Hasan Salihabad'ın Kıyamı
Bu hareketin rehberi olan genç alim Hasan Salihabad sonunda bizzat silahlı bir kıyama başvurdu. Salihabad Kazvin Fethine katılmışsa da bazı mücahidlerin davranışlarından rahatsız olduğu için vatanı olan Reşt'e geri döndü. Ama çok geçmeden Tahran'a sürgün edildi. Daha çok Mirza küçük Han diye tanınan Salihabad Tahran'da bir çok tecrübeler elde etti. Tahran devletinin yabancıların elinde bir oyuncak haline geldiğini yakından görme imkanını elde etti. Vatanına dönünce de "İslam İttihadı" adında bir komite oluşturdu. İttihad-ı İslam teşkilatının İstanbul ve Tahran'da bir çok ünlü üyesi vardı. Hatta Müderris gibi büyük bir şahsiyet de Tahran'daki üyeleri arasındaydı.
Rus Kazak askerleri İngiliz güçleri ve istibdad devletinin askerleri üç taraftan Mirza küçük Han'a karşı savaştı. Ama bu üç güç karşısında başarılı bir savaş örneği veren Mirza kısa sürede bir çok üstünlükler elde etti ve düşman askerlerine acı kayıplar verdirdi. Sonunda düşman Mirza Küçük Han'la görüşme talebinde bulundu. Hatta İngilizler Rusya'ya askeri güç göndermek için Mirza'nın şartlarını kabul ederek Gilan'dan geçiş izni aldılar. Bu şartlardan biri de İran'ın iç işlerine karışmamak idi.
Ama bir yandan İngiliz uçakları bir yandan kızıl ordu ve bir yandan da Rıza Han'ın askerleri bu İslami hareketi ortadan kaldırmaya çalıştı. Sonunda bu hareket üyelerinden bir çoğu şehit edildi ve hareket etkisiz hale getirildi.
Mirza Küçük Han Gilan'da kıyam ederken Şeyh Muhammed Hıyabani de Tebriz'de kıyam etmişti. mücahit alim Hıyabani İngilizlerle anlaşma yapan Vusuku'd-Devle'nin hükümetine karşı cihad bayrağını açtı. Ama ne yazık ki Hıyabani esrarengiz bir şekilde terör edildi. Bu arada Alman elçisi Tebriz'de mücahidler tarafından öldürüldü.
Tengistanlılar Kıyamı
Buşehr limanı H. 1273 yılında İngiliz askerleri tarafından işgal edildi. Halk ilkel silahlarla bu işgalcilere karşı koyarak onlara ağır kayıplar verdirdiler. Bu hareketin öncülerinden biri Şeyh Hüseyin adlı bir alim idi. Ama ne yazık ki bu mücahit alim düşmanla yaptığı bir savaşta şehit oldu. Şeyh Hüseyin bir avuç fedakar Müslümanlar düşman ordusuna korkulu günler yaşattı.
Bu arada H. Ş. 1302 yılında beşinci dönem meclisin açılısı yapıldı. Bu dönem mecliste yer alan bir çok milletvekili Rıza Han'ın kudreti karşısında kendilerini kaybetmişlerdi. Rıza Han, Ahmed Şah'ı azlederek tüm gücü eline geçirdi. Merhum Müderris de Rıza Han'ın ihtilalinin evvelinde yakalanarak hapse atıldı. Kurşunla-zehirle öldürülemeyen bu özgürlük abidesi mücahit alim, H. Ş. 1316 yılında boğazı iple sıkılarak şehit edildi.
Bu arada Rıza Han tam bir diktatörlük örneği sergileyerek halkın emlak ve gayri menkul mallarına el koydu. Alimlere karşı büyük bir baskı yöntemi geliştirdi. Kadınların tesettürüne erkeklerin takke ve külahına müdahale edildi. Hatta Rıza Han aşiret halkının keçi kılından ördüğü siyah çadırlarını bile yasaklayarak beyaz çadırlar kullanmasını zorunlu kıldı. Bir çok fabrika.'ara el konuldu ve bunlar Rıza Han'ın şahsi malı haline getirildi. Iranın petrolünü de babasının malıymış gibi İngilizlere hibe eden Rıza Han bu hususta en küçük bir itirazda bulunanlara da göz açtırmadı. H. Ş. 1312 yılından itibaren hiç kimse petrol lafını etmeye cüret edemedi. Rıza Han döneminde Almanlar da İran'da büyük imtiyazlar elde ettiler.
İkinci Dünya savaşında İran'da bir çok siyasi, toplumsal ve ekonomik değişiklikler vücudâ geldi. İran bu savaşta tarafsız olduğunu ilan etmesine rağmen topraklan müttefik güçler tarafından işgal edildi. Rıza Han'ın onaltı yıllık diktatörlüğü karşısındaki sükut ve sessizlik de sonunda bozuldu ve halk sesini yükseltmeye başladı.
Bu hareket meclise de yansıdı. Sonunda Rıza Han istifa ederek yerine oğlu Muhammed Rıza'yı saltanata geçirdi. Bu dönemde de İngiltere ve Rusya'nın İran devleti üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. İran devleti İngilizlerin baskısıyla Ayetullah Kaşani'yi tutuklayarak milletvekilliğinden azletti. Bu dönemde devlet İngiltere ve Amerika'ya petrol hususunda bir takım imtiyazlar vermek istediyse de Rusya'nın ve Tudeh partisinin muhalefetiyle karşılaştı. Dr. Musaddık ise İngiltere ve Amerika'ya bu hususta bir takım yeni imtiyazlar verilmesine karşı çıkıyordu. Dr. Musaddık Rusya'nın yardımıyla petrol çalışmalarını İran devletinin yürütmesini savunduğu için Rusya ve Tudeh partisince de destek gördü. Ayetullah Kaşani'nin halk üzerinde büyük bir etkinliği vardı. Bunu bilen Tudeh partisi de dine karşı olmadığını iddia ederek alimlerin de desteğini istedi. Özellikle Ayetullah Kaşani'nin muhalefeti neticesinde İngiliz ve Amerika işgalcileri H. Ş. 1324 yılında İran'dan çıkmak zorunda kaldı. İngiltere ve Amerika'nın boşalttığı yerlere Tudeh partisi ve komünist milletvekillerinin de desteğiyle Rusya birlikleri yerleşti. Ama BM teşkilatının baskısı üzerine H. Ş. 1325 yılında Rusya da İran'daki birliklerini geri çekti. Dr. Musaddık H. Ş. 1328 yılında 16. dönem meclis seçimine itiraz etti. Tekrarlanan seçimler sonucu H. Ş. 1329 yılında Milli cephe Milli şura meclisinde çoğunluğu elde etti. Ayetullah Kaşani de böylece sürgünden geri döndü. Tahran halkı tarafından milletvekili seçildi. Ayetullah Kaşani'nin daveti üzere H. Ş. 1329 yılında büyük bir miting düzenlenerek petrolün millileştirilmesi istendi. Bu karara karşı olan başbakan Rezmara İslam fedaileri tarafından öldürüldü. Bu durumdan korkuya kapılan milletvekilleri hemen ertesi gün petrolün millileştirilmesini oybirliği ile kabul etti. Aslında bu olay da alimlerin bir zaferiydi. Nitekim başbakan lezmara'nın yerine geçen Hüseyin Ala da İslam fedaileri tarafından öldürüldü. Böylece sömürgeci uşaklığı yapan hükümetlerin önüne geçildi ve milli bir hükümetin kurulması imkanı doğdu, dolayısıyla Dr. Musaddık bu fırsattan istifade ederek başbakanlık koltuğuna oturdu. Dr. Musaddık İngilizlerin baskısı karşısında Amerikan sömürgeciliğinin kucağına düşmekle en büyük hatayı yaptı. Böylece Ayetullah Kaşani rehberliğindeki İslami cephe Musaddık'ı desteklemekten vazgeçti.
Ayetullah Kaşani İngiltere ve Amerika'nın baskılan karşısında bir yandan Dr, Musaddık'ın hükümetini desteklerken bir yandan da Amerika'ya güler yüz gösteren Dr. Musaddık'ı şiddetle kınıyordu. Sonunda Dr. Musaddık dayanamayarak istifa etti. Bu arada laik düşüncelere sahip olan Kıvamus saltanat ortaya çıkarak Ayetullah Kaşani'ye karşı savaş açtı. Ayetullah Kaşani hükümet güçlerince tutuklanınca Iran halkı H. Ş. 1331 yılında hep birden kıyam etti. Ayetullah Kaşani Dr. Musaddık'ın istifasına karşı çıktı. Tahran pazarı da Ayetullah Kaşani'nin yanında muhalefete kalkışarak her yeri tatil etti. Sonunda büyük bir alimin önderliğinde gerçekleşen halk kıyamı karşısında, laik rejim dayanamadı ve kıvamus-saltanat istifa etmek zorunda kaldı. Böylece Dr. Musaddık yeniden başbakanlık koltuğuna geri geldi. Merhum Kaşani de meclis başkanlığına seçildi. Dolayısıyla dini ve milli bir birlik kuruldu. İran devleti ilk iş olarak İngiltere ile olan siyasi ilişkilerini kesti. Bu arada tahtını tehlikede gören Şah, Dr. Musaddık'ın yaptığı referandumun kanunsuz olduğunu iddia ederek onu başbakanlıktan azletti. Yerine Zahidi'yi başbakanlığa tayin ederek ülkeden ayrıldı. D. Musaddık da ülkenin kanuni başbakanı olduğunu ilan etti. Halk da bu arada İran'ın dört bir yanında yürüyüşler yaparak yurtdışında olan Şah'ın heykellerini kırmaya başladı. Ayetullah Kaşani Dr. Musaddık'a ülkede bir ihtilalin olacağını haber verdi. Ama Dr. Musaddık bunu önemsemedi ve İran halkının kendisinin yanında olduğunu ifade etti. Halbuki son zamanlarda izlediği sekeler ve laik siyasetleri yüzünden Ayetullah Kaşani ve onun şahsında İran halkının desteğini de kaybetmişti. Artık Dr. Musaddık yapayalnız kalmıştı. Sonunda M. 1964 yılında Zahidi ülkede bir ihtilal gerçekleştirerek Dr. Musaddık hükümetini yıktı. Böylece İran halkı milli düşünceli laik zihniyetli kimseler yüzünden yeniden Amerika sömürgeciliğinin hakimiyeti altına girdi.
Şah'ın gerçekleştirdiği ihtilal neticesinde milli cephe dağıldı. Amerika İran'daki nüfuzunu arttırmaya çalıştı. Bütün bu gelişmelere itiraz mahiyetinde Tahran üniversite öğrencilerinin düzenlediği mitingde üç öğrenci şehit edildi. Amerika'nın baskısı ve sömürgeci siyasetleri sebebiyle İran petrolünün tüm imtiyazları uluslararası Konsorsiyuma verildi. Amerikan şirketleri bu konsorsiyum paylarının %40'ını kendilerine aldılar. Daha sonra İran 1969 yılında Cento anlaşmasını imzaladı. Şah tüm gücüyle İslami hareketi ezmeye girişti. İslam fedaileri hareketinin rehberini idam ettirerek örgütü çökertti. O zamanlarda Irak'ta da saltanat rejimi çökmüş Türkiye'de ise 1969 ihtilali gerçekleşmişti. Amerika bütün bu olaylar karşısında Komünizm tehdidini lanse ederek İran'la bir takım siyasi-ekonomik anlaşmalar imzaladı ve İran artık Amerika'nın bir üssü haline gelmişti. Kısa bir süre zarfında İran'a yabana sermaye akını başladı. Yabancı şirketler mantar gibi yerden bitmeye başladı. 220 Amerikan, 285 İngiliz, 151 Alman, 160 Fransa 53 Japonya ve 40 İsveç şirketi İran'da faaliyet göstermeye başladı. Daha sonra da devletin verdiği güvenceyle yabana bankalar akını başladı. Amerika İran'ı komünizm tehlikesiyle korkutuyordu. Şah da böylece Amerika'dan aldığı destek ve yardımlarla halk kıyamlarını kanlı bir şekilde bastırıyordu. Bu arada da "Savak" adında gizli bir haber alma teşkilatı kuruldu. Savak'ın başkanı Şah tarafından atanıyordu. Amerika Komünizm diye adlandırdığı Müslüman halk hareketinin bir tehlike oluşturduğunu görünce Şah'ı toprak reformuna zorladı. Amerika bu toprak reformu için Dr. Emini'yi tayin etti.
Dr. Emini Amerikancı bir inkılabı gerçekleştirmek için sahneye çıktı ve seçimler ile partilerin serbestliğini ilan etti. Böylece İran 1970 yıllarına kadar sömürgeci uşakların ve istibdadın elin-de kaldı.
Amerika 33 milyon dolarlık bir borç yardımında da bulunarak Dr. Emini'ye yapacağı reformlarda destek oldu. Bu arada medya Dr. Emini'nin yaptığı reformları göklere çıkardı, öve öve bitiremedi. Böylece Pehlevi hanedanı 1969 yılına kadar yeniden saltanat tahtına oturdu. Buna karşılık İran'ın çeşitli yerlerinde bir takım kıyamlar hareketler vücuda geldi ki bunlardan biri de Ayetullah Kaşani'nin hareketiydi.
Ayetullah Kasam Irak'taki 1920 İslam inkılabı ile birlikte hareket ve siyaset dünyasına atılmıştı. Babası Seyyid Mustafa İngilizlerce şehit, kendisi de idama mahkum edilmişti. Ayetullah Kaşani 1941 yılında İran siyasi sahnesine çıkmış Irak'taki tecrübeleriyle Îslami hareketin rehberliğine seçilmişti. Ayetullah Kaşani Dr. Musaddık'ı şahsen sevmediği halde sadece din ve millet maslahatı için başbakanlığa getirebilmiş birisiydi. Laik ve pragmatist siyasetçiler daima Ayetullah Kaşani'yi yanına almak ve onun büyük gücünden istifade etmek istemiştir. Ayetullah Kaşani inandığı dava için sürgün edilmiş, hapislerde yatmış ve işkencelere maruz kalmıştı.
1950 yılında başbakan Hüseyin Ala'ya İslam fedaileri başarısız bir saldırıda bulununca Ayetullah Kaşani de tutuklandı.
Hapisten salıverildikten sonra da inzivaya çekildi ve sonunda 1959 yılında kendi mütevazı evinde vefat etti. (İnklâbhi İslami s. 350-417)
İslam Fedaileri Teşkilatı
Seyyid Mücteba Nevvab Safevi üç yılı aşkın bir süre Necef te ilim tahsil ettikten sonra 1945 yılında Tahran'a döndü. Nevvab Safevi İran'da İslami bir hayat kurmaya çalışınca bir takım kudretlerin bu oluşuma engel teşkil ettiğini gördü ve dolayısıyla da bu hedefini gerçekleştirmek için hakim sınıfa karşı silahlı bir mücadele başlattı.
Nevvab Safevi toplumda ilk olarak Ahmed Kesrevi adlı sapığı temizlemeye kalkıştı. Ama başarısız bir suikast neticesinde yakalanarak habise atıldı. Sonra kamuoyunun baskıları neticesinde serbest bırakıldı. Nevvab zindandan çıkar çıkmaz İslam Fedaileri adında bir örgüt kurdu.
İslam Fedaileri sonunda aynı yıl Kesrevi'yi soruşturma odasında öldürdüler. Kesrevi sapık inançları olan birisiydi. Nevvab sonunda gizlice Necef e gitti ve oradan hareketi idare etmeye başladı. Nevveb Safevi İran'da petrolün millileştirilmesi ve Dr. Musaddak’ın başbakanlığa getirilmesinde de büyük bir rol oynadı. Ayetullah Kaşani mecliste mücadele verirken, İslam Fedaileri de bu kanunları çiğneyenlere karşı amansız bir savaş başlatmıştı. İslam Fedaileri milli sloganlar yerine İslami sloganları tercih ediyor ve toplumda kayıtsız-şartsız bir İslam devletinin oluşturulmasını savunuyordu! Ayetullah Kaşani ise İslam fedailerinin bu ilkelerini o günün şartlan içinde biraz sert buluyor ve yumuşak bir politika izlenilmesini istiyordu.
Nevvab Safevi 1948 yılında Filistinliler hakkında ateşli bir konuşma yapmış bu konuşma üzere beşbinden fazla genç gönüllü olarak Filistin'e gitmişlerdi.
İslam Fedaileri İngiltere ve Amerika'nın uşaklığını yapan başbakan Rezmara'yı da kahramanca öldürerek İslam düşmanlarına büyük bir gözdağı vermişti. 1951 yılında Nevvab Safevi aniden yapılan bir operasyonda yakalandı ve iki yılı aşkın bir süre hapiste yattı. Dr. Musaddık zamanında hapisten çıktıysa da hiçbir zaman milli cepheye ve Musaddık'ın devletine güvenmedi. Şah da 1954 yılında ihtilal yapmıştı. Artık dini çevrelerle bir barış içine girmenin yollarını arıyordu. Ama İslam Fedaileri şah ve hükümetin meşru olmadığını ilan ederek, devletle uzlaşmalarının mümkün olmadığını bildirdiler. Şah bu yumuşama politikası neticesinde İslam Fedaileri'nin çalışmalarını serbest bıraktı. Böylece Nevveb Safevi Ürdün'deki İslam Konferansı Teşkilatına katılmış, Mısır'a gezi yapmıştı. Mısır'da Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın rehberi Hasan El-Benna ile yakından tanışma imkanı bulmuştu. Şah Nevvab Safevi'ye gezi sonrası siyasi işlerle ilgilenmediği taktirde bir takım önemli makamları vereceğini söyledi. Nevvab Safevi'nin buna cevabı oldukça sert oldu. Şahı "köpek yavrusu" diye tavsif eden Nevvab ayrıca da Şah'ı ölümle tehdit etti. Nevvab bir ara Milli Şura Meclisine nüfuz etmeyi denedi. Ama başarılı olamadığı gibi onun bu hareketi İslam Fedailerinin de bölünmesine sebep oldu. İslam Fedaileri Bağdad'a cento anlaşmasını imzalamaya giden başbakan Hüseyin Ala'ya karşı başarısız bir suikast düzenledi. Bu suikast neticesinde İslam Fedaileri'nin (içinde Nevvab Safevi de olmak üzere) bir çok önde gelen şahsiyetleri tutuklanarak idam edildiler. (İnkılab-ı İslam s. 417-427)
İmam Humeyni (r.a) de Nevvab Safevi'yi defalarca övmüş "Hareketimiz Nevvab Safevi'nin hareketinin bir devamıdır" diye buyurmuştu. Nevvab Safevi'nin kurduğu İslam Fedaileri Örgütünün en belirgin özelliği izzetli ve onurlu bir şekilde İslam devletini kurma yolunda mücadele etmeleri ve bu yolda kendilerine engel olmak isteyen her türlü harekete karşı kahramanca direnmesiydi. Nevvab Safevi bütün İslam düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmişti. O İslam'ın yılmaz bir mücahidi ve örnek bir rehberiydi.
Nehzet-i Azadi
Milli cephe içerisinde bir takım üniversiteli gençler Dr. Musaddık'ın siyasi fikirleri doğrultusunda "Nehzet-i Azadi" adında siyasi bir hareket vücuda getirdiler. Nehzet-i Azadi meşrutiyet anayasasını ve Dr. Musaddık'ın yolunu savunuyordu. Nehzet-i Azadi taraftarları Musaddıkçı milliyetçi ve muhafazakar kimseler olarak tanınıyordu. Nehzet-i Azadi 1961 yılında resmen kuruluşunu ilan etti. Nehzet-i Azadi'nin önde gelenlerinden biri olan Mühendis Bazurgan 1977 yılında Şah'ı televizyonda bir açık oturuma davet etti. Ayetullah Talagani de Nehzet-i Azadi bünyesinde bir takım faaliyetlerde bulunmuşsa da Nehzet-i Azadi içinde hapsolmamış fırsat ve imkanların elverdiği her yerde İslami çalışmalarını aksatmaksızın yürütmüştür. İmam Humeyni (ra) inkılab sonrasında. Mühendis Bazurganı geçici bir devlet kurmakla görevlendirmiş, ama bu görevi esnasında hizbi eğilimlerini bir kenara bırakmasını istemişti. Zira İmam Nehzet-i Azadi'nin fikri ve siyasi eğilimlerinin İslam inkılabı bünyesine nüfuz etmesini istemiyordu. Nitekim Paris'teyken de Ayetullah Talegani'ye bundan böyle alimlerin hareketiyle daha fazla bir diyalog içine girmesini söyleyerek Nehzet-i Azadi'den az da olsa uzaklaşmasını istedi. Ama Mühendis Bazurgan ve yakın dostları gün geçtikçe İmam'ın hedeflerinden uzaklaşıyor Nehzet-i Azadı nin eğilimlerini hakim kılmaya çalışıyorlardı.
Bu arada Amerika, Nehzet-i Azadi rehberlerinin özel eğilimlerinden faydalanmak ve yeni bir devlet için inkılab dahilinde bir takım sapık düşünceler icad etmek istiyordu. Bu bağlamda Nehzet-i Azadi ile karanlık ve gizli ilişkiler içine giren Amerika bu yolla inkılabın içine nüfuz etmeyi planlıyordu. Bu ilişkilerin ortaya çıkması neticesinde Mühendis Bazurgan hükümeti düştü. Tahmili savaşın başlamasıyla da savaş halinde olan İslam inkılabının karşısında yer alarak gerçek mahiyetini ortaya koydular. Aslında Nehzet-i Azadi'nin bu durumu milliyetçi hareketlerin kaçınılmaz bir sonucudur. Zira milli değerleri ilahi değerlerden dahi üstün gören bir hareket, Milli değerlerin tehlikeye düştüğünü görünce İslam düşmanlarıyla tabiatı gereği aynı çizgiye gelecek ve ilahi değerleri her şeyden üstün gören hareketi ortadan kaldırmanın yollarını araştıracaktır. Bu yolda her türlü zillete de boyun eğmekten çekinmeyecektir. Nehzet-i Azadi işte bütün bu hakikatlerin en açık örneği ve milliyetçi hareketlerin mahiyetinin en iyi göstergesidir.
İmam Humeyni'nin Kıyamı
İran'ın büyük alimi Ayetullah Burucerdi 1961 yılında vefat etti. 1962 yılında ise Şia dünyasının bir başka büyük alimi Ayetullah Kaşani dünyaya veda etti. Bu alimlerin cenaze teşyi merasimine yüz binlerce insan katıldı. Ayetullah Burucerdi dünyaca ünlü bir alimdi. İran'da ve ülke dışında yüz binlerce taraftan vardı. Ayetullah Burucerdi, Seyyid Eb'ul-Hasan-ı Isfahanı’nın vefatından sonra taklit mercii olmuştu. Ayetullah Burucerdi ilmi açıdan çok büyük bir alim olmasına rağmen rejimin işlerine karışmama siyasetini benimsiyordu. Hiç bir şekilde rejimle karşı karşıya gelmeye hazır değildi. Ayetullah Burucerdi toplumdaki İslami olmayan şartları ve halkın içinde bulunduğu içler acısı durumu biliyordu. Ama Şah'ın çok güçlü olduğunu ve bu durumda hiç bir olumlu adımın atılamayacağını sanıyordu. Ayetullah Burucerdi aslında rejimin çalışmalarından memnun değildi. Ama O Şah gittiği taktirde daha kötü bir rejimin yani din düşmanı komünist bir devletin iş başına geleceğinden endişe ediyordu.
Dolayısıyla da yaptığı eleştirileri de gizlice yapıyor, rejimle açık bir mücadele içine girmekten çekiniyordu.
Ama Ayetullah Kaşani böyle değildi. O din ile siyasetin ayrılmaz bir bütün olduğuna inanıyordu. Genç yaşlarda Irak'ta diğer alimlerle birlikte İngilizlere karşı gerilla savaşlarına katıldı. Bu yüzden gıyaben ölüm cezasına çarptırılmıştı. İran'a geri dönünce de Rıza Han'ın diktatörlüğü zamanında evini bir medrese haline getirdi. Ayetullah Kaşani uzlaşma kabul etmeyen bir liderdi. Ayetullah Kaşani bir çok defa Ayetullah Burucerdi'yi siyaset sahnesine çekmek istediyse de başarılı olamadı. Ayetullah Kaşani 1941'den 1962 yılına kadar yabancı güçlerin uşaklığını yapan bütün yerli hükümetlere karşı çıkmış ve hapis ve sürgünlere rağmen, petrolün millileştirilmesi esnasında hükümete destek vermişti.
Rejim Ayetullah Burucerdi'den bir zarar görmemiş olmasına rağmen onun vefatından memnun idi. Zira rejim ne de olsa karşısında milyonlarca taraftan olan büyük bir alimin varlığını istemiyordu. Ardından Ayetullah Kaşani'nin de vefat etmesi rejime rahat bir nefes aldırttı. Bu yüzden 1962 yılında daha önceden almaya cesaret edemediği bir takım kararlar almaya başladı. Bu sırada 1962 yılında hem rehber ve hem de merci-i taklit olan Ayetullah İmam Humeyni (ra) siyaset sahnesine ayak bastı. Ayetullah Burucerdi bir merci-î taklit idi. Ama rehber ve imam değildi. Öte yandan Ayetullah Kaşani de imam ve rehber olmasına rağmen ne yazık ki merci-i taklit değildi. Dolayısıyla ortaya bir boşluk çıkıyordu. Ama İmam Humeyni bu boşluğu hemen doldurdu. O hem bir imam ve hem de bir merci-i taklit (müctehid) idi. İmam aslında ilk defa "Keşf ul Esrar" kitabını yazmakla siyaset sahnesine atılmıştı. İmam bu kitabında İslam inkılabı için silahlı bir mücadeleyi destekler ve müslümanları bu direnişe davet eder. Ayetullah Kaşani bile İmam için "İran halkına benden sonra faydalı olacağını düşündüğüm tek kişi Humeyni hazretleridir." demişti.
Bu arada Şah Batı'ya açılmak istiyordu. Alimlerin elinden kurtulmanın yegane yolu bu olsaydı gerek Parlamentonun olmadığı bir zamanda, Amerikan desteği ile başbakan olan Emini pek çok vaatlerle toplumdaki krizi bir ölçüde yatıştırabilmek için bir takım planları uygulamaya başladı. Emine ilk olarak toprak reformuna başvurdu. Bu arada otoritesi günden güne zayıflamış olan Şah ise kendisine itaat etmeyen Emini'yi görevden uzaklaştırıp reform hareketini bizzat yürütmek istiyordu. Şah ile Emini arasındaki bu çekişme Emini'nin bir yıldan fazla süren başbakanlığı boyunca devam etti. Bu arada Timur Bahtiyar'ın başbakanlık için hazırlandığı sırada önemli bir olay meydana geldi.
21 Ocak 1962'de Tahran üniversitesi bir takım öğrenci olayları yüzünden kapatıldı. Emini Amerika'dan daha fazla yardım almayı başaramayınca aniden istifa etmek zorunda kaldı. Emini'nin istifası Şah'a yönetimin dizginlerini ele geçirme fırsatını verdi. Başbakanlığa yıllardır sarayında bulunan ve kendisini Şah’ın sadık uşağı olarak tanıtan birini getirdi. Bu Şah’ın kölesi olmakla şeref duyan Esedullah Alem 'den başkası değildi.
Alem, bir yandan Emini'nin toprak reformlarını sürdürürken bir yandan da başını kaldıran her türlü muhalif gücü yok etmeye çalışarak ülkede mutlak bir diktatörlük havası estirmeye başladı. Emini din alimlerine yakınlaşma politikasını izlemişti; ama Alem hükümeti yabancıların elinde bir piyon olduğundan din alimlerine karşı büyük bir düşmanlık siyasetini sürdürdü. Alem hükümeti, 1961'de Ayetullah Kaşani ve hemen ardından da Ayetullâh Burucerdi'nin vefatı üzerine doğan boşluktan istifade edeceğini düşünüyordu. Dolayısıyla 8 Ekim 1962 yılında eyalet ve bölge komiteleriyle ilgili yasayı çıkardı. Aslında hükümet bu yasa ile din alimlerinin muhalefet gücünü denemek istiyordu. Bu yasaya göre Kur'an'a el basılarak yapılan yemin ve seçimler hususunda Müslüman olma şartlan kaldırılmıştı. Alimler bu yasaya karşı çıktı. İmam Humeyni bu kıyamın başında yer alıyordu.
1961 yılının başlarında 20. parlamentonun Emini tarafından feshedilmesinin ardından hükümetin ihtiyaç duyduğu yasalar kanun hükmünde kararnameler şeklinde çıkarılıyordu.
8 Ekim 1962 yılında basın yeni hükümetin eyalet ve bölge danışma kurulları için yeni tasarıyı onayladığını ilan etti. Kabul edilen tasanda aday ve seçmenlerin Müslüman olma şartı ortadan kaldırmıştı. Kur'an'a yemin yerine de "ilahi kitap" ibaresi yer almıştı. Kadınlara ise oy verme hakkı veriliyordu. Rejim Kur'an'a yemin şartlarını ortadan kaldırmakla Kur'an ve İslam'a inanmayan ve ülkenin mukadderatını elinde bulunduran Zerdüşt, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi dini azınlıklar ile diğer etkin gruplara da varlıklarını açıkça ilan etme fırsatım tanıyordu. Kadınlara verilen hürriyetten maksatları da İslam'ı ve eski anayasayı eleştirmekti. Halbuki İslam kadının seçme ve seçilme hakkına karşı değildir. Nitekim şu anda da İran İslam Cumhuriyeti'nde kadının seçme ve seçilme hakkı vardır. Hatta Dr. Ahmed Beheşti Müslüman kadının cumhurbaşkanlığına da aday olabileceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla rejimin kadınlara verdiği bu hürriyet kadınların doğal hakkıydı. Ama rejimin niyeti kötüydü. Adeta İslam'ın bu haklara karşı olduğu imajını veriyor ve arkasına kadınları da alarak İslam'a ve Müslümanlara saldırıyordu.
Bunun üzerine İmam Humeyni önderliğinde alimler 8 Ekim 1962 tarihinde Ayetullah Hairi'nin evinde toplandı. Bu toplantıda İmam Şah'ın entrikalarını anlattı. Sonunda Şah'a ilk önce kararnamenin iptali için yetkisini kullanmaya çağıran bir telgraf gönderilmesine karar verildi. Ama Şah'ın bu telgrafa verdiği cevabı hem inandırıcı ve ikna edici olmaktan uzaktı, hem de meseleyi hükümete havale ediyordu. Bunun üzerine alimler 20 Ekim 1962’de bizzat Alem'e telgraf çektiler. Alem de bir buçuk aylık bir gecikmenin ardından Rum'daki üç alime cevabı mahiyetinde bir telgraf çekti. Alem bu alimleri İmam Humeyni'den ayrı tutmak için bu sinsice plana başvurmuştu. Ama bu komployu sezen halk daha büyük bir aşkla rehberleri olan İmam Humeyni'ye sarıldı. Alimler Alem'in bu cevabını da yeterli bulmamıştı. Bu arada İmam Amerika ve İsrail'i de sert bir dille eleştirmeye başladı.
Sonunda hükümet kararnamenin iptal edildiğini telgraf ve mektuplarla ilan etmek zorunda kaldı.
Bu yenilgisinin intikamını almak isteyen Şah ve Alem hükümdarı bu defa Şah'ın "Ak devrim" doktrinini ileri sürdüler. Aslında Amerikan hükümeti ile onun Şah, Alem ve Emini gibi uşaklarının İran halkıyla ve halkın refah ve saadetiyle hiç bir ilgisi yoktu. Buna rağmen rejim halkı aldatmak ve güzel görünmek için bir takım yenilikler yapmak zorundaydı. Bunu başarmanın yolu ise yüzeysel bir takım reformlar ile boş laftan ibaret yanıltıcı propagandalardan geçiyordu, Amerika bölgede kendi hakimiyetini sağlama yolunu arıyordu. Bu yolda en önemli engel olarak işçi ve çiftçileri gören Amerika toprak reformları ve işçilere verilecek bir takım haklar sayesinde bu engeli de aşmayı düşünüyordu. Böylece feodal sistemin kaldırılmasını teklif ettiler. Şah 9 Ocak 1962 yılında kendisine verilen görevi yerine getirmek maksadıyla Ak Devrim doktrinini şöyle açıkladı:
l- Feodal sistem kaldırılacak ve toprak reformu yapılacak.
2-Ormanlar millileştirilecek.
-
Fabrika hisseleri satışa çıkarılacak ve özelleştirilmeye gidilecek.
-
İşçiler üretimden ve sanayi fabrikalarından elde edilen gelirden pay alacak.
-
Seçim reformları gerçekleşecek
-
Eğitim mecburi kılınacak ve bu hususta okuma-yazma seferberliği ilan edilecek.
İmam Humeyni bu "ak devrim" için yapılacak olan referandumu boykot etti. Bunu duyan halk kitleleri harekete geçti. "Sahte referandum İslam'a aykırıdır." sloganları atıldı. Pazar kapatıldı. Ama bütün muhalefete ve gösterilere rağmen 26 Ocak 1962 yılında referandum gerçekleşti. dört bin yüz elli red oyuna karşılık beş milyon altıyüzbin kabul oyunun kullanıldığı ilan edildi. Kennedy Şah'ı bu zafer (!) dolayısıyla kutladı.
İngiliz elçisi de Kraliçe'nin duyduğu memnuniyeti Alem'e iletti. Moskova radyosu da 26 Ocak'ta yaptığı yayında Şah'ın reformunu övdü ve muhalifleri batı ajanları ve gericiler olarak tanıttı, îmam bu olayı protesto maksadıyla camilerin Ramazan ayı boyunca kapalı tutulacağını ilan etti. Böylece ülkede olağanüstü bir durum meydana geldi. Camiler ve İslam'ı tebliğ eden merkezler kapatıldı. Ama ne yazık ki bu direniş uzun sürmedi. Hükümetin sürdürdüğü kandırma ve gözdağı verme hareketleri sebebiyle bu direniş kısa bir süre sonra çözüldü Şah bu esnada gittiği her yerde dinin siyasetten ayrılmasını yani laikliği savunmaya başladı. Dolayısıyla din ile siyasetin ayrı tutulmasına karşı çıkanları sert bir dille kınamaya girişti.
1963 yılı Nevruz kutlamaları merasim ve şenlikler yönünden eski yıllardan tamamen farklıydı. İmam Humeyni 1963 yılı Nevruz'unun "genel yas" olarak ilan etti. İran'ın Müslüman halkı, rejime karşı kıyam etmiş olan İmam Humeyni'nin bu teklifini can-u gönülden kabul etti.
Her yere "Bu yıl Müslümanların bayramı yok" kartları gönderildi. Şah rejimi ve Alem hükümeti Amerika'nın istediği bir şekilde SAVAKin da yardımıyla sahte referandumu gerçekleştirdi. 22 Mart akşamı Feyziye Medrese'sinde bir yas merasimi düzenlendi. Muazzam bir kalabalık vardı. Güvenlik güçleri çevreyi kuşatmışlardı. Sonunda Şah'ın uşakları olan bir grup serseri bu toplantıyı birbirine kattı. Bu serserilerin hepsi de köylü kıyafetleri giymiş ve başlarını neo-nazistler gibi de kazımışlardı. Böylece bir anda Feyziye medresesi tam bir savaş alanına döndü.
Göz yaşartıcı bombalar atıldı ve halk süngü zoruyla dağıtıldı. Bu serseriler geride yüzlerce ölü ve yaralı bırakarak gecenin karanlığında kayboldular. Ertesi gün medreseyi yine bastılar ve pek çok alimi feci şekilde yaraladılar.
Hükümetin din adamlarına takındığı tavrın ve bilhassa Feyziye'de vuku bulan feci katliamı haber alan Necef teki alimler özellikle de Ayetullah Seyyid Muhsin El-Hekim olayı şiddetle kınayarak alimleri Kum'dan Irak'a göç etmeye davet etti. Ama İmam bu teklifi kabul etmedi ve sonuna kadar direneceğini bildirdi.
Rejim 21 Nisan'da alimleri de mecburi askerlik hizmetine çağıran bir emir yayınladı. Böylece alimleri siyaset sahnesinden uzaklaştırabileceklerini sanıyorlardı. Ancak İmam’ın "Gidin askerleri de uyandırın. Kışlalara İslam'ı taşıyın." diye buyurması üzerine bu komplo da etkisiz hale getirildi.
Muharrem ayının onuncu günü (Aşura), onbinlerce Müslüman ellerinde İmam'ın resimleri olduğu halde Tahran caddelerinde büyük bir yürüyüşe geçtiler. Kalabalık arttıkça ve yas merasimi için toplanan halk rejim aleyhtarı sloganlar attıkça polis de kontrolü kaybetti Halk cami ve civarlarını ele geçirdi. Aşura günü yapılan bu yas merasimleri ve imam Humeyni'nin siyasi ve ruhani rehberliğini ifade eden sloganlar tüm Tahran'ı sarsmış ve İmam'ın halk kitleleri nezdindeki konumunu ortaya koymuştu.
5 Haziran günü gece yansı Tahran'dan kamyonlar dolusu güvenlik görevlisi İmamı tutuklamak için Kum'a doğru yola çıkarıldı. Sonunda paraşütçü birlikler ve muhafız alayına bağlı güçler İmam'ı evinden alarak 5 Haziran günü subaylar kulübünde tuttular. Gün batışından sonra kasr hapishanesine naklettiler. 19 günden sonra da îmam'ı işretabad garnizonunda bir hücreye kapattılar.
İmam'ın tutuklandığı haberi derhal İran’ın dört bir yanına yayıldı. Halk 5 Haziran sabahı daha şafak sökmeden İmam'ın Rum'daki evinin önünde toplandı. Daha sonra 'Ya Humeyni ya ölüm" sloganını atan kızgın halk kitlesi bir anda Kum şehrini ayağa kaldırdı. Ama ne yazık ki güvenlik güçleri gösterilere saldırdı ve halkı ateşe tuttu. Caddeler ceset ve yaralılarla doluydu. Her yer kan gölüne dönmüştü. Bütün şehri bir ölüm sessizliği kaplamıştı. Tahran'da da esnaf şiddetli gösterilerde bulundu. Veramin Kum ve Cameran ile çevredeki banliyöden gelen çiftçiler Tahran'a saldırıya geçtiler.
Halk Şah'a karşı ayaklanmıştı. Her yerde "Şah'a ölüm" sloganları duyuluyordu. Halktan bir grup radyo televizyon idaresini basarak orayı ele geçirmek istediler. Ama makinalı tüfeklerden boşanan ateşle geri savruldular. Bir grup halk da askeri silah deposunu basarken bazıları da hükümet binasına ve polis karakollarına karşı saldırıya geçtiler. Bir çok askeri kamyonları ateşe verdiler. Şah hareketin durdurulması için kıyamın bastırılmasını emretti. Krallık sarayına giden tüm yollar askerler ve zırhlı araçlarla dolmuştu. Makinalı tüfeklerle halka ateş açıldı. Çok sayıda kimse orada can verdi. Ordu ve hükümet görevlileriyle görüşen şah sıkıyönetim ilan etti. Naşiri Tahran sıkıyönetim valiliğine getirildi. 5 Haziran kıyamına katılan şehirlerden biri de Şiraz idi. Bu acı günde ölenlerin sayısının 4.000-15.000 arasında olduğu söyleniyor. 5 Haziran kıyamı rejimi ve Şah’ın otoritesini kökten sarstı.
Şah bu şanlı kıyamı lekelemek için kıyamı gerçekleştirenlerin yabancı ajanları ve dış mihraklı unsurlar olduğunu söyledi. Bu kıyamdan iki gün sonra yani 7 Haziran gönü Şah halka şöyle konuştu: "Size 5 Haziran hareketini başlatanların kimler olduğunu bildirmek zorundayım. Yaralananlar ve tutuklananlar arasında bulunan pek çok kişi bunun için her birine 25000 riyal ödendiğini söylemektedir."
Şah da diğer tağutlar gibi İslami kıyamı bastıramayınca bu defa karalamaya başladı.
Müslümanların Cemal Abdulnasır'dan para aldığını iddia etti. Bu kıyama hem kapitalist dünya ve hem de mazlumların savunucusu olduğunu savunan komünist dünya ortak bir tavır takınmıştı. Nitekim Sovyet dergisi "Modern Age"de şöyle yazılmıştı: "Humeyni ve yandaşları İslam'a inananları kadın haklan bahanesiyle hükümete karşı kışkırtmışlardır. Bunların propagandaları üzerine bağnazlıkları yüzünden körleşmiş olan halk caddelere dökülerek ayaklanma ve huzursuzluk yaratmışlardır."
5 Haziran ayaklanması Müslüman halkın Ayetullah Humeyni'nin tutuklanmasına karşı tabii bir tepkisi olmasına rağmen imam serbest bırakılmamıştı. Bu olaya dünyanın çeşitli yerlerinden pek çok protesto ve tepkiler geldi. Bu yüzden tepkilerin gittikçe büyüdüğünü gören rejim 20 Temmuz'da alimlerden bazısını serbest bıraktı. 5 Haziran kıyamı önceden planlanmış bir hareket olmamasına rağmen aynı düşüncelere sahip insanların birbirlerine yaklaşmalarına sebep oldu. Halk birbirine daha da bir kenetlendi ve ortak bir mücadele içine girildi.
