Benim gözümden) doğANŞEHİR ve 93(1877) muhacirleri



Yüklə 2,37 Mb.
səhifə19/55
tarix30.07.2018
ölçüsü2,37 Mb.
#63474
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   55

MANTI – Kalınca açılan hamur 1,5 cm eninde plaklar halinde kesilir. Bu hamur plakları aynen makarnada olduğu gibi 1,5 cm.eninde doğranarak kızgın suda haşlanır.Tepsiye yayılan haşlanmış mantı hamurları, ya makarnada olduğu gibi çökelek yayılıp, eritilmiş tereyağı üzerinde gezdirilerek, ya da sarımsaklı yoğurt-la sotelenip, üzerine kırmızı pul biber karıştırılır, tavada iyice ısıtılmış tereyağı, mantının üzerinde gezdirilerek servis edilir.

PAPA –Un, ocakta bir kap içinde kaynamakta olan suya yavaş yavaş karılır. Kısık ateşte yavaş yavaş karıştırılarak pişirilir. Hamur haline gelen bu yiyeceğin tam ortasından genişçe bir yuva açılır. Başka bir kapta pekmez ya da şekerle karıştırılmış tereyağı ısıtılarak eritilir. Bu karışım, açılan yuvanın içine dökülür. Sofradakiler, önlerinden kaşıkla aldıkları hamuru, yuvarlak içine dökülen karı- şıma iyice batırarak ağızlarına götürürler. Bazıları gözü açıklık edip, hamuru az alıp karışımı daha çok götürmeye çalışırlar. Ancak bu durumlara fazla müsa- maha gösterilmez.

HASUTA –Yapılışı papa’ya benzer. Bu sefer un yerine nişasta kullanılır. Kay- namakta olan suya pekmez ya da şeker ilave edilerek, kısık ateşte karıştırılarak pişirilir.Tam kıvamına gelince, başka bi tavada ısıtılan tereyağı, hasuta’nın üze-rinde gezdirilerek yağın her tarafa eşit şekil de yayılması sağlanır. Aynen papa-da olduğu gibi hasuta’nın piştiği kap, öylece sofranın ortasına konur ve yiyen-lerce kaşıklanır.

Bütün bu tariflerini vermeye çalıştığım yemekler, muhacir insanlara özgü yemeklerdir. Bunların dışında diğer insanlarca da kullanılan yemeklerden Pilav (Bulgur, simit, pirinç) başta analı kızlı olmak üzere köfte çeşitleri, fasülye, lobi-ya, ıspanakla yapılmış sebze yemekleri, kuru fasülye, nohut yemekleri, başta ayranlı kesme çorbası, yoğurtlu yayla ve mercimek çorbası da yiyecekler ara-sındadır.

Çorbadan söz açılmışken, muhacir kesimin vazgeçemediği ve severek iştahla kaşıkladığı bir çorba çeşidinden bahsetmeden geçemeyiz. NUĞUL’LU KESME ÇORBASI- Yoğurt özülerek koyu ayran haline getirilir. Bir tencere içine akta- rılarak ocak ateşinde kaynamaya bırakılır. Diğer taraftan kalın yufka halinde açı-lan yoğrulmuş hamur, 5 er cm.ara ile eşit şekilde kesilir. Kesilen parçalar bir- birinin üzerine konarak makarna şeklinde doğranır. Doğranan makarnalar kay-namakta olan ayran kıvamındaki karışımın içine aktarılır. Dibine tutmaması için ağır ağır karıştırılarak makarnanın pişmesi sağlanır. Diğer bir tarafta nohut bü-yüklüğünde yuvarlanmış hamurlar tereyağı yada zeytin yağı ile bir tava içinde iyice kavrulur. Bunun adı “nuğul” dur. Pişirilerek hazır vaziyete getirilen karışı- mın içine yağı ile birlikte dökülerek karıştırılır. Çorba hazır demektir. Tabaklara alınarak kaşık marifetiyle mideye indirilir. Nuğul’un, yağda iyice kızartılmış ve sert olanı makbuldur. Ağız içinde dişlerle zorla parçalanıp öğütülmesi, ayrı bir zevk ve tat verir insana.

DOĞANŞEHİRDE YAPILAN GÜREŞLER ve GÜREŞÇİLER

İlçede önceleri güreşler çok ilgi görürdü. Bazen güreş oyunları tertip edilirdi, Malatya’dan ve civar ilçe kasaba ve köylerden güreşciler gelirlerdi.Yapılan gü- reş müsabakaları ilgi ve heyecanla izlenirdi. Ayrıca her düğün esnasında mutlak surette güreşler yapılırdı. Bu güreşler, düğün için orada bulunanlar tarafından coşku ile izlenir, galip gelen güreşçi ve yakınlarınca gurur kaynağı olurdu. Bu güreşleri çoğu kez kadın ve kızlar da izlerlerdi. Bu durumda, güreşen gençler, daha bir iştahla saldırırlardı rakiplerine.

Çok önceleri ilçede yapılan önemli bir güreş olayını, bana nakledildiği şekilde anlatmaya çalışayım. O zamanki adı ile Viranşehir, Sürgü’den ayrılarak henüz nahiye olmuştur. Nahiye Müdürü de Sadık Ağanın büyük oğlu Molla Refet’tir. Nahiyede bir heyecan yaratmak adına bir güreş tertip eder. Nahiyenin en önemli güreşçisi Pehlül Pehlivan ile Polat Kasabası’nın en güçlü insanı Camız ki, bir gün iki camızın çekmekte olduğu kağnı arabası çamura saplanmıştır. Ne kadar uğraşılsa da araba yerinden oynamamakta, zira camızlardan biri zayıf kalmak- tadır. Oradan geçmekte olan camız lakaplı adam: “ Çözün bakayım şu camızı” der. Hemen ceketini çıkarır, çözülen camızın yerine geçer ve var gücü ile yük-lenerek kağnıyı çamurdan kurtarıverir. O günden sonra camız diye anılır.) kapış-tırılmak istenir. Her tarafa duyuru yapılır. Belirtilen gün gelip çatar. Davullar zurnalar çalınmakta, herkes heyecanla güreşin, nasıl cereyan edip nasıl sonuçla-nacağını merak etmektedir.

Pehlül, güçlü kuvvetli bir pehlivandır. Babasının kendisine vermek istemediği kızı Ayşe’yi kaçırarak, Elbistan’daki Coşkun Ağa’ya sığınmış ve onun yanında bir süre kaldıktan sonra Viranşehir’e tekrar dönmüştür. Coşkun Ağa, Elbistan’ın en güçlü ağasıdır. Emri altında güçlü kuvvetli fedaileri vardır. Bu fedailer sade-ce Elbistanlı olmayıp, civar köy ve kasabalardan da siparişle fedai temin edilirdi. Pehlül’ün kardeşlerinden Tufen, çok daha önceleri Viranşehirde kalmayıp Elbis-tan tarafına göç etmiştir. Pehlül de ara sıra, Elbistan’a kardeşi Tüfen’in yanına gidip gelmektedir. Zamanla Coşkun Ağa ile tanışır. Coşkun Ağa, onun iri cüsse-sinden ve gücü kuvvetinden etkilenmiş, onu fedaisi olmaya ikna etmiştir. Ağa ihtiyaç hasıl olduğunda,Viranşehir’e haber salar, Pehlül, kendi gibi güçlü ve gö-zü pek arkadaşları Seyfullah Yörük, Mehmet Kaba(Muhacir dayı) ve Şakir Yılmaz(Topal Hasan’ın babası) alarak ağanın yardımına koşmaktadır.

Kızını kaçırmış olduğundan dolayı Pehlül’ün, kayın babası Topçu Süleyman ile arası limonidir. Mümkün olduğunca ona görünmemeye çalışmaktadır. Halk yavaş yavaş meydanı doldurmaya başlamıştır. Meraklılar arasında Topçu Süley- man da vardır. Ancak geriden izlemeyi uygun görmekte, Pehlül’e kızgın oldu- ğunu göstermek adına ona görünmemeye özen göstermektedir. Derken “ Pehli- vaaan, pehlivan. Alta düşersen apış, üste çıkarsan yapış” teraneleri ile güreş baş-lar. Her iki güreşçi de çok güçlüdür. Uzun süre birbirlerine üstünlük sağlaya-mazlar. Nihayetinde uzun ve yorucu bir uğraştan sonra, Pehlül Camızı yenmiş, sevinç nidaları ortalığı çınlatmıştır. Nahiye Müdürü Molla Refet her iki güreş-çiyi de kutlayarak ödüllendirir. Pehlül’ü kutlayanlardan biri de kendisine kızgın olup, uzaktan takip eden kayın babası Topçu Süleyman’dır. Süleyman, damadı Pehlül’ü alnından öperek kutlar. Pehlül galip geldiği için mutlu ve gururludur. Ancak, onu en çok sevindiren ve mutlu kılan ise, kayın babasının onu affetmiş olması, onu alnından öperek kutlamış olmasıdır.

İsterseniz Pehlül Pehlivan’ı yakından tanıyalım. Memlekette iken ve hatta Vi-ranşehir’de de “GOGOLLAR” diye anılan bir aileye mensuptur. Bu aile 1853 lü yıllarda Osmalı-Rus Harbi sonucunda, Rusya’nın galip gelmesi üzerine, Ruslar, Kafkaslardaki Türk asıllı ailelere akıl almaz işkenceler yaparak bir kısmını öl-dürmüş, bir kısmını Sibirya içlerine sürgün etmiş, kurtulabilen az sayıda insan da Osmanlı topraklarına sığınmıştı. Bu ailelerden biri de Gogol ailesiydi. Gogol ailesi, Posof’un Golishal köyü’nün Kapan mahallesine yerleşir. 1293 Harbi so-nucunda da, o yöre insanları ile birlikte gelip Viranşehir’e yerleşmiştir.

Memet ve Senem’den olma Pehlül, ilk evliliğini Seceli Kara Osman’ın kızı Emine ile yapmış, çocukları olmamıştır. İkinci evliliğini Topçu Süleyman’ın kı-zı Ayşe’yi kaçırarak yapmıştır. Soyadı kanunu ile birlikte Pehlivan soyadını alan Pehlül’ün hayatta kalan bir oğlu vardır. O da uzun süre ilçede manifaturacılık yapan, Prof. Ferit ve Mustafa Pehlivan’ın babası, Hacı Pehlivandır. Pehlül’ün diğer kardeşleri, kendisinin ölümünden sonra eşi Ayşe ile evlenen Mustafa ve Hüseyin Özbey ile evlenen Gülhanım’dır.

Diğer eski pehlivanlardan özellikle memlektte kalan ve Rusya’ya kaçırıldığı ifade edilen Bedel Pehlivandır.Viranşehir’e gelmiş olan Seyfullah Yörük ve Mahmut Pehlivan’dan daha önceleri bahsetmiştik. Şimdi diğer pehlivanlardan kısa kısa bahsedelim. Bunların bir kısmını yakından tanıma, güreşlerini izleme imkanı bulmuştum. Bunlardan ilk aklıma gelenler Mustafa Ata (Mıstılik) dır. Onun güreşlerine hayran kalmışımdır. Öyle hareketli ve öyle gösterişli güreş atardı ki, izlerken insan mest olurdu.Yaptığı güreşlerde yıkıldığına hiç rast gel- medim. Özellikle Akçadağlı kıllı Ramazanla olan güreşleri çok heyecanlı olur-du. Ramazan Doğanşehirde tertip olunan her güreş şölenine iştirak ederdi. Ama-cı Mustafa Ata’yı bir kez olsun yenmeyi başarmaktı. Ama ne yazık ki bu eme-line hiçbir zaman ulaşamadı.Turan Karatepe’nin babası Seydi Vakkas’ın da iyi bir güreşçi olduğu söylenir. Ne yazık ki, genç yaşta vefat etmiştir.

