Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə73/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   74

Müslim diyor ki:


"Ahmed b. Yunus ve Avn b. Selam Zuheyr'den şöyle nakletti­ler: "İbn-i Yunus Zuheyr'den, o, Ebu'z Zubeyr'den, o da Said b. Cubeyr vasıtasıyla bu hadisi İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir: "Rasûlullâh bir korku olmadığı ve yolcu bulunmadıkları halde Medine'de öğle ve ikindiyi cem' ederek kıldılar. Ebu Zubeyr Said'e "Neden böyle yaptılar?" diye sordum." der. Said dedi ki: "Senin bana sorduğun gibi ben de İbn-i Abbas'tan sordum." Ümmetimden bir kişiye bile zorluk olmasın." diye cevabını verdi.

Ebu Kureyb ve Ebu Said Veki' ve Ebu Muaviye'den ikisi A'meş vasıtasıyla Habib b. Sabit'ten, o da Said b. Cubeyr'den rivayet et­miştir. İbn-i Abbas dedi ki: "Medine'de bir korku olmadığı yağ­mur da yağmadığı halde, Resulullah öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem' ederek kıldılar. Veki' İbni-i Abbas'a "Neden böyle yaptılar?" diye sorunca da İbn-i Abbas şöyle dedi: "Ümmetine bir zorluk olmasın diye." Ebu Muaviye de bu sorunun İbn-i Abbas'a sorulduğunu ve aynı cevabı verdiğini bildirir.

Said b. Gubeyr İbn-i Abbas’tan naklen şöyle demiştir. Resulul­lah Tebuk savaşına giderken öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem' ederek kıldı." Said "Neden diye sordum." der. İbn-i Abbas "Ümmetine zorluk olmasın" diye cevap verir.

Muaz b. Cebel'den Resulullah'ın Tebuk savaşında namazları cem etmesinin sebebi sorulunca da "Ümmetine zorluk olmaması­nı istedi." demiştir.

Bu hadislerin hepsi de Sahih-i Buhari'nin ihticac ettiği kimse­lerden nakledilmiştir. Hatta Buhari namazları cem' etme husu­sunda bir de ayrı bab tahsis etmiştir.

Cabir b. Zeyd de İbn-i Abbas'tan şöyle nakletmektedir: "Hz. Peygamber Medine'de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı yedi ve sekizer rekat halinde bir arada kıldı." Eyyub "Bir yağmurlu gece olmalı." deyince de İbn-i Abbas, "Belki" diye cevap verdi.

Taberani de İbn-i Mesut'tan peygamberin Medine'de namazları cem' ederek kıldığını nakletmiştir. Bunun sebebi sorulunca da "Ümmetime güçlük olmasın diye yaptım." dediklerini bildirmiştir.

Kenz'ul Ummal'ın müellifi de (4. Cüz 5078. Rivayet) nakletmiş­tir ki Abdullah b. İmran "Hz. Peygamberin seferde olmadıkları halde öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı neden cem' ederek kıldı­lar?" diye sorulunca "Ümmetine güçlük olmasın diye" cevabını vermiştir.

Nevevi de bu yorumlan bildirdikten sonra "İbn-i Şirin ve Malik'in ashabından olan Eşheb gibi bir grup büyüklerin seferde bu­lunulmadığı halde namazları cem' etmenin caiz olduğuna hük­mettiğini bildirmiştir. (Tarih Boyunca İslam Mezhepleri/Gölpınarlı s. 574-580)

Namazların vakti hususunda Allah-u Tealâ ise şöyle buyur­muştur:

"Namaz kıl güneşin zeval vaktinde, geceleyin karanlık basınca ve fecir çağında" (İsra/78)

Bu ayette de görüldüğü gibi Allah-u Teala öğle ile ikindi, ak­şamla yatsı namazlarım bir anmış, sabah namazını ise ayrı zik­retmiştir. Nitekim Fahr-u Razi de bu ayetin tefsirinde "Böylece de sefer halinde yahut yağmur gibi bir mazeret zamanında bu na­mazların ceminin caiz olduğuna delalet vardır." demiştir.

Elbette ayette hiç bir zaruret kaydı yoktur. Ayette sadece üç vakit namaz yer almıştır.

Yani öğle ile ikindi, akşam ile yatsı bir arada zikredilmiştir.

Elbette başta da denildiği üzere öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarının arasında biraz fasıla olması daha iyidir. Nite­kim İmam Humeyni (r.a) Tahrir'ul Vesile kitabında bu hususta şöyle diyor: "Öğle ile ikindi namazının vakti zeval vaktinden gu­ruba kadardır. İlk zeval vakti dört rekatlık bir namaz süresi öğle namazına hastır. Guruba dört rekatlık namaz kılınabilecek bir vakit kalırsa bu da ikindi namazına hastır. Bu ikisinin arasında­ki vakit ise öğle ve ikindinin ortak vaktidir. Akşam ile yatsının vakti ise guruptan gece yansına kadardır. Guruptan sonra üç re­katlık bir namaz süresi akşam namazına hastır. Gece yansına dört rekatlık bir namazı eda edebilecek bir süre kalmışsa bu da yatsı namazına aittir. Bu iki vakit arasındaki süre ise akşam ve yatsının ortak vakitleridir. Sabah namazının vakti ise ikinci fecir (fecr-i sadık)'den güneşin doğmaya başladığı ana kadarki süredir. (Bunlar cevaza delalet eder.)

Ama öğle namazının fazilet vakti zeval vakti dört rekatlık bir namaz süresinden eşyanın gölgesinin kendi boyunca arttığı za­mana kadar devam eder. İkindi vaktinin fazilet vaktinin sonu eş­yanın gölgesinin kendi boyunun iki katına ulaştığı zamana ka­dardır. İkindinin fazilet vaktinin girişi ise gölgenin dört adım ya­ni eşyanın boyunun yedide dördü miktarına ulaştığı zamandır. Akşam namazının fazilet vakti gurup ile kızıllığın batıya doğru gittiği zaman arasındaki süredir. Yatsı namazının fazilet vakti ise kızıllığın kaybolduğu zamandan gecenin üçte birinin geçtiği zamana kadarki süredir. Sabah namazının fazilet vakti ise doğu­da kızıllığın görüldüğü andır."

Görüldüğü gibi namazın fazilet vakitleri dikkate alınırsa Şia ile Ehl-i Sünnet arasında namazın vakitleri hemen hemen aynı­dır. İhtilaf hususu cevaz olandadır. Ama bilmek gerekir ki mer­kez camiler değil de mahalle camilerinde Şii müslümanlar genel­de namazları fazilet vaktinde kılıyorlar. Zira cemaat imamları ge­nelde iki namaz arasında cemaate bir takım ilmi açıklamalarda bulunuyor. Tabiatıyla da namazlar arasında bir fasıla oluyor. Ama ümmete kolaylık olsun diye bu namazların cem' edilmesi de caiz görülmüştür. Bugün özellikle İstanbul gibi büyük metropollerde namazını cem' ederek eda etmeyen bir çok müslüman ne ya­zık ki kendi düşüncesine göre kaza kılıyor. Bu günah duygusu­nun psikolojik baskılan altında eziliyor. Dolayısıyla özellikle na­mazlarını kazaya bırakan müslümanlar bu ilahi ruhsattan istifa­de ederek namazını cem1 etmelidirler. Özellikle akşam ile yatsı namazları arasındaki süre oldukça azdır. Birçok müslümanın ak­şam namazları kendi düşüncesince kazaya kalmaktadır. Bu ilahi ruhsat sebebiyle psikolojik açıdan rahatlamak, günah psikolojisiyle ezilmekten daha iyi değil midir? Çünkü zaten durum aynı neticeyi doğurmaktadır. Yani birçok müslüman namazını vaktin­de kılamamaktadır. O halde neden sırf bağnazlık olsun diye bu ilahi ruhsattan istifade edilmesin. Kraldan çok kralcı olmanın ne manası var. Biz hiç kimseye namazlarınızı her zaman cem' edin demiyoruz. Ama namazını eda edemeyip kazaya bırakanlara cem' etmelerinin daha iyi olduğunu diyoruz.

İran'daki mahalli camilerde namazlar genelde fazilet vakitle­rinde kılınmaktadır. Zira imamlar genelde iki namaz arasında halkı dini hususlarda aydınlatmakta, halka güncel olaylar hak­kında birtakım olaylar ve bilgiler aktarmaktadır. Dolayısıyla na­mazlar arasında bir fasıla olmaktadır. Merkez camilere gelenler ise genelde esnaf ve yoldan geçenler uğradığı için burada namaz­lar cem edilmekte ve herkes işinin başına dönmektedir.

Ayrıca İran'daki camilerde hoparlörlerden günde üç defa ezan okunmaktadır. Ama caminin içinde de ayrıca her namazın ezan ve kameti okunmaktadır. İran'da bizim gibi öyle her yerde cami­nin olmadığı doğrudur ve buna gerek de yoktur. Ayrıca İran'daki camilerin mimari yapısı bizim camilerin mimarisinden farklıdır. Camilerin yüksek minareleri olmadığından fark edilmez. İnsan öyle uzaktan baktığında Tahran gibi büyük şehirlerde doğru dü­rüst bir caminin bile olmadığını sanır. Halbuki bugün Tahran'da yüzlerce cami vardır. Ama dediğim gibi bunların mimari yapısı bizim camilerin mimari yapısı gibi olmadığından uzaktan fark edilmezler.