Bütün bu cinayetlerden sonra Esedullah Alem hükümeti artık devam edemezdi. Bu yüzden 1963-1964 yılının son altı ayında Alem hükümetinin değişmesi ve Mansur'un başbakanlığa geçmesi olayı, kamuoyunu meşgul eden en büyük konuydu. Hükümet değişikliğinden maksat aslında halkın yatıştırılması ve gittikçe büyüyen direniş gücünün kırılmasıydı. Bu yüzden Mansur hükümeti hemen alimlerle uzlaşma için gerekli çalışmalar içine girdi. 6 Nisan 1964 tarihinde İmam'ı serbest bıraktılar. Hakim sınıfın her zamanki sadık uşağı Medya İmamın "Ak devrim" ilkelerini kabul ettiğini ilan ettiyse de İmam bunu reddetti ve o günden sonra İmam rejime karşı daha da bir sertleşti.
İmam 5 Haziran gününü milli yas olarak ilan etmişti. Bu yüzden 5 Haziran hadiselerinin yıldönümü münasebetiyle şah rejimi ülkede tam bir kontrol sağlayabilmek için bütün güçlerini seferber etti. Alimlerden bir çoğu SAVAK tarafından sorguya çekildi. Tehdit ve gözdağlarıyla yıldırılmak istendi. 1964 yılında meclisten özel biryasa çıkartılarak Amerikalı danışmanlara bir takım ayrıcalıklar verildi. Bu esas üzere İran hükümeti her ne sebepten olursa olsun Amerikan vatandaşlarını muhakeme edemeyecek ve yargılayamayacaktı. Bu ayrıcalıklar bazı milletvekillerinin karşı çıkmasına rağmen yasallaştırıldı. İran Şah’ın Amerikalı bir aşçıyı yargılama yetkisi yoktu. İran devleti bu kapitülasyona gerekçe olarak Amerika'dan alacakları borçları gösteriyordu. Amerika'dan 200 milyon dolar borç alınacak, on yıl sonra 300 milyon dolar olarak geri ödenecekti, İran’dan böylece yüz milyon dolar faiz alınmış olacaktı. Bu da İran'ın kendisi Amerika'nın eline teslim etmesi manasını taşıyordu ve dolayısı da rejim bunu yaptı. imam bu komplo karşısında sessiz duramazdı. Yaptığı ateşli konuşmalarıyla İran halkını yeniden ayağa kaldırdı. Bunu gören Şah rejimi artık İmam ile bir ülkede yaşayamayacağını çok iyi anlamıştı. Bu inanç üzere 3 Kasım 1964 günü yüzlerce komando İmam'ın Kum'daki evini kuşattı. Evin dam ve duvarlarından atlayarak eve girdiler. İçeride dua etmekle meşgul olan İmam'ı evinden alarak bir arabaya bindirip yıldırım hızıyla Tahran'a Mihrabad havaalanına götürdüler.
Evet zamanın Ebu Zer'i de böylece çağın Rebeze'si sayılan Türkiye'ye sürgün edildi. İran halkı bu sürgün olayına tepki gösterdi. Aslında halk İmam'ın başına bir şeyin gelebileceği veya durumun daha da kötüleşebileceği endişesiyle bekleyiş içine girdi. Ardından zindanda olan Mustafa'yı da serbest bırakan rejim onu da İmam'ın yanına sürgün etti. Bu arada Muntaziri de derslerini ara verdiği için tutuklandı ve işkenceye maruz kaldı.
Artık Şah rejimi açıkça Amerikan rejimine boyun eğiyordu. Bu arada Mansur da çoğu Avrupa'dan daha yeni dönmüş olan arkadaşlarıyla "İran-i Nevin" partisini kurdu. Bu partinin üyeleri de bizdeki "İttihad ve Terakki" cemiyetini andırıyordu. İran halkı hakkında hiç bir bilgileri olmayan ve daha çok İran'ı okudukları akademilerde tanıyan bu aydınlar ile bizim jöntürkler aslında aynı senaryonun birer figüranı konumundaydı.
Başbakan Mansur'un başbakanlığı takriben bir yıla kadar sürdü. 21 Ocak 1964 tarihinde Hasan Ali Mansur meclise doğru ilerlediği bir sırada İslam fedaisi Muhammed Buhara'nin ateşlediği kurşunlara hedef oldu ve öldürüldü. Mansur'un ölümü hakkındaki tarihi fetvayı Ayetullah Milani vermiş ve bu fetvayı da bir İslam fedaisi pratize etmişti. Ardından Şah'ın da mermer sarayında beklenmedik bir şekilde silahlı saldırıya uğraması artık rejim aleyhine silahlı bir mücadelenin başladığını gösteriyordu.
Mansur'dan sonra Emir Abbas Huveyda 26 Ocak 1964 tarihinde yeni bir hükümet kurmakla görevlendirildi. O zamanlar maliye bakanı olan Huveyda İranlı bile değildi. İran'ı tanımıyor, İranlı her şeye yabancılık hissediyordu. Hayatının büyük bir bölümünü yurtdışında geçirmişti. Tahran'ı bile doğru dürüst tanımayan Huveyda onüç yıl boyunca îran halkının başına bela kesildi. Huveyda hükümeti zamanında rüşvet, hırsızlık, soygun, kumar, fuhuş vb. pislikler tüm toplumu sardı. Kitap, filim, gazete radyo ve televizyon sansür altındaydı. Yargı organları adeta hükümetin bir kolu olarak çalışıyordu. Hükümet gırtlağına kadar dış ülkelere borçlanmıştı. 1978 tarihi itibariyle Iran, toplam 288 milyar riyal yani 4.1 milyar dolar borç altında inliyordu.
İmam 1966 yılında Şah rejiminin isteği üzere bu defa Necef e sürgün edildi. İmam böylece 1978 yılına kadar yani tam 12 yıl boyunca Necef te sürgün hayatı yaşadı. Ama bütün bu olanların hiç birisi îmam'ı yıldıramadı. Aslında Şah rejiminin îmam'ı Necefe sürgün etmesinin sebebi İmam'ı orada çeşitli şeylerle meşgul etmek ve siyasi hayattan tecrid etmekti. Ama Şah'ın bu mayası da tutmadı. İmam orada da Şah rejimi aleyhine konuşmalar yapıyor, bildiri ve kasetlerini İran'a gizlice gönderiyordu. Irak Hükümeti İmam'ın sessiz bir şekilde yaşamasını istemişti. İmam ise bunu asla kabul etmedi. Artık durumun kötüleşeceğini sezen İmam oğluyla yaptığı meşveret sonucunda Irak'tan ayrılacağını bildirdi.
İmam aslında Suriye'ye gitmek istiyordu. Ama Suriye ile Irak rejimi arasında gerginlik yaşandığı için İmam Kuveyt üzerinden Suriye'ye gitmeyi kararlaştırdı.
Lakin Kuveyt İmam’ın ülkeye girişini yasakladı. Artık zamanın bu Ebu Zer'ini Rebeze de barındıramıyordu. Gidecek hiç bir emin yer kalmamıştı. İslam ülkelerindeki rejimlerin çoğu Şah'a bağlı rejimlerdi veya en azından İmam’ın siyasi çalışmalarını engelleyecek rejimlerdi.
Bu yüzden İmam oğlu Ahmed ile yaptığı istişare sonunda Fransa'nın başkenti Paris'e gitmeyi kararlaştırdı. O sıralar İran'da korkunç olaylar yaşanıyordu. Tutuklamalar, çatışmalar ve idamlar almış başını gidiyordu. Yalan propaganda uzmanı Medya İran'da kişi başına düşen gelirin 4000 doları aştığını reklam ederlerken İran'ın toplam milli gelirinin yansından fazlasının ülke nüfusunun %1'ini dahi teşkil etmeyen kesimin elinde toplandığını gizlemeye çalışıyordu. 1973 yılında Amerikan elçiliğinde görevli olan albay Louis Hawkins ile Tudeh partisindeki SAVAK ajanı Şehriyari öldürüldü. Daha önce 1972 yılında Nihavend'de İslamcı bir grup genç "Ebu Zer" adında bir örgüt kurmuş ve Şah'a karşı mücadeleye girişmişlerdi. Bu örgütün üyeleri genç kesimdi. Diğer İslami gruplar silahlı mücadele verdikleri halde bunlar bağımsız bir şekilde mücadele etmeyi tercih ettiler. Aynı yıl bir takım bombalama ve silahlı eylemlere başvurdular. Sonunda Kum'da çoğu tutuklandı ve 19 Şubat 1973'de altı örgüt üyesi idam edildi.
Bu dönemde Gaffari gibi imam'ın izinden giden inkılapçı alimler de tutuklanmış, işkenceye maruz kalmıştı. Ayetullah Gaffari bu işkenceler altında şehit oldu.