Benim son derece saygı ve sevgi duyduğum ilk okul üğretmenim rahmetli Yaşar Okçu’nun da iyi bir güreşçi olduğunu, bunun dışında güreşlerine şahit olmadığım ancak söylenenlerden hareketle babam Yusuf Taştan, Ali ve Kadir Doğan kardeşler, H.Osman Kutlu, Nevzat Aydoğan, Remzi Kaya, Çam Hasan ki onun birkaç güreşine şahit oldum. Hep sakatlanır ve güreşi tamamlayamazdı. Bunlar ve daha birçok hatırlayamadığım ya da bana intikal etmeyen güreşçilerin olabileceğini de var sayalım. Günümüz insanlarından rakiplerini alt edip derece-ye girip madalya kazanan güreşçilerin de olduğunu belirtmek gerek. Bunlardan Nazmi Doğan, Tuncay Tuncel, Ufuk Kınacı ve Ömer Şen’i sayabiliriz. Bizzat şahidi olduğum Ömer Şen’in Malatyada yaptığı güreşi anlatmadan geçemeye-ceğim. Malatyada yapılacak güreş müsabakasına, Doğanşehirli genç güreşçileri beraberimizde alıp götürdük. Bizim çocuklar güzel müsabalar çıkarıyor ve biz-leri gururlandırıyorlardı. Ömer’in rakibi, Malatya’nın meşhur pehlivanlarından, İbrahim Pehlivan’ın oğludur. Biz pek umutlu değiliz. Koca bir pehlivanın oğlu-nu alt etmek, o kadar da kolay olmasa diye düşünmekteyiz. Güreş başlar başla-maz, Ömer nasıl etti anlayamadık, kaş ile göz arasında rakibinin sırtını yere yapıştırdı. Bizler sakın bırakma diye bağırıyoruz. Hakemler tuşu bir türlü vermi-yor, oğlunun güreşini izlemekte olan meşhur pehlivanın gözünün içine bakmak-talar. Ondan onay alıp tuşu verecekler. Pehlivan onay vermemekte, belki kurtu-lur umudu ile kıvranmaktadır. Bizler hakeme niye tuşu vermiyorsun diye yırtın-maktayız. Ömer, çocuğun üzerine öylesine abanmışki, kıpırtıyacak hali yok-turdur. 2-3 dakika durum bu şekildedir. Biz hakemlere bakıyoruz, ikaz ediyo-ruz. Hakemler meşhur pehlivanın gözüne bakıyor, ne diyorsun tuşu verelim mi der gibilerden… Ne ise, pehlivanın başı ile onay vermesi üzerine, nihayet tuşu vermiş oldular.

Muhacirden olmayıp uzun yıllar ilçede ikamet eden ve güreşlerine şahit oldu-ğum ve güreşlerini zevkle izlediğim isimleri de burada zikretmem gerek. Polatlı Battal güreşi çok iyi bilen milli bir güreşçi idi. Gençlerden Kürşat Şahin, rakip-lerini çok kısa sürede alt ederdi. Gösterişli güreşleri ile insanda hayranlık uyan-dıran Alaaddin Aslan’ın oğlu Tamer Aslan, hatırımda kalan isimlerdir. Çok se-vip saygı duyduğum meslaktaşım ve memleketlim Ahmet Eroğlu’nun Öğret- men Okulunda öğreci iken, okulu adına çok çok güzel ve etkin güreşler attığını büyük başarılar elde ettiğini de bu arada belirtmek isterim.

Şimdi size ilginç bir güreşçiden bahsetmek isterim. Adı Hacı Tokgöz. Muça Memet dayının oğlu. Daha doğrusu onun anlatımiyle sunmak yerinde olacak. “ Ben askerden önce, evin tarla tapan işlerine bakıyorum. Annem her gün tarlaya yemem için çenço( Yaş fasülyenin haşlanmış şekli) getiriyor. Bir gün, iki gün, beş gün usandım artık. İçim dışım çençoya kesti. Annem her yemek getirdi- ğinde, çençoyu onun görmez tarafından bir yere döküyor, sadece ekmek yiyo- rum. Harmandayım nerde ise bir aya yaklaştı, annem habire yemem için çenço getiriyor, ben ise yemeden bir yerlere döküyorum.

Bir gün yine annem, elindeki çıkınla çıkageldi. Canım sıkkın, günlerdir kursa- ğıma normal bir yemek girmemiş, yorgunluğum da cabası. Annemin getirdiği yemek çıkınını açtım, baktım yine çenço. Bu sefer onun gözünün önünde çen- çoyu yere dökerek: “ Yahu ana, Allahtan kork ! Ne olur bir gün de değişik bir yemek getir. Bir aydır harmandayım her gün çenço getirmektesin. Getirdiğin çençoların hiçbirini yemedim, yere döktüm, aha şimdide de döküyorum ” der demez, anamın gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. ” Oğul varda mı getir- miyorum sanıyosun? Ben de rahatsızlık duyuyorum, ama olan ne varsa onu ge-tiriyorum ” diyerek çıkını toplayıp, göz yaşları içinde evin yolunu tuttu.