Ayrıca İran'da camilerde resimlerin asılması olayı da evvela


doğru değildir. Zira Şia inancına göre de resmin olduğu bir me­kanda namaz kılmak mekruhtur. Saniyen resim ulan bir yerde
sırf namaz kılmıyorsa orası camidir demek olmaz. İran'da birçok
yerde Hz. Hüseyin'i anma merasimlerini düzenlemek için yapıl­mış yerler vardır ki buraya Hüseyni'ye denir. Bu Hüseyniyelerde halk toplanır aynı zamanda namaz da kılar. İşte İmam'ın vb şah­siyetlerin resimleri bu gibi mekanlarda daha çok görülür. Ama buralar cami hükmünde değildir. Ayrıca Cuma namazı kılınan yerler de genellikle cami değil musalla'dır. Bilindiği gibi musallada cami hükmünde değildir. Örneğin Tahran'da cuma namazı üniversitenin bahçesinde kılınmaktadır. Cuma hutbesinin okun­duğu trübinlerde İmam'ın vb. şahsiyetlerin resimleri vardır. Ama burası cami değildir ki. Kaldı ki dikkat edilirse oradaki görevliler namaz kılınmaya başladığında oradaki resimleri hep ters çevirirler. Zira Şia'ya göre cami olsun veya olmasın, namaz kılınan bir yerde resim bulundurmak mekruhtur. Dolayısıyla "İran'da cami­ler hep resimlerle dolu" demek, insafsızlıktır ve yalandır. Birkaç yerde görülse dahi bu istisnadır ve haram bir fiil de değildir, dola­yısıyla inkılabın binlerce olumlu yanı varken sinekler gibi hep
pislikler üzerine konmanın hiçbir anlamı yoktur. "

Ama İran'daki camilerin bizim camiler kadar güzel ve temiz ol­madığı doğrudur. Bu olumsuzluğu İranlı yetkililer de dile getir­mekte ve hep halka uyanlar yapılmaktadır. Biz de bu olayı hoş görmüyoruz. Ama sırf bu böyledir diye dünyâ tarihine adını yaz­dırmış ve günümüzde islam ve Kur'an'ın azametini ihya etmiş bir inkılabı lekelemek hiç akıl ve mantığa sığar mı?

Emperyalistlerin istediği de zaten bu değil mi? Biz inkılabın olumlu yanını gördüğümüz ve dile getirdiğimiz gibi olumsuz yanlarını da görür ve dile getiririz. Ama bir sürü pislik içinde yüzer­ken de, kalkmış islam ve Kur'an yolunda yüz binlerce şehit vermiş bir milleti kınamayı ben şahsen kendime yakıştıramıyorum. Sa­bahtan akşama kadar haram olan müzik ve sarkılan dinleyenle­rin masa başlarında işi gücü kuru fasulyenin faydalarını anlat­mak olanların ve kısacası kapitalist toplum içinde binlerce pislik içinde yüzenlerin böyle şerefli ve şahsiyetli bir halkı kınamaya hakkı yoktur. Biz kendi ayıbımız ve eksiklerimizle uğraşmalıyız. Bir zamanların en radikal müslümanları bugün artık haram olan şarkı ve türküler dinlemekte, baldır bacak seyretmektedir.

En sağlam kalanları da medyadan topladıkları magazin haber­lerle şu veya bu sanatçıların özel hayatıyla ilgili yorumlar yap­maktadır. Ya da Allah korusun eğer bir de ticari hayata atılmışsa hep dolar ve markları konuşmakta, altta kalan kardeşi dahi olsa bir basamak yükseleceğini bilse sırtına basıp çıkmaktadır. Karde­şinin elindeki bir tek ekmek parçasına dahi tahammül edemeyen bu sözüm ona bir zamanların radikalleri bugün artık orda burada piknik yapıp kuzu kebap çevirmenin faziletlerim allandıra bal­landıra anlatıyorlar. Bir yandan kitap, makale vb. şeyler yazıp zi­hinleri ifsad ederken bir yandan da şu veya bu kardeşine zulme­derek ve hakkını gasbederek bir yerlere varmanın cehdi içinde ol­maktadır. Gel gör ki bu ve benzeri insanlar bir de bakıyorsun kalkmış onbeş yıldır İslam ve Kur'an yolunda herşeyini feda et­miş bir milleti bir rehberi kınıyor eleştiri yağmuruna tutuyor. Eline imkan geçse birer Karun olacak zihniyetler İran'daki eko­nomik problemleri dile getiriyor. Kardeşinin sırtından yükselen eli kalemli (silahlı değil) soyguncular, İran'daki eksikliklere par­mak basıyorlar. Pes doğrusu! İnsan olur da bu kadar yüzsüz ol­maz. İnsan olur da bu kadar samimiyetsiz olmaz. Bana göre İran devrimini ve rehberini böyle şahsiyet yoksunu insanların eleştir­meye hakkı yoktur. Bu insanlar önce kendilerini İslah etmeli, do­lara kulluktan Allah'a kulluğa dönmeli, kardeşinin sırtından inip elinden tutmalı kısacası samimi bir müslüman olmalıdır. Kadın sanatçıların sesine bayılacak derecede aşık olan ama günde bir-iki sayfa Kur'an okumayı dahi çok bulan bu sahte dincilerin mas­kesi ne zaman düşecek? Daha ne zamana kadar İslam bu samimi­yetsiz insanların geçim aracı olarak kullanılmaya devam edecek? Allah'ım bu durumu sana şikayet ediyorum. Sen bizlere acı! Sen İslam ve Kur'an'ı böylesi insanların elinden kurtar.

Şimdi yine asıl konumuza dönelim. Demiştik ki Şia'da namaz­ları hiç bir zaruret olmaksızın birbiri ardında kılmak ve.cem' et­mek caizdir. Ama aralarında bir fasıla olması fazilettir. Bunu Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki rivayetler de açıkça teyid etmekte­dir.

Şia'ya göre namazlar farz ve müstehab diye ikiye ayrılır. Farz namazlar tümel olarak beş kısımdır. Günlük namazlar, Cuma na­mazı, babanın kılmadığı ve dolayısıyla büyük öğünün kılması ge­reken kaza namazları, ayet (deprem, sel, güneş ve ay tutulması vb.) namazları, farz olan tavaf namazı ve cenaze namazı. Müste­hab namazlar sayılamayacak kadar çoktur. Günlük nafile namaz­lar şunlardır: Öğle namazından önce sekiz rekat nafile namazı kı­lınır. İkindi namazından önce de sekiz rekat nafile namazı kılınır. Akşam namazından sonra da dört rekat nafile namazı kılınır. Yatsı namazından sonra da oturarak iki rekat nafile namazı kılı­nır. Bu iki rekat tek rekat sayılır ve de "vitir" namazı olarak bili­nir. Sabah namazından önce de iki rekat nafile namazı kılınır. Ayrıca teheccüd namazı da onbir rekattır. Bunun sekiz rekatı te­heccüd, iki rekatı "şef" ve bir rekatı da "vitr" namazı olarak kılı­nır. Ayrıca Şii müslümanlar akşam namazından sonra da iki re­kat "gufeyle" namazı kılarlar. Görüldüğü gibi nafile namazlar Şia'da da vardır ve Şii müslümanlar genellikle bu nafileleri de kılmaya çalışırlar. Özellikle de Şiiler teheccüd ve Gufeyle nama­zını kaçırmazlar. Şia ekolünde ibadet ve duanın büyük bir yeri vardır. Özellikle de Şiiler bu dua kitabı olan "Mefatih" kitabını ve sahife-i Seccadiye'yi ellerinden düşürmezler. Şimdi insan bir bun­ları görüyor, bir de toplumumuzda adına "Aleviler" denen grubu görüyor, şaşırıp kalıyor. Üstelik hayatı boyunca bir defa olsun al­nı secdeye gitmemiş Aleviler, Cafer-i Sadık'ı sevdiklerini ve Ali'nin taraftarları olduklarını iddia ederler. Hz. Ali camide na­maz kılarken şehid edildiği halde bu Aleviler namazın zaruretini dahi inkar ederler. Ne yazık ki bilgisiz kimseler de Şia denilince hemen toplumdaki bu Alevileri anlıyor. Şiiliği, Alevilik ile karıştı­rıyorlar. Elbette ki gerçek Alevilik de Şiiliğin aynısıdır. Alevi de­mek, Ali gibi yaşamak, Ali gibi olmak demektir. Ama bizim Alevi­ler sapmış, Ali'yle hiçbir ilgisi kalmamıştır. Birçok Alevi amel ve tutumlarıyla insana Muaviye ve Yezidi hatırlatmaktadır. Sev­mek bir benzerliği gerektirir. Ali'yi seven az da olsa Ali'ye benzer.

Biz yine asıl konumuz olan namazların cem edilmesine döne­lim. Bu hususta Prof. Dr. Ticani şöyle diyor:

"Şia'ya dil uzatma vesilesi yapılan konulardan birisi de Şia'nın öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam namazıyla yatsı nama­zını birlikte kılmaları hususudur. Ehl-i Sünnet bu konuda Şia'yı tenkit ederek kendilerinin bunun aksine, namazı koruyup hifzedenlerin olduklarını belirtiyorlar. Zira Allah-u Teâlâ Kur'an-ı Ke-rim'de buyuruyor ki: "Gerçekten de namaz mü'minlere vakitli ola­rak yazılan bir farizedir."

Bir grubun leh veya aleyhinde herhangi bir hüküm vermeden önce konuyu tüm yönleriyle inceleyerek her iki grubun da konu hakkındaki sözlerini dinlememiz gerekir:

Ehl-i Sünnet "cemi takdim" diye anılan öğle namazıyla ikindi namazım Arife’de, "cem'i ta'hir" diye adlandırılan yatsı namazıy­la akşam namazım Müzdelife'de birlikte kılmanın caiz olduğu hu­susunda ittifak etmişlerdir. Hatta bu hususta, ister Şia ister Sün­ni bütün İslami fırkaları, istisnasız olarak ittifak etmişlerdir. Şia'yla Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaf seferi olmaksızın yılın bü­tün günlerinde öğle namazıyla ikindi namazını ve akşam nama­zıyla yatsı namazını birlikte kılmanın caiz olup olmadığı hususundadır. Fakat Hanefîler hatta seferde bile bu namazların bir­likte kılınmasının caiz olmadığım söyleyerek özellikle de seferde cem etmenin caiz olduğunu bildiren açık naslar olmasına rağmen, ister Ehl-i Sünnet ve ister Şia tüm İslam ümmetinin icmasına muhalefet etmişlerdir. Maliki, Şafii ve Hanbeli'lere gelince mez­kur farizelerin seferde birlikte kılınabileceğinin caiz olduğunu söyleyip, korku, hastalık, yağmur ve toprak fırtınası gibi olaylar­dan dolayı da birlikte kılınmalarının caiz olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.



İmamiyye Şia'sı Ehl-i Beyt imamlarından bu hususta gelen ri­vayetlere iktida ederek sefer, hastalık, yağmur ve korku gibi bir özür söz konusu olmaksızın da mezkur namazların birlikte kılın­masının caiz olduğuna inanıyorlar. Bu konuda Şia'yla (Şia ulemasıyla) tartışınca bizzat kendimizin şüphe ve soruya muhatab ol­duğumuzun farkında olmamız gerekir. Zira Ehl-i Sünnet'in Şia'ya karşı getirdiği her delile cevap vererek bizzat kendileri reddeder­ler. Zira onlar Ehl-i Beyt imamlarından ta'lim görmüş ve Ehl-i Beyt imamları onlara müşkül olan birçok konuyu açıklamışlardır. Onlar da Kur'an ve Sünnete vâkıf olan Ehl-i Beyt imamlarına ik­tida etmekle iftihar ediyorlar.

İlk defa Şehid Muhammed Bakır es.-Sadr arkasında öğle ve ikindi namazını bir arada kıldığımı hiç unutmam. Ben Necef şeh­rinde iken öğle namazıyla ikindi namazını ayrı-ayrı kılıyordum. Fakat o mutlu günde şehid Muhammed Bakır es-Sadr ile birlikte onun evinden çıkıp mukallitlerine imamlık ettiği camiye gittik. Onlar bana saygı göstererek Muhammed Bakır es-Sadr’ın arka­sında benim için bir yer ayırdılar. Öğle namazını kılıp ikindi na­mazına başlamak istenirken fikrimden ayrılmak geçti; fakat ben iki sebepten dolayı kalkıp gitmedim. Evvela merhum Sadr'ın azametî beni aldı ve namazı öyle bir huşu içinde kıldık ki namazı bi­raz daha uzatmasını arzuluyordum. İkinci olarak da benim ona en yakın bir yerde olmam nedeniyle, adeta bir gücün beni ona doğru çekip ayrılmama engel olduğunu hissediyordum. İkindi farizesini tamamladıktan sonra halkın onun etrafını sarıp soruları­nı sorduklarında ben de onun arkasında bulunuyordum. Bazı ya­vaş sorulan sorular hariç sorulan soru ve cevaplan ben de duyu­yordum. Daha sonra beni yemek için evine götürdü. İşte o vakit ben kendimin bir şeref misafiri olduğumu hissettim. Ben bu fırsa­tı ganimet sayarak iki namazı bir arada kılmak konusunu sora­rak şöyle dedim: "Efendim, acaba zaruret halinde insan iki farize-yi bir arada kılabilir mi?" O cevap olarak şöyle dedi: "Hatta hiç bir zaruret söz konusu olmaksızın bütün hallerde iki farizeyi de bir arada kılabilir" dedi. Ben "Bu hususta deliliniz nedir?" diye sor­dum. O "Hz. Resulullah (s.a.a) sefer, korku, yağmur ve herhangi bir zaruret olmaksızın Medine'de iki farizeyi bir arada kılmıştır. Bunu ise sadece bizlere bir kolaylık sağlamak için yapmıştır. Hamd olsun Allah'a, bu konu Ehl-i Beyt imamları aracılığıyla bi­zim nezdimizde sabittir. Sizin nezdinizde de sabittir" dedi. Ben bu cevabı çok garipsedim. Bu bizim nezdimizde nasıl sabit olabi­lir? Oysa ben şimdiye kadar böyle bir şey duymamış ve Ehl-i Sün-net'ten bir şahsın bile bununla amel ettiğini görememiştim. Aksi­ne onlar ikindi ve yatsı namazlarının ezandan bir dakika bile ön­ce kılındığı takdirde batıl olduğunu söylüyorlar, nerde kaldı ki ikindi namazının ikindi ezanından saatlerce önce, yani öğle na­mazıyla bir arada kılınsın veya akşam namazıyla birlikte yatsı namazı kılınmasına izin vermiş olsunlar? Şehit Muhammed Ba­kır es-Sadr, benim şaşkınlık ve garipsememin farkına varınca orada bulunanlardan birisine fısıldayarak bir şeyler söyledi. O kalkıp hemen iki tane kitap getirdi. Ben onların Sahih-i Buhari ile Sahih-i Müslim olduğunu anladım. Seyyit Muhammed Bakır es-Sadr ondan iki farizenin bir arada kılınmasıyla ilgili olan ha­disleri bana göstermesini istedi. Ve ben bizzat kendim Sahih-i Buhari'de Hz. Resulullah'ın (s.a.a) öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birlikte kıldıklarına dair hadisleri okudum. Hatta Sahih-i müslim'de herhangi bir korku, yağmur ve sefer söz-konusu olmaksızın hazer halinde (seferde olmaksızın) iki nama­zın bir arada kılınmasıyla Resulullah'ın (s.a.a) öğle ve ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birlikte kıldıklarına dair hadisleri okudum. Hatta Sahih-i Müslim'de herhangi bir korku, yağmur ve sefer söz konusu olmaksızın hazer halinde (seferde olmaksızın) iki namazın bir arada kılınmasıyla ilgili müstakil bir babın olduğunu gördüm. Fakat her ne kadar kalbime onların ellerinde bulunan Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim hakkında belki de tahrif edil­miş olabilir diye bir şüphe geldiyse de şaşkınlığımı gizleyemedim. Ama mezkur kitaplara Tunus'ta da başvurmayı kararlaştırdım. Şehit Seyyit Muhammed Bakır es-Sadr, bu delillerden sonra, ne görüşte olduğumu sordu. Ben "Siz hak üzeresiniz; sizin sözünüz doğrudur, fakat ayrı bir soru sormak istiyorum" dedim.

O "Buyur" dedi.

Ben: "Bizim nezdimizde bir çok şahıs geceleyin seferden dön­dükten sonra öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını hep birlik­te kaza olarak kılıyorlar. Acaba bu caiz midir?" diye sordum.

O "Bu caiz değildir" dedi.

Ben dedim ki: "Bira önce Hz. Resulullah'ın hem namazları ayrı-ayrı olarak kıldığını ve hem de birlikte kıldığını söylediniz. Böylece Resulullah bizlere Allah'ın razı olduğu namaz vakitlerini bildirmek istemiştir."

O şöyle cevap verdi: "Öğle namazıyla ikindi namazlarının müş­terek bir vakitleri vardır; o ise öğleden başlayarak güneşin batışı­na kadar devam eder. Akşam namazıyla yatsı namazının da müş­terek vakitleri vardır; o ise güneşin batışından (biraz sonra) baş­layarak gecenin yansına kadar sürer. Sabah namazının ise ken­dine has bir vakti vardır; o da fecr-i sadıktan güneş doğuncaya kadardır. Bu vakitlerden dışarı çıkan kimse

"Namaz mu'minlere vakitli olarak farz kılınmıştır" ayetine mu­halefet etmiş olur. Örneğin sabah namazını fecr vaktinden önce veya güneş çıktıktan sonra kılamıyacağımız gibi, öğle ile ikindi namazlarım öğleden önce veya güneşin batışından sonra, akşam namazıyla yatsı namazını da güneş battıktan önce veya gece yan­sından sonra kılamayız."

Seyyit Muhammed Bakır es-Sadr'a teşekkür ettim. Her ne kadar ikna olmuştumsa da yine de ondan ayrıldıktan sonra Tunus'a dö­nüp konuyu tam derince araştırıp, hakikati görmeden söz konusu namazlarımı bir arada kılmadım. Şehit Muhammed Bakır es-Sadr ile benim aramda iki farizeyi bir arada kılmakla ilgili cere­yan eden kıssa bundan ibaretti. Bunu nakletmekten maksadım, Ehl-i Sünnet kardeşlerime gerçekten Enbiya'nın ilim ve ahlak va­risleri olan mütevazı alimlerin ahlaklarının nasıl olduğunu açık­lamanın yanı sıra kendi sahih kaynaklarımızda bulunmasına ve o kaynakların doğruluğuna inanmamıza rağmen bu kaynaklardan habersiz kaldığımız için diğerlerine itiraz ettiğimize dikkati çek­mektir.

Ahmed ibn-i Hanbel Müsned'inde İbn-i Abbas'tan naklettiği bir hadiste diyor ki: "Resulullah (s.a.a) Medine'de mukim olup misa­fir olmadığı halde sekiz rekatı ve yedi rekatı bir arada kıldı." (1)

İmam Malik de "El Muvatta" kitabında İbn-i Abbas'tan naklet­tiği bir rivayette şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) bir korku ve sefer olmaksızın öğle namazıyla ikindi namazını, akşam nama­zıyla yatsı namazını bir arada kıldı." (2)

Yine Müslim kendi Sahihinin "Seferi olmadan iki namazı bir­likte kılma" bölümünde İbn-i Abbas'tan naklettiği bir hadiste şöy­le yazıyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) bir korku ve sefer olmaksızın öğle ile ikindi namazını, akşam ile yatsı namazını bir arada kıl­dı." (3) Yine İbn-i Abbas'tan naklettiği ayrı bir rivayette şöyle di­yor: "Hz. Resulullah (s.a.a) Medine'de bir korku ve yağmur olma­dan öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birlikte kıldı." Ravi diyor: İbn-i Abbas'tan, onun niçin böyle yaptığım sorduğumda "Ümmetinin bir zorluğa düşmemesi için böyle yapmıştır" cevabını verdi." (4) Bu Nebevi Sünnet'in ashabın nezdinde yaygın olup amel edildiğini gösteren delillerden birisi de aynı bölümde naklet­tiği şu rivayettir: Ravi şöyle diyor: "Bir gün ikindiden sonra İbn-i Abbas bize konuşma yapmaya başladı. Ama güneş batıp, yıldızlar çıkmasına rağmen konuşmasına devam ediyordu. Halk "namaz, namaz" demeğe başlamıştı. Bu arada Beni Temim'den olan birisi de durmadan namaz, namaz diyordu. İbn-i Abbas ona hitab ede­rek "Ey biçare, bana sünneti mi öğretiyorsun?" dedi. Sonra da şunları ekledi: "Ben Hz. Resulullah'ın öğle ile ikinde ve akşam ile yatsı namazlarım birlikte kıldığını gördüm." Ayrı bir nakilde de İbn-i Abbas'ın o şahsa şunları dediğini kaydetmiştir: "Ey zavallı, bize namazı mı öğreteceksin? Oysa biz Hz. Resulullah'ın zama­nında iki namazı birlikte kılıyorduk." (5)

Buhari'nin akşam namazının vakti bölümünde naklettiği bir hadiste İbn-i Abbas şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) yedi rekatı (akşam ile yatsıyı) ve sekiz rekatı (öğle ile ikindiyi) birlik­te kıldılar," (6)

Yine Sahih-i Buhari'nin "İkindi Namazının Vakti" bölümünde

l-Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. l, s. 221.


2-İmam Malik'in "El-Muvatta" adlı kitabı, şerh'ul Havaik/ c., s. 161.
3-Sahih-i Müslim, c. 2, s. 151 "Seferi olmadan iki namazı birlikte kıl­ma" bölümü.

4-Sahih-iMüslim, c. 2, s. 152.


5-Sahih-i Müslim, c. 2, s. 153, "Seferi olmadan iki namazı birlikte kıl­ma" bölümü.

6- Sahih-i Buharı, c. l, b. 140 "Akşam namazının vakti" bölümü.

naklettiği bir hadiste Ebu Umame şöyle diyor: "Biz öğle namazını Ömer ibn-i Abd'ul Aziz ile kıldıktan sonra enes İbn-i Malik'in nez-dine geldiğimizde onun ikindi namazını kıldığım gördük. Ben "Amca bu kıldığın namaz ne namazı idi?" diye sordum. Ö "Bu ikindi namazı idi. Hz. Resulullah birlikte kıldığımızda böyle kı­lardı." dedi. (1)

Hadisler bu kadar açık olmasına rağmen bu konuda Şia'ya iti­raz edenlerin var olduğunu her zaman göreceksin. Ben kendi ya­şadığım bölgeden bir örnek vereceğim: "Tunus'un Kafsa şehrinde ki bir imam, namaz kılanların arasında bizleri kötülemek ama­cıyla cemaata hitaben şöyle konuşmuştu: "Şu getirdikleri yeni di­ni görmüyor musunuz? Onlar, öğle namazını kıldıktan hemen sonra kalkıp ikindi namazını kılıyorlar.

Bu yeni bir dindir; Hz. Muhammed'in dini değildir. Bunlar bu hareketleriyle "Namaz mu'minlere vakitli olarak tayin edilen bir farzdır" buyuran Kur'an-ı Kerim'e muhalefet etmektedirler." Evet bu konuyu bahane ederek gerçekleri gören bizlere ağzına geleni söylemiştir. Kültürlü ve bilinçli gençlerden birisi gelerek imamın söylediklerini bana nakletti. Ben ona Sahih-i Buhari'yle Sahih-i müslim'i verdim. Söz konusu namazları birlikte kılmanın sahih olduğunu ve Hz. Resulullah'ın sünnetine mutabık olduğunu imama bildirmesini istedim. Çünkü benim kendim onunla tartışmak istemiyordum; daha önce onunla tatlı dille bahsetmeğe çalıştım. Fakat o bana kötü laf ve iftiralarla karşılık vermişti. Evet arkadaşım onun arkasında namaz kılmasına devam ediyordu. Bir defasında namazdan sonra her zaman olduğu gibi, imam ders vermek için oturduğunda, ar­kadaşım iki farizeyi birlikte kılmak konusunu sordu, imam "Bu Şia'nın bid'atlarındandır" diye cevap verdi. Arkadaşım "Fakat bu Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de de yer almıştır." dedi. İmam "Bu doğru değildir" deyince, arkadaşım Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'i çıkararak imamdan iki namazı birlikte kılmak bölümü okumasını istedi.

Arkadaşım diyor ki: "İmam o bölümü okuduktan ve dersini dinleyenlerin huzurunda hakikati gördükten sonra kitapları ka­patıp bana verdi, sonra şöyle dedi: "Bu Hz. Resulullah'a mahsus­tur. Sen de Resulullah'ın derecesine erecek olursan birlikte kıla­bilirsin."

1- Sahih-i Buhari, c. l, s. 138, "İkindi namazının vakti" bölümü.

Arkadaşım diyor, ki, o günden beri onun mutaassıb ve cahil birisi olduğunu anladım." (1) Sonra arkadaşımdan geri dönüp ona İbn-i Abbas, Enes ibn-i Malik ve bir çok sahabenin de böyle kıl­dıklarını, o halde bunun sadece Resulullah'a (s.a.a) mahsus oldu­ğunun delilsiz bir iddia olduğunu dile getirmesini istedim. Ayrıca Resulullah (s.a.a) bize güzel bir örnek değil midir? Fakat arkada­şım vazgeçerek "Hatta Hz. Resulullah (s.a.a) in kendisi bile gelse belki yine de inanmaz." dedi.

Hamd olsun Allah'a ki, iki namazı birlikte kılmanın caiz oldu­ğu hakikatini bildikten sonra namazı terk

eden bir çok genç tek­rar namaz kılmaya başladılar. Çünkü daha önce namazları vak­tinde kılamıyor ve geceleyin hepsini birlikte kılıyordu. Bu ise on­ların kalbini karartıyordu. Böylece de iki farzı birlikte kılmanın hikmetini daha iyi anladılar. Çünkü bu hüküm sayesinde memur, öğrenci ve bütün halk tabakaları namazlarını kendi vaktinde kı­labilirler.

İran'da Bankalar

İran'da bankaların tümü devlet sektörüne aittir.

İran'da özel bankacılık diye bir olay yoktur. Devlet halkın ban­kalara yatırdığı paralara kar payı vermektedir. Bu kâr ödeme pa­yı her yıl değişmekte ve kâra oranla artış veya eksilme kaydet­mektedir. Bankalar tamamıyla faiz sisteminden arındırılmıştır. Bankalar mevduat sahiplerine kar payı verince de bu pay oranını faiz olmadığı için kesin bir şekilde belirlememektedir. %13 veya 14 civarında bir kar payı belirlemekte ama yıl sonu muhasebeden sonra bu vadedilen kâr payı artış veya eksilme kaydedebilmekte­dir. Ayrıca bankalar halka verdiği kredilerden de çok düşük bir miktar hizmet karşılığı fazlalık almaktadır ki bu da kapitalist sistemlerin vazgeçilmez bir unsuru olan faizden çok farklı ve ayrı bir olaydır. Kısacası bugün İran bankacılığında faizcilik tümüyle kaldırılmış durumda.

Ayrıca bazı bankalar halka "karz'ül-hasene" adı altında faizsiz borç para vermektedir. Bu sistem de zaten İslam'ın getirdiği sos-

1- Nakledildiğine göre, iki şahıs av yapmak için gitmişler uzaktan bir karartı gördüklerinde biri "O kargadır" demiş, ötekisi ise bunu kabul etmeyerek onun keçi olduğuna ısrarla söylemiş. Bunlardan her birisi kendi görüşünde ısrar etmiş. O karartıya yaklaşınca onun bir karga olduğunu ve korkusundan kalkıp uçuverdiğini görünce karga olduğu­nu söyleyen "Ben sana onun karga olduğunu söylemedim mi? Şimdi inandın mı?" deyince, arkadaşı yine de kendi görüşünde ısrar ederek "Sübhanallar, keçi de uçuyormuş" diye cevap vermiş!

yal bir yardımlaşma ilkesidir. İslam insanlara faizcilik yerine fa­izsiz borç sistemini önermektedir. Bugün İranlı müslümanlar kendilerine lazım olan parayı bankalardan ve "Karz'ül Hasene" merkezlerinden kolayca temin etmektedir. Ayrıca İslam'da kar-emek ortaklığına dayanan müdarabe sistemiyle çalışan bir çok şirketler vardır.

Bu şirketler halktan topladıkları paralarla ülke genelinde bir takım iktisadi teşebüs ve yatırımlarda bulunmakta ve elde ettiği kâh da sermaye sahipleriyle paylaşmaktadır. Elbette halk bu şir­ketlere fazla güvenmemektedir. Zira bu şirketler devletin temina­tı altında değildir. Devlet bu şirketlere teminat vermemektedir. Bu yüzden halk kâr payı az da olsa mevduatlarını bankalara ya­tırmaktadır. Ayrıca Rafsancani hükümeti zamanında bir takım kamu kuruluşlarının hisse senetleri halka satışa sunuldu. Halk bu hisse senetlerine büyük bir ilgi gösterdi. İran'da şehirler ve uluslar arası taşımacılık ve seyahat hizmetleri de kooperatiflerce yürütülmektedir. Bu yüzden İran'da seyahat giderleri oldukça ucuzdur. Devlet halkın kolayca seyahat etmesini sağlamak için her türlü yardım ve imkanlarını kullanmaktadır.

İran'da su, elektrik doğalgaz vb. temel ihtiyaçlar, devlet, eliyle temin edilmektedir. Devlet bu hizmetler karşılığında halktan ol­dukça düşük bir miktarda para almaktadır. Öyle ki İran'da bir yıl boyunca ödenen elektrik parasını Türkiye'deki vatandaş bir ayda ödüyor. Su, doğalgaz vb. şeyler de aynı şekilde oldukça ucuza mal olmaktadır. İran'da Tahran gibi metropollerde dahi su sorunu yoktur. Halk çeşmelerinden menba suyu gibi tertemiz ve berrak bir su içmektedir.

Velhasıl İran'da devlet halkına her şeyden önce bir insan ola­rak yaşayabilmesi için gerekli tüm imkanları sağlamaya çalış­maktadır.


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin