İTİLÂF
Bedî' ilmînde lafız, mâna ve vezin arasında uygunluk bulunması sanatı.
Sözlükte "uyuşma, kaynaşma, uyum ve uygunluk" anlamına gelen îtilâf (i'tilâf) belagat ilminin bedî' bahsinde yer alan bir terimdir. Bunatenâsüb, münâsebet, tevfîk, telfîk, mürâât-ı nazır ve muvafakat adları da verilmiştir.372 Sözün etkisini arttırmak için lafızla mâna şiirde buna vezin de dahildir arasında uyum bulunmasını ve özellikle hitabete dayalı ifadelerde 373 sesle ahengin anlamı tamamlayacak biçimde düzenlenmesini esas alan itilâf belagatın şartlarından sayılmış ve bir ifadede itilâfın varlığından ziyade yokluğu dikkat çekmiştir. Bişr b. Mu'temir, belagat ve hitabet sanatına dair eş-ŞaM/e'sinde. "Şerif mânaya şerif lafız seç" diyerek 374 lafızla mâna arasında uyum bulunması gerektiğine işaret etmiş, daha sonra Câhiz her ortama has bir lafız olabileceğini söylemiştir.375 Merzûki ise lafızların anlamlara uygunluğunu güzel şiirin temel şartlarından saymıştır. Nakdü'ş-şFr adlı eserini İtilâf kavramı üzerine temellen-diren Kudâme b. Ca'fer lafzın mânaya ve vezne, mânanın vezin ve kafiyeye uyumu olmak üzere itilâfın dört türünü ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Daha sonra bedî ilminde itilâf konusu altı tür halinde ele alınmış, bedîiyyât sahipleri bu türlerden her birini ayrı bir edebî sanat şeklinde değerlendirmiştir. Buna bağlı olarak Türkçe belagat kitaplarında itilâf farklı isimlerle 376 yer aldığı gibi benzer bazı sanatlar da 377 itilâfla karıştırılarak anlatılmıştır. Divan edebiyatının kuralcı yapısı, şiir dilinin ayrıntılı işlenmişliği, kalıplaşmış mazmunlar ve mecazlar dünyası pek çok şair için itilâfı bir sanattan öte bir üslûp özelliği haline getirmiş ve ustalıklı şiirin vazgeçilmez şartları arasına sokmuştur.
Belagat esaslarına göre itilâfın tasnifi şu şekilde yapılmaktadır: Lafzın Mânaya Uyumu. Kelime ve terkiplerin anlam ve konuya uygun biçimde seçilmesidir. Sözün anlamını bilmeyen kimse bile onu oluşturan kelimelerin söylenişinden anlamını sezebilir. Meselâ bir savaş tasvir ediliyorsa söylenişi sert ve çetin kelimelerin 378 bir hüzün, aşk veya matem anlatılıyorsa söylenişi yumuşak, sessiz ve sakin kelimelerin 379 seçilmesi bu tür uyumun gereğidir. Kur'ân-ı Kerîm'de bununla ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Onu kuyunun derinliklerine bırakın 380 âyetinde, Hz. Yûsuf'un atıldığı kuyunun derinliğini ve karanlığını "gayâbe" kelimesinin telaffuzundan, böyle bir kuyunun içine düşen bir şeyin çıkardığı ses "cüb'b" kelimesinin söylenişinden âdeta duyulur ve görülür gibi anlaşılmaktadır. 381 âyetinde de "müzebzebîn" kelimesinin söylenişinde münafıkların kararsız ruh halleri, ordan oraya koşuşturmaları ve hatta ayak sesleri duyulur gibidir. Kur'ân-ı Ke-rîm'in bu yüksek belagatı şairlerce de örnek alınmış ve şiirde lafızla mâna itilâfına özen gösterilmiştir. NefTnin, "Evc-i havada sıyt-ı çekâçâk-ı tîğden Âvâz-ı ra'd u saika reh-gümkünân olur" beytinde kılıç şakırtılarının çıkardığı seslerden dolayı gök gürültüsü ve yıldırımların bile yollarını şaşırdıklarını anlatmak üzere "eve, sıyt, çekâçâk, tîğ, âvâz, ra'd, saika, reh-gümkünân" gibi konuya uygun kelimeleri seçmesi; Fuzûlî'nin bir aşk neşîde-si sayılabilecek ünlü mütekerrir murab-baındaki. "Gözüm canım efendim sevdiğim devletlü sultanım" nakarat mısraı da aynı derecede rakik ve aşk anlatımına uygun bir itilâf örneğidir.