Askerlik çağım gelmişti, hemen yazılıp askere gittim. Kuru ekmekten başka midesine bir şey girmeyen ben, askeri karavanayı görür görmez saldırdım. Oh be dünya varmış dedim.Yedikçe kilo alıyor, güçleniyordum. Öyle bir zaman oldu ki izbandot gibi oldum. Kendimi çok güçlü hissediyor, karşıma kim çıksa ezer geçerim diye düşünüyorum. Alayda güreş tertip edildi. Karşıma kim çıktı ise tırpanlıyorum. Kısa zamanda alay’ın baş pehlivanı oldum çıktım. Kendime öyle güveniyorum ki, karşıma kim çıksa ezip suyunu çıkarırım Vallaha. Artık kendimi ağıra satıyor, kimse ile laubali olmuyorum. Herkes beni, bilmeyenlere parmakla gösteriyor. Ben ise şiştikçe şişiniyorum.

Bir gün, alaydan bir arkadaş koşa koşa yanıma geldi.” Hacı pehlivan! Maraş Andırın’dan bir asker gelmiş, güreş tutacak birini arıyor dedi. “ Getirin bakayım şunu benim yanıma” demem üzerine koşarak gidip o askeri alıp getirdi yanıma. Bu arada alayda bir hareketlilik başladı. Haberi alan etrafımıza toplanmış vazi- yette. Ben oğlana bir baktım, çelimsiz, sıska bir oğlan. Kafamı salladım umur- samazca. Sonra arakadaşlara dönerek kaşlarımı çattım ve: “ Ulan hergeleler bula bula bunu mu buldunuz rakip olarak da, alıp getirdiniz benim yanıma!..Ulan hiç sizde onur, gurur yok mu? Koskoca alay baş pehlivanına bu reva görülür mü? diye çıkıştım. Bu sefer Andırınlı’ya dönerek: “ Ulan sende hiç akıl yok mu? Sen ne cüretle benimle güreş tutmak istersin? Bir sıkımlık canın var, üflesem devri- lirsin be!” diye haykırdım… Andırınlı: “ Abi, sen halime bakıp da beni küçüm-seme. Benim sırtımı şimdiye dek yere getiren olmadı. Bak mahçup olmayasın sonra” dedi. Kan beynime sıçramış: “ Çık ulan karşıma, kemiklerini kırayım da gör” dedim. Belden yukarı giysilerimi çıkarıp, ortaya fırladım. Bu sırada alayda ne kadar asker varsa toplanmıştı. Birbirimize dalar dalmaz, ne olduğunu anla- madan kendimi yerde buldum. Buz gibi bir hava esti. Büyük bir sessizlik, şok eden bir şaşkınlık. Kimse ve özellikle ben, bu işe bir anlam veremedik. Mahçup bir şekilde ayağa kalkarak Andırınlıya: “ Boşta bulundum ve yıkıldım. Bir daha benimle tutar mısın?” diye sorunca, “ Tutarım abi” dedi. Buna çok sevinmiştim. Onun, bu yenginin üzerine yatacağını sanıyordum. Ne ise böylece, yenilgiyi telafi eder, onurumu kurtarmış ve karizmamı çizdirmemiş olurum diye düşün- mekteyim.

Bu sefer daha temkinli, daha dikkatli ve bütün gücümü kullanarak saldırdım Andırınlıya. Amacım onu eze eze yenerek, karizmamı kurtarmaktı. Ama o da ne? Yine yerde buldum kendimi. Bu nasıl bir iş, aklımı oynatacağım! Nasıl olur da sıska, çelimsiz biri, benim gibi güçlü kuvvetli, hemi de alay pehlivanı olarak isim yapmış birini, üstelik de iki defa yere seriverir. Tüm alayın gözü önünde karizmam yerle bir oldu. Şaşkınım, kızgınım üzgünüm. Asker arkadaşlar hayal kırıklığı ile bu işe bir anlam veremeyip söylenerek dağılıp gittiler. Orada sadece ben ve Andırınlı kaldık. Ben üzüntü ve mahçubiyetle yere serildiğim yerde oturup, bu iş nasıl böyle oldu? bunun hesabını yaparken, Andırınlı bana döne-rek: “ Kusuruma bakma pehlivan, seni mahçup ettim. Ama huyumdur, kimsenin gözünün yaşına bakmam.” demesin mi?... Bu laf beni daha da kamçılamıştı. “ Ulan var mısın, seninle gidip ileride şöyle doyasıya güreşelim?” Hiç çekin-meden: “Varım” dedi Andırınlı. İçimden: “ Sana göstereceğim Anyayı, Konya-yı”demekteyim. Ne ise şöyle uzaklaştık ormana doğru. Ve belirlediğimiz bir yerde tutuştuk yine. Bir bir daha, bir bir daha, ne yapacaksınız tam sekiz defa kapıştık. Her defasında yıktı beni Andırınlı”…

Bizler daha sonraları Hacı’ya: “ Hele şu Andırınlı ile yaptığın güreşten bahset hele”… “ Kaç ulan Hacı, Andırınlı geliyor!”... “ Rahat dur Andırınlıya söylerim bak!” diye takılırız. O da gülümseyerek geçiştiriverir.

HOROZ, TOSUN ve CAMIZ GÜREŞLERİ

Tosun ve camız güreşlerine geçmezden önce, bir süre ilçede ilgi odağı olan horoz döğüşlerinden kısaca bahsedelim. İlçe insanlarımızdan Nuri Yılmaz, Bur- han Ünver ve Hacı Tokgöz ve daha birçok insan, horoz güreşlerine merak sar- mıştır. Nuri Yılmaz ki; iyi, döğüşgen bir horoz bulma adına her yerlere gidip geldiği, hatta Maraş’tan bile horoz bulup getirdiği ifade edilmektedir. Burhan Ünver, güreşe ve horoz dövüşlerine pek meraklıdır. Gençlik yıllarında iyi de güreşirdi. Hacı Tokgöz’e gelince; askerde alay pehlivanı iken Andırın’lı sıska bir askere, 8 defa üst üste yenilip karizmasını çizdirdikten sonra, askerliğini biti-rip memlekete dönünce, bir iki güreş müsabakasına iştirak etmiş, ancak ant- remansız olduğundan güreşleri tamamlayamamıştır. Bu işi artık götüremeyece-ğini anlayarak, hevesini ve merakını horoz dövüşü ile gidermeye çalışmaktadır. Nasıl denk gelmişse, bir yerlerden eline iyi bir horoz geçmiştir. Horoz hem iri yarı, hem de iyi dövüş çıkarmaktadır. Hacı artık horoz dövüşlerinin müdavim-lerindendir. Horozu her defasında galip gelmekte, Hacı ise zevkten dört köşe ol-maktadır. Her dövüş sonunda horozunu koltuğuna alarak gururla evin yolunu tutmaktadır. Horozu ona, daha önceleri güreşte yaşamış olduğu olumsuzlukları unutturmuştur.

Hacı’nın horozunun her dövüşte galip gelmesi, diğer dövüşçüleri hırs-landırmış, onları sinsi bir planı uygulamaya itmişti.Yapılacak horoz dövüşün-den bir gün önce, akşamın darında, koltuğunun altında bir tavukla bir arkadaşı Hacı’nın kapısını çalar. Kapıyı açan Hacı: “ Ne o, akşamın bu darında, hayrola” der. Arkadaşı: “ Yahu Hacı kardaş, bizim horoz bu zavallı tavuğa gün göster-mez. Müsade et de bu bizim tavuk bu gece sizin burada kalsın. Sabahleyin gelir alırım.” der. Hacı da peki olur, at içeri der… Geceleyin Hacı, yarın yapılacak horoz dövüşünden gayet emin, heyecanla sabahı beklemektedir. Sabah olur olmaz hemen kümese iner, horozunu dövüşe hazırlamak için. Kümesin kapısını açınca ne görsün!... Arkadaşının akşamleyin getirmiş olduğu tavuk cansız yat-makta. Horozunun ise ayakta duracak takati yok, kara kara düşünmektedir. Belliki tavuk hastalıklıdır, hastalık horoza da bulaşmıştır. Gerisini ben anlat-mayayım, siz tahmin edin!...