Rejim bu defa çağdaş medeniyet seviyesine erişmek ezgisini tutturdu. 1974 yılında Restahiz partisi kuruldu. İran-i Nevin Partisi, Halk Partisi ve Pan-İranist partisi derhal kendi kendilerini feshettiklerini ve tek partide birleşme kararım aldıklarım açıkladılar. İmam bu partiye katılmayı da haram ilan edince mezkur komplo etkisiz hale geldi. Şah'ın tüm ümitleri suya düştü. Şah bu defa açıkça İslami değer ve mirası yok etme girişimlerinde bulundu. Şah'tan ilham alan meclis de hicri takvime el uzatmaya çalıştı. Parlamento'nun iki kamarası ortak bir tutumla tarihin başlangıcının şahlık takvimine göre değiştirilmesini kabul etti. Bundan böyle tüm halk yeni şahlık takvimini kullanmak zorundaydı. Bizim aydınlar ve yeni rejim de ilk iş olarak Miladi takvimi kabul ederek Batı dünyasına doğru bir adım atmaya çalışmışlardı. Şimdi de aynı oyun İran’da sahneye konuluyordu. Başta İmam olmak üzere tüm alimler bu komploya karşı koydular. Halkı yeniden bir direnişe davet ettiler.
Öte yandan Watergate skandalının ardından başkanlığa oturan Ford'un süresi de 1976 yılında sona erdi ve Carter Cumhurbaşkanlığına seçildi. Carter'in başlattığı insan haklan senaryosuna Şah da olumlu yanıt verdi. Böylece artık zindanlardaki işkencelere son verildiğim ilan etti. Ayrıca mahkumiyet sürelerinin kısaltıldığını ve yargı organlarında yumuşak bir politika izleneceği bildirildi. Sonunda bir de af çıkartıldı.
10 Aralık 1973 günü Carter'in insan haklan siyasetinden ilham alarak kurulan "İnsan Hak ve Özgürlüklerini Destekleme Cemiyeti" üyeleri arasında Mühendis Bazergan gibi ünlü bir takım kimselerin de olması düşündürücü bir olaydı. Bu arada Şah 11 Kasım 1977'de Amerika'ya gezi turuna çıktı.
7 Ocak 1978 tarihinde İttilaat gazetesinde İmam'a hakaret dolu bir makale yayınlanınca İran'da yeni bir inkılab kıvılcımı tutuştu. Kum'da binlerce insan korkusuzca sokaklara döküldü. Bu arada Şah ajanları tarafından Necef te şehit edilen İmam'ın büyük oğlu Mustafa Humeyni için yapılan gösteriler de rejimi harekete geçmek zorunda bırakacak bir düzeye erişti. İran'ın dört bir yanında kanlı çatışmalar başladı ve İran tam bir iç savaşa sürüklendi.
Sadece Kum'da 80-90 arasında insan acımasızca katledildi. Kum alimlerinden çoğu Kum'dan dışarı sürüldü. Tebriz halkı da Kum şehitlerinin 40'ncı gününü anarak şehitlerin yolunu sürdürme kararını aldı. Tebriz ve Yezd bir anda savaş meydanına döndü. Bu arada 8 Eylül günü Şah ajanları Abadan'da Reks sinemasını ateşe vererek insanları diri diri yaktı ve bu korkunç cinayeti Müslümanlara mal ettiler. Nitekim Sivas'taki olayı da bir takım karanlık güçler meydana getirmiş, ama bunun faturası Müslümanlara çıkartılmıştır. Dikkat edilirse oyunlar hep aynıdır. Değişen tek şey oyuncular ve zahiri dekorlardır. Ama oyun hep aynı oyun ye senaristler hep aynı kişilerdir.
1978 yılında İran halkı birbirine kenetlenerek büyük bir birlik içine girdi. İmam Nevruz bayramını genel yas olarak ilan edince Yezd, Kirman, Şiraz, Isfahan, Cehrum ve Ahvaz gibi şehirler protesto ve gösterilere sahne oldu.
Bu arada Mansur'un öldürülmesinin ardından kurulan Amuzgar hükümeti karşılaştığı krizleri güvenlik güçlerinin yardımıyla atlatmaya ve bu yolla rejimi korumaya çalışıyordu. Bu esas üzere 16 Ağustos'ta Isfahan, Necefabad, Şah Rıza ve Hümayun şehirlerinde sıkıyönetim ilan edildi. Aslında rejim bununla zaafını ve acziyetini ortaya koyuyordu.
Bu arada Şerif İmamı sahneye çıktı. İmami Şahlık takvimini kaldırdı ve kumarhaneleri kapattı. Vurguncuları cezalandıracağını ve herkesle uzlaşacağını ilan etti. Böylece ülkede milli bir mutabakat hükümeti kuruldu. Ama daha onbeş gün geçmeden 8 Eylül 1978 tarihinde Tahran'ın daha önce jale meydanı olarak bilinen meydanında korkunç bir halk kıyımı gerçekleşti. Binlerce insan kanlara bulandı. Amerikan hükümeti Şah'ı bu hassas dönemde de desteklemeye devam etti. Ama sonunda meclis halkın ilgisini kazanmak için 8 Eylül katliamını kınadı ve Tebrizli parlamenter bu ağır suçun yegane sorumlusunun Şerif İmami olduğunu iddia etti.
16 Ekim 1978 günü genel grev ilan edildi. Halkın tümü bu greve katıldı. Hükümetin tüm çabalan meseleyi halletmedi ve halkın pazaryerlerini kapatmasını engelleyemedi. Tüm şehirlerde gösteriler yapıldı, çok sayıda insan öldü ve yaralandı.
Bu arada da İmam Necef ten Paris'e hicret etti. İran'da Petrol Sanayii, PTT, Tarım Ve Sanayi, Milli Banka, Harg Petrol Rafinerisi, Sular İdaresi ve Karayolları işçileri greve girmişlerdi. Dolayısıyla hükümet büyük bir kriz içine girdi. Emniyet ajanlarının desteklediği ikiyüz kişilik serseriler Kirman'daki bir camiye saldırdılar. Caminin kütüphanesi yakıldı ve zavallı halk sopalarla feci şekilde dövüldü. Cami halkından olan esnafın dükkanları ateşe verildi. Şerif İmami hükümeti milli mutabakat hükümetini kurduktan sonra İmam ile görüşme girişimlerinde bulundu. Erdeşir Zahidi iki defa Paris'e İmâmla görüşmeye gittiyse de eli boş döndü. İmam sadece rejime karşı olan Sencabi ve Bazergan gibi kimselerle görüştü. Bunlar İmam'ın sert politika izlediğini düşünüyor ve güya onu yumuşatmak istiyorlardı. Ama orada İmam'dan etkilenip İran'a geri dönüyorlardı. Bu yüzden Sencabi 11 Kasım'da İran'a dönünce tutuklandı. İmam hayatı boyunca zalimlere boyun eğmez bir kişiliğe sahip olarak yaşadı. Ceddi İmam Hüseyin gibi asla Yezid'e boyun bükmedi ve inandığı davadan vazgeçmedi. Şerif İmami iki aylık kanlı yönetimi boyunca binlerce müslümanı katletmiş ve her yeri yakıp ateşe vermişti. Tüm İran'da gösteriler düzenleniyordu. Bunun üzerine Şah yenilgisini itiraf edercesine 6 Kasım 1978 tarihinde titrek bir sesle Ezberi başkanlığında askeri bir hükümetin kurulduğunu itiraf etti. Böylece milli mutabakat hükümetinin yerini askeri hükümet aldı. Rejim tüm üniversite ve okulları kapattı. Halk buna şiddetle karış koyup gösteriler düzenledi. Ama okullar açılıp yeniden olaylar baş gösterince rejim 22 ortaokulu da kapattı.
Rejim basına karşı da acımasızca sansür uyguluyordu. Böylece Ezberi zamanında da greve gitmiş olan basın mensupları 61 gün süren bir eylem içine girdiler. Halk artık haberleri yabancı radyolardan dinliyordu.
Halk l Aralık 1978 tarihinden itibaren yeniden sokaklara döküldü. Her yerde "Allah-u Ekber" sesleri yükselmeye başladı. Rejim bu seslerin teypten verildiğini iddia ediyordu. Bu arada İmam da İran'a sık sık mesajlar gönderiyor ve halkı direniş ve sabra davet ediyordu.
Tahran pazarı askeri rejime muhalefet olsun diye bir hafta boyunca greve girdi. Sonunda alimlerin isteği üzere yeniden açıldı. Tahran'da yüz bin asker halkı ayaklar altında eziyor, kıyamını bastırmaya çalışıyordu. Bu arada Şah'ın eşi Farah bizim idareciler gibi halkı aldatmak yoluna girişti. Farah siyah bir çarşaf ve kalın çorap giyerek Irak'a Hz. Ali ile İmam Hüseyin'in kabrini ziyarete gitti. Evet bu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Hüseyinleri ortadan kaldıramayan Yezidler çareyi Hüseyin'i ziyaret etmekte bulmuşlardır. Bugün toplumda dini etkinliğin güçlendiğini gören rejimler, hatta PKK gibi kafir din düşmanı ve Müslümanlar-n katleden bir terör örgütü bile İslami bir kisveye bürünüyor. Uluslararası konferanslar tertipleyip İslam'dan dem vuruyorlardı.
Bu arada ordu da İmam’ın çağrısına uyarak yavaş yavaş inananların saflarına katıldı. Cavidan Muhafızları inkılapçı ordu mensupları tarafından Levizan'da tarandı.
Bu arada Dr. Sencabi Şah ile bir takım görüşmelerde bulundu. Aslında bu olay "Milli Cephe" yani liberal grubun gerçek kimliğini ortaya koyan önemli bir anekdot îdi.
Rejim iflasın eşiğine gelmişti. Halk korkudan bankalardaki mevduatını çekmek zorunda kaldı. Bu arada Ayetullah Hamenei'nin Meşhed'de halka hitap ettiği bir sırada ordu, tanklarıyla halkın üzerine saldırdı. Bu saldın sonrasında yüzlerce insan öldürülmüş binlercesi de yaralanmıştı. Buna karşılık halk da bazı polis karakollarına saldırdı. Askeri tank ve araçları yaktı. Kemali adında bir albay halk tarafından linç edildi. SAVAK ajanlarından üç kişi Şah Meydanında asıldı.
Rejim, askeri hükümetin bir şey yapamadığını görüne yeniden uzlaşma milliyetçilik ve demokrasi naraları atmaya başladı.
Ama Amerika artık Şah'tan ümidini kesti. Dolayısıyla Batı'ya olumlu bakan liberalleri ve Musaddık taraftarlarını elde etmeye çalıştı. Musaddık taraftarlarından bazıları Amerika'da yaşıyordu. Bunlar hükümet kurmak için adeta Amerika'nın bir tek işaretini bekliyordu. Sonunda Amerika bu Musaddık taraftarları arasında Şahpur Bahtiyar'ı seçti. Bahtiyar, Şah'ın bir kaç aylık tatil için İran'dan uzaklaşması şartıyla bu teklifi kabul etti. Bu yüzden Şah radyodan tüm halka dinlenmeye ihtiyacı olduğunu ve bu yüzden bir süre yurt dışına çıkacağını ilan etti. Amerika böylece İmam’ın ilahi hareketini durdurabileceğini sanıyordu. İmam Bahtiyar hükümeti hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etti.
"Bahtiyar'ın hükümeti meşru değildir. Onu Şah tayin etmiştir. Şah da meşru değildir. Parlamentonun iki kamarası da onu desteklemiş ve dolayısıyla onlar da meşru değildir. Biz ona karşıyız. Bizim hükümet halkın oylarına dayanan bir cumhuriyet olacaktır. Anayasası İslam'a dayanacak ve hükümeti İslami olacaktır. Dindar olmayanlara hükümette yer verilmeyecektir. Çünkü onlar halkın oylarını kazanmayacaktır. Zira bu toplum İslam toplumudur."
Parlamentonun danışma konseyi uzun tartışmalardan sonra Bahtiyar hükümetine 43 red oyuna karşılık 149 kabul oyuyla güvenoyu verdi.
16 Ocak 1979'da Şah İran'ı terketti. Bahtiyar Şah'ın anayasayı çiğnediğini söylüyor ve Şah'ın ülkeye geri dönmesini istemiyordu. Şah'ın İran'dan gidişine sevinen halk tüm ülkede bayram havasını estirdi.
Çok geçmeden halk Şah'ın heykellerine saldırmaya ve devirmeye başladı. Askerler arasında şekerler dağıtılıyordu.
imam İran'da İslam hükümetinden başka bir hükümetin kurulmasını düşünenlerin halkın saflarını derhal terk etmelerini istedi. Böylece de 12 Ocak 1979 tarihinde İslam inkılabı konseyini kurduğunu ilan etti. Bu konsey üyeleri Mütahhari, Rafsancani, Mesnevi-i Erdebili, Bahüner, Beheşti, Mehdevi ve Hameneî idi. Bunlar daha sonra Bazergan ve Sehabi gibi bazı kimseleri de aralarına almayı kararlaştırdı.
Bu arada havayolları personeli İmam'ı İran'a getirmek için Paris'e "inkılab" adını verdikleri bir uçak yollamayı kararlaştırdı. Ancak hükümet buna engel oldu. Bahtiyar sık sık İmam'a yakın olduğunu iddia ediyordu. Ama İmam bunun bir aldatmaca olduğunu ilan ederek halkı uyanık olmaya davet etti. Sonunda İmam İran’a dönmeye karar verdi. Artık tüm İran İmam'ın dönmesini bekliyordu. Sonunda bu beklenilen an gelip çattı. İmam'ı taşıyan Air Frence uçağı Tahran'a indi ve İmam onbeş yıllık uzun bir süreden sonra vatanına geri döndü. İmam bir konuşma yaptıktan sonra Beheşti-i Zehra mezarlığına gitti. Halk sel gibi İmam'ın bulunduğu yere doğru harekete geçti. 33 km. yol boyunca insandan başka bir şey görülmüyordu. Adeta mahşer idi ortalık Hiç bir araba bu kalabalık içinde İmam'ı Beheşt-i Zehra'ya götüremezdi. Bu yüzden İmam bir helikopter ile alınıp Beheşt-i Zehra'ya götürüldü. İmam burada milyonluk halk kitlesine karşı heyecanlı ve tarihi bir konuşma yaptı. Bu arada ortalıkta darbe söylentileri yayılmaya başladı. Bahtiyar halkı darbe ile korkutma yoluna başvuruyordu.
İmam Tahran'a gelince kimsenin evine gitmedi. Kendisini karşılama komitesinin çalıştığı bir okul binasında kaldı. İmam'ın dönüşüyle ordu mensupları gruplar halinde halka katıldı. Tahran Belediye Başkanı istifasını İmam'a sundu. İmam dört gün sonra Bazergan başkanlığında geçici bir hükümet kurdu. Ama Bahtiyar bir türlü hükümetten çekilmiyordu. Bu arada hava kuvvetleri kendi arasında çatışmaya başladı. Cephaneliği ele geçiren hava kuvvetleri tüm silahları halka dağıttı. Daha sonra ortaya çıkartılan belgelerden anlaşıldığı üzere İmam'ın tutuklanıp inkılapçı yakınlarıyla birlikte öldürülmesi planlanmıştı. Ama İmam halkı askeri yönetime karşı direnişe davet edince bu komplo da etkisiz hale geldi. Halk garnizonları, polis karakolları ve karargahları bir bir ele geçirmeye başladı. Nihayet 11 Şubat 1979 tarihinde Şahlık rejimi yıkıldı. Garnizonlar ele geçirildi. Tahran'ın askeri valisi tutuklandı. Huveyda ve Naşiri inkılab komitelerinin eline düştü. Üst mevkidekilerin çoğu ya yurt dışına kaçtılar ya da yeraltına sızdılar. Müslümanlar bu rejim uşaklarım her yerde aramaya koyuldular. Geçici hükümet görevine başladı. Ama ne yazık ki Bazergan inkılabın gerçek kimliğini derinliğine derk edebilmiş değildi. Sadece bir takım reformlar yapmak isteyen milli bir hükümetin kurulduğunu sanıyordu. Ama inkılapçı Müslümanlar durumun böyle olduğunu görünce İmam’ın rehberliğinde Bazergan'ın hükümetinden bağımsız bir yapılanma içine girdi ve sonunda da duruma hakim olarak İran'da İslam’a dayalı bir devlet kurdu.
Biz inkılap sonrası gelişmeleri daha sonra ele alacağımız için burada bu kadarıyla yetiniyoruz. Şimdide İran İslam İnkılabı hakkında Müslüman düşünürlerin neler dediğini aktarmaya çalışacağız. Çaba bizden tevfik ise Allah'tandır.
Dostları ilə paylaş: |