Lafzın Lafza Uyumu. İlk defa İbnü'n-Nâzım tarafından ortaya konan bu itilâf türü, "lafızları veya anlamlan arasında kategorik ilgi bulunan kelimeleri bir beyitte veya sözde toplamak" şeklinde tanımlanmıştır. Buna tenasüp veya mürâât-ı nazîr adları da verilir. Buhtürî'nin, zayıf develeri tasvir ettiği 382 mısraında silâh kategorisine giren birbiriyle ilgili üç öğeyi (yayokkiriş) birleştirmesi, Şeyh Galib'in, "Yâküt gibi şarâb-ı engûr Elmas gibi piyâle-i nûr" mısralarında şarabın rengi dolayısıyla "yâküt" ve "elmas" kelimelerini anması buna örnek teşkil eder. Sözün başı ile sonunda birbirine anlamca uygun düşen lafızların bulunması da bu tür bir itilâftır. Buna "teşâbühü'l-etrâf" da denir. O bütün gözleri görür. O latiftir, haberdardır âyetinde baştaki, "Gözler O'nu görmez" ifadesine uygun olarak sonda "latif bütün gözleri görür" kısmına uygun olarak da "habîr" haberdar, bilen kelimeleri getirilmiştir. Birbirinin dengi olan ifadeleri bir beyitte veya sözde toplamak da bu tür bir itilâftır, Zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur 383 âyetinde zulme karşılık ateşin, zulme meyletmeye karşılık ateşin dokunuşunun zikredilmesinde latif bir uyum ve denge bulunmaktadır. Birkaç anlamı olan kelimenin bir anlamına uygun düşecek bir kelime getirilmesi de bu tür uyuma dahil "edilmiştir; buna "îhâmı tenâsüb" denir, 384âyetinde "necm" sözcüğü "yıldız; ot, bitki" anlamlarına gelir. İkinci anlamının (bitki) ardından "şecer" (ağaç) kelimesi gelerek îhâm-ı tenasübe, ilk anlamı yıldız ile de öncesine (güneş, ay) uygun düşerek mürâât-ı nazîre Örnek olmuştur. Garîb ve nâdir olan ya da bilinen lafızları bir sözde toplamak da bu tür uyumdan sayılmıştır, 385 âyetinde garîb sözcükler bir araya getirilmiştir. Yeminde "vallahi, billâhi"ye göre daha az kullanılan "tallahi", nakıs fiillerden en az kullanılan "tefteü", helak ve ölüm ifadelerinden en garîbi olan "harazan" kelimeleri bir araya toplanmıştır. 386
Mânanın Mânaya Uyumu. Birbirine uygun düşen iki mânanın birleştirilmesi, en uygun kelimelerin en uygun tertipte söy-lenmesidir. Mütenebbî'nin şu beyti buna bir örnek teşkil eder: 387 Burada şairin sözünü ettiği övülen kişiden korkulup kaçılması olayı Arap ile bağırtlağa. Rum ile de kekliğe "uçma" isnadını doğurmuştur. Uçmak, bağırtlak ve kekliğe uygun düştüğü halde ilk bakışta Arap ve Rum'a uymamıştır. Bununla birlikte övülen kişiden korkulup kaçılması ve önünde kimsenin duramaması gerçeği bunların hepsini uçma hükmünde birleştirmiştir. Ayrıca çöl kuşu olan bağırtlağın Arap ile. dağ kuşu olan kekliğin Rum İle beraber getirilmesi de ayrı bir uyumdur. Çünkü Araplar çölde, Rumlar dağlarda yaşar. Mânanın mâna ile itilâfında iki veya daha çok husustan duruma en uygunu olanı tercih edilmelidir. Meselâ, "Hata bizden, atâ sizden" sözü yaş veya rütbece bir küçük tarafından söylenirse itilâf, büyük bir kişi tarafından söylenirse itilâf-sızlıkolur. Çünkü hata işlemenin daha çok küçüklere, atada bulunmanın da büyüklere mahsus olduğu yerleşik bir kanaattir. Nedim'in, "Ahâlî izz ü devlette reâyâ emn ü rahatta Hüner erbabı rif atta cihan yekpâre nûrânî" beytinde ahali, reâyâ ve hüner erbabı için kullanılan sıfatlar yücelik ve ikbal, emniyet ve huzur, itibar yekdiğeri için de kullanılabileceği ve vezin de uygun düşeceği halde şair, her grup insan için aslî ihtiyaç olan en uygun sıfatları seçerek mânanın mâna ile itilâfını sağlamıştır.
Kafiye Kelimesinin Beytin Anlamına Uyumu. Kudâme b. Ca'fer'in ilk olarak sözünü ettiği bu itilâf türüne daha sonraki belagat âlimleri "temkin" adını vermişlerdir. Bu türü ilk defa Kur'an'a uyar-iayan İbn Ebü'l-İsba', âyetlerin son kelimelerinin (fasıla) âyetin önüyle uyumu anlamında "itilâfü'l-fasıla maa mâ-ye-düllü aleyhi sâirü'l-kelâm" tabirini kullanmıştır. Şiirde beytin son kelimesinin (kafiye), sanatlı nesirde kafiyeli bölüklerin (fıkra) son kelimelerinin (sec'a), Kur'an'-da âyetlerin son kelimelerinin (fasıla) ön-leriyle uyumu bu nevi itilâfın kapsamına girer. Şu âyetin iki ayrı yerde değişik fasılalarla sona ermesinde önü ile latif bir uyum bulunmaktadır: Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Doğrusu insan çokzalim ve pek nankördür.388 Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Doğrusu Allah çok bağışlayıcı, pek merhametlidir.389 Allah'ın sonsuz nimetlerinden bahseden bu iki âyetten birincisinin hatimesinde insanın zulüm ve nankörlüğünden, ikincisinin sonunda Allah'ın mağfiret ve merhametinden söz edilmiştir. Buradaki itilâf şöyle açıklanmıştır: Sayısız nimetler karşısında onları alan kulda iki vasıf (zulüm, nankörlük) hâsıl olmaktadır. Bunlara karşılık bu nimetleri insana veren Allah'ta da iki vasıf (mağfiret, merhamet) tecelli etmektedir. Bu güzel uyum iki âyetin birlikte düşünülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Türk edebiyatında itilâfın bu türüne rağbet edilmemiştir.
Lafzın Vezne Uyumu. Bu İtilâf türü vezin zoru ile kelimelerin yapılarının değiştirilmemesi, terkip ve cümlelerde uygunsuz takdim ve tehirlerin yapılmaması, vezni tamamlamak için maksada aykırı ve anlamı bozacak bir lafzın eklenmemesi ya da aynı sebeple bir lafzın atılmaması şeklinde açıklanmıştır. Vezni denkleştirmek için gereksiz kelime eklemek (haşv) kelimeden harf eksiltmek (teslîm) veya kelimeye harf eklemek (teznîb), bazı özel isimlerin morfolojik yapısını değiştirmek (tağyîr) itilâfa aykırıdır. Mânaya uygun bir kelimenin vezne uymaması halinde onun yerine eş anlamlı veya yakın anlamlı başka bir kelime kullanılması yahut kelimeler arasında nahoş takdim-tehirler yapılması itilâfı bozar. Râgıb Paşa'-nın. "Âşıkın bağrı kebaba teb-İ gayretle döner" mısraında âşığın bağrında bulunması gereken "ateş" yerine vezin gereği "teb" (sıcaklık, sıtma) kelimesinin kullanılması buna örnek teşkil eder. Aynı mısradaki "kebaba dönmek" deyimi de takdim-tehirle parçalanıp arasına "teb-i gayret" girmiştir ki bu da ayrıca vezin yüzünden ortaya çıkan bir itilâf sizliktir. Mısra-ı bercestelerin asırlar boyunca tekrar edilmesinin sebebi çok zaman lafızla veznin bu tabii itilâfıdır ve pek çok kişi onları hafızasında vezinli bir şiir parçası değil bir atasözü gibi saklar: "Kenarın dilberi nâzik de olsa nazenin olmaz" (Nabî); "Âdeme cübbe vü destâr keramet mi verir.390
Mânanın Vezne Uyumu. Vezin ZrunlU-luğu ile mânanın anlaşılmaz, karmaşık ve kapalı bir hal almaması, gereksiz bir anlam eklenmemesi veya gerekli bir mânanın atılmaması, yine vezin zorunluluğu ile mânanın anlatılmak istenen maksadın dışına çıkmaması şeklinde açıklanmıştır. Böyle kusuru olan şiire "maklûb" adı verilir. Sâbit'in, "Kenâr-ı havzda mehtaba karşı sîne -çâk olmuş Edip aksiyle havzı ma'den-i sîmâb lebber-leb" beytinin ikinci mısraı vezin zarureti olmasaydı, "Kenâr-ı havzda mehtaba karşı sîne-çâk olupAksiyle havzı leb-berleb ma'den-i sîm-âb etmiş" şeklinde takdim tehîr ile söylenerek itilâfsızlık giderilmiş olurdu. Çünkü burada esas mâna, "sevgilinin sîneçâk olarak havuzu baştan başa mehtap gibi aydınlatmasıdır. Vezin zaruretiyle anlatılmak istenen mânanın bir beyitte bitirilemeyip diğer beyitlere taşması
da bu tür uyumla çelişir. Bu nevi kusuru bulunan şiire "mebtûr" adı verilir. Türk şiirinde mânanın vezinle itilâfının en üst derecesi mânaya uygun bir veznin seçilmesiyle gösterilmiştir. Antakyalı Münîfin şu beyti mûsikideki terennüm lafızlarını çağrıştırmakta ve mânaya uygun olarak vezin de âdeta terennüm ritimlerini vermektedir: "Benimleyek-te-ne nâdirdir etse bir bârı Nedîm-i bezm olup ol sîm-ten tesâdüm tek. Bugün modern Arap şiirinde itilâf muhteva birliği ve biçim-anlam uyumu olarak anlaşılmaktadır.
Bibliyografya :
Tehânevî. Keşşaf, I, 79-80, 1352-1353, 1366-1367; Muallim Nâcİ. Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 14-36; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 75-76; Câhiz. el-Beyân ve't-tebyîn {nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1367/1947,1, 136, 145; II, 7-8; a.mlf..Kltâbü'l-Hayeuân, 111, 39; Ebü'l-Hasan ibn Tabâtabâ. İyârü'ş-şi'r[nşr. Tâhâ el-Hâcirî-M. Zağlûl Sel-lâm), Kahire 1956, s. 120-122; Kudâme b. Ca'-fer, Nakdû'ş-şicr{nşr. M. Abdülmün'im Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye!. s. 153-159, 204-209; Ebü'l-Hasan el-Cürcânî. eZ-Vesâfabey-ne'l-Mütenebbt ae huşûmih (nşr M. Ebü'l-Fazl İbrahim-Ali M. el-Bicâvî}: Kahire 1386/1966, s. 24; İbn Münkız, el-Bedîı fi nakdi'ş-şi'r {nşr. Ahmed Ahmed el-Bedevî-Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 154; Ebû Ya'küb es-Sek-kâkî. Miftâfru'l-'ulüm, Kahire 1318, s. 179; İbn Ebü'l-İsba', Tahırîrü't-Tah.bîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 194-241;a.mlf.. Bedîcu'l-KurJân|nşr. HifnîM. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 79-92; Yahya b. Hamza el-Alevî, et-Tırâzû'l-mütezammin li-esrâri't-belâğa, Beyrut 1402/ 1982, MI, 144-151; İbnü'n-Nâzım, el-Mişbah ft 'ilmi'l-me'ânî ue't-betjân ue'l-bedîc, Kahire 1341, s. 114;Teftâzânî, el-Mutauvel, İstanbul 1286, s. 380-381; a.mlf., Muhtaşarü'l-me'ânî, İstanbul 1307, s. 389-390; Süyûtî, ei-İtkân, Beyrut 1973,11, 88; M. Alevî Mukaddem. DerKalem-reo-i Belagat, Meşhed 1372 hş., I, 721-722.
Dostları ilə paylaş: |