapan mutesib’in bir yandan aktif olarak katıldığı rejimin (Mısır toplumunun ticaret hayatının sık sık tekelde toplandığı yer) temsilcisi iken, aynı zamanda ticaretin hakemi de olmasıydı (Lev 1991, 162).

Rejim, buğdayı serbest pazarda satın alarak, İmam’ın şahsi mülkünde yetiştirerek ve bazen de buğday taşıyan tüccarlar istemese de ellerindeki mallarını alarak elde ederdi (Shoshan 1981, 182). Bu, özel mülkiyet ve hükümdarın ve kamunun çıkarları arasında farklılaşmanın olmasını zorlaştırdı. Örneğin, Fatimiler zamanında yönetici elitin buğday ticareti uygulamaları çoğunlukla kişisel çıkar amaçlı ve bağımlı ve fakirleşmiş halk tabanını görmezlikten gelmekti (Lev 1991, 162, 163, 176).

Potansiyel problemler, vergi toplayıcısı ve aynı zamanda toplum ahlakının temsilcisi olarak muhtesibin ilave işlevlerinde gösterildiği gibi, riya ve bozulmaya neden olan devletin dini kurumlarla birleşmesi ile ilgili idi. Müslümanlar alimler, örneğin El-Mavardi, El-Aham el-sultaniyye (al-Akham al-sultaniyya ) adlı eserde, kadın ve erkeğin bir arada bulunması, sarhoşluğun teşhir edilmesi ya da müzik aletlerinin kullanımını ilgilendiren konulara ek olarak, muhtesibin namaz, oruç, zekatı yürürlüğe koymasını içeren sorumluluklarını tanımlamıştır. Bu kurallar Kahire ve diğer şehirlerin sokaklarında zor kullanılarak uygulatılmıştır (Berkey 2004, 261–64). Zimmiler ile ilgilenmek de bu makamın yargı yetkisi içinde idi. Bunlar Zimmilerin şehir sınırları içinde ata veya eşeğe binmesine izin verilmemesi ve onların toplum içinde farklı giyinmeleri ve hamamlara gittiklerinde boyunlarına zil takmaları şartlarını içermekteydi (Berkey 2004, 262–63).


Yüklə 181,72 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin