III) DİL
Arapça Sâmî diller ailesindendir. Bu dil ailesinin eski Mısır dilini de içine alan bir Hâmî-Sâmî köke bağlı olduğu düşünülmektedir. Sâmî diller doğu 57 ve batı 58 olmak üzere iki büyük kola ayrılır.
Güney Arapçası'nın en eski şekil veya lehçelerini bazı kitabelerle tanıyoruz ki bunlar Minae 59 Sebâ 60 Katebân ve Hadramut kitabelerinde 61 görülen eski lehçelerdir. Bunların bir nevi devamı olan bugünkü bazı lehçeler de 62 aynı grupta toplanır.
Bu tasnifte. Kuzey Arapçası tâli grubunda, klasik Arapça 63 çekirdek olmak üzere onun bağlı bulunduğu eski ve yeni lehçeler toplanır. Sadece Arapça, Arap dili denildiği zaman, umumiyetle klasik Arapça ve geniş manasıyla da klasik Arapça ile birlikte onun bağlı olduğu veya ona bağlı olan lehçeler manzumesi kastedilir.
Bütünü ile bu Arapça'nın tarihi, gelişme ve yayılma safhaları bazı ara devreler birleştirilmek suretiyle sadeleştirilmiş bir plan içerisinde şöyle hulâsa edilebilir:
1) Eski Arapça.
2) Klasik Arapça ve ona kaynak olan eski edebî lehçeler. 64
3) Orta Arapça.
4) Yeni 65 Arapça.
5) Bu son iki safhada edebî yazı diline müvazî olarak devamlı gelişen mahallî lehçeler.
1) Eski Arapça
Eski Arapça'nın hususiyetleri ve geçirdiği safhalar hakkında bilgilerimiz bazı eski kitabelere, bir dereceye kadar da Araplar'la münasebetleri olmuş kavimlerin metinlerinde geçen kabile, şahıs ve yer adlarına dayanmaktadır.
Bugün en eski Arapça vesika, milâttan önce 853-626 yılları arasında Asurlular'ın Aribiler'e 66 karşı yaptıkları savaşlara dair Asurî metinlerinde geçen kırk kadar has isimdir.
Araplar'a ait en eski kitabeler, tahminen milâttan önce VI. yüzyılın ortalarına kadar çıkan ve müsned denilen Güney Arabistan yazısından gelişmiş bir hatla yazılmış, sayılan çok fakat dilin yapısı ve hususiyetlerini aksettirebilecek uzunluk ve zenginlikte olmayan metinlerdir. Bunlardan Medâinü Salih'in biraz güneyinde. Kuzey Hicaz'da el-Ulâ ve civarında Dîdânî ve ühyânî kitabeler 67 Sînâ. Ürdün ve Güney Filistin'de, hatta Mısır'da bulunan binlerce Semûdî kitabe ile başta Suriye'de Şam'ın güneydoğusunda volkanik bir bölge olan es-Safât'ta, ayrıca Ürdün'de, Kuzey Hicaz'da bulunan ve sahiplerinin Semûdîler'le yakın akrabalıklan anlaşılan Safâtî kitabeler, Arapça'nın, Güney Arabistan kültürünün hâkim olduğu uzun devreden kalma vesikalar olup çoğu ticaret yolları üzerinde kayalara kazılmış isimlerden ve kısa hâtıra kayıtlarından 68 ibarettir.
Daha sonra Arapça'nın teşekkülüne müessir olan Ârâmî kültürü IV. yüzyıldan itibaren tesirini kaybetmeye başlamıştır. Araplar kendi kitabelerinde Nabat dil ve yazısını kullanırlarken daha sonra bitişik Nabat yazısından Arap yazısı doğmuş ve Nabat dilinin yerini de Arapça almıştır. Bu bakımdan milâdî 328 tarihli en-Nemâre kitabesine, Nabat dilinde olmakla beraber, daha önceki devirlerden kalan vesikalann Arapça'sından farklı ve klasik Arapça'ya çok yakın bir Arapça'dan bazı unsurlar taşıdığı için ayn bir ehemmiyet verilir. “Bütün Araplar'ın meliki” İmruülkays'ın mezar taşındaki bu kitabenin yazısı da Nabatî yazıdan Arap yazısının doğuşuna doğru meydana gelen gelişmeleri aksettirme bakımından 69 halen mevcut en eski vesikadır. Böylece artık mevcudiyeti anlaşılan klasik Arapça milâdî 512 tarihli Zebed, 528 tarihli Üseys ve 568 tarihli Harran kitabelerinde açıkça ortaya çıkmaktadır.
2) Klasik Arapça
Klasik Arapça tabiriyle bugün mevcut en eski edebî metinlerde, Kur'ân-ı Kerim'de ve hadiste gördüğümüz, daha sonraları da Arapça'nın yayıldığı yerlerde din, şiir. edebiyat ve ilim dili olarak ana çatısı değişmeden devam eden. lehçeler üstü Arapça kastedilir. Bu dil muhtelif bölgelerde, daha İslâmiyet öncesinden bugüne kadar mevcut farklı lehçelerin yanında kendisine mahsus bir gelişme seyri çizmiştir.
Arapça'dan bahseden eski müellifler klasik lehçeyi el-Arabiyye, eski büyük lehçeleri luga 70 konuşma dilini avam dili 71 diye adlandırmışlardır.
Kesin olarak söylenebilir ki milâdî VI. yüzyılın ortalannda gramer 72 ve lügat bakımından farklılık gösteren lehçeler ve bunlardan ayn, kabileler arası ortak bir edebî lehçe 73 mevcuttu. Kelime hazinesi olarak kendi kabilelerinin lehçesinden faydalanmakla beraber şairler eserlerinde bu ortak lehçeyi 74 kullanıyorlardı. Nitekim bu ortak edebî lehçe, onu yaşatan ve devam ettiren şairler ve onlann şiirlerini ezberleyip yayan râviler tarafından kuzeyde Gassânîler'in ve Lahmîler'in saraylarına kadar bütün Arap yarımadasına yayılmış bulunuyordu.
Eski İslâm âlimleri, hususiyetlerine bakarak klasik Arapça'nın hangi büyük lehçe veya lehçelere dayandığını araştırmışlar, ancak daha sonraki âlimler Kureyş lehçesinin bu dilin esası olduğunu kabul etmişlerdir. Bununla beraber klasik Arapça'da farklı nisbetlerde bazı lehçe veya lehçe gruplannın hissesi vardır. Edebî dile en yakın lehçeler hakkındaki malzeme kıraate dair eserlerde bulunmaktadır. VI-VII. yüzyıllardaki lehçeler hakkında eski müelliflerin müşahedelerini umumiyetle garîb ve nâdir 75 kelime ve tabirlere dair eserlerle ilk lügat ve gramerlerde bulmaktayız. Bu sahadaki bilgilerin en eskisini ise Arap filolojisinde ilk lügat çalışmalarını Kur'ânî tedkiklere bağlı olarak başlatan İbn Abbas'a (ö. 68-687-88) borçluyuz. Onun tefsire dair çalışmaları yanında bilhassa Kur'ân-ı Kerim'deki nâdir kelimeler hakkında bir çalışması, gerek eski lehçeleri, gerekse bunların Kur'ân-ı Kerîm diline yani klasik Arapça'ya yakınlıklannı tayine yardım edecek en mühim kaynaklardan biridir.
Lisanı ve edebî malzemeyi derleyen, Arapça'nın kaidelerini tesbit eden ilk dil âlimleri, bu lehçeleri klasik dile yakınlıklarına, fasih oluş derecelerine göre sınıflandırmışlar ve çalışmalarında bu değerlendirmeyi daima göz önünde bulundurmuşlardır. Nitekim bu âlimler şehirde oturanların dillerine, Arap yarımadasının kuzeyinde ve güneyinde yaşayan bedevî kabilelerin lehçelerine, yabancılarla temasları bulunmaları ve dolayısıyla dillerinin saflığını kaybetmiş olması düşüncesiyle güvenmediler. Bu âlimlerce dilleri fasih kabul edilen lehçeler, İslâm'ın doğuşunda Tay hariç çoğu Mudar asıllı olan Hicaz ve Necid'de, Fars körfezi sahillerine doğru Necid'in doğusunda yaşayan kabilelerle bunlara komşu olanların lehçeleriydi. Bununla beraber Kureyş lehçesini de içine alan Hicaz lehçesi ile doğudaki Temim'e bağlı kabilelerin lehçeleri arasında da farklar vardı ve klasik dil bazan bir grubun, bazan diğerinin hususiyetlerini taşımaktaydı.
Klasik Arapça'yı temsil eden metinler şunlardır: Kadîm şairlerin câhiliyyûnun, muhadramûn ve İslâmî devrin ilk şairlerinin, 76 şiirleri, Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in ve ilk halifelerin resmî muhâberâtı, hadis, eyyâmü'l-Arab'a dair mensur parçalar ve emsal.
Fasih Arapça ile nazil olan Kur'ân-ı Kerîm edebî mükemmeliyetini kabul ettirmiş, yüksek belagatı karşısında Araplar'ı hayrete düşürmüştü. Kur'ân-ı Kerîm daha Hz. Peygamber zamanında yazıyla tesbit edilmiş ve çok geçmeden kitap haline getirilmiştir. Gerek kısmen veya tamamen ezberlenerek, gerekse mushaf halinde süratle yayılan, aynı zamanda dilin bütün hususiyetlerini aksettirecek genişlikte bulunan Kur'ân-ı Kerîm, fasih ve edebî Arapça'nın en mükemmel numunesi, miyarı olmuş ve bu hüviyetini devam ettirmiş, dil ve edebiyata dair çalışmaların da hareket noktası olmuştur.
Yukarıda belirtilmeye çalışıldığı gibi Câhiliye devrinde ve İslâm'ın zuhuru sırasında yazı, Arapça'yı lâyıkıyla tesbite ve aksettirmeye müsait değildi. Şekilleri aynı olan harfleri henüz birbirinden noktalarla ayrılmayan ve kısa seslilere delâlet eden harekeleri vb. bulunmayan, muhtelif şekillerde okunabilen bu yazı bilhassa nâdir kelimeleri ifade şekillerini ihtiva eden edebî mahsullerin nesilden nesile intikalinde ancak hafızaya yardımcı bir vasıta idi. Sözlü rivayet esastı. Bunun neticesi olarak İslâm öncesinden az miktarda dil ve edebiyat malzemesi kalabildi. Câhiliye devrinin tahminen son 150 yılına ait olup daha çok hafızadan hafızaya intikal eden şiirlerin, emsalin, ahbârın, eyyâmü'l-Arab'a dair mensur parçaların, ensâba dair bilgilerin yazıya aktarılmasına hicretin 1. yüzyılında daha Hulefâ’yi Râşidîn devrinden itibaren teşvikle başlanmış. Emeviler devrinde sınırları genişletilmiş, hicrî II. III. yüzyıllarda bu tedvîn faaliyeti büyük bir gayretle devam etmiş ve daha sonra, toplanan malzemenin tamamlanıp yeniden tasnif ve tedvîni yapılmıştır.
Hicrî II. yüzyılın ikinci yarısına kadar Arap yazısının çok kifayetsiz oluşu, uzun müddet birçok hususiyeti hafızada korunarak sözlü yolla intikali, bu eserlerin başlangıçta taşıdıkları lehçe hususiyetlerinin hiç değilse bir kısmını kaybetmelerine sebep olmuş, aynı zamanda klasik Arapça'nın sarf, nahiv, lügat ve edebî kullanılış şekillerinin sistemli ve gayretli bir tarzda tayin ve tesbit edildiği Il-IV. 77 yüzyıllarda bir dereceye kadar standart bir hale getirilmiştir.
Bu metinlere dayanılarak dilin kaideleri tesbit edilirken, lehçeleri fasih sayılan, şehir muhitinden, yabancı temas ve tesirinden uzak kalmış kabilelere mensup bedevilerin dilinden kelimeler derlenmesi, edebî dilin lugatmda büyük lehçelerin kelime hazinesinin bir araya getirilmesi neticesini doğurmuştur. Klasik lugatlarda görülen, bir kelimenin kısa seslilerinin değişik birkaç çeşit söylenişi, zıt mânaya gelen kelimeler, aynı kelimenin muhtelif mânalar taşıması, eşyanın ve canlıların değişik hal ve şekillerini karşılayan kelimelerin, müteradiflerin bolluğu başlıca bundan ileri gelmektedir.
Dostları ilə paylaş: |