İlçenin büyük baş hayvanları ki özellikle inekler, gün doğumuna yakın Koço tarafından yayıma götürülürdü. Hayvanların toplu olarak yürümesi ve ayak sesleri, uyumakta olan bizleri uyandırdı. Anlarız ki sığırlar( Muhacirler nahır demektedir) yaylıma gitmektedirler. Öküzler, çift ve kağnı koşumunda kul-lanıldıkları için, sığıra dahil edilmezlerdi. Sığır kafilesine dahil edilmeyen bir diğerleri de tosunlardır. Onlar, güreşler için özel bakıma alınmışlardır. Onlar özel otlaklardan ve özel yiyeceklerden yararlandırılır. Kaşağı ile her gün temiz- likleri yapılır. Kısaca onlar özel bir statüye tabidirler.Tosunların bakımı ile, yaş-ları ile mütenasip genç delikanlılar ilgilenir. Onlara gözleri gibi bakar, yapılması muhtemel boğa güreşlerine hazırlarlardı. Halk; insan güreşleri olsun, hayvan gü-reşleri olsun pek meraklıdır. Nerede bir güreş olduğunu duysalar, işi gücü bırakıp hemen oraya koşarlar.Tosun güreşleri de bunlardan biridir.Tosunlar bir harmanlık alanda, önceden belirlenen bir zaman içerisinde kapıştırılırlar. Tosun-lar da, bu işin bilinciyle var güçleri ile saldırırlar. Epeyi bir didişmeden sonra, hayvanlardan birisi pislemeye başlar. Bu onun pes edeceğine delalettir. İzleyen-ler de bu durumu iyi bildiklerinden, halk arasında şöyle bir söylenti gündeme gelir. “ O ki sıçtı, kaçacak.” Nitekim o tosun kısa bir süre sonra, güreşten vaz-geçerek kaçmamaya başlar. Galip gelen tosun da arkasından. Bir süre bu kova-lamaca devam eder. Sonunda galip gelen tosun kovalamaktan vazgeçer. Yenilen tosunun sahibi, süklüm püklüm evin yolunu tutarken, galip gelen tosunun sahibi sevinçli ve gururludur. Tosununun yanına giderek, onu okşamaya ve takdirlerini, teşekkürlerini sunmaya başlar. O mükellef bir ziyafeti hak etmiştir artık.

Tosun güreşlerinde bazı hilelere de başvurulurdu. Güreş öncesi, bazıları tara-fından, tosunların boynuzlarını keskin bir çakı marifeti ile sivriltilir, zımpara kâğıdı ile düzeltilip temizlenirdi. Böylece, boynuzları sivriltilmiş tosunlar, avan-tajlı duruma geçerlerdi. Zira, sivri boynuzlar, rakip tosunun kafasını, gözünü parçalardı. Ve sonuçta hayvancağız aldığı yaralar üzerine güreşten kopmak zo-runda kalırdı. Tasvip görmeyen bu hile, hiç te hoş karşılanmazdı. Sahibine kızı-lır ve hakaret edilirdi. O kişinin tosunu ile artık güreş tutturulmazdı.

Gelelim şimdi camız güreşlerine… En heyecanlı, en uzun soluklu ve çok se-yircisi olan güreşlerdir bunlar. Camızlar çok inat ve onurlu hayvanlardır. Kolay kolay yenilgiyi kabul etmezler, güçlerinin son demine kadar mücadelelerini sür-dürürler. Bir camız güreşi kısa süre içerisinde asla sona ermez. En az 2-3 saat sürdüğü olur. Kıran kırana bir mücadeledir bu. Kafaların tokuşurken çıkardıkları sesler, yüzlerce metre uzaktan rahatlıkla duyulabilir. Tosun güreşinden farklıdır. Camızlar bir birlerine öldüresiye saldırırlar. O anlarda taşıdıkları kin ve nefret, karşıdakini yenme ya da öldürüp yok etme güdüsü, gözlerinden ve soluk alıp verişlerinden belli olurdu.

Sonunda camızlardan biri, pes etmek durumunda kalır. Aniden kafasını çevi- rip son sürat koşmaya başlar. Zira bilirki, diğeri kendisinin peşini bırakmayacak, yakaladığı anda da kendisini öldüresiye hırpalayacaktır. Nitekim de öyle olur. Yenilen camız kaçar, yenen camız kovalar. Bu kovalamaca saatlerce sürer. Be-nim bu durumu bir türlü aklım almamıştır. Saatlerce döğüşerek güç kaybeden ve çok yorulması gereken bu hayvanlar, nasıl oluyor da bu denli uzun soluklu ko-şabiliyorlar?... Durumun farkında olan insanlar; hemen iki camızın arasına gire-rek, sopalarla vurarak ayrıştırmaya çalışırlar. Zira bilirlerki galip gelen camız yakaladığında, diğerini öldürmeden bırakmayacaktır. Bazen bu ayrıştırma da mümkün olamamakta, kovalamaca saatlerce sürmekte insanlar da onları ayrış-tırmak için, onların peşi sıra koşmaktadırlar.

Şimdi yaşanmış bir camız güreşinden bahsedelim. Cafer Dulkadir’den nakil- dir. Zaptiye Memet’in camızı ile,Topal Hasan’ın camızı güreştirilecek. Zaptiye Memet’in camızını, hizmekerleri Gavur Ahmet(Ahmet Özdil), Topal Hasan’ın camızını da oğlu Nuri Yılmaz, güreşe hazırlamaktalar. Belirlenen günde, bu günkü Sürgü yolu ile Yusuf’un pınarı arası ki, o zamanlar orası geniş bir alan-dır, camızlar kapıştırılır. Nuri Yılmaz, gece yatmamış camızın boynuzlarını yon-tarak aynen biz haline getirmiştir. Güreş başladıktan sonra farkına varılır.Yoksa bu duruma müsaade edilmezdi. Güreşin kızgın anında, Nuri Yılmaz’ın camızı-nın sivri boynuzu, Gavur Ahmet’in camızının boynunda derin bir yara açar. Ve camızın boynundan kanlar boşalmaya başlar. Ahmet’in camızı can havliyle, Nu-ri’nin camızına saldırır. Kafaları her vuruşta öyle bir kütürder ki, sesi ta uzak-lardan bile duyulabilirdi. Sonuçta Ahmet’in camızı yaralı olmasına rağmen, Nuri’nin camızını kaçırttı. Bir kovalamacadır başladı. Nuri’ nin camızı, Sürgü Çayı’nı geçip, canını kurtarmak isterken dereyi aşamadı ve diğer camız tara- fından yakalandı. Ahmet’in camızı, canının acısını çıkartırcasına, Nuri’nin camı-zına ha bire yüklenmekte. Bıraksalar öldürmeden bırakmayacak rakibini.Tam bu aşamada Gavur Ahmet: “Aslan, yeter oğlum artık bırak” der demez, camız vurmayı bırakıp, usluca doğruca Ahmet’in yanına geldi. Ahmet, bir yandan camızını okşar, bir yandan da boynundan akan kanları temizlerken, tam bu sırada Memet Yıldırım, elinde koca bir sopa ile Gavur Ahmet’e hem vuruyor hem de şunları söyleniyordu: ” Ulan pezevenk, mademki camız senin sözünü dinliyordu, niye o kadar dövdürdün Nuri’nin camızını.” Memet Yıldırım sopa ile ha bire vuruyor, Gavur Ahmet ise elini bile kaldırmıyor, ağlamamak için ken-disini zor tutuyordu. Ahmet güçlü-kuvvetli bir adam. İstese Memet Yıldırım’ı haklayabilir, ama, serde hizmekerlik var. Efendilerine itaat etmeyi şiar edin-mişlerdir. Bu olayı canlı olarak izleyen Cafer: “ Gavur Ahmet’in o acıklı duru-mu bana o kadar dokundu ki, nerde ise onun yerine ben hüngür hüngür ağla-yacaktım” der. Bu sırada durumu haber alan Zaptiye Memet’in iki oğlu Mustafa ve Asim Durak, hışımla gelirler. “ Kimmiş o bizim hizmekeri döven diye ortaya atılırlar. Büyük bir olay çıkmak üzeredir. Araya insanların girmesi ile ortam yatışır. (Memet Yıldırım ile Nuri Yılmaz iki kardeş torunu olup yakın akra-badırlar)

Çocukluğumdan hatırlıyorum, ilçemizde çok sayıda camız vardı. Camızların erkek yaşlı olanları çifte ve kağnıya koşulur, gençleri ise döğüştürmek için özel bir bakıma tabi tutulurdu. Dişi camızlar ise sağımlık olarak kullanılırdı. Camız sütü ve özellikle yoğurdu çok nefis olur ve rağbet görürdü. Zamanla camız nesli bizim ilçede tükendi. Uzun yıllardır bu topraklarda artık camız görememek- teyim. Aslında diğerlerine de pek fazla rastlanmamaktadır. Tarım ve hayvan po- litikamız iflas etmiş durumdadır. Ülke olarak hayvan ve hatta saman ithal eder durumlara düşmüşüz, ne yazık!... Yanlış tarım politikası, kullanılan kimyevi ilaç ve gübreler doğal yaşamı da olumsuz yönde etkilemiştir. Her sene ilkbaharla bir- likte ilçeye gelmeyi adet edinen leylekler artık gelmez olmuşlardır. Oysa ki on- ların gelişi biz çocukları çok sevindirir ve heyecanlandırırdı. “ Leylek, leylek ha- vada, yumurtası tavada. Aş pişirdim yemedi, gömlek diktim giymedi” diyerek çok coşkulu anlar yaşardık…


Yüklə 2,